Articles by "CIA"
CIA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KEMÂL KAPLAN 
15 OCAK 2016

Dünyanın en büyük terör olayı kabul edilen 11 Eylül saldırıları hakkında, bir çok teori ortaya atılırken, bunların içinde en dikkat çekici ve dehşet verici olanı saldırıların arkasında ABD'nin olması. Akabinde ABD'nin Ortadoğu ve Afganistan işgaline başlaması ve "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" yönünde yapılan açıklamalar iddiaları doğrular nitelikteki emareler olarak değerlendiriliyor.

11 Eylül'ün arkasında bazı ABD unsurlarının bulunduğuna yönelik çeşitli belgeseller ve kitaplar yazıldı. Bunların en önemlisi sayılan 'Big Bamboozle'ın yazarının mesleği ve başına gelenler kitabın daha dikkatli ele alınmasını gerektiriyor.

DOĞAN İLE TEMAS

Ilık bir sonbahar sabahı 2012 yılı eylül ayının ortaları. İstanbul'un en güzel manzaralarından birine sahip Hilton Bosphorus'un lobisindeki Teras Restaurant'ta  50'li yaşlarda iki ABD'li çift bir yandan kahvaltı sonrası Türk kahvesini höpürdetirken, diğer yandan boğazın ılık esintisi ve muhteşem manzarasıyla mest oluyorlardı.

O eşsiz manzara Philip Marshall'ın yüzündeki endişeyi yok etmeye yeterli olamıyordu. Polis kayıtlarında 2009 yılında boşanmış görünse de, Philip Marshall ve eşi Sean birlikte İstanbul'a gelmişti.

Aynı günlerde Hilton bir çifti daha ağırlıyordu. Almanya'da yaşayan genç çiftin ikisinin de ebeveynlerinden biri Türk diğeri, Avrupalı idi. Yazımızın kahramanları olan bu iki Hilton misafiri çiftten biri Marshall çifti, diğerinin ise güvenlik gereği isimlerini vermemekle birlikte eşlerden erkeği 'A', kadını ise 'B' olarak kodlayalım.

A&B aynı otelde Marshall çifti ile tanışırlar. Bizimkiler henüz Türkiye'ye yerleşmeyi düşünmediklerinden İstanbul'a geldiklerinde Hilton'da kalıyorlar. İstanbul'u iyi bilen melez çiftimiz, Marshallara şehri gezdiriyor. Gelişen dostluk Philip'in sıkıntılarını A ile paylaşmasını sağlayacak kıvama geliyor. A Almanya'da menajerlik yapıyor. İnsan ilişkileri son derece iyi, sıcakkanlı. Philip hanımların bulunmadığı bir ortamda birkaç duble viskiden sonra A'ya kim olduğunu anlatıyor.

Philip Marshall bir Boeing pilotu. 30 yıllık havacılık geçmişi var. 9 Şubat 2012 tarihinde ABD'de bir kitabı yayınlamış. Kitabın adı: 'Big Bamboozle'

Marshall kitabı Türkiye'de de yayınlatmak istediğini söylüyor. Bizim A, kaldıkları otelin sahibinin aynı zamanda Türkiye'nin en büyük yayınevinin sahibi olduğunu söylüyor.

A olayı bana anlatırken şöyle aktarıyor: "Avrupa'da doğup büyüdüğümüz için özgüvenimiz yüksek ve Türkiye'deki ilişkilerin nasıl işlediğine dair hiçbir fikrimiz yok. Mesleğim gereği girişken bir yapıya sahibim, Marshall'a yardım edebileceğimi söyledim. Gidip Hilton'un genel müdürüyle tanıştım. Sonra onu Marshal ile tanıştırdım. Birkaç gün sonra otelde Aydın Doğan'ın kızlarından biri, bir toplantı için gelmişti. Otelin genel müdürü bizi onunla tanıştırdı. Marshall bana menajerim olmamı teklif etti ise de, Türkiye'de yaşamadığım için kabul etmedim. Doğan ile Marshal'ı bir arada bırakarak ayrıldım. "

Yine güvenlik gereği Philip Marshal'ın Aydın Doğan'ın hangi kızı ile ne görüştüğü bilgisini burada vermiyorum. Abarttığımı düşünebilirsiniz, lakin  yazımız sonlandığında bunun gerekçesini anlayacaksınız.

A&B çifti, Marshall çiftini İstanbul'da bırakarak Almanya'ya dönerler. Yaklaşık bir yıl sonra İstanbul'a yerleşmeye karar verirler. 
B Marshall'ın eşi Sean'i telefonla aramak ister, iki kez arar telefonla ulaşamaz. Üçüncü kez aradığında telefona çıkan ses büyük trajediyi B'ye anlatır. B şaşkınlık ve üzüntü içinde durumu eşi A'ya aktarırken, ikisi de şoke olurlar.

CIA PİLOTU

1959 doğumlu Philip Marshal ilk uçuş eğitimini 15 yaşında babasından aldı. 1983 yılında CIA'ya katılarak özel operasyon pilotu oldu. CIA'nın Orta Amerika'daki operasyonlarına ve Amerikan Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi'nin (DEA) sınır ötesi harekatlarında jet ve helikopter pilotu olarak görev yapar.

CIA'nın Nikaragua kontralarını silahlandırması, CIA-Kolombiya uyuşturucu karteli lideri Pablo Eskobar ilişkileri, İrangate Skandalı  ve CIA'nın Orta ve Güney Amerika operasyonlarında Marshall hep görevdedir.

Marshall 90'lı yıllarda CIA'den resmen ayrılır. Sivil havacılık sektöründe Boeing pilotu olarak göreve başlar. 

Dünyanın hangi ülkesinde yaşarsa yaşasın, bir istihbaratçı asla gerçek manada emekli olamaz. Yaptığı iş, onunla mezara kadar devam eder. Hiçbir istihbarat örgütü, bir elemanını sokağa başıboş bırakmaz.

Marshall'ın görevi boeing pilotluğu yaparken de CIA direktifleri doğrultusunda devam eder.

BIG BAMBOOZLE

11 Eylül 2001'de gerçekleşen saldırılarda Boeing uçaklarının kullanılması Marshall'ın ilgisini bu yöne çeker. Eski bir pilot olan babası da ona bazı şüphelerinden bahseder. Tecrübeli pilot yıllarca Boeing'in her modelini kullanmış olmasının getirdiği birikimle olayı araştırmaya başlar.

CIA içindeki bir gruba ulaşarak buradan bazı bilgiler edinir. Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon'a çarpan uçakların pilot marifetinin dışında bunların kuleden de yönlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşır. Yani uçakta bulunan teröristler dışarıdan yardım almıştır.

Marshall araştırmalarına devam ederken, uçaktaki El-Kaide militanlarının Suudi Arabistan istihbaratı tarafından eğitildiği, Usame Bin Ladin'in itiraf etmesinin engellenmesi için öldürüldüğü, saldırıları ABD hükümeti içinde bulunan bir kanadın desteklediği, hâttâ planladığına dair ipuçlarına ulaşır.

Buna göre; 2000 yılının ocak ayında 11 Eylül'ü gerçekleştiren hava korsanları Los Angeles'te bir araya gelirler. Bazı CIA görevlileri, bu korsanlara Arizona çölünde Boeing 757 ve Boeing 767 uçaklarında uçuş eğitimi verir. 11 Eylül'ü araştıran CIA ve FBI ekibi özel isimlerden seçilir.

Marshall, Big Bambozle adlı kitabında 11 Eylül saldırılarının sorumlusu olarak Condoleezza Rice, Donald Rumsfeld, Suudi Arabistanlı Prens Bandar, Dick Cheney ve George W. Bush suçluyor.

ESKİ ABD BAŞKANI BUSH İLE BANDAR, ASPEN'DE BANDAR'A AİT
 ÇİFTLİKTE SIK SIK BİR ARAYA GELİYOR.

BUSH AİLESİNİN SUUDİ ÜYESİ(!)

Suudi Prens Bandar'ın oldukça ilginç bir geçmişi var. Bandar 1983'den 2005 yılına kadar Suudi Arabistan'ın Washington büyükelçiliği görevinde bulunduktan sonra, aynı yıl güvenlik konseyi başkanlığına getirildi. Bandar aynı zamanda Suudi istihbaratını da yönetiyordu. Geçen yıl sağlık sebeplerinden dolayı görevinden ayrıldı.

Bandar'ın  Colorado Aspen'de 16 milyon dolar değerinde bir çiftlik evi bulunuyor. Eski ABD başkanı Bush ile o kadar yakın ki, Bush ona 'Bandar Bush' lakabıyla seslenip aileden biri olarak görüyor. Çiftlikte sık sık bir araya geliyorlar.

Prens Bandar BOP'un en büyük savunucularından, Irak'ın işgali, Saddam'ın devrilmesi ve Esad rejimi karşıtı bir görüşe sahip. Eski başkan yardımcısı Dick Chenney ile de çok iyi dostlar, torunları aynı okulda eğitim almış.

ŞANSLI PENNY'NİN YERİ

Philip Marshall Kaliforniya Eyaleti'nde Calaveras adlı 45 bin nüfuslu küçük bir şehirde kızı oğlu ve köpekleri  ile birlikte yaşıyordu. Kitap yayınlandıktan sonra medya tarafından ilgi odağı olmuştu. Özellikle çocuklarının bu süreçten minimum etkilenmesi için küçük bir şehirde yaşamayı tercih etmişti.

Marshall'ın elinde çok daha önemli belgeler bulunuyordu. Yeni kitabında bunları yayınlamayı kafasına koymuştu. Bir akşam üstü aldığı telefonla, Murphys'de bulunan Şanslı Penyy'nin yerinde 10 yıldır görüşmediği arkadaşı L.R. ile buluşacaktı.

Takvimler 2012 ocak ayını gösteriyordu. Marshall restorandan içeri girince etrafa şöyle bir baktı. Mesleki refleksleriyle süzdüğü insanlar yerel halktan başkası değildi. Buluşacağı kişi mekanın loş köşesinde pub burgerini iştahla yiyordu. Birasını yudumlamak için kafasını kaldıran LR, Marshall ile göz göze geldi. Marshall usulca yanına otururken, LR'nin uzattığı eli sıktı. LR birasını içtikten sonra, "Uzun zaman oldu dostum. Neler yapıyorsun bakalım."

Marshall masaya doğru uzanarak, "L burada ne arıyorsun."

L burgerinden bir parçayı daha dişleriyle kestikten sonra, kısa bir çiğnemeyle yemek borusundan aşağıya gönderdi. Gülümsedi: "Senin için geldim Marshall. Yaramazlık yapıyorsun  dostum. Sen çok iyi maaş alan boeing pilotusun. Bir çok insan senin durumuna gelebilmek için çok şey feda ediyor. Çocukların rahat bir yaşam sürüyor. Onların geleceğini düşün."

Marshall yanlarına gelen garsona bir bira ısmarladıktan sonra, "Kısa kes L, ağzındaki baklayı çıkar. Buraya benim mesleki kariyerimi konuşmak için gelmedin sanırım."

L birasından bir yudum daha alır. Baş parmağıyla ağzının iki yanını siler ve sırıtarak, "Yaramazlık yapıyorsun dedim ya. Bak dostum birlikte çok önemli görevlerde bulunduk. Uzun zaman oldu görüşmüyoruz. Seninle kişisel hiçbir sorun yaşamadım. Ben sadece verilen emri yerine getirmek için buradayım."

L hamburgerin son lokmasını da ağzına atar. O sırada Marshall kendi için gelen biradan büyük bir yudum alır. L devam eder:"Senin yazdığın şu kitap. Big neydi? Big Bamboozle. Kitabın  büyük rahatsızlık uyandırdı. Burası Amerika özgür bir ülkedeyiz. Fakat senin gibi geçmişi olan birinin sorumlulukları olmalı. Senin başka belgeler elde ettiğini birileri öğrenmiş. Bunları kullanmaman konusunda uyarılman gerektiğini düşünüyorlar. Artık yeter bir başka kitap olursa, geri dönüşü olmayan bir yola girmiş olursun."

"Beni tehdit mi ediyorsun. Eski dostum."

L birasından bir yudum alır. Sonra ayağa kalkar. Marshall'a elini uzatır. "Ben gidiyorum. Olayları çıkmaza sokma. Aileni düşün."

KÖPEK DAHİL HEPSİ ÖLDÜ

2 Şubat 2013 günü Marshall'ın Meadov Ormanı'nda bulunan evinin önü polis araçları ve ambulanslardan geçilmiyordu. Duyanlar inanmakta zorluk çekiyordu. Komşuları içeri girdiklerinde 3 insan ve bir köpek cesedi ile karşılaştılar ve polise haber verdiler.

54 yaşındaki Philip Marshall, 17 yaşındaki oğlu Alex, 14 yaşındaki kızı Macaila ve evin köpeği ölmüştü. Polis bunalıma giren babanın çocuklarını, köpeğini ve en son kendini öldürdüğü noktasında kanaat getirdi.

6 sayfalık polis raporunda ölümler 9 mm. çapında Marshall'a ait olduğu söylenen Glock marka tabanca ile gerçekleşmişti.

Çocuklar salonda bir kanepede üzerleri battaniye ile örtülmüş uyur şekilde, köpek yatak odasında, Philip Marshall ise ön kapıya yakın sırtüstü yatmış kanlar içinde bulundu. Köpek dahil hepsi kafasından tek kurşunla öldürülmüştü. Komşulardan hiçbiri silah sesi duymamıştı.

Raporda bulunan toksikoloji testleri sonucunda Macaila ve Alex'in kanında düşük seviyede alkol bulundu. İlave olarak Macaila'da antihistaminik  (alerji ilaçlarında bulunan bu madde uyku getirici özelliğe sahip) rastlandı. Philip Marshall'ın kanında ise; kuvvetli ağrı kesici madde hidrokon, morfin ve antidepresan madde tespit edildi.

Polis raporunda Marshall'ın tıbbi dosyalarının incelendiği ve bipolar bozukluğu olduğu ifade ediliyor.

Dikkat çekici iki husus: 
1- Marshall'da bipolar bozukluk teşhisi olduğu ve kanında antidepresan maddelere rastlandığı yönünde olmasına karşın, bipolar bozuklukta antidepresan tedavisinin yanında mutlaka ama mutlaka Lityum kullanılır. Kanında lityum da çıkması gerekirdi.
2- Marshall sol şakağından vurulmuş olmasına rağmen, silah sağ elindeydi.

Çocukların okulundaki etkinliklere katılan, komşularıyla iyi ilişkileri bulunan bir babanın, evlatlarıyla birlikte kendini katletmesine kimse inanmadı.

Marshall'ın yatak odasında bulunan kasa, kapağı açık halde ve üzerinde (karısı adına) bir not vardı: "Merhaba Sean"

Polis dosyayı çifte cinayet ve intihar olarak derleyip kapattı.




DİKKAT: TÜM HAKLARI SAKLIDIR. Yazının izinsiz olarak BİR KISMI VEYA TAMAMININ her türlü ortamda kullanılması, 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri kanunu gereğince yasaktır. Sanal ortamda sadece link verilerek paylaşılabilir.




KEMAL KAPLAN - 11 Ocak 2016

ABD'nin 35. başkanı John F. Kennedy'e yapılan suikastı düzenleyen ekibin içinde CIA ajanları Felix Rodriguez, Porter Goss, ve Barry Seal (Fotorafta sol kenarda ilk üç kişi), olduğu iddia ediliyor.

Yukarıdaki fotoğrafta bulunan 10 kişilik ekip OPERASYON 40 adı verilen CIA ekibidir. Operasyon 40; başta KÜBA krizi, Domuzlar Körfezi, Che Guevera'nın infazı ve Orta Amerika operasyonlarında yer almışlardı.

Yukarıdaki fotoğraf 22 Ocak 1963 yılında Mexico City'de bir gece kulübünde çekilmiş.
Paltosuyla yüzünü kapamaya çalışan ise; CIA ajanıTosh Plumlee.

OPERASYON 40 Küba Devrimi'nden sonra 1960 yılında ABD başkanı Eisenhower döneminde kuruldu. Ekibe başkan yardımcısı Richard Nixon başkanlık yapmıştır. (Nixon 1969 yılında başkan oldu.) Küba'da karşı devrim örgütlenmesi için kurulan örgüt başlangıçta 40 CIA ajanından oluştuğu için örgüte OPERASYYON 40 adı verildi. Sonrasında 30 kişi daha katılarak, örgüt 70 kişilik ajanı bünyesinde bulundurdu.

George Bush (baba)'un Teksaslı iş adamlarını ikna ederek Operasyon 40'a mali destek sağladığı ve bu örgütü kendi çıkarları için kullandığını iddia eden gazeteciler bulunuyor.

Operasyon 40 ekibinin içinde bulunan CIA ajanları çeşitli suçlardan sorumlu tutulmuşlar:

Ajanlardan Frank Sturgis: Watergate hırsızı olarak anıldı.
Felix Rodriguez: Che Guevara'nın infazında yer aldı.
Luis Posada Carriles: Yasadışı göç suçlamasıyla sorgulandı. 1976 yılında Venezuela'dan gerçekleşen bir bombalamadan sorumlu tutulduğu için Venezuela devleti tarafından ABD'den istendi.
Orlando Bosch: Şili eski bakanı Orlando Letelier'in 1976'da öldürülmesinden sorumlu tutuldu. Şili yönetimine karşı devrimci örgütleri kurmakla suçlandı.

DİKKAT: TÜM HAKLARI SAKLIDIR. Yazının izinsiz olarak BİR KISMI VEYA TAMAMININ her türlü ortamda kullanılması, 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri kanunu gereğince yasaktır. Sanal ortamda sadece link verilerek paylaşılabilir.

2001 yılında emniyette ifade verdikten sonra, Veli Paşa'ya giden Tuncay, olayı anlattıktan sonra, emniyetteki ifade ortadan kaldırıldı. Tuncay'a da "S..tir git. ABD'den 10 seneden önce geri dönme" denildi. Ancak bir ayrıntı unutuldu. Adil Serdar Saçan ifade tutanağının kopyasını muhafaza etti. Yıllar sonra bu tutanağın, yüzlerce insanın ve kendisinin hapse girmesine neden olacak tarihin en büyük operasyonunu başlatacağını kim bilebilirdi.

Ergenekon'dan neredeyse tüm tutuklular tahliye edildi. Görünüşte 2007 yılında Tuncay Güney'in ifadesiyle start alan operasyonlar zincirinde, Veli Küçük kilit noktada görünüyordu. Küçük ile birlikte birkaç kişi daha Ergenekon'un operasyonel gücünün başında bulunduğu iddia ediliyordu.

Ne var ki; Kamuoyuna Ergenekon örgütü olarak lanse edilenlerin ve cezaevinde tutuklu bulunanların, Ergenekon'dan kopan bir grup olduğunu söylemekte bir behis yok. Operasyonlar özellikle ABD basınında, derin devlet ve Ergenekon olarak karşılık bulmamıştı.
ABD ordusunda kullanılan bir terim olan 'ÖRDEK ÇAVUŞ' bizim Ergenekon operasyonuna verilen ad idi ABD'de.
Türkiye'deki operasyonlar; mevcut yapıyı kabullenemeyen bir grup ayrılıkçının Ergenekon'dan ayrı bir yapılanma içine girmesi sonucu gerçek Ergenekon'un refleksi olarak değerlendirildi.

Burada kamuoyunun yönlendirilmesi davul zurna eşliğinde: “Askeri vesayetten kurtulduk. Derin devletten kurtulduk. Darbeciler içeride, yaşasın demokrasi” şeklinde oldu. Uzun süre bu martaval devam etti.
25 Aralık 2012'de başbakanın derin devletle alakalı itirafı işin lanse edildiği gibi olmadığını gösterdi bize: "Bunu tamamen sildik bitirdik yok ettik' böyle bir iddianın içinde olmam mümkün değil" dedi.

Hani askeri vesayet, derin devlet bitmişti...

Tüm kamuoyu başka bir açıklamayla daha da sarsılacak, aslında Ergenekon'un veya nam-ı diğer derin devletin yok edilme yalanının gün yüzüne çıkışı sarsıcı olacaktı. Başbakanın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan bir gazetede yazdığı makalede Aralık 2013 tarihinde: “Orduya kumpas kuruldu” diye yazdı.
AKP'nin cemaatle kavgası, bazı gerçeklerin anlaşılmasında deniz feneri görevi yapıyordu. Nitekim çıkarılan bir yasayla Ergenekon tutukluları bir bir serbest kaldı.

Operasyonlar başladığında bu iradenin ne hükümet ne de cemaate ait olmadığını defaatle yazmıştım.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir generali orduevinden alıp tutuklamak hangi iradenin ürünü olabilir. Albayların darbe yaparak genelkurmay başkanını tutukladığı bir ülkeden söz ediyoruz.

Cumuriyet tarihinde bırakın dokunmayı, hiçbir iktidarın veya oluşumun semtinden geçemediği TSK'nın, mensuplarına yapılan tutuklamaların kendi bünyesinde hiçbir infiale sebebiyet vermemesi sizce de anlamlı değil mi? Zamanında bir albayın, Kara Harp Okulu öğrencilerini darbe için sokağa döktüğü bir ülkeden söz ediyoruz.

Omuzlarındaki yıldızların samanyolu galaksisi kadar çok olan bu dokunulmaz seçkinlere, göz altı ve tutuklama kararı veren savcı ve hakimlerin halen ortalarda dolaşması bile bana inanılmaz geliyor. Bir gecede hepsi yok edilir, cesetleri bile bulunamazdı. Örneklerini yaşadık. Bakanların bile faili meçhule kurban gittiği bir ülkeden söz ediyoruz.

Öyleyse tüm bunların kararını veren daha üst bir yapı söz konusu. Çok daha sağlam bir irade. Yani devlet veya derin devlet adını sen koy.
13 Ocak'ta T24 haber sitesinde AKP kurucularından ve eski genel başkan yardımcılarından Dengir Mir Mehmet Fırat'la yapılan röportajda, başbakanın olanları paralel yapıya bağlamasını anlamsız bulduğunu ifade ederek; “Niye paralel yapıdan bahsedildiğini anlamıyorum; bana göre o paralel yapı değil, bizatihi devlet” diye yorumlamıştı. Buradan da anlaşılacağı gibi, Ergenekon, Balyoz ve bugünkü yolsuzluk operasyonları devletin refleksinden başka bir şey değildir. Geçmişte olanları AKP'nin başarısı, bugünküleri ise cemaatin hamlesi olarak değerlendirmek, siyasi manevradan başkası değildir.

Başbakanın herşeyi siyasi ranta çevirme kurnazlığını artık daha iyi anlıyoruz.

Burada görülen tehlike iktidarın devlet kurumlarını, tek parti dönemine dönüştürmesidir. HSYK, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi gibi kurumların çarklarıyla oynamak rejim için büyük tehlikedir. Devletin söz konusu değişikliklere nasıl bir karşılık vereceğini önümüzdeki dönemde görme fırsatımız olacak.

TUNCAY GÜNEY NASIL KURTULUR?

Ana konudan oldukça ayrılmış olmakla beraber, gelişmelerin fotoğrafını çekmek adına faydalı olduğunu düşünüyorum.

Neyse biz Tuncay Güney'in başına ne gelir? Sorusuna cevap aramaya devam edelim.

Güney'in MİT ve JİTEM, ilişkileri ortaya çıkarılmıştı. Fakat Güney'in gerçekten hangisi için çalıştığı bir türlü çözülememiş, her iki kurumun belli dönemlerde kullandığı varsayılmıştı.

Oysa gerçek biraz daha farklıydı.

'KÖSTEBEK - Jitem Mit ve Mossad Üçgeninde Tuncay Güney ile 240 Gün adlı kitabımda. Güney'le yaşadığım 240 günü anlatırken, onun aslında çok taraflı bir ajan olduğunu yazmıştım.

Eminim MİT ve JİTEM onun gerçek bir vatan haini olduğunu, para için yabancı devlet istihbarat servislerine belge sattığını kitabımdan sonra öğrendi.
Ne yazık ki, bununla ilgili Tuncay'a herhangi bir suçlama yapılmadığı gibi, Ergenekon davasında da sanık veya tanık olarak ismi geçmedi.

Kendileri için çalışan bir ajanın ihanetine uğrayan JİTEM'in, yaptıklarını Tuncay'ın yanına bırakması düşünülemez. Lider kadrosu cezaevinden çıkan yapılanmanın Tuncay Güney'den nasıl bir intikam alacağını doğrusu merak ediyorum. Yüzlerce kişinin yıllarca beton duvarlar ardında kalmalarına sebep olan kişinin kaderi hakkında karar vermesi de kaçınılmaz geliyor bana.

Kanada'da yaşamasına rağmen ulaşılması imkansız değil. Yakın gelecekte, bir araba kazasında hayatını kaybetmesi hiç şaşırtmaz beni. Yolda yürürken, ayağı takılıp kafa üstü betona çarparak beyin kanaması geçirmesi de...

Irak'la başlayan Ortadoğu ateşi, Suriye'yi tamamen sarmak üzere. Mısır askeri darbeyle, BOP'tan şimdilik paçayı sıyırmış görünüyor.

Arap Baharı olarak lanse edilen, ABD'nin Ortadoğu dizaynı, tüm dünyanın gözü önünde kanla yoğruluyor. Bölgede dengeler ne zaman bozuldu? Ortadoğu'ya demokrasi getirme fikri ne zaman çıktı?

Petrolün kontrolü amacıyla yeni bir dizayna gidildiği tezleri ağırlık kazanmasına rağmen, dünya kotrolünün elinde olmasını seven ABD, Ortadoğu'da en büyük müttefiki olan İran'ı kaybetmesiyle büyük travma yaşamıştı.
İran için büyük emek veren ABD bir gecede Ortadoğu'nun en güçlü devletini kaybedecekti. Mollaların isyanı, Ortadoğu'daki dengeleri alt üst edecek, ABD'nin B Planı devreye kanlı bir şekilde girecekti.

Osmanlı’nın çöküşünden sonra masa üzerinde çizilen sınırlar, kimseyi tatmin etmemiş olsa da, herkes bu oyunu gayet güzel oynuyordu. Ortadoğu, Arap-İsrail savaşından yeni çıkmış, ortalık durulmaya başlarken, dengeleri altüst edecek bir gelişme yaşandı: İran İslâm Devrimi.

ABD ve İsrail siyaseti Ortadoğu’da aynı paralelde giderken, İran Şahı da her zaman ABD müttefikiydi. ABD için İran, çölün ortasında bir kaleydi adeta. Şah zamanında ABD’den alınan uçaklarla zamanın 5. hava gücü olan İran, dönemin ikinci süper gücü SSCB için de bir tehdit oluşturuyordu.

İran içinde yaşanan ekonomik ve siyasi krizler, mollaların solcularla birleşerek, şahı devirmeleri ve ardından İslâm Devrimi’ni gerçekleştirmelerinden sonra; ABD büyükelçiliğinin işgali ve rehine kriziyle birlikte, İran’ın ABD’yi ‘büyük şeytan’ ilan etmesi, ABD’nin Ortadoğu’daki kalesinin düştüğünü gösteren emareler olmasına rağmen, ABD’nin B planı devreye girdi: Saddam Hüseyin.

SADDAM FAKTÖRÜ

Her dönem tümden hegemonya politikası güden ABD, devrimle eşzamanlı olarak aynı yıl Irak’ta Saddam Hüseyin’i iktidara taşımayı başardı. Soğuk savaş yıllarıydı. İran ABD müttefiki iken birden rotayı komşusu Sovyetler'e çevirmişti. Ruslar aynı zamanda Afganistan’ı da işgal ederek, ABD’nin Asya’daki çıkar alanlarına büyük darbe vurdu. Afgan haşhaşının kontrolü Sovyet Rusya'nın eline geçmişti.

İsrail’in Filistin’i işgal etmesiyle başlayan Ortadoğu ateşi, bu defa hiç sönmeyecek bir sürece giriyordu.

CIA’nin yetiştirdiği Saddam Hüseyin, 1957 yılında Baas Partisi’ne girmiş iki yıl sonra da, başbakana suikast düzenleyen ekibin içinde yer almıştı. Suikast başarısız olmuş, Saddam yaralanmış ve önce Suriye’ye ardından Mısır’a kaçmıştı.

1963 yılında Baas Partisi’nin iktidara gelişiyle yeniden Irak’a geldi. Kısa sürede parti içinde yükseldi. Partisini ikinci kez iktidara getiren 1968'deki darbede önemli bir rol oynamıştı. Kasım 1969'da Devrim Komuta Konseyi başkan yardımcılığına getirildi.

1979 yılında ise tüm gücü kendisinde topladı. İktidara gelişinin birinci yılında İran’ın havaalanlarını bombalayarak, İran petrol sahalarını işgal etti. 8 yıl süren savaşta bir galip çıkmadı. Milyonlarca dolar silah tüccarlarının cebine girdi. İki ülkenin silah alımıyla uluslar arası güçler büyük kârlar elde etti.

1988 yılındaki ateşkesten sonra her iki ülke de, ekonomik sıkıntılar içindeydi.
Bu arada ateşkesten birkaç ay önce Kuzey Irak’ta hiç beklenmeyen bir katliam yaşandı: Halepçe.

HALEPÇE VE ARDINDAKİLER

İran savaşını fırsat bilen Kürtler de, Saddam’a karşı ayaklanmıştı ve İran’a destek veriyorlardı. İran’ın büyük taarruz başlatmasıyla, peşmergeler de Halepçe’ye girdi. Saddam verdiği bir emirle 16 Mart 1988'de Halepçe’de kimyasal silah kullanarak 5 binden fazla kişinin ölümüne sebep oldu.

Saddam bu suçlamayı hiçbir zaman kabul etmedi.

2004'te CIA’nin eski Ortadoğu'dan sorumlu yüksek araştırmacısı ve 1988–2000 arasında Amerika Kara Harp Okulu öğretim üyesi görevinde bulunmuş olan Prof. Stephen Pelletier tarafından hazırlanan ve söz konusu zehirli silahların İran'a ait olduğunu gösteren rapor açıklandı.

Fakat bundan daha önce Halepçe’yle ilgili çok ilginç bir iddia da Türk yetkililerden geldi. JİTEM Komutanı Binbaşı A. Cem Ersever, Halepçe’de hardal gazı kullanılmadığı ve bunu da Saddam’ın yapmadığını açıkladı. Söz konusu bölgeye gittiklerini ve ellerinde laboratuvar sonuçları olduğunu söyleyen Ersever, 1993 yılında faili meçhul bir cinayete kurban gitti.

Halepçe’nin önemi daha sonra anlaşılacaktı. 1991 yılında…

1988 yılındaki İran-Irak ateşkesiyle, tarafların üstünlüğü söz konusu olmayınca, ABD bölgede bir türlü varlık gösterme şansını da bulamıyordu.

KUVEYT SAVAŞI DÖNÜM NOKTASI

Saddam, Kuveyt'in kendisine ait petrolü çaldığını ve üretimi yüksek tutarak petrol fiyatlarının düşmesine neden olarak Irak'ı zarara uğrattığını ileri sürmüş ve bu ülkeye 50-80 milyar ABD Doları civarında tahmin edilen borcunun silinmesini istemişti. Yapılan görüşmelerden sonuç alınamayınca Irak, 2 Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgal etti.

ABD nihayet fırsatı yakalamıştı. Arap ülkeleri de Saddam’ı artık bir tehdit olarak görmeye başlamışlardı. Arap petrolleri tehlike altındaydı(!). ABD imdada yetişecekti. İngiltere ve Fransa koalisyonuyla aynı zamanda Suudi Arabistan ve Mısır’ın da asker göndermesiyle bir güç oluşturdu. 16 Ocak 1991 gecesi koalisyon uçakları Irak’ı bombalamaya başladı. Aynı zamanda tarihin ilk canlı savaşına tanık oluyordu insanoğlu. ABD TV kanalı CNN, tüm dünyaya savaşı canlı olarak yayınlıyordu.

SAVAŞ KANDIRMACASI

TV karşısına ne zaman geçseniz illa ki bir canlı yayın görüntüsüyle Irak’ın nasıl yok edildiğine şahit oluyordunuz. 28 Şubat günü ateşkes ilan edildi. Görüntüye göre koalisyon güçleri Irak’ı yerle bir etmişti. Bir ay süren bombardımandan sonra Irak’ın haritadan silinmesi gerekiyordu. Ama beklediğimiz gibi olmadı. Yıllar sonra anlayacaktık ki, bunların hepsi bir oyundu. Koalisyon güçleri Saddam’ın şişme uçak ve tanklarını bombalamıştı. Ve Saddam rejimi devam ediyordu. Saddam’a karşı bir operasyon yapılmaması ilk dönemlerde anlaşılamamıştı. Ancak misyonunun bitmediği daha sonra ortaya çıkacaktı.

ABD’nin askeri gücü artık bölgede konuşlanma fırsatı bulmuştu. Irak’ın kuzeyine bir hat çekilmiş adına 36. Paralel denmiş, buranın kuzeyinde kalan bölge uçuşa yasak bölge ilan edilmişti. ABD için at oynatabileceği bir alan oluşmuştu. Türkiye de iştahlanmış "bir koyup on alma" sevdasına düşmesine rağmen çabuk uyandırılmıştı. Çekiç Güç adı altında ABD yıllarca, K. Irak’ta istediği gibi hareket etti. Hatta PKK’ya mühimmat sağladığı bile belirlendi.
Saddam karşıtı olan Kürtler, Halepçe’den sonra büsbütün düşman oldular. ABD bu kartı, her zaman cebinde tuttu. Gerektiğinde oynayacaktı.

Yıllar böyle geçip giderken ABD, BOP’u hızlandırma kararı alınca, 11 Eylül olayı patlatıldı. Ardından, ‘terörist ülke’ tanımı yapıldı. Listeye Irak birinci sıradan giriş yaptı. ABD Irak’ın nükleer silah bulundurduğunu ve teröre destek verdiğini açıkladı.

IRAK HALKINA ÖZGÜRLÜK(!)

36. paralel’in kuzeyiyle yetinmeyeceği gün gibi aşikâr olan ABD, Irak halkına özgürlük(!) getirmek için 20 Mart 2003’de düğmeye bastı. 8 yıl İran ile savaşan Irak ordusu birden ortadan kayboldu. Düzenli bir ordu direnişiyle karşılaşmayan, ABD ve koalisyon güçleri Bağdat’a kolayca girdiler. Binlerce sivil öldü.
Irak işgal edildi. Irak yerle bir edildi. Kitle imha silahları bulunamadı. El-Kaide lideri Bin Ladin’in Irak’ta saklandığı söyleniyordu. O da bulunamadı. İkinci bir oyun daha başarıyla sahneleniyordu.

13 Aralık 2003'te Irak’ın Tikrit şehrinde bir çiftlikte Saddam Hüseyin olduğu söylenen bir kişi bulundu. Yargılandı. Ve asıldı. ABD kukla hükümet kurdu. Yıllardır Kürtleri oyaladığı için cumhurbaşkanlığını ona verdi. Başbakanı da Şiilerden seçti.

YANGIN YERİ

Irak'ta her gün iç savaş nedeniyle insanlar ölürken, sıra Mısır'a geldi. Hüsnü Mübarek devrildi. Seçimler oldu. Müslüman Kardeşler iktidarı 1 yıl sürdü. ABD zorlaması demokrasi 1 yıl sonra pes ederken, ordu darbe yaptı. Darbe karşıtları ve yanlıları sokaklara döküldü. İnsanlar ölmeye başladı. Mısır iç savaşın eşiğinde.

Irak işgali ABD'ya pahalıya mal olunca (ABD'nin 9 yıllık işgal faturası 800 milyar dolar. Ölü sayısı 8 bin. Yaralı 32 bin) bu defa Mısır gibi Suriye'yi de dışarıdan müdahaleyle karıştırmaya başladı. Rusya, İran ve hatta Çin desteği ABD'nin dış müdahaleyle Esad'ı devirmesini engelledi. İç savaş sınırlarımıza dayanmış olsa da, Esad gitmeyeceğini defalarca tekrarlıyor.

Ortadoğu yangın yeri... Bize sıçramasına çeyrek var...

Her şey "Şan gidince" başladı.



 Önceki gün PKK’lı teröristler, Diyarbakır’dan Trabzon’a giden bir yolcu otobüsünü Bingöl yolu üzerinde durdurarak, otobüsün içinde bulunan bir İngiliz turisti kaçırdı. Kaçırılan turistin terör bölgesinde ne işi var. Türkiye’ye gelen turistler batı dururken, neden Güneydoğu bölgemizi geziyor. Hiç kendinize sordunuz mu?

Yerli turistin bile gitmediği bölgede bir İngiliz, otobüsle seyahat yapıyor. Neden?

2005 yılında Şemdinli’de bombalanan Umut Kitabevi olayından sonra TBMM araştırma komisyonu kurarak, bölgede neler olduğunu mercek altına almıştı. 4 ay süren komisyon çalışmasından sonra 670 sayfalık oldukça çarpıcı verilerin bulunduğu bir rapor hazırlanarak meclise sunuldu. Raporda yabancı ülke gizli servislerinin ajanlarının Güneydoğu’da cirit attığı bilgisi de yer alıyor.

Raporda, gizli servislerin halen bölgeden "elini çekmediği" ve "AB sürecinin izlenmesi adı altında" yabancı ajanların turist görünümünde buraya geldiği belirtildi.
Raporda; "bölgeye tamamen gezme-öğrenme amaçlı gelen yabancı turistlerle, niyetleri ülkenin birlik ve bütünlüğü ve kamu düzeninin bozulmasını hedefleyen turistler" arasında özenle ayrım yapılması, "yörede bulunmaları sakıncalı bulunanlar hakkında tüm idari tedbirlerin eksiksiz alınmasına dikkat çekmenin gerekli olduğu" vurgulandı.

Gizli servis ajanlarının bölgede istedikleri gibi davrandıkları ve AB sürecinin izlenmesinin dışında turist görünümünün de bu amaçla kullanıldığı, raporda şöyle anlatıldı: "Hakkâri bölgesinin geçmişteki konumu, tarihsel geçmişi, sınır olduğu devletlerin niteliği gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda, bazı ülkelerin gizli servislerinin henüz bu yöremizden elini tam olarak çekmediği, Ülkemizin Avrupa Birliği sürecinde kat ettiği süreç ve uygulamaların izlenmesi adı altında bölgeye asıl amaçları PKK terör örgütü ve/veya bu örgüte müzahir kuruluşlara ilişki kurmak suretiyle bölgedeki huzur ve güven ortamının bozulmasına sebebiyet vermek olan bazı kişilerin turist olarak geldiği veya gönderildiği değerlendirilmektedir."

Güneydoğu'da 3 bin ajan var. Bölgede görev yapan istihbarat kaynakları, yabancıların çoğunun 'etnik ayrımcılığı körükleyen' ajanlar olduğunu vurguluyor. Yabancılar arasında ajanlık suçundan dolayı İnterpol tarafından aranan kişilerin olduğuna dikkat çekiliyor. Diyarbakır emniyeti ise yabancıların İngiltere, Belçika, İsveç, Norveç, Finlandiya, İspanya, İsviçre, Fransa gibi Avrupa ülkeleriyle Japonya, İran, Irak ve Suriye'den geldiklerini belirtiyor.

2007 yılında Tercüman Gazetesi’nda çıkan bir haberde eski bir DEHAP’lının açıklamaları ise olayın vehametini bir kez daha kanıtlar nitelikte: “DEHAP Batman eski İl Başkanı Av. Mehdi Öztüzün, gelen heyetlerin iyi niyetli olmadıklarını belirterek, “İnsan hakları kuruluşları, farklılıklarınızı öne çıkarın, kimliğinizi belli edin diye etnik ayrımcılık yapmamız için telkinde bulunuyor. DEHAP İl Başkanı iken bana böyle söyleyen yabancılar oldu. Bunlar gelip köyleri dolaşıyor; ama masum değiller. Batman’da CIA ajanları kol geziyor dedik, bunu mahalli gazetede haber yaptık. Bu duruma kimse inanmadı, fakat gerçeği dile getirdik ve halen de getiriyoruz. ABD’li heyet Irak’taki Kürtleri destekleyin diye bana telkinlerde bulundu.” diyor.”

Meclis raporundan sonra, Güneydoğu’da herhangi bir ajan avına çıkıldığı veya çıkıldıysa bunların sınırdışı edilip edilmedikleri bilinmiyor. MİT’in bu konuda yaptığı çalışmalar ise ne yazık ki, sadece rapor tutmaktan öteye gitmiyor.


Namus bombası sessiz patladı!

 Milletvekili lojmanlarını kendilerine iş sahası seçip Ankara’yı karıştırdılar, canlarını zor kurtardılar!..


Onlar; macera tutkunu dört gençti. İstanbul’un renkli gecelerinin yaşandığı en gözde ve hareketli kulüplerini kendilerine iş alanı olarak seçmiş, jigololuğu meslek edinmişlerdi… Her gece kulüpleri gezer, dans edip, içki içer, özlemlerinin susuzluğunu gidermeye çalışan kadınlarla tanışıp arkadaşlık eder, karşılığında bol para kazanırlardı…
Geceler ve kadınlar onlara, onlar da; seçtikleri yaşam biçimlerine alışmışlardı. Bir zaman sonra içinde bulundukları atmosfer, dört macerapereste monoton gelmeye başlamıştı. İçlerinden biri: “Ankara’ya gidelim” dedi.
Ona Ankara’ya gitme kararı aldırtan; birkaç gün önce tesadüfen tanışıp beş yıldızlı bir otelin dairesinde hoş bir gece geçirdiği, orta yaşlardaki çakır keyifli ve konuşkan kadının anlattıkları olmuştu.. kadın, bir milletvekilinin eşiydi!.. İstanbul’a eğlenmek için gelmiş, birkaç hanım arkadaşıyla birlikte gittiği gece kulübünde tanışıp hoşlandığı genç adamla küçük bir kaçamak yaşamıştı…
Kadının anlattığına göre; Ankara, ağır siyasi atmosferinden ötürü can sıkıcıydı. Milletvekili hanımlarının bazılarını siyasi atmosferin ağırlığı ile eziyordu. Can  sıkıcı resmi davetler, hanımlar arasındaki çay ve konken partileri, siyasi arenanın dedikodudan hemen hemen hepsinin içinin kararmasına neden oluyor, fırsat buldukça seyahate çıkıp içinde bulundukları can sıkıcı havadan sıyrılıp biraz olsun nefes almaya çalışıyorlardı. Eşlerinin yoğun yaşamları; aile düzenini, siyasi entrikalar sinir sistemlerini yıpratıyor, bazı hanımlar kendilerini yalnız hissediyordu..
Hemen hemen hergün çıkılan alış veriş gezileri, ev işleri, eş dost ve ricacıların telefon trafiği, gelip giden konuklarla yapılan sohbetler, iç dünyalarını mutlu kılmaya yetmiyordu. Tabularla çevrili yaşamın yol açtığı baskılar ve yıllar boyu bastırılmak zorunda kalınan özlemler; akıp giden zamanın bakımlı yüzlerde bıraktığı derin izler, göz altlarında oluşan kırışıklıklar, onlara geriye dönüşü olmayan bir yolculuğun kilometre taşlarının büyük bir hızla geride kaldığını anlatmaya yetiyordu…
Ve şairin dediği gibi: “Yaşamak güzel şeydi…” yıllarca bastırmak zorunda kalınan özlemler, hiç hesapta yokken; birden bire patlayabiliyordu. İç dünyalarda bilinç altında sürüp giden bu patlamaların sarsıntıları derin çatlaklar ve uçurumlar açıyordu.

Macera tutkunu dört kafadar genç, artık gittikleri gece kulüplerinde ve diskoteklerde yalnız ve özgür kadınlara profesyonel arkadaşlık ilişkileri kurmanın nimetlerinden yararlanmaya yönelmişlerdi. Her şey tıkırında gidiyor, eğlenip değişik kadınla tatlı maceralar yaşarken para kazanıp rahat ve lüks bir yaşam sürdürüyorlardı… Ne var ki; birkaç yıl geçince İstanbul’un o renkli, heyecanlı geceleri monotonlaşmaya, birlikte oldukları kadınların istekleri de can sıkıcı olmaya başlamıştı.

Arayış içinde kıvranıyorlardı ki; dört kafadardan birisi olan G.Ç. , sürekli gittiği bir gece kulübünde o güne değin hiç karşılaşmadığı türde bir kadınla tanışıverdi. İçkinin baş döndürücü sarhoşluğuna kapılan kadın. Ankara’dan İstanbul’a gezip eğlenmeye geldiğini ve bir milletvekili ile evli olduğunu anlatıvermişti.
İlk kez bir milletvekili eşiyle karşılaşıp birlikte olan G.Ç. kadınla sabahın ilk ışıkları ağarıncaya değin sohbet etmiş, siyaset arenasında olup bitenleri öğrenip şaşkınlıktan küçük dilini yutmuştu.
Sabah olup içkinin tatlı sarhoşluğundan sıyrılınca bir milletvekilinin karısıyla birlikte olmanın getireceği “tehlike”leri düşünmeye başlamış, bir an önce otelden çıkıp evine kavuşabilmenin selametli olduğunda karar kılmıştı.
Ancak; geceyi birlikte geçirdiği milletvekilinin karısı, kalması için ısrar ediyor, birkaç gün daha kalacağını ve birlikte olmak istediğini söylüyordu.

G.Ç. nin aklından silmeyi başaramadığı milletvekilinin karısının anlattıklarıydı. Ankara’yı ve oradaki gece kulüplerini düşlüyor, işin içinden çıkamıyordu! Acaba, Ankara’ya gidecek olsa, orada başarılı olabilir miydi?..
Dayanamayıp düşüncelerini arkadaşlarına anlattı. Dört macera tutkunu kafadar o gece sabaha değin kendi aralarında tartıştılar, uzun uzadıya planlar yaptılar, başlarına gelebilecek tehlikeleri düşündüler ve Ankara’ gitmeyi kararlaştırdılar.

Bugüne değin pek çok deneyim yaşamışlar, beklemedik anlarda karşılaştıkları her türden aksiliğin üstesinden gelip paçayı kurtarmayı başarmışlardı ya, ne olursa olsun yine bir çözüm bulurlardı.. bir sabah uçağa atladıkları gibi, kuş misali başkentte uçtular.
Otele yerleşir yerleşmez telefona sarılan “G.Ç.” İstanbul’da birlikte olduğu milletvekilinin karısını aradı ve Ankara’da olduğunu bildirdi. Çok beklememiş, maceraya ve aşka susamış kadın; ikidir hem bir çekirdek olmuş gülen gözleriyle gözlerinin içine bakmaya başlamıştı.. Birkaç gün sonra; birlikte çıkılan gezilere kadının arkadaşları da katılmaya başlamıştı… Ve “G.Ç.” arkadaşlarını devreye sokmakta gecikmedi. Her şey tıkırında gidiyordu. On gün geçmeden dört kafadar da, birer av yakalamayı başarmıştı. Milletvekilinin karısı, yine kendisi gibi milletvekili karısı olan üç kadın daha bulmuştu.
Sıkıfıkı arkadaşlıklarda kadın-kadına sohbetlerdeki fısıltılar ve yaşanan güzel anların tutkulu anlatımları, aşka ve ilgiye susamış arkadaşlarının da ilgisini çekmiş, tutkuları ve özlemleri ağır basmıştı.

Zaman içinde İstanbul-Ankara arasında yoğun bir kaçamak trafiği yaşanmaya başlamış, dört kafadar da, umduklarından daha çok para kazanır olmuşlardı.. Her şey rayında gidiyordu ki; para ve pahalı hediyeler karşılığında aşk satan dört kafadar, işi şımarıklığa döküp içinde bulundukları koşulları zorlamaya başladılar.
Uzaktan bir akraba olarak girip çıktıkları milletvekili lojmanlarında başka “kuşlar”ın da etini yemeğe kalkıştılar… Bu aç gözlülüğe kadınların “sezgileri” ve “kıskançlıkları” da eklenince; rotasında giden işler bir anda karışıvermiş ve içlerinden birisi oyunun “uzatmalarını” sürdürürken lojmanda bir milletvekilinin zamanlama hatasına kurban gidip yakalanmıştı!
Yaşadığı “şok”a karşın, soğukkanlılığını yitirmeyen milletvekili kocanın elinden güç kurtulan jigolo, canını kurtarıp lojmanlardan dışarıya çıkabildiğinde bildiği tüm duaları okuyordu. Arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’a hareket ettiler. Evlerinden içeriye girdiklerinde yakayı kurtardıklarına şükrediyorlardı. Nevar ki; kurtulamamışlardı.. Karısını “öldüresiye” döven milletvekili koca, jigoloların telefon numaralarını, adreslerini ve kimliklerini tespit etmiş, İstanbul’daki adamlarına bu dört “serseriyi” bir güzel benzetmeleri ve işlerini bitirmeleri talimatını vermişti.

İstanbul’a dönmelerinin ardından üç gün geçmiş, kapılarına “tekin” olmayan birtakım adamlar dayanıvermişti!
O gün, o