Articles by "Mesut Yılmaz"
Mesut Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ekonomik buhranlar veya gerilemeler, politik olarak dikkatlerin dağıtılmasını gerektirir. Düzmece siyasi krizler, hatta askeri darbeler organize edilir. Zamanımızda herşey ama herşey ekonomiktir.
12 eylül darbesinin arka planında liberal ekonomiye geçişin sağlanması yattığı gibi, 2001 krizi ve koalisyon hükümetlerine son verilme nedeni de; dünya finans sistemine Türkiye'nin adabte edilmesidir.

Geçen gece Türkiye İhracatçılar Meclisi'nin “Türkiye'nin Yıldızları Ödül” törenine davetliydim. Törende İSO 500 listesinde 343. sırada bulunan Durmazlar Makina da ödül aldı. Uzun zamandır
kendisini yakından tanıdığım Durmazlar Makina Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Durmaz'la birkaç yıldır görüşemiyorduk. Bu vesileyle görüşme fırsatımız oldu. Durmaz aynı zamanda eski Makina İmalatçıları Birliği başkanı. Tören öncesi kokteylde ayak üstü laflarken, “Doğduğumdan beri kriz bitmedi şu memlekette” diye başlayan cümlesi gündem değerlendirmesiyle devam etti. Durmaz, bugün NASA'ya uzay mekiği üretiminde kullanılan makinalar yaptıklarını ifade ederken 58 yıllık firmalarının krizler içinde büyüdüğünü söyledi.

Türkiye'de ihracat yapan öz sermayeleriyle büyük atılımlara imza atan firmaların krizlere şerbetli olduğu gerçek.

Dolar ve Euro'nun son bir yılda tavan yapması, işsizlik ve cari açığın büyümesi, dış politikada; özellikle Ortadoğu'da uyguladığımız politikalar, enflasyonun artması,Türkiye'nin son birkaç yılda yaşadığı gizli ekonomik krizin ipuçları.

Gündeme baktığımızda kimsenin bunlardan söz etmemesini nasıl değerlendirmemiz gerekir?

Gezi Parkı eylemleriyle başlayan, 17 Aralık'la tavan yapan suni gündemler bitip tükenmek bilmiyor da ondan. İktidar partisi gündem belirleme ve gündem değiştirme ilizyonisti. Özellikle başbakan bu konuda tam bir mandrake.

Sim sala bim...

**********

Yazımızın ana ekseni aslında 'adam kıtlığı' konusu olacaktı.

Neyse küçük bir eksen kayması...

Osmanlı'da kullanılan 'kaht-ı rical' deyimi yani 'adam kıtlığı' mevzusu, dönem dönem yaşanan sıkıntılı bir durumdur.

Halkının yüzde 50 oyunu almış bir liderin, geri kalan yüzde 50'sini hedef tahtasına koyması kaht-ı rical dönemininden kurtulamadığımızın en bariz göstergesi.

İşi ehline vermek” veya “riyaset” sahiplerinin görev başında olmaları kaht-ı ricali engeller engellemesine de; peki ya gerekli meziyetlere sahip insanlar bulunmazsa/bulunamazsa ne olur.

Bugün yaşananlar elbette...

Özal'ın ölümünden bu yana kaht-ı rical devam etmektedir.
Özal sonrası ülkeyi yöneten parti ve liderlerine baktığımızda bunu açıkça görüyoruz. Son dönemde ise iktidar partisinin devlet ve halkıyla girdiği mücadele kaht-ı ricalin bir an önce bitmesi gerektiği gerçeğini de gün yüzüne çıkarıyor.

Yolsuzluk iddialarının üzerinin örtülmesi bile AKP'nin yerel seçimlerde oy oranında büyük düşüşlere sebep olmadı. Bazı siyasi yorumcuların bunu açıklamakta zorluk çekmelerini anlayamıyorum. Kabine üyelerinin çocuklarının evlerinde bulunan paraların, bir tv kanalının satın alınmasında kurulan konsorsiyumun, başbakanın oğlunun vakfına bağışlanan milyonların seçimlerde AKP'ye negatif yansımasının çok küçük olması, alternatifinin olmamasından kaynaklandığı çok açık.
AKP öncesi dönemde memleketin halini çok iyi hatırlayan vatandaş gidip yeniden oyunu AKP'ye verdi.

Yerel seçimlerde CHP gibi bir partinin MHP'li aday göstermesi kaht-ı rical değilde nedir?
Özal sonrası alternatiflere baktığımızda rahmetli Adnan Kahveci'nin lider olarak Türk halkının karşısında çıkma çalışmaları yaptığını görüyoruz. Hatta çocukluk arkadaşı yine rahmetli efsane vali Recep Yazıcıoğlu'nu da yanına alacağı biliniyordu. Ne yazık ki ve ne hikmetse ikisini de trafik kazasında kaybettik.

Mesut Yılmaz'ların, Çiller'lerin, Demirel, Erbakan ve Ecevitler'in dönemlerine tek tek projektör tutarsak, 'adam kıtlığı'nı görmemiz fazlasıyla mümkün.
Adam gibi görünen ve adam olmadığı çok sonra anlaşılan yöneticilerin elinde bu ülke yıllardır heder olmuştur.

**********

AKP'nin ve Tayyip Erdoğan'ın ne tür politikalar ürettiğine bakılmadan 12 yıllık iktidar mazilerinin ardında yatan gerçek alternatifsiz oluşlarıdır.
2002 yılında iktidara geldiklerinde, liberal-muhafazakâr olduklarını, halkın her kesimini kucaklayacaklarını defalarca dile getirmişler, meyhanelere kadar giderek oy istemişler, kendilerini halka arz etmişlerdi.
Sağdan merkeze kayan ve yapılan operasyonlarla merkezin tek partisi görünümü alan AKP, aslında hiçbir döneminde merkez parti olamamıştır.
ANAP ve DYP'nin birleşmesi engellenmiş, ortaya çıkabilecek tüm liderler ya pasifize edilmiş veya AKP bünyesine alınarak, merkez sağ tamamen AKP'ye tahsis edildi.

AKP ekonomi politikalarıyla Türkiye'yi tam bir kapitalizm döngüsüne sokmuş, muhafazakâr duruşu sadece iç politika aracı olarak kullanmıştır.
Uluslararası güçler tarafından 2001 yılına kadar bir türlü global finans sistemine, siyasi ve ekonomik krizler nedeniyle dahil edilemeyen Türkiye, sükûnete kavuşunca borsa ve bankaları global şirketler tarafından paylaşıldarak, dünyaya entegrasyon sağlanmıştır.

**********

Türkiye formüllere, tanımlamalara uymayan insanların yaşadığı bir ülkedir:
selamunaleyküm” diyen Ermenisi, “bye bye” diyen dindarı mevcut. Oruç tutan komünisti, namaz kılan ulusalcısı var.

