Mart 2016

17-24 Aralık soruşturmaları kapsamında adını sıkça duyduğumuz İran asıllı Rıza Sarraf ABD'de 19 Mart 2016 tarihinde FBI tarafından yakalanarak mahkemeye çıkarıldıktan sonra tutuklandı.
Sarraf hakında suçlama şöyle:  İran yaptırımlarını ihlal ederek ABD’yi dolandırmak, bankacılık sahtekarlığı ve karapara aklama.

ABD'de adam öldür ama bu suçları işleme. Mali suçlar cinayetten daha tehlikeli.

Miami'de hakim karşısına çıkarılan Sarraf bu suçları 2010-2015 yıllarında işlediği belirtildi. 21 sayfalık iddianamede;  ABD’yi dolandırmaktan 5 yıl, İran’a yaptırımları ihlalden 20 yıl, bankacılık sahtekârlığından 30 yıl ve kara para aklamaktan 20 yıl olmak üzere toplam 75’er yıl hapis istedi.

Rıza Sarraf 5 yıldır FBI takibi altında olduğunu bilmiyor muydu da ABD'ye gitti?

İran'da geçen hafta çok ilginç bir gelişme yaşandı. Rıza Sarraf'ın patronu olduğu söylenen Babek Zencani, İran Devleti'ni 2.8 milyar dolar dolandırdığı gerekçesiyle idam cezasına çarptırıldı.  Zencani bu parayı İran'a öderse, cezasının yeniden gözden geçirileceği açıklandı.

Sarraf ve Zebani İran için çalışmıyorlar mıydı? Yaptıkları uluslar arası işler İran'a ambargoyu delmek, İran'ı rahatlatmak için değil miydi? Öyle ise Zencani neden idama mahkum edildi? Demek ki, İran verdiği bu imtiyazı kişisel menfaatleri için kullanmışlar.

Zencani'den sonra sıranın kendisine geleceğini Rıza Sarraf çok iyi biliyordu.

Fakat Türk vatandaşı olan ve AKP'li bakanların "önüne yatarız" deyip himaye ettikleri Sarraf'ı İran geri alabilir mi? Türkiye Sarraf'ı verir mi?

Alamaz. Vermez...

O halde Sarraf neden ABD'nin kucağına bile bile oturdu. Hem de İran'a ambargo kalkmışken, ABD neden eski defterleri açarak Sarraf'ı tutukladı?

Sarraf şunu çok iyi biliyor ki, İran biletini keserse, Türkiye Cumhuriyeti onu koruyamaz. Geçmişte Türkiye'ye sığınan devrim muhalifleri bir bir İran istihbaratı tarafından öldürülmüştü.

Büyük ihtimalle; Sarraf FBI'yla bir anlaşma yaparak itirafçı olacak. Zaten bu tutuklanma olayını Sarraf ile FBI'ın planladığı ortada. Yoksa bırakın hakkınızda soruşturma açılan ülkeye gitmek, o ülkenin konsolosluğunun yanından bile geçmezsiniz.

Sarraf ABD hapishanelerinde bir süre yatsa bile İran'ın oraya uzanamayacağını, ABD istemediği sürece Sarraf'a kimsenin dokunamayacağını çok iyi biliyor.

Burada aklınıza başka bir soru takılabilir: "Ebru Gündeş'e ne olacak?"

Hiçbir şey olmaz. ABD'de de bir evi vardır. Kocasını açık görüşlerde ziyaret eder. Sarraf 75 yıl hapis yatacak değil ya... Kefaletle salıverilmeyi de unutmamak gerek.





KEMAL KAPLAN - 12 Mart 2016

Geçmişte fenomen olan ve mali kayıtların yok edilmesi anlamında kullanılan bir deyim vardı: 'GÜRÜN HAN YANGINI'

Zamanında Türkiye'nin tekstil merkezi olan Yeşildirek'te 500 den fazla dükkanın bulunduğu en büyük işhanlarından biri olan Gürün Han, 1975 yılında yanarken akıbetine 5 hanı daha eklemiş, bir gün içinde Yeşildirek'te 6 han kül olmuştu.

Türkiye ekonomisinin bel kemiği, Tahtakale-Doğubank-Sultanhamam lokasyonunda (hepimiz çok iyi biliyoruz ki, bu bölge yıllardır, kaçak malların depolandığı ve satıldığı bir bölge.) bulunan Gürün Han'ın yanması Türk İktisat Tarihi'nde kayıt dışı ekonominin delillerinin yok edilmesi olarak algılanmıştır.  Oysa gerçek farklı bir o kadar da basittir.

Öncelikle yangın gününe dönüp olayın nasıl gerçekleştiği hakkında biraz bilgi verelim.
Yangın 26 Aralık 1975'te saat 08.30'da Kayıtlara göre; Katırcıoğlu Han'ın kalorifer dairesindeki kofranın kontak yapması sonucu başlamıştır. Yangın itfaiyeye bildirilmiş, gelen ekipler yangına müdahale edilmesi için elektriklerin kesilmesi gerektiğini söylediğinde han esnafı buna karşı çıkmıştır.

Bodrum katında başlayan yangın bir süre sonra kontrolden çıkıyor ve Gürün Han'a sıçrıyor. Yangın Katırcıoğlu'nda başladıysa, neden GÜRÜN HAN yangını olarak tarihe geçiyor?

Bu iki han ile beraber Diri, Kenderos, Sokullu ve Bahtiyar hanlarıyla birlikte dört hana daha yangın sıçrıyor. İstanbul itfaiyesi yetersiz kalınca İzmit'ten yardım geliyor, Eminönü'ne kadar borular uzatılıp denizden su bile alınıyor. Lakin 24 saat süren yangın söndürülemiyor. Altı han kül oluyor.
Gürün Han'ın hiçbir yangın tertibatı olmadığı itfaiye raporlarında yer alıyor. Ayrıca esnafın söylediğine göre Gürün Han'da maliye iki gün önce teftiş başlatmış.

Gürün Han yanarken Mercan'da bir han daha yanmaya başlıyor. Gürün Han'dan bir ekip o yangını söndürmeye gidiyor. Ayrıca Kasımpaşa'da üç ahşap ev yanmış, son olarak da Samatya'da Anadolu Bankası şubesinin arşivinde 20.30 bir başka yangın çıkmış.

Yangınlar devam ederken, itfaiye, emniyet ve gazetelere asılsız pek çok yangın ihbarı geliyor. İhbarlardan ikisi, Beyoğlu'nda büyük konfeksiyon mağazalarının  ve Sağmalcılar Cezaevi'nin yakılacağı yönünde. "Tüm İstanbul'u yakacağız" diye bir postaneye de bir telefon geliyor.

Tüm şehrin yangın korkusuna bürünmesi Gürün Han yangınının söndürülememesi için etkili bir yöntem gibi düşünülebilir. Diğer yangınlar da itfaiyenin gücünü bölmesine sebep olmuştur. Böylelikle Gürün Han ile birlikte beş hanın kül olması sağlanmıştır.



'Gürün Han Yangını' olarak anılmasının bilinçli veya bilinçsiz bir sebebi vardır. Kilit han Gürün'dür. Diğer hanların yanması, Gürün Han'ın kurtarılamamasının garantisidir.

Hanın sahiplerinden Yusuf Gürün 1954 yılında yaptırılan hanın, 18 milyon liraya sigortalı olduğunu açıklıyor. İçerideki dükkanların da Ankara Sigorta tarafından toplam 41 milyon liraya sigortalandığını söylüyor. Yusuf Gürün bir noktaya daha dikkat çekiyor: "İkinci katta yangın olurken, dokuzuncu katta tüp patlıyor."

Sivas-Gürün'lü Gürün ailesi hem Gürün Han'ın hem de aynı yangında yanan Katırcıoğlu Han'ın sahipleri. Yangından bir süre sonra hanın yeniden inşaası başlıyor. Kiracılar hanın yapılabilmesi için, kiraya karşılık kişi başı 2-3 milyon lira para veriyor. Hanın yapımı bittikten sonra ise, kira fiyatları 13 kat artıyor. Gürün ailesi ile kiracılar mahkemelik oluyor.

Şimdi zurnanın ZIRT dediği yere gelelim:

Birkaç yıl önce NURİ KAYMAZ bir arkadaşı ile yemek yerken, masaya bir adam oturuyor. Yemek sonrası arkadaşından Abuzer Uğurlu'nun oğlu olduğunu öğrenen Nuri, şunları söylüyor: "Masada beraber yemek yiyoruz ve sohbet ediyoruz. Mesleğimiz gereği konu tekstil sektöründen açılınca konu Sultanhamam-Yeşildirek etrafında dönmeye başladı. Abuzer Uğurlu'nun oğlu olduğunu sonradan öğrendiğim kişi Gürün Han yangınını babasının çıkarttığını, yangın sebebinin hanın bodrumundaki kaçak silahlar olduğunu söyledi. Polisin hanı basacağını öğrenen Uğurlu, birkaç hamalla hanı yakmaları konusunda anlaşmışlar. Böylece polis silahları bulamamış. Silahlar daha sonra kül olan hanın enkazı altından çıkarılmış."

Hikaye burada bitiyor.

Bugüne kadar 41 yıl önce yanan/yakılan Gürün Han'ın içerisinde bulunan dükkanlarda kaçak  ve kayıt dışı malların bulunduğu  ve yangının bundan dolayı çıkarıldığı söyleniyordu. Bu iddialara biz de yeni bir iddia-tanıklık- ekledik. Gürün Han'ı kundaklayan hamalların kim olduğunu açıklaması da NURİ KAYMAZ'a düşüyor.

Yangından sonra yeniden inşaa edilen GÜRÜN HAN'da fiyatlar 13 kat arttı. Kiracılarla han sahibi mahkemelik oldu.  



1955 tarihli GÜRÜN HAN 
reklamı



































KEMAL KAPLAN - 12 MART 2016

KEMAL KAPLAN - 8 Mart 2016

Türkiye Cumuriyeti siyasi tarihi, birçok faili meçul cinayeti bağrında saklar. Bunların büyük kısmı siyasi cinayet olarak bilinmesine rağmen, cinayetler yadınlatılmadığı için gerçek sebepler bilinmez. Dezenformasyon amaçlı yayılan bilgiler ışığında sebepleri bildiğimizi sanırız. 
Bu tür cinayetlerde perdeleme ve hedef saptırma uygulandığından herkes aklına yatan sebebi kabul eder.

Namık Erdoğan'ın 1994 yılında öldürülmesinden sonra benzer dezenformasyonlar, medya aracılığıyla pompalanmıştır.  Erdoğan cinayeti, Bir Nesim Malki, Musa Anter, Cem Ersever vb. gibi flaş bir isim olmadığından olayın üstünün kapatılması daha kolay olmuştur.

Özel tim polisleri tarafından öldürüldüğü söylenen NAMIK ERDOĞAN kimdir? Neden öldürülmüştür? Neden polis tarafından öldürülmüştür?

Sorularını cevaplamaya çalışacağız.

Şunu söylemekte fayda görüyorum: Türkiye'de uyuşturucu ticaretinin anlaşılması açısından Namık Erdoğan cinayeti çok ama çok önemli.

Neden bir Sağlık Bakanlığı bürokratının öldürülmesi UYUŞTURUCU gerçeğinin açığa çıkması için önemli olabilir? Bugüne kadar medya ve kamu görevlileri tarafından bahse konu olmayan bir nokta var:

TÜRKİYE'DE UYUŞTURUCU ÜRETİMİ İÇİN SAĞLIK BAKANLIĞI KÖPRÜ KONUMUNDADIR.  Nasıl mı?

Mevzuya şimdilik bir nokta koyalım. Önce Namık Erdoğan'a odaklanalım.

Erdoğan öldürülmeden önce Sağlık Bakanlığı Teftiş kurulu Başkan Yardımcısıdır. Öldürüldükten sonra gazeteler elinde bazı yolsuzluk dosyaları olduğunu yazarak ölüm nedenini buna bağlamışlardır.

Dosyalardan biri Haluk Kırcı'ya aittir. İddiaya göre Kırcı Abdullah Çatlı'nın kardeşi Zeki Çatlı ve üç kişiyle birlikte kurduğuPromesse Tıbbi Cihazlar adlı firmayla yıllardır Sağlık Bakanlığı ihalelerine girmektedir. Bu ihalelerde bazı bakanlık personeline rüşvet verdiğini Erdoğan ortaya çıkarmıştır. Gazetelere göre olay; Susurluk Çetesi'nin Sağlık Bakanlığı Yolsuzluğudur.

9 Mayıs 1994 saat 20.00 sularında Ankara'da Numuneliler Lokali'nden çıkarken, Namık Erdoğan iddiaya göre polis kimliği gösteren kişilerce kendi otomobiliyle kaçırıldı. Erdoğan'ın cesedi 3 gün sonra Kırıkkale yakınındaki Kılıçlar Köyü kırsalında Kızılırmak kenarında bulundu. Ölümüne kafasına ve göğsüne aldığı kurşunlar sebep oldu.

Namık Erdoğan'ın cesedi kaçırıldıktan 3 gün sonra Kırıkkale yakınlarında 
Kızılırmak kenarında bulundu.

Bir başka iddia ise; Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları Hastanesi (sanatoryum) başhekimi Mahmut Ünlü ve Hıfzıhsıhha'da yöneticilik yapan Mensure Sümer'in görevden alınması sonucu tehditler aldığı yönündeydi.

Olaydan sonra gazetelerde şöyle bir konuşma da kayıt altına alınıyordu. Namık Erdoğan Numuneliler Lokali önünde konuştuğu adamlarla gideceği zaman yakınındakilere, "Arabayı bırakıyorum. Biraz işim var." demiş.

Oysa Erdoğan aracı ile birlikte kaçırılmıştı, ölümünden 15 gün sonra otomobili Eryaman'da ikamet ettiği sağlık Bakanlığı Müfettişler Sitesi otoparkında bulunmuştu.

Katiller Namık Erdoğan'ın otomobilini 15 gün sonra kaldığı 
lojmanın otoparkına bıraktı.

İşte başka bir iddia: Utanmasa neredeyse tüm faili meçhul cinayetleri üstlenecek enteresan bir adam olan eski özel timci Ayhan Çarkın yıllar sonra bu cinayete de karıştığını itiraf etti. Çarkın bir grup özel timci ile Erdoğan'ın infazında bulunduğunu söyledi. Fakat öldürülme sebebini bilmediğini iddia etti. 

Çarkın'ın itirafını destekleyecek ve hâttâ pekiştirecek bir itiraf Erdoğan'ın mesai arkadaşı Ali Tekin'den geldi. Tekin 2012 yılında verdiği ifade de, Erdoğan'ın ölümünden sonra karakola ifade vermeye gittiğini, orada "KUM'ları öldürüyorlar. Aleyhimize ifade verme." denilerek tehdit edildiğini öne sürdü.

Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili İbrahim Şahin, Erdoğan cinayeti ile ilgili ifade vermiş ve orada  'KUM'un ne demek olduğunu açıklamıştı.
Kendisine Kürt Ulusal Meclisi (KUM) listesini geldiğini fakat bunun kaynağının ne olduğunu hatırlamadığını söylemişti.

Yukarıdan aşağıya verileri topladığımızda olay nasıl çapraşık hale getiriliyor farkında mısınız.

2012 yılında faili meçhul cinayetler kapsamında ifade veren Mehmt Eymür, öldürülecek kürt iş adamları listesini gördüğünü fakat KUM ile ilgili bugüne kadar hiçbir şey bilmediğini söylemişti.

11 Haziran 2011 yılında Oral Çalışlar Radikal Gazetesi'ndeki köşesinde Namık Edoğan'ın kızı Begüm Erdoğan'ın, "Babam kürt olduğu için öldürüldü."   

Şeklinde yazmasına rağmen;

20 Ağustos 2011 tarihinde T24 adlı haber sitesindeki "Namık Erdoğan cinayetinin nedeni Veli Küçük'te çıktı" başlıklı haberde  Begüm Erdoğan çok farklı şeyler söylüyordu:"Namık Erdoğan’ın kızı Begüm Erdoğan ise, savcıya babasının ölmeden önce Doğru Yol Partisi’nden bir milletvekili ile görüştüğünü ve bu vekilden kendisini Tansu Çiller ile görüştürmesini talep ettiğini anlattı. Begüm, Erdoğan iki sayfalık ifadesinde savcıya şu bilgileri verdi: “Babam öldükten sonra yaptığımız araştırmalarda Sağlık Bakanlığı’na bağlı kurumların yapmış olduğu ihalelerde bir takım yolsuzluklar yapıldığını, bunun da babam tarafından soruşturulduğunu ve bu yüzden öldürüldüğü ve Kürt kökenli olması sebebiyle de bu öldürmenin farklı bir yöne çekilmesi istendiği bize söylenmişti.”

Namık Erdoğan'ın KUM listesinde olduğu ve bunun için öldürüldüğü tamamen perdeleme olayıdır. KUM diye bir liste hiçbir zaman olmamıştır. Ayrıca Erdoğan'ın görüştüğü milletvekili de, Zeydan aşireti lideri Mustafa Zeydan'dır.

UYUŞTURUCUDA ASİT İTHALATI

1930'larda Türkiye'de 3 tane yasal eroin fabrikası bulunuyordu. Bir tanesi de Taksim Gezi Parkı'nın içinde. ABD ve BM'nin dayatmalarıyla fabrikalar kapatıldı. Dünyanın en büyük haşhaş üreticilerinden biri olan Türkiye kademeli olarak haşhaş üretimini de azalttı.

Türkiye'de hiçbir zaman eroin üretimi durmadı. Yasadışı olmakla beraber bazı dönemlerde kamu görevlileri tarafından uyuşturucu üretimine göz yumuldu. Üretimde azımsanamayacak ölçüde kayıtdışı ekonomi mevcuttu.

Diyarbakır'ın Lice ilçesi özellikle 80-90 dönemlerinde uyuşturucu üretim merkezi olarak Avrupa kaynaklarında da geçmektedir. Peki bu üretim nasıl oluyor? Eroin üretiminin hammaddelerinden biri asittir. Asitanhidrit, Fenilaseton, Asetilklorür veya Dietileter  olmadan eroin üretimi imkansızdır.
                        
Türkiye'de üretilmeyen asidi ithal etmek isteyen firma, Sağlık Bakanlığı'na durumu belirten başvuruyu yaptıktan sonra, bir takım prosedürleri yerine getirdiğinde buna muvaffak olur. 

Peki bu hangi nedenlerle, hangi aralıklarla ithal edilecek. Devlet bunun takibini yapmıyor mu? Elbette kağıt üzerinde ve dosyaya sıkıştırılan birkaç bin dolar karşılığında, işe bulaşmış bürokrat kadro tarafından hallediliyor.

Namık Erdoğan yaptığı tahkikat sonucu işte bu trafiğe şahid olmuş; öyle üst düzey isim ve bağlantılara ulaşmış olmalı ki, dönemin başbakanına ulaşma gereği hissetmişti.  

Otomobilinde bulunan çantası boştu. Kaçırıldıktan 3 gün sonra öldürülmüş olması ise, sorgulandığının kanıtı olarak gösteriliyor.

Sanatçı Yılmaz Erdoğan'ın amcası olan Namık Erdoğan, üzerinden çıkan kurşunların öldürüldükten 16 yıl sonra balistik incelemeye gönderilmesi, olay üzerinde kimlerin ne denli ETKİLİ olduğunu göstermesi açısından önemli bir ipucu. 

Namık Erdoğan Hakkari Öğretmen Lisesi'ni bitirerek bir süre öğretmenlik yaptı. 
Erdoğan Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'ni kazandıktan sonra 
Sağlık Bakanlığı'nda göreve başladı.





DİKKAT: TÜM HAKLARI SAKLIDIR. Yazının izinsiz olarak BİR KISMI VEYA TAMAMININ her türlü ortamda kullanılması, 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri kanunu gereğince yasaktır. Sanal ortamda sadece link verilerek paylaşılabilir.