Articles by "İran"
İran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17-24 Aralık soruşturmaları kapsamında adını sıkça duyduğumuz İran asıllı Rıza Sarraf ABD'de 19 Mart 2016 tarihinde FBI tarafından yakalanarak mahkemeye çıkarıldıktan sonra tutuklandı.
Sarraf hakında suçlama şöyle:  İran yaptırımlarını ihlal ederek ABD’yi dolandırmak, bankacılık sahtekarlığı ve karapara aklama.

ABD'de adam öldür ama bu suçları işleme. Mali suçlar cinayetten daha tehlikeli.

Miami'de hakim karşısına çıkarılan Sarraf bu suçları 2010-2015 yıllarında işlediği belirtildi. 21 sayfalık iddianamede;  ABD’yi dolandırmaktan 5 yıl, İran’a yaptırımları ihlalden 20 yıl, bankacılık sahtekârlığından 30 yıl ve kara para aklamaktan 20 yıl olmak üzere toplam 75’er yıl hapis istedi.

Rıza Sarraf 5 yıldır FBI takibi altında olduğunu bilmiyor muydu da ABD'ye gitti?

İran'da geçen hafta çok ilginç bir gelişme yaşandı. Rıza Sarraf'ın patronu olduğu söylenen Babek Zencani, İran Devleti'ni 2.8 milyar dolar dolandırdığı gerekçesiyle idam cezasına çarptırıldı.  Zencani bu parayı İran'a öderse, cezasının yeniden gözden geçirileceği açıklandı.

Sarraf ve Zebani İran için çalışmıyorlar mıydı? Yaptıkları uluslar arası işler İran'a ambargoyu delmek, İran'ı rahatlatmak için değil miydi? Öyle ise Zencani neden idama mahkum edildi? Demek ki, İran verdiği bu imtiyazı kişisel menfaatleri için kullanmışlar.

Zencani'den sonra sıranın kendisine geleceğini Rıza Sarraf çok iyi biliyordu.

Fakat Türk vatandaşı olan ve AKP'li bakanların "önüne yatarız" deyip himaye ettikleri Sarraf'ı İran geri alabilir mi? Türkiye Sarraf'ı verir mi?

Alamaz. Vermez...

O halde Sarraf neden ABD'nin kucağına bile bile oturdu. Hem de İran'a ambargo kalkmışken, ABD neden eski defterleri açarak Sarraf'ı tutukladı?

Sarraf şunu çok iyi biliyor ki, İran biletini keserse, Türkiye Cumhuriyeti onu koruyamaz. Geçmişte Türkiye'ye sığınan devrim muhalifleri bir bir İran istihbaratı tarafından öldürülmüştü.

Büyük ihtimalle; Sarraf FBI'yla bir anlaşma yaparak itirafçı olacak. Zaten bu tutuklanma olayını Sarraf ile FBI'ın planladığı ortada. Yoksa bırakın hakkınızda soruşturma açılan ülkeye gitmek, o ülkenin konsolosluğunun yanından bile geçmezsiniz.

Sarraf ABD hapishanelerinde bir süre yatsa bile İran'ın oraya uzanamayacağını, ABD istemediği sürece Sarraf'a kimsenin dokunamayacağını çok iyi biliyor.

Burada aklınıza başka bir soru takılabilir: "Ebru Gündeş'e ne olacak?"

Hiçbir şey olmaz. ABD'de de bir evi vardır. Kocasını açık görüşlerde ziyaret eder. Sarraf 75 yıl hapis yatacak değil ya... Kefaletle salıverilmeyi de unutmamak gerek.




Türkiye Cumhuriyeti'nin en karanlık yılı olan 1993'de bir o kadar karanlık, karanlık olduğu kadar da gülünç-bu iki terimi nasıl yan yana getirdim-bir olaydan söz etmek istiyorum: 
JAK KAMHİ SUİKASTI.

Suikast karanlık olur da nasıl gülünç olur demeyin. Anlatayım.

1993 tarihe kara bir yıl olarak yazılmalı. 1993'de yaşanan cinayetler, ölümler, kazalar tek tek ele alınıp araştırılmalı. Devlet Denetleme Kurulu, 1993'le ilgili harekete geçmeli. Zira bizi 93'den 2014'e getiren olayların şifresi 1993'de yaşananlarda gizli.
(1993'deki diğer suikast ve ölümleri merak edenler için:  http://kemalkaplan.blogspot.com.tr/2012/06/1993-sonu-baslangici.html )

Gelelim Kamhi suikastına...