'Öteki Türkiye' ile 'Beriki Türkiye'yi, 'Beyaz Türkler'le 'Siyah Türkler'i, ulusalcıyla muhafazakârı; ayrıştırmak, aralarında uçurumlar oluşturmak, oy rantı için farklı düşünceleri nefrete dönüştürmek yerine, 'milli birlik' potasında halkı kucaklayan bir lidere ihtiyaç var.
Taksim meydanında bira şişesiyle “TC” yazan adama kafayı takan değil, polisten kaçarak camiye sığınanlara şefkatle yaklaşan, onlara Allah'ın evini açan imamı sürgüne göndermeyen bir lidere ihtiyaç var.

12 yıllık iktidar günahlarını paralel bir günah keçisine yıkan değil, yolsuzlukla suçlanan bakanların dosyalarını hasır altı etmeyen bir lidere ihtiyaç var. Her olayda kendine ve partisine komplo yapıldığını iddia ederek, mağdur edebiyatının Tolstoy'u değil, ülke güvenliğini tehdit edecek boyutlara varan dinlemelerin faillerini ortaya çıkararak adalete teslim eden bir lidere ihtiyaç var.

Kaht-ı rical döneminin bitmesi, bu topraklarda yaşayan her türden insanla empati yapabilecek gerçek bir lidere ihtiyaç var. Kıran-döken değil; birleştiren, öfkeyle değil; usuletle ve suhuletle yöneten bir lidere ihtiyaç var.

Hz. Ömer, “Bana yardım ediniz” deyip sahabelerden yardım ister. Herkes “Edelim Ya Ömer! Malımızla, mülkümüzle, paramızla nasıl istersen yardım edelim” demişler. Hz. Ömer şu cevabı verir: “Hayır, hayır, bana her şeyden önce adam lazım, adam!




İdealleri, hayalleri vardı. Sıkıntılı bir eğitim süreci geçirmişti. Mezun olmuş, artık dünyaya daha umutlu bakıyordu. Tüm bunları bırakarak, kimlerin kurbanı oldu? Hangi amaç ve dava(!) uğruna öldü/öldürüldü?
Ardından kimse sahip çıkmadı. Davalarına baktığı gazetede bile bir iki küçük haber yapıldı. Sonra onlar da unuttu...

Çünkü çalkantılı yıllardı. Herkes paçasını kurtarma peşine düşmüştü.
Tayyip Erdoğan yeni bir parti kurmak için start vermişti. Dönemin hükümet ortağı başbakan yardımcısı ve ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, sağda kurulacak yeni bir partinin kendisine zarar vereceğini iyi biliyordu.

Yılmaz elindeki tüm yetkilerle, Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı dönemini mercek altına almış, yolsuzluk usulsüzlük ne varsa Erdoğan aleyhine kullanacaktı. İstanbul Mali ve Organize Suçlar Şubesi, Erdoğan için görevlendirilmişti. Erdoğan’a destek veren Yeni Şafak da, savaşta nasibine düşeni almıştı.

Bir taraftan Yılmaz’ı destekleyen Doğan Grubu gazetelerinde, diğer taraftan Erdoğan’ı destekleyen Yeni Şafak’ta her gün birbirlerini suçlayan manşetler yer alıyordu.

Yılmaz, Erdoğan’ı köşeye sıkıştırmak üzereydi. Bir şeyler yapılması gerekiyordu. Albayraklar’ın hukuki işlerine bakan Aksan hukuk bürosunda görev yapan avukat Vildan Ersin, hırsı ve cesurluğuyla dikkat çekiyordu.

Ersin, Eşinden boşanmış ve bir çocuğu vardı. Hayat onun için zordu. Zorlukları hızla aşması gerekiyordu.
Öğrenciyken, başörtülüydü. Dışarıdan yaptığı röportajlar bazı gazetelerde yayınlanıyordu. Okulun son döneminde başörtüsü yasağı ile karşılaşmış sonuna kadar direnmiş başını açmamıştı. Mezun olduktan sonra, avukatlık yapabilmesi, duruşmalara girebilmesi için başını açması gerekiyordu.

Sorduğumda, “Mecburum. Yoksa o kadar eğitim boşa gidecek. Daha okuldayken açan arkadaşlarım oldu. Açmadan bir şey yapamayız, mecburuz” şeklindeki savunması çaresizliğinin kanıtıydı.

Tek başınaydı, mücadele etmek zorundaydı. Aldığı ücretin çok komik olduğunu, buna karşın elinde son derece ciddi siyasi davalar olduğunu söylüyordu. “Bunca yıl boşuna mı hukuk fakültesinde mücadele ettim. Başörtüsü yüzünden okuldan atılma korkusu yaşadım. Diğer yandan kötü bir evlilik geçirdim onunla mücadele ettim. Şimdi yeni bir hayatın başlaması gerekmiyor mu? Her şey boşa mı gidecek” diyor, zaman zaman karamsarlığa kapılıyordu. Sabretmesi gerektiğini söylüyordum.

“Her şey zamanla değişecek. Zamanla... Sabretmen gerek”

Görev yaptığım derginin ofisi Çemberlitaş’ta olduğu için Sultanahmet adliyesine geldiğinde vakit bulursa bana uğrardı. Albayraklar için önemli işlerin içinde olduğunu söylediğinde onun için endişelenmiş, uyarma gereği duymuştum: “Mesleğin basamaklarından henüz yeni çıkmaya başladın. Kendine dikkat etmen gerek. Kariyerini zora sokacak ilişkilerin içinde bulunma. Birilerinin yaptığı yolsuzluklar yüzünden, kahramanlık yapma. Siyasi ilişkiler kirlidir. Bir gün hepsinin üzerine sünger çekilir, arada harcanan sen olma. Dikkatli ol.”

Hayatını kaybettiği o hafta beni ziyarete geldi. Yanlış hatırlamıyorsam, hafta sonu iki günlüğüne tatil için bir arkadaşıyla İtalya’ya gideceğini söyledi. Ekonomik durumunun ve maaşının böyle bir tatil için yeterli olmadığını biliyordum. Hangi arkadaşınla gidecekti? Bay mı, bayan mı? Tatil için parayı nereden bulmuştu?.. Hiçbir soru sormadım.

28 Temmuz 2001 cumartesi günü şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti. Pazartesi günü işe geldiğimde, gazeteci bir arkadaşımın telefonla araması sonucu olaydan haberdar oldum.

Beş, altı yıllık bir arkadaşlığımız vardı. Erkek kızdı doğrusu...

Haksızlığa asla tahammülü yoktu. Cevval ve cesurdu. Yaşama dair büyük planları, idealleri vardı. Yaşasaydı (Başarsaydı), AKP içinde önemli görevler verilecekti. Yazık oldu! Çok yazık...

Olay üzücü olmakla beraber, dehşet vericiydi. “Filler dövüşür, çimenler ezilir”…

Vildan fillerin savaşında, arada kalmıştı. İki siyasi gücün arasında ezilen, idealleri ve hırsı olan genç bir avukattı.

Ölümünden bir gün sonra avukatlığını yaptığı Yeni Şafak Gazetesi, şüpheli ölümü hakkında yaptığı haberle, Ersin’e sahip çıkmadığını ortaya koyuyordu:

“Vildan Ersin, dün öğle saatlerinde hava almak amacıyla Sarıyer ilçesine bağlı Kilyos sahiline gitti. Deniz kıyısında bulunan kayalıklarda yürümeye başlayan Ersin, bir süre yürüdükten sonra dengesini kaybederek denize düştü. Yüzme bilmeyen Ersin çevredeki vatandaşların tüm müdahalelerine rağmen kurtarılamadı”

Oysa gerçek çok daha farklı ve acıydı:

Vildan Ersin öldüğünde yanında Albayrak soruşturmasını yürüten İstanbul Emniyeti Mali Şube Dolandırıcılık Büro Amirliği’nde görevli polis memuru Kadir Koçyiğit bulunuyordu.
Polis memuru verdiği ifadede, Kilyos’ta akrabaları olduğunu önce akrabalarına uğradıklarını, sonra deniz kıyısına gezintiye gittiklerini, Ersin’in burada ayağının kaydığını denizde boğulduğunu söylemişti.
Koçyiğit’in akrabaları ise deniz kıyısına birlikte gittiklerini, Ersin’in orada kustuğunu daha sonra onları yalnız bıraktıkları şeklinde ifade verdiler.
Koçyiğit tek görgü şahidi ve tek zanlı olmakla beraber gözlem altına alınmadan serbest bırakıldı. Ertesi gün de, izne ayrıldı.

Ersin’in ağabeyi, kardeşinin çok iyi yüzme bildiğini söylemesine ve öldürülme ihtimali olduğu yönünde açıklamalar yapmasına rağmen savcı tarafından ciddiye alınmadı.

Vildan Ersin’in elinde Aydın Doğan, Mesut Yılmaz ve Cumhur Ersümer’e ait dosyalar olduğu ortaya atıldı...

Genç bir avukata böyle önemli dosyaların verilmesi imkânsız görünüyor. Vildan olsa olsa, emniyete sızması için birileri tarafından görevlendirilmiş olmalıydı.

Vildan’ın ölümüyle de, birilerine mesaj veriliyor olabilirdi.

Vildan Ersin öldüğünde, yanında bulunan polis memuru Kadir Koçyiğit’in amiri İstanbul Emniyeti Mali Şube Müdürü Ayhan Mimaroğlu’ydu. Mimaroğlu, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Adil Serdar Saçan ile birlikte Tayyip Erdoğan hakkında araştırma yapıyordu. 

Bildiğiniz gibi Saçan, 2001 yılında Tuncay Güney’i sorgulayan polis müdürü olarak tarih sahnesinde yerini almasına rağmen, Ergenekon zanlısı olarak tutuklanmayı engelleyememişti. Birileri geçmişin rövanşını mı alıyordu?..

Dosya savaşları çoktaan bitti. Siyasiler ve holdingler barıştı. Parsayı bölüşmede anlaştı. 
Devlerin savaşında, insanlar ezildi. Vildan Ersin, ardında gözü yaşlı bir aile ve öksüz bir evlat bıraktı.



KEMÂL KAPLAN
7 Temmuz 2012

Türkiye için önem arz eden olayların yıl dönümünde “unutma unutturma” der, bazen eylemlerle, bazen de panellerle anma yapılır. Bazen de polis copları ve biber gazları eşliğinde… Amaç; ülke için vahim olayın yeniden zihinlerde yer bulması, toplumsal bir farkındalık yaratmak, ilgiyi bu yöne çekmek vs. vs. vs. Sivas olayları, Kanlı 1 Mayıs, Maraş Olayları, Uğur Mumcu, Hrant Dink suikastleri gibi olaylara bu pencereden bakılır. Yıl dönümlerinde.

Doğru yaklaşımlar, doğruyu bulma yolundaki çalışmalar takdire şayandır.

Bu tür olaylara getirilen hassasiyet de takdire şayandır. Ancak ilaveler yapılmalıdır. Hem de sadece sol zihniyet çatısı altında değil tüm toplum katmanlarıyla yapılmalıdır bu anmalar.

İlavelerden kastım şudur: Sadece faili meçhul ve kanlı olayların yanında, bazı siyasi ve ekonomik olayların da yıl dönümleri anılmalı, toplumsal hafızaya dâhil edilmelidir.

7 Temmuz, bugün bu tür bir olayın yıl dönümü: 7 Temmuz 1998 tarihinde Halk Bankası yangını meydana geldi. Yangında sadece bankanın çok önemli kredi dosyaları yanmadı. Türk halkının milyarlarca doları da yandı.

Olayın ekonomik olarak büyüklüğünü anlamak için bir örnek verelim: 2001 krizinden önce ve sonra batık bankaların fona devredilmesiyle devlet özel bankalardan 10 milyar dolar zarara uğradı. Ancak iki kamu bankası olan Ziraat ve Halk Bankalarının zarar toplamı ise 20 milyar dolardı. Sadece iki bankanın zararı.

Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik krizini oluşturan bu yangınların meydana getirdiği etki o kadar büyüktü ki, ülke tarihinde ilk kez esnaflar polislerle çatıştı; binlerce insan işini, kalanlar da ümitlerini kaybetti. Ortaya çıkan finansal enkazın faturası gerçekten çok kabarıktı: 60 milyar dolar borç.
Hatırlarsanız, başbakanlık binası girişinde bir esnaf başbakan Bülent Ecevit’e yazar kasasını fırlatarak durumun vahametini gösterdi.

Geçtiğimiz ay Mesut Yılmaz’ın annesinin cenazesine gelen Hüsamettin Özkan’ı TV’de görünce bu yangın olayını hatırladım.
Dönemin 'derin siyasetçi'lerinden iki figür yan yanaydı. Birinin annesi ölmüştü. Diğeri ise yakın arkadaşının annesine insanlık görevini ifâ etmeye gelmişti. 

YANGIN VARRR!!!

28 Şubat fırtınasından sonra ortalık siyaseten durulmaya başlıyor gibi görünmesine rağmen, asıl tufan kendini ufak ufak göstermeye başlıyordu. Özel bankaların birer ikişer fona devredilmesi, gözleri kamu bankalarına çevirdi. 1998 yılında ANASOL-D hükümeti iktidarı döneminde, Halk Bankası başbakan yardımcısı ve devlet bakanı Hüsamettin Özkan’a bağlı bir kamu bankası idi. Fakat banka ile ilgili usulsüzlükler ve iddialar ayyuka çıkmış durumdaydı.

7 Temmuz 1998 tarihinde TBMM KİT komisyonu bu iddiaları değerlendirmek üzere toplanacak ve bankanın genel müdürü Yenal Ansen’i dinleyecekti. Dinledi. Ansen suçlamaları reddetti. Batık kredilerinin olmadığını açıkladı.

Aynı günkü yani 7 Temmuz 1998 tarihli Hürriyet Gazetesi olayın ciddiyetini anlatan haberde şöyle diyordu: "Yüksek Denetleme Kurulu'nun (YDK) Halkbank için hazırladığı rapor, Ansen'in epey terleyeceğini ortaya koydu. Raporla, DYP il başkanının babasına sahte fatura gösterdiği halde Halkbank'tan kredi verildiği anlaşıldı. Halk Bankası'nın geçmiş yıla ilişkin hesapları bugün TBMM KİT Komisyonu'nda ele alınıyor. KİT Komisyonu'na sunulan Yüksek Denetleme Kurulu (YDK) raporunda, alınan yurt dışı kredilerin amaç dışı kullanımından, yönetim kurulunun kredi vermek için gerekli olan bazı kuralları uygulamamak için aldığı kararlara, bu karar neticesinde verilen bazı kredilerde doğan sıkıntılara kadar birçok eleştiri yeraldı. YDK'nın yoğun eleştirilerine hedef olan ve dönemin iktidar partisi DYP'ye yakın kişilere verilen kredilerin de ağırlıkla yer aldığı dönemde Halk Bankası Genel Müdürlüğü'nü, halen görevde bulunan Yenal Ansen yapıyordu.”

Aynı gün yani Yenal Ansen’in TBMM’de ifade verdiği sırada Halk Bankası’nın hukuk müşavirliğinin bulunduğu binanın beşinci katında bir yangın çıktı.

Çok ilginçtir ki, yangında hiçbir dosya kurtarılamadı. Bırakın yanmış dosya bulmayı hepsi kül olmuştu. Oysa hepimiz biliriz ki, hele o yıllarda, hele kamu kurumlarında; çelik dosya dolapları bulunurdu. Ve üzerinde “yangından ilk kurtarılacak” diye bir ibare bulunurdu. Haydi diyelim ki kurtarılamadı. Çelik dolaptaki dosyaların ne kadarı yanabilirdi.

Halk Bankası yetkilileri yangın günü ‘‘önemli bir şey olmadığı’’ yönünde açıklama yaparken, mahkemeye tespit için başvurulduğunda, çok önemli dosyaların yangında yok olduğu görüldü. Mahkemenin atadığı bilirkişinin yaptığı incelemede, yandı denilen dosyalardan ‘‘bir tek parçanın bile’’ bulunamaması dikkat çekiciydi.

Ankara 13. Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından atanan Dr. Faruk Güçlü'nün yazdığı bilirkişi raporunda olay mahallinde tespite konu belge ve bilgilerden, yangın sonrası kalan bir döküm ya da kalıntı mevcut olmadığını kaydederken, ‘‘Tespite konu belge ve bilgiler tamamen yanmıştır.’’ ibaresine yer verdi.

 MELİH GÖKÇEK MUAMMASI

Yangın olayının peşini bırakmayan bir gazeteci arkadaşım, kendisini şaşırtan bir olayla karşılaşıyor. Ondan dinleyelim: “Ankara İtfaiye Müdürlüğü, yangın tutanağını vermekten kaçındı. İtfaiye Müdürü Faruk Kurutuz, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’e sormadan tutanağı veremeyeceğini söyledi. Gökçek hazretleri de, tüm ısrarlara ve hatırlı aracılara rağmen her nedense, bu şaibeli yangının tutanağını “devlet sırrı” gibi saklamayı tercih ediyor. Evet; Gökçek, Hüsamettin Özkan dönemiyle ilgili bir yangının tutanağını niye vermesin? Niye elinde tutsun? Bu soruların cevabını düşünürken, 34 askerimizin şehit olduğu CASA felaketinin ertesinde ilginç bir tablo ile karşılaştım. Kocatepe’de, şehitler için cenaze töreni vardı. Bütün devlet erkânı oradaydı. Hükümet ortakları Ecevit, Bahçeli ve Yılmaz da şehit tabutlarının önünde saf tutmuşlardı. Ecevit’in hemen yanı başında her zaman olduğu gibi Özkan vardı. Törenin başlamasına saniyeler kala Gökçek sahneye çıktı. Bütün kalabalığı yararak, onca devlet büyüğü dururken kendisini Hüsamettin Özkan’ın yanına attı.”

Çok ilginç bir tespit. Melih Gökçek’in olayla ne ilgisi var bilemiyorum ama ilgisi olduğu, yangın tutanağını vermemesinden belli.

2000 yılında Aksiyon Dergisi’nin batık bankalar haberi için görüştüğü, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün’ün açıklamaları da düşündürücü: “Devletin kendi bankasının içini boşalttığını söyleyerek bu bankalardan kredi alanların tek tek açıklanmasını istiyor ve ekliyor: "Hükümet yanlısı işadamlarının Halk Bankası'ndan ve Ziraat Bankası'ndan aldığı krediler açıklansın sonra görev zararlarının sebebini daha iyi anlarız."

Güngör Uras ise daha da ürkütücü bir iddia atıyor ortaya, 23 Eylül 2003 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki yazısında: “Bu kamu bankalarından biri olan Halk Bankası'nda batan paranın yüzde 70'i, 50 işadamının kursağına girmiş. Kim vermiş bu paraları? Nerede bu 50 işadamı?”

UNUTMA UNUTTURMA…

Demokratik hukuk devleti olabilmek için, Ergenekon, Balyoz, faili meçhuller, kanlı olayların yıl dönümleri nasıl hatırlanıyorsa, Beyaz Enerji Operasyonu, Karadeniz Otoyolu Yolsuzluğu,  Banka Hortumlamaları, İhale Yolsuzlukları, Önemli İşadamlarına Verilen Usulsüz Krediler, gibi olayların da birtakım etkinliklerle, eylemlerle hatırlanması ve gündeme getirilmesi gerekiyor. Sorumluları hakkında yeniden-bugünkü veriler ışığında davalar açılmasını sağlamak için kamuoyu oluşturmalı. Toplumsal farkındalık mekanizmasını bu olayların üzerinde de çalıştırmamız gerekiyor.
Geçmişiyle siyasi hesaplaşma sürecine giren Türkiye, iktisaden de hesabını görmelidir.

(“Yangın var” diye feryat ederken, aklıma Çiller döneminde yanan Sait Halim Paşa yalısı geldi. ANAP'lı Halit Dumankaya  içinde bulunan tarihi eserlerin sahteleriyle değiştirildiğini ve yalının yakılacağını söylemişti. Dikkate alan olmadı. 9 ay sonra yalı yandı. Bu ülke yangınlarla neleri kaybetmedi ki...)

FON TARAFINDAN ÜSTLENİLEN VE HALKIN CEBİNDEN ÖDENEN YURTDIŞI KREDİLER

Demirbank yurtdışı bankalarından 3,9 milyar dolar, 1,3 milyar İngiliz Sterlini, 1.81 milyar İtalyan Lireti, 234,6 milyon Euro, 89,7 milyon Alman Markı ve 4,6 milyon İsviçre Frangı kredi kullandı. 153,3 milyon Euro, 59,5 milyon dolar ve 19,8 milyon Alman Markı kredi kullanan Erol Aksoy’un İktisat Bankası en çok kredi kullanan ikinci banka oldu. Bayındırbank 203,4 milyon dolar, 2,4 milyon Alman Markı ve 31 bin Euro kredi kullanarak en çok kredi kullanan üçüncü banka olurken, 192,3 milyon dolar, 147 milyon İspanyol pezatası, 8,7 milyon mark kredi kullanan Çağlar’ın bankası İnterbank dördüncülüğe yükseliyordu. Mehmet Emin Karamehmet’in fona alınan Pamukbank’ı 176,6 milyon dolar, 2,8 milyon Euro ve 658 bin İsviçre Frangı borcunu kamuya ödetiyordu. Mustafa Süzer’in bankası Kentbank’ın Hazine’ye yüklediği borçlar ise 68,4 milyon dolar, 45,64 Euro, 500 milyon Japon yeni ve 342 bin 300 marklık bir bilânço içeriyor. Korkmaz Yiğit’in sahibi olduğu Bankeskpres’in 71,9 milyon dolar, 6,3 milyon mark, 109,7 milyon Japon Yeni, 487 bin İsviçre Frangı, 288 bin 285 İngiliz Sterlini borcu bulunuyordu. Yurtdışına borcu bulunan bir diğer banka da kötü yönetim ve özelleştirme kurbanı Türk Ticaret Bankası. Bankanın sadece 40 milyon dolarlık borcu bulunuyordu. Hayyam Garipoğlu’nun Sümerbank’ı borçlu bankalar sıralamasında son sıralarda yer alıyor. 26,8 milyon dolar, 4 milyon mark ve 3 milyon Euro borcu bulunan banka batık bankalar içinde kötünün iyisi kategorisinde yer alıyor. Cıngıllıoğlu ailesinin bir diğer bankası olan Ulusalbank 17,04 milyon dolar,43,834 milyon Yen, 3 milyon Mark, 165 bin sterlin borcuyla fona devredilir. Halis Ağa’nın Toprakbank’ı 11,8 milyon dolar, Bank Kapital 7,4 milyon dolar, Yaşarbank 4,7 milyon dolar, Etibank 2,7 milyon dolar, Esbank 900 bin dolarlık borcunu kamuya ödeten bankalar olur. Egebank 700 bin dolar bir diğer Ege Bankası EGSBank ise 3 bin dolar borç yükler.

 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün talimatıyla hareket geçen Devlet Denetleme Kurulu, eski Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal’ın ölümüyle ilgili başlattığı araştırmayı bitirdi. Sonuç: Ürkütücü…

DDK’nın hazırladığı 44 sayfalık raporun hülasası: Turgut Özal’ın öldürülmüş olabileceği. DDK bunun ortaya çıkması için feth-i kabir yani mezarın açılıp otopsi yapılmasını istiyor.
Bu istek resmi makamlarca nasıl yankı bulacak, otopsi yapılacak mı? Bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Otopsi yapılır veya yapılmaz. Ölüm sebebi belli olur veya olmaz. Bunlar bir kenara, Turgut Özal’ın öldüğü yıl olan 1993 yılına geri dönüp, Özal’ın ölümü öncesi ve sonrasında yaşanan olayların çok daha önemli ve bir o kadar da, hepsinin tek tek ele alınması gerektiği kanaatini taşıyorum.
Son yıllarda kürt sorunu tartışmalarının alevlenmesi ve PKK’nın yeniden gündeme gelmesi, 1993 yılını daha da önemli kılıyor bence.

1992 yılında Turgut Özal Güneydoğu ile ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kaya Toperi ve başyaveri kurmay Albay Arslan Güner’e, 10 sayfalık bir Kürt Raporu hazırlattı.
Özal raporu 13 Mart 1992 tarihli MGK’da gündeme getirdi ve af dahil siyasi-sosyal çözümlere değindi.
Aynı günlerde ilginç bir biçimde şiddet eylemleri had sayfaya vardı. PKK bir yerden düğmeye basılmış gibi devletin en tepesinde af, siyasi-sosyal çözüm konuşulduğu bir dönemde bu konuşmaları provoke edercesine eylemlerine hız verdi. 1992 Nevruz’unda bölge halkını “kitlesel ayaklanma” çağrısı ile kışkırttı ve Mart 1992’de tarihin en kanlı Nevruz’unu yaşadık.

İki günde resmi kayıtlara göre 57, sivil toplum kuruluşlarına göre 113 kişi hayatını kaybetti.

Turgut Özal o günlerde ANAP Milletvekili Adnan Kahveci’ye de aynı konuda rapor hazırlaması için görev verdi. Adnan Kahveci bir süre Güneydoğu’da inceleme yaptı ve “Kürt Sorunu Nasıl Çözülmez?” başlıklı raporunu Mayıs 1992’da Turgut Özal’a sundu. Adnan Kahveci raporunda diyordu ki:  “Askeri çözümle ülke çözüme ulaştırılamamıştır. Bugün Kürt sorunu siyasal bir kriz halini almıştır. Çözüm için cesur adımlara ihtiyaç vardır. Bu nedenle Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek Kürtlerin siyasal hakları verilmelidir. Bu durum Türkiye’de demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp PKK gibi terör örgütlerine olan halk desteğini de ortadan kaldıracaktır.”
Cumhurbaşkanı Özal Kürt sorununu çözmek için uğraştıkça nedense şiddet eylemleri artıyordu. Adnan Kahveci’nin raporu 27 Ağustos 1992 tarihli MGK’da tartışıldı ve Özal GAP Televizyonunda Kürtçe yayın yapılmasını istemişti. Ve ardından Türkiye’de derin bir el PKK aracılığıyla bazen bölge halkını kurşuna dizerek bazen güvenlik güçlerine saldırarak Kürt – Türk çatışmasını sağlayacak kanlı eylemlerin dozunu arttıracaktı.

Şimdi tarihe küçük bir yolculuk yaparak, Özal’ın ölümü öncesi ve sonrasında meydana gelen olaylara kısaca bakalım. Özal 1992 yılının mart ayında MGK’da kürt raporunu gündeme getiriyor. Mart ayından sonra yaşananlar:

            11 Haziran 1992: Bitlis Tatvan’da Köy minibüsü durduruldu minibüs kurşuna
            dizildi, 13 köylü öldü.

            27 Haziran: Silvan Yol aç Köyü Cami cemaati kurşuna dizildi. 10
            köylü öldü..

            18 Ağustos: Şırnak’da olaylar çıktı. İçişleri bakanı İsmet Sezgin
            olayı “300 PKK’lı şehri bastı” diyerek duyurdu. 3 gün süren
            olaylarda şehir harabeye döndü. Ölü ve yaralıların kesin rakamı hâlâ
            bilinmiyor.

            5 Eylül: Bingöl Genç karayolunda araçtan indirilen 7 kişi öldürüldü.

            13 Eylül: Şemdinli’de Jandarma Karakolu basıldı, 15 er şehit oldu.

            15 Eylül: Batman Kozluk ilçesi köy minibüsü bombalandı, 10 köylü
            öldü.

            29 Eylül: Irak sınırındaki Derecik karakolu basıldı 27 askerimiz
            şehit oldu.

            1 Ekim: Bitlis’in Cevizdalı köyünde 30 kişi öldürüldü.

            20 Ekim: 72 yaşındaki Kürt yazar Musa Anter Diyarbakır’da öldürüldü.

             Ve bu olaylar sonunda Silahlı Kuvvetler Peşmergelerle birlikte
            Hakurk operasyonunu başlattı. İlk defa peşmergelerle ortak harekât
            Yapılıyordu. Ardından Bingöl ve Diyarbakır’da PKK kampları havadan bombalandı.
            150 PKK’nın öldüğü açıklandı.

            24 Ocak 1993: PKK-Devlet ilişkisini inceleyen bir kitap
            hazırlığındaki Gazeteci-yazar Uğur Mumcu evinin önünde öldürüldü.

            5 Şubat: ”Kürt Sorunu Nasıl Çözülmez” isimli raporu hazırlayan Adnan
            Kahveci şüpheli bir trafik kaza geçirdi ve eşiyle birlikte vefat
etti. (Adnan Kahveci ANAP içinde çok büyük bir kitlenin desteğiyle genel başkanlığa hazırlanıyordu. Yanına çok yakın arkadaşı süper vali rahmetli Recep Yazıcıoğlu’nu da alacaktı. Yazıcıoğlu’da Kahveci’nin ölümünden 10 yıl sonra yine şüpheli bir trafik kazasında öldü.)

            17 Şubat: Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’in helikopteri
            Ankara yakınında düştü. Helikopterdekilerden kurtulan olmadı. Eşref
            Bitlis vefatından bir hafta önce Suriye, İran ve Irak dışişleri
            bakanlarıyla PKK’nın bitirilmesi için görüşmeler yapmıştı.

            17 Nisan: Cumhurbaşkanı Turgut Özalsabah saatlerinde kalp
            yetmezliği sebebiyle vefat etti. Özal ölümünden iki ay önce
            Başbakan Süleyman Demirel’e Kürt sorununun çözümüne dair önerileri
            içeren bir mektup göndermiş, mektubunda çözüme yönelik siyasi-sosyal
            önerilerini sıralamıştı. Turgut Özal’ın ölümü hâlâ tartışılmaya
            devam ediyor ve çoğu kimse bunun bir suikast olduğuna inanıyor.

            16 Mayıs: Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçildi.

            24 Mayıs: Bakanlar Kurulu 25 Mayıs’ta af gündemiyle toplanacaktı. Ama
            o gün Bingöl’de terhis olan 33 er şehitedildi. Erler silahsız ve
            korumasız sivil bir araçla yola çıkarılmıştı. PKK’nın bu durumu
            önceden istihbarat aldığı o gün de söylenmişti. Şimdi Ergenekon
            Davası ile bunun PKK’ya bir gün sonra toplanacak Bakanlar Kurulu’nu
            provoke etmek için bilgi sızdırıldığı hem canlı tanıkları hem de
            davadaki belgelerle anlatılmaya devam ediyor.

            15 Haziran: Tansu Çiller ilk kadın başbakanımız oldu.

            15 Haziran: Bitlis’te 9 vatandaşımız iki köye yapılan roketatar
            saldırısı ile öldürüldü.

            2 Temmuz: Sivas’ta Madımak Oteli ateşe verildi 37 Alevi vatandaşımız
            yanarak veya dumandan boğularak can verdi.

            5 Temmuz: Erzincan’ın Başbağlar Köyü basıldı 33 kişi katledildi. Köy
            Sünni bir köyümüzdü.

            4 Ağustos: Bitlis Mutki otobüsü tarandı 15 kişi öldürüldü.

            4 Eylül: Batman’daki olaylarda DEP Milletvekili Mehmet Sincar ve DEP
            İl Yöneticisi öldürüldü.

            10 Ekim: Başbakan Tansu Çiller Viyana’da “İspanya tecrübesinden (Bask
            Modeli) biz de yararlanacağız” dedi.

            11 Ekim: Cumhurbaşkanı Demirel Başbakan Tansu Çiller’i yanıtları
            “Çözümü İspanya’da arama” dedi.

            22 Ekim: Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar
            Aydın Tugay komutanlığı bahçesinde alnından vurularak öldürüldü.
            Başlatılan operasyonda Lice’nin üzeri siyah dumanlarla kaplandı.
Lice’yi giriş çıkışlar yasaklandı. (Bugün Bahtiyar Aydın’ın öldürülmesi
konusunda yeniden araştırma başlatıldı.)

            27 Ekim: Lice olayları sonrasında daha önce Kürtçe yayından, Bask
            Modelinden bahseden Başbakan Tansu Çiller şahinleşti ve “Ya bitecek
            ya bitecek!” dedi.

            31 Ekim: Tansu Çiller “Terörün dıştaki ve içteki kaynaklarını
            Kurutacağız” dedi.

            3 Kasım: Tansu Çiller “Elimizde PKK’ya yardım eden 60 Kürt
            İşadamının listesi var. Devlet PKK ile olduğu gibi PKK’ya mali
destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir” dedi.
Bu açıklamalardan sonra bazı Kürt işadamları öldürüldü. Bazıları
da rüşvet vererek canlarını zor kurtardı.

4 Kasım: Orgeneral Eşref Bitlis'in şüpheli ölümünden sonra Mart 1993'te bu olayı protesto etmek için Jandarma Komutanı Binbaşı Ahmet Cem Ersever askerlikten istifa etti. Ersever daha sonra, Celal Talabani'nin ihanetleri, PKK ilişkileri, Güneydoğu'daki gerçek durum, köy korucuları, itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında birçok açıklamada bulundu.   "Güneydoğu Anadolu'daki olayların gerçekleri Türk milletinden gizleniyor"  dedi. Ve 4 Kasım 1993'te elleri önden bağlanmış kafasına iki el ateş edilmiş cesedi, Ankara Elmadağ ilçesi çıkışında bulundu.

Yukarıdaki olaylara 2012 yılından bakıp tahlil ettiğimizde, bu olaylardan ve ölümlerden kimler yararlandı. Hangi siyasilerin ölümüyle, hangi siyasi figürlerin önü açıldı. Görmemiz mümkün.
Ayrıca PKK ve kürt sorununun o yıllarda çözülmeyerek bugünlere kadar, Türkiye’nin sırtında bir kambur olması kimin-kimlerin işine yaradı. Bunu da değerlendirmek ve geçmişe bakarak, geleceğe bir yön çizmek gerek.


Bu soruyu sanırım bugünlerde Kasımpaşasporlular ve tüm Kasımpaşalılar kendilerine soruyordur. Cevabı ise siz vereceksiniz.
Geçtiğimiz ekim ayında Kasımpaşaspor’u satın alan Ciner Medya Grubun sahibi Turgay Ciner, takımın süper lige çıkmasından sonra yeni yönetim kurulunu açıkladı. Yönetimde kimler yok ki…

Aslında Kasımpaşaspor’un kaderi AKP’nin iktidar olmasıyla değişmişti. Kasımpaşalı olan Başbakan Tayyip Erdoğan, semtinin spor kulübüne vefasını göstermiş, yeni bir stad yaptırmış ve süper lige çıkmasını canı gönülden isteyerek bunu yüksek sesle dile getirmişti. 2007 yılında bu rüzgârla süper lige çıkan Kasımpaşaspor, yükselmesiyle düşmesi bir oldu.

İşadamı Turgay Ciner, Kasımpaşaspor’un imdadına yetişerek, 2011 ekim ayında kulübü satın aldı. Takım bir kez daha şaha kalkarak, süper lige çıkmaya hak kazandı.
Ciner geçtiğimiz gün Kasımpaşaspor’un yeni yönetim kurulunu açıklarken, akıllarda birçok soru işareti de beliriyordu. Liste çok enteresan isimlerden oluşuyor:
Turgay Ciner
Zafer Yıldırım
Hasan Hilmi Öksüz
Can Kaymak
Ahmet Misbah Demircan
İhsan Kalkavan
Mübariz Mansimov Gurbanoğlu
Mehmet Turgut Yılmaz
Mehmet Fatih Saraç

Turgay Ciner:  Adı Susurluk Raporu'nda uyuşturucu kaçakçılarıyla birlikte geçen Ciner'in hızlı yükselişi ve servetinin kaynağı hakkında ciddi iddialar var.
(Turgay Ciner'in siyaset ve brokrasi sahnesindeki dostları arasında Mehmet Ağar, Turgut Özal, Hüsamettin Özkan, Mesut ve Turgut Yılmaz, Çevik Bir (aynı zamanda tenis arkadaşı), Ünal Korukçu gibi isimler bulunuyor. Turgay Ciner’in yanında çalışan isimler arasında; Özal'ın Yabancı Sermaye Dairesi Başkanı ve Dış Ticaret Müşteşarı Namık Kemal Kılıç, THY Yönetim Kurulu Başkanı eski pilot Atilla Çelebi, Kamu Ortaklığı İdaresi eski başkanı Tezcan Yaramancı, Enerji Bakanlığı eski Müşteşarı Uğur Doğan, Sivil Havacılık Genel Müdürü A. Kayıhan Kabadayı, Özal'ın özelleştirme prensleri Ökkeş Özuygur ve Süleyman Yaşar, Mehmet Ağar'a çok yakın olduğu söylenen eski MİT görevlisi Kemal Hacıbeyoğlu gibi isimler var. - http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=430
Mehmet Fatih Saraç: Kamuoyu onu BİM marketler zincirini kuran kişi olarak tanıdı. Daha sonra El Kaide bağlantılı, Yasin Abdullah El Kadı ile ortaklığı bulunduğunu öğrendik. Fatih Saraç’ı ilk kez 1998 yılında Sarıyer’deki triplex villasına gidince tanımaya başladım. Villa, içinde yüzme havuzu ve meyve ağaçlarıyla boğaza göz kırpıyordu. Suudi Arabistan eski petrol bakanlarından biriyle görüşmek için oradaydım. Suudi bakan, iki eşi ve çocuklarıyla bu villada senede bir ay kalırmış. Villanın Saraç adına kayıtlı olduğunu ve kendisinin burada yaşamadığını daha sonra öğrendim. Saraç birkaç sokak aşağıda daha görkemli villada yaşıyordu. Aynı zamanda Saraç, Nisan 2012’de kurulan ve ortakları arasında 3 üst düzey Ciner yöneticisinin de bulunduğu UCZ Mağazacılık Tic. AŞ’nin de yönetim kurulu başkanı.
Mübariz Mansimov Gurbanoğlu: 44 yaşında Azeri kökenli. 2007 yılında Türk vatandaşı olmuş. Sahibi olduğu Palmali Holding’e ait 129 gemi ile deniz taşımacılığında dünyanın ilk beşinde yer aldığı söyleniyor ve grubun daha 48 şirketi bulunuyor. 3 milyar dolar serveti bulunuyor. İşin garip tarafı ise 1989 yılına kadar hiçbir mal varlığının bulunmaması. Etiler’de içi Rus kızlarıyla dolu Holding merkezinde çok sıkı korunuyor. Rus iç istihbaratında çalışmış eski bir asker olan Gurbanoğlu, geçtiğimiz yıllarda Kanal D’yi satın almak istemiş aynı zamanda Beşiktaş başkanlığı için de adı geçmişti.
İhsan Kalkavan: Türkiye’nin en önemli armatörlerinden biri. Kalkavan’ın Fettullah Gülen’le çok yakın ilişkisi bulunuyor. Bank Asya, Işık sigorta ve Memorial Hastanesi’nin sahibi aynı zamanda. 
Mehmet Turgut Yılmaz: En renkli simalardan biri. Yüce Divan’da yargılanan ilk başbakan olarak tarihe geçen Mesut Yılmaz’ın kardeşi. Mesut Yılmaz’la ilgili olarak TBMM’de seçilen üyelerden oluşan ”soruşturma komisyonu” belgelerinde ve Mesut Yılmaz’la ilgili suçlamaların neredeyse tamamında kardeşi Turgut Yılmaz da bulunuyor. İki örnek:  “Mesut Yılmaz ve eşinin, kardeşi Turgut Yılmaz ve eşiyle birlikte Almanya’da kurduğu Transalkim adlı şirketi, Almanya’da 60 metre karelik bir evde oturduğu ve mütevazi bir yaşantı sürdüğü öğrenilen Herbert Bader isimli bir muhasebeciye devretmiş göründüğü, ancak, yıllık cirosu yüz milyon markı aşan bu şirketin gerçekte halen de Yılmaz ailesine ait olduğu iddia edilmektedir. Yine bu şirketin hayali ihracat olaylarına karıştığı yolunda yaygın iddialar mevcuttur. Ayrıca, bu şirkete ait TIR ‘ların, Turgut Yılmaz’ın işgal ettiği İstanbul’daki Hazine arazilerini TIR parkı olarak kullandığı söz konusu edilmektedir”   “Mesut Yılmaz’ın ailesinin, İstanbul’daki Conrad Oteli’nin gerçek sahipleri olduğu yolunda iddialar basında sıkça dile getirilmektedir. Nitekim, Mesut Yılmaz’ın Başbakan olduğu dönemlerde kamuya ait toplantı, resepsiyon ve sempozyumların adı geçen otelde yapıldığı ve bunun karşılığında büyük paralar ödendiği belgelerle sabittir”

Ahmet Misbah Demircan bilindiği gibi Beyoğlu Belediye başkanı ve ilahiyatçı Ali Rıza Demircan'ın oğlu. Hasan Hilmi Öksüz ise yıllarını Kasımpaşaspor’a adamış, kulübün eski başkanı. Babası, Tayip Erdoğan’ın babasıyla arkadaş. Kendisi bir dönem Refah Partisi'nden Beyoğlu Belediye Meclis üyeliği yapmış.
Başkanlık koltuğuna oturan isim ise Zafer Yıldırım, Orjin Group’un ortakları arasında yer alıyor. Doğuş Grubu ile ortak İstinyePark’ı kurmuştu.

Bu isimler Kasımpaşaspor’un yönetiminde alt alta konulduğunda ne ifade ediyor henüz çözmüş değilim. Gelecek günlerde belki bu fırsatı yakalarız.
Yine de "Kasımpaşaspor’un başına talih kuşu mu kondu"  desek yoksa; “Bayram değil seyran değil eniştem beni neden öptü” durumları mı…

Dipnot: Turgut Yılmaz ağabeyi başbakan olunca basına şunları söylemişti: “Namus ve dürüstlüğün bir meziyet değil, olmazsa olmaz şartına inanıyor, bu günkü tarih itibarıyla 21 senelik iş hayatımın her anını, her türlü hesabı vermeye hazır olduğumu bildiriyorum. Bu günden itibaren ağabeyimin Başbakanlığı süresince iş politikalarımı mevcutları muhafaza esası dahilinde yürütüp, yeni bir iş alanına girmeyeceğimi taahhüt ediyor, engin sağduyusuna güvendiğim kamuoyunun takdirine arzediyorum. [Hürriyet - 23 Haziran 1991]









KÖSTEBEK

 Tuncay Güney’in şifresi bu kitapla çözülüyor.

Gazeteci-yazar Kemâl Kaplan, 1998 yılında Tuncay Güney ile yaşadığı 240 günü tüm açıklığıyla bu kitapta kaleme aldı.

Medyanın günlerce peşinden koştuğu, Ergenekon Operasyonu’nun kilit adamı olarak lanse edilen, Cumhuriyet tarihinin en karanlık adamı Tuncay Güney’in kim olduğu ve kimlere nasıl hizmet ettiği KÖSTEBEK’de deşifre ediyor.

Dönemin önemli olaylarında etken rol oynayan Tuncay Güney’in sadece bu kitapta bulacağınız itirafları ve olayların perde arkasından bazıları şöyle:

- Susurluk Kazasından sonra ortaya çıkan Abdullah Çatlıfotoğrafları arasında, efsane gibi dolaşan ve varlığı kanıtlanamayan; Çatlı’nın Mesut Yılmaz’la aynı karede bulunan fotoğrafı, Tuncay Güney’in elindeydi. Güney fotoğrafı hangi partiye satmak istedi? Olay nasıl sonuçlandı?

- 28 Şubat döneminin en tartışılan konularından biri olan dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayip Erdoğan’ın okuduğu şiir nedeniyle cezaevinde yatması olayıydı. Tuncay Güney bu olayda etken rol oynadı. Güney, Erdoğan’ın ceza almaması için kimlerle nasıl pazarlık etti?

- 28 Şubat'ın aktörlerinden Ali Kalkancı-Fadime Şahin-Müslüm Gündüz üçlemesi ve bir komploya giden yol.

- 1990’lı yıllarda medyada çok tartışılan diğer bir konu da Rahmi Koç’un Tuzla açıklarında bulunan adasıydı. İddialara göre Koç sponsor olduğu tarihi kazılardan çıkan eserleri bu adada saklıyordu. Tuncay Güney, kimin talimatıyla Koç Adası’nın fotoğraflarını çekti. Ve fotoğrafları hangi istihbarat örgütüne verdi?

- Kanada’ya gittikten sonra Rabay olduğunu söyleyen Tuncay Güney, Türkiye’de yaşadığı yıllarda Musevi Cemaati ile arasında ilişki var mıydı? Musevi Cemaati’nin uluslar arası kuruluşu olan 500. Yıl Vakfı’nda, Güney hangi ilahiyat profesörüyle neden tartıştı?

- Susurluk Kazası Sabancı suikastının intikamı mıydı? Tuncay Güney, 1996 yılında suikasta kurban giden Özdemir Sabancı’nın gerçek katillerini açıklıyor.

Tuncay Güney, Ergenekon Davası’yla ilgili çok çarpıcı açıklamalarda bulunuyor:
“AKP’nin bir şey yaptığı yok, Baykal’da olsa operasyon olacaktı.
Kim olsa iktidarda operasyon olacaktı. ABD tek başına değil…
Atatürk’ün tarikatı ıh mıh yan yattım çamura battım deyinceeee…
İslamcı demokratların eline veri verdiler iktidarı.
Bu operasyona da Ergenekon diyorlar.
Aslında operasyonun adı ibranicede;
“kachkaaa” : ÖRDEK ÇAVUŞLARI CEZALANDIRMA OPERASYONU.
Ben gelip kıçımı başımı oynatmadan doğru düzgün ifade verirsem. Bu Perinçek filan hepsi içerden çıkar”