Bir dizi suikast, ölüm ve kazanın yaşandığı ve ülke talihinin döndüğü 1993'ün ilk olayı Uğur Mumcu suikastıydı. Mumcu'nun ölümü ülke genelinde büyük yankı uyandırdı. Kişiliği ve mesleki yaşantısındaki başarılarıyla bütün kesimler tarafından saygı duyulan ve sevilen biriydi. Arı kovanına çomak sokmuş, neticesinde öldürüleceğini bilerek yaşayan, çelik yelek ve belindeki silahın bile öldürülmesine engelleyeceğine inanmayan biriydi. 24 Ocak 1993'de aracına konan bomba ile öldürüldü. Suikastın adresi İRAN gösterildi. Günlerce medya İran aleyhine haberler yaptı. İran ile siyasi ve ticari ilişkiler yıllarca sekteye uğradı. İran bağlantılı failler bulundu. Cezalar kesildi. Sonra anlaşıldı ki; suikastta İran parmağından ziyade, iç güçlerin işi.

Ülke bir heyulaya sürüklenmenin eşiğindeyken, Uğur Mumcu'nun sözde İran bağlantılı suikastından sadece 4 gün sonra, bir başka İRAN senaryosu sahneye konacaktı. JAK KAMHİ suikastı.

Musevi iş adamı Jak Kamhi, Türkiye-ABD-İsrail ilişkilerinin kilit adamıydı. (Kamhi Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı için ABD'de önemli lobi çalışması da yürütmüştür.)

28 Ocak 1993 sabahı Kamhi Beylerbeyi'ndeki evinden, Mecidiyeköy'deki Profilo merkezine gitmek için yola çıktı. Boğaz Köprüsü'nün ayağı yakınında başarısız bir suikasta uğradı. Zırhlı aracı ile Kamhi suikasttan sıyrık almadan kurtuldu. Lakin eylemcilerin elinde bulunan Law silahı kullanılsaydı, zırhlı aracın içinden Kamhi'nin sağ çıkması olası değildi.

Eylemciler sakallı, başlarında Arapça yazılı bereler bulunuyordu. Law silahı, tabanca, Uzi ve Kalaşnikofları vardı. 


Eylemi gerçekleştirenler yanlarında bulunan ne uzun namlulu silahları, ne de zırh delen Law silahını kullandı sadece tabancayla birkaç el atış açıp kaçtılar. Silahların bir kısmını olay yerinde, kalanlarını da terk ettikleri patlak lastikli 34 MNR 04 plakalı, Pegueot marka araçlarının içinde bıraktılar.

Teröristlerin bıraktıkları silahların üzerinde Arapça yazılar ve “İran Ordusu'na aittir” ibareler yazılı olduğu iddia edildi. (Yazılar Arapça'ydı fatura İran'a kesiliyordu. Farça değil Arapça...)

Olay yerinde bulunan Law silahı tıpkı, Ergenekon'da bulunan silahlar gibi ne hikmetse âlel-acele imha edildi.

Uğur Mumcu'nun yası tutulurken, İran bağlantılı bir suikast daha gündeme bomba gibi düştü.

Yakalanan teröristler eylemi gerçekleştirirken silahları ve otomobili Yeryüzü Dergisi sahibi Yaşar Polat'dan temin ettiklerini söylediler. Polat 10 yıldan fazla bir süre kaçak yaşadı daha sonra tutuklandı. Mahkemedeki ifadesinde; “Bu suikastın her kademesi devlet tarafından çok iyi bilinmesine rağmen, 2 yıldır buradayım. Olayla ilgimin olmadığı da devlet tarafından biliniyor. Başka diyecek bir şeyim yok'' dedi.

Olaydan sonra çıkan bazı gazetelerde Yaşar Polat'ın çeşitli nedenlerden dolayı 1990-1994 arasında 4 kez göz altına alındığı fakat daha sonra serbest bırakıldığı haberleri çıktı.

Yaşar Polat'ın ilginç bir kardeşi var: Şefik Polat. Şefik Polat bazı kaynakların verdiği bilgilere göre, İslamcı bütün örgütlerde yöneticilik yapmış bir isim. Şefik Polat hakkında 1992 yılında İHD Batman Şube Başkanı Sıddık Tan'ı öldürdüğü, yakalandığı ve sorgulandıktan sonra serbest bırakıldığı iddiaları da mevcut.

Abisi Yaşar Polat'ın sahibi olduğu Yeryüzü Dergisi, ülkücü gazeteci-yazar Burhan Kavuncu'nun Yeryüzü Grubunun yayın organı. Kamhi suikastını gerçekleştiren eylemcilerin ise İslami Hareket Örgütü (İHÖ) üyesi olduğu söyleniyor. İrfan Çağrıcı'nın kurmuş olduğu İHÖ, Çetin Emeç, Uğur Mumcu ve daha birçok faili meçhul cinayeti gerçekleştirdiği iddia ediliyor.

Yaşar Polat'ın bir zamanlar Beyazıt Meydanı'ndaki cuma eylemlerinde ön saflarda ateşli gösterilerde bulunduğu söyleniyor.
Aynı eylemlerde, Uğur Mumcu suikastı sanıkları Mehmet Ali Tekin ve selam grubu üyeleri de ön safta, eylemcileri sevk ve idare ediyordu. (Kendi gözlemim.)

Polisin ve savcıların bile çözemediği karışık örgüt fraksiyonları, islamcıyı, solcuyu ve ülkücüyü zaman zaman aynı eylemin içinde öğütmüş ve sonra da kusmuştur. Kimin kimi nasıl kullandığı muamma olarak kalmıştır. 


Devlet entrikaları her dönem devam etmiş, etmektedir...


DEVLET ENTRİKALARI:   http://kemalkaplan.blogspot.com.tr/2012/07/devlet-entrikalari-derin-catiski.html


 İnsanlar artık birbirine sormaya başladı: “Suriye’den sonra acaba sırada İran’mı var” diye. ABD Suriye’den de önce İran'ı hedef tahtasına oturtmuştu. Kolay lokma olmadığı için etrafından dolaşıp zaman kazanmaya çalışıyor.

Suriye işgaline Rusya ile birlikte göz yumarsa, sıranın kendine geleceğini gayet iyi biliyor İran. Sam amca kafasına koymuş bir kere Türkiye’yi de yanına almış, doludizgin at sürüyor Ortadoğu çöllerinde.

Peki sonra ne olacak? Irak, Suriye’den sonra İran da işgal edilirse, asıl  o zaman sıra kime gelecek. “Bize mi” sorularını duyar gibiyim.
Hani biz eşbaşkan idik. Hani stratejik müttefiktik. Irak ve Suriye işgal edilirken alkış tutup, kendimizi de kahraman ilan ederek; Irak ve Suriye’ye gelen barışdan(!) kendimize pay çıkarmadık mı?

Neden sıra bize gelsin ki?

Muhammed Celaleddin sekiz yüz yıl önce ‘kazın ayağı’nın öyle olmadığını anlatmış kıssadan hisseyle…

**********


SARI ÖKÜZ HİKAYESİ

Otlakların birinde bir öküz sürüsü yaşarmış. Çevredeki aslan sürüsünün de gözü öküzlerdeymiş.
Ancak, öküzler saldırı anında bir araya geldiği zaman, aslanların yapacak bir şeyi kalmazmış. Bu yüzden küçük hayvanlarla beslenmek zorunda kalan aslanlar, iyi beslenememeye başlayınca bir çare düşünmüşler. Topal aslan yanına bir iki aslanı da alarak, beyaz bayrak çekmiş ve öküz sürüsüne yanaşmış.

 "SUÇ HEP O SARI ÖKÜZ''DE..."

 Öküzlerin lideri Boz Öküz ve yanındakilere tatlı dille konuşmaya başlamış:

"Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün buraya sizden özür dilemeye geldik. Biliyorum bugüne kadar sizlere zarar verdik. Ama inanın ki, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o Sarı Öküz''de. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de barışseverliğimizi unutuyor ve saldırganlaşıyoruz. Sizle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, siz kurtulun, yine barış içinde yaşayalım."

Boz Öküz ve heyeti bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı Öküz''ü vermişler aslanlara. Bir tek Benekli Öküz karşı çıkmış ama kimseye derdini anlatamamış.

 "AFERİN SİZİ KUTLARIZ!"

 Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, bu kez Uzun Kuyruk''u istemişler:

"Gördünüz mü ne kadar barış severiz. Sizi de kararınızdan dolayı kutlarız. Ancak, şu sizin Uzun Kuyruk var ya, kuyruğunu salladıkça nereden baksak görünüyor ve aklımızı başımızdan alıyor. Size saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Oysa sizler normal kuyruklusunuz. Verin onu bize, bu konuyu kapatıp, barış içinde yaşamaya devam edelim."

Boz Öküz ve heyeti, Uzun Kuyruk''u teslim etmiş, yine Benekli Öküz karşı çıkmış. Uzun Kuyruk, aslanların pençesi altında can vermiş.

"NEREDE KAYBETTİK BİZ BU SAVAŞI?"

Bu olay sürekli tekrarlanmış, her seferinde farklı bahanelerle. Sonunda öküzler zayıflamış, aslanlar küstahlaşmış. Artık, hiçbir bahane ileri sürmeden, doğrudan müdahale ederek, "Verin bize şunu, yoksa karışmayız" demeye başlamışlar.

Birer birer aslanların pençesinde can verirken, Boz Öküz ve birkaç öküz kalmış geride. İçlerinden biri liderlerine, "Ne oldu bize, nerede kaybettik biz bu savaşı? Oysa, vaktiyle ne kadar güçlüydük" diye sormuş.

Boz Öküz, Benekli Öküz''ün sözlerini hatırlayarak, gözleri nemli "Biz" demiş, "Sarı Öküz''ü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı.."

Irak'la başlayan Ortadoğu ateşi, Suriye'yi tamamen sarmak üzere. Mısır askeri darbeyle, BOP'tan şimdilik paçayı sıyırmış görünüyor.

Arap Baharı olarak lanse edilen, ABD'nin Ortadoğu dizaynı, tüm dünyanın gözü önünde kanla yoğruluyor. Bölgede dengeler ne zaman bozuldu? Ortadoğu'ya demokrasi getirme fikri ne zaman çıktı?

Petrolün kontrolü amacıyla yeni bir dizayna gidildiği tezleri ağırlık kazanmasına rağmen, dünya kotrolünün elinde olmasını seven ABD, Ortadoğu'da en büyük müttefiki olan İran'ı kaybetmesiyle büyük travma yaşamıştı.
İran için büyük emek veren ABD bir gecede Ortadoğu'nun en güçlü devletini kaybedecekti. Mollaların isyanı, Ortadoğu'daki dengeleri alt üst edecek, ABD'nin B Planı devreye kanlı bir şekilde girecekti.

Osmanlı’nın çöküşünden sonra masa üzerinde çizilen sınırlar, kimseyi tatmin etmemiş olsa da, herkes bu oyunu gayet güzel oynuyordu. Ortadoğu, Arap-İsrail savaşından yeni çıkmış, ortalık durulmaya başlarken, dengeleri altüst edecek bir gelişme yaşandı: İran İslâm Devrimi.

ABD ve İsrail siyaseti Ortadoğu’da aynı paralelde giderken, İran Şahı da her zaman ABD müttefikiydi. ABD için İran, çölün ortasında bir kaleydi adeta. Şah zamanında ABD’den alınan uçaklarla zamanın 5. hava gücü olan İran, dönemin ikinci süper gücü SSCB için de bir tehdit oluşturuyordu.

İran içinde yaşanan ekonomik ve siyasi krizler, mollaların solcularla birleşerek, şahı devirmeleri ve ardından İslâm Devrimi’ni gerçekleştirmelerinden sonra; ABD büyükelçiliğinin işgali ve rehine kriziyle birlikte, İran’ın ABD’yi ‘büyük şeytan’ ilan etmesi, ABD’nin Ortadoğu’daki kalesinin düştüğünü gösteren emareler olmasına rağmen, ABD’nin B planı devreye girdi: Saddam Hüseyin.

SADDAM FAKTÖRÜ

Her dönem tümden hegemonya politikası güden ABD, devrimle eşzamanlı olarak aynı yıl Irak’ta Saddam Hüseyin’i iktidara taşımayı başardı. Soğuk savaş yıllarıydı. İran ABD müttefiki iken birden rotayı komşusu Sovyetler'e çevirmişti. Ruslar aynı zamanda Afganistan’ı da işgal ederek, ABD’nin Asya’daki çıkar alanlarına büyük darbe vurdu. Afgan haşhaşının kontrolü Sovyet Rusya'nın eline geçmişti.

İsrail’in Filistin’i işgal etmesiyle başlayan Ortadoğu ateşi, bu defa hiç sönmeyecek bir sürece giriyordu.

CIA’nin yetiştirdiği Saddam Hüseyin, 1957 yılında Baas Partisi’ne girmiş iki yıl sonra da, başbakana suikast düzenleyen ekibin içinde yer almıştı. Suikast başarısız olmuş, Saddam yaralanmış ve önce Suriye’ye ardından Mısır’a kaçmıştı.

1963 yılında Baas Partisi’nin iktidara gelişiyle yeniden Irak’a geldi. Kısa sürede parti içinde yükseldi. Partisini ikinci kez iktidara getiren 1968'deki darbede önemli bir rol oynamıştı. Kasım 1969'da Devrim Komuta Konseyi başkan yardımcılığına getirildi.

1979 yılında ise tüm gücü kendisinde topladı. İktidara gelişinin birinci yılında İran’ın havaalanlarını bombalayarak, İran petrol sahalarını işgal etti. 8 yıl süren savaşta bir galip çıkmadı. Milyonlarca dolar silah tüccarlarının cebine girdi. İki ülkenin silah alımıyla uluslar arası güçler büyük kârlar elde etti.

1988 yılındaki ateşkesten sonra her iki ülke de, ekonomik sıkıntılar içindeydi.
Bu arada ateşkesten birkaç ay önce Kuzey Irak’ta hiç beklenmeyen bir katliam yaşandı: Halepçe.

HALEPÇE VE ARDINDAKİLER

İran savaşını fırsat bilen Kürtler de, Saddam’a karşı ayaklanmıştı ve İran’a destek veriyorlardı. İran’ın büyük taarruz başlatmasıyla, peşmergeler de Halepçe’ye girdi. Saddam verdiği bir emirle 16 Mart 1988'de Halepçe’de kimyasal silah kullanarak 5 binden fazla kişinin ölümüne sebep oldu.

Saddam bu suçlamayı hiçbir zaman kabul etmedi.

2004'te CIA’nin eski Ortadoğu'dan sorumlu yüksek araştırmacısı ve 1988–2000 arasında Amerika Kara Harp Okulu öğretim üyesi görevinde bulunmuş olan Prof. Stephen Pelletier tarafından hazırlanan ve söz konusu zehirli silahların İran'a ait olduğunu gösteren rapor açıklandı.

Fakat bundan daha önce Halepçe’yle ilgili çok ilginç bir iddia da Türk yetkililerden geldi. JİTEM Komutanı Binbaşı A. Cem Ersever, Halepçe’de hardal gazı kullanılmadığı ve bunu da Saddam’ın yapmadığını açıkladı. Söz konusu bölgeye gittiklerini ve ellerinde laboratuvar sonuçları olduğunu söyleyen Ersever, 1993 yılında faili meçhul bir cinayete kurban gitti.

Halepçe’nin önemi daha sonra anlaşılacaktı. 1991 yılında…

1988 yılındaki İran-Irak ateşkesiyle, tarafların üstünlüğü söz konusu olmayınca, ABD bölgede bir türlü varlık gösterme şansını da bulamıyordu.

KUVEYT SAVAŞI DÖNÜM NOKTASI

Saddam, Kuveyt'in kendisine ait petrolü çaldığını ve üretimi yüksek tutarak petrol fiyatlarının düşmesine neden olarak Irak'ı zarara uğrattığını ileri sürmüş ve bu ülkeye 50-80 milyar ABD Doları civarında tahmin edilen borcunun silinmesini istemişti. Yapılan görüşmelerden sonuç alınamayınca Irak, 2 Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal etti.

ABD nihayet fırsatı yakalamıştı. Arap ülkeleri de Saddam’ı artık bir tehdit olarak görmeye başlamışlardı. Arap petrolleri tehlike altındaydı(!). ABD imdada yetişecekti. İngiltere ve Fransa koalisyonuyla aynı zamanda Suudi Arabistan ve Mısır’ın da asker göndermesiyle bir güç oluşturdu. 16 Ocak 1991 gecesi koalisyon uçakları Irak’ı bombalamaya başladı. Aynı zamanda tarihin ilk canlı savaşına tanık oluyordu insanoğlu. ABD TV kanalı CNN, tüm dünyaya savaşı canlı olarak yayınlıyordu.

SAVAŞ KANDIRMACASI

TV karşısına ne zaman geçseniz illa ki bir canlı yayın görüntüsüyle Irak’ın nasıl yok edildiğine şahit oluyordunuz. 28 Şubat günü ateşkes ilan edildi. Görüntüye göre koalisyon güçleri Irak’ı yerle bir etmişti. Bir ay süren bombardımandan sonra Irak’ın haritadan silinmesi gerekiyordu. Ama beklediğimiz gibi olmadı. Yıllar sonra anlayacaktık ki, bunların hepsi bir oyundu. Koalisyon güçleri Saddam’ın şişme uçak ve tanklarını bombalamıştı. Ve Saddam rejimi devam ediyordu. Saddam’a karşı bir operasyon yapılmaması ilk dönemlerde anlaşılamamıştı. Ancak misyonunun bitmediği daha sonra ortaya çıkacaktı.

ABD’nin askeri gücü artık bölgede konuşlanma fırsatı bulmuştu. Irak’ın kuzeyine bir hat çekilmiş adına 36. Paralel denmiş, buranın kuzeyinde kalan bölge uçuşa yasak bölge ilan edilmişti. ABD için at oynatabileceği bir alan oluşmuştu. Türkiye de iştahlanmış "bir koyup on alma" sevdasına düşmesine rağmen çabuk uyandırılmıştı. Çekiç Güç adı altında ABD yıllarca, K. Irak’ta istediği gibi hareket etti. Hatta PKK’ya mühimmat sağladığı bile belirlendi.
Saddam karşıtı olan Kürtler, Halepçe’den sonra büsbütün düşman oldular. ABD bu kartı, her zaman cebinde tuttu. Gerektiğinde oynayacaktı.

Yıllar böyle geçip giderken ABD, BOP’u hızlandırma kararı alınca, 11 Eylül olayı patlatıldı. Ardından, ‘terörist ülke’ tanımı yapıldı. Listeye Irak birinci sıradan giriş yaptı. ABD Irak’ın nükleer silah bulundurduğunu ve teröre destek verdiğini açıkladı.

IRAK HALKINA ÖZGÜRLÜK(!)

36. paralel’in kuzeyiyle yetinmeyeceği gün gibi aşikâr olan ABD, Irak halkına özgürlük(!) getirmek için 20 Mart 2003’de düğmeye bastı. 8 yıl İran ile savaşan Irak ordusu birden ortadan kayboldu. Düzenli bir ordu direnişiyle karşılaşmayan, ABD ve koalisyon güçleri Bağdat’a kolayca girdiler. Binlerce sivil öldü.
Irak işgal edildi. Irak yerle bir edildi. Kitle imha silahları bulunamadı. El-Kaide lideri Bin Ladin’in Irak’ta saklandığı söyleniyordu. O da bulunamadı. İkinci bir oyun daha başarıyla sahneleniyordu.

13 Aralık 2003'te Irak’ın Tikrit şehrinde bir çiftlikte Saddam Hüseyin olduğu söylenen bir kişi bulundu. Yargılandı. Ve asıldı. ABD kukla hükümet kurdu. Yıllardır Kürtleri oyaladığı için cumhurbaşkanlığını ona verdi. Başbakanı da Şiilerden seçti.

YANGIN YERİ

Irak'ta her gün iç savaş nedeniyle insanlar ölürken, sıra Mısır'a geldi. Hüsnü Mübarek devrildi. Seçimler oldu. Müslüman Kardeşler iktidarı 1 yıl sürdü. ABD zorlaması demokrasi 1 yıl sonra pes ederken, ordu darbe yaptı. Darbe karşıtları ve yanlıları sokaklara döküldü. İnsanlar ölmeye başladı. Mısır iç savaşın eşiğinde.

Irak işgali ABD'ya pahalıya mal olunca (ABD'nin 9 yıllık işgal faturası 800 milyar dolar. Ölü sayısı 8 bin. Yaralı 32 bin) bu defa Mısır gibi Suriye'yi de dışarıdan müdahaleyle karıştırmaya başladı. Rusya, İran ve hatta Çin desteği ABD'nin dış müdahaleyle Esad'ı devirmesini engelledi. İç savaş sınırlarımıza dayanmış olsa da, Esad gitmeyeceğini defalarca tekrarlıyor.

Ortadoğu yangın yeri... Bize sıçramasına çeyrek var...

Her şey "Şan gidince" başladı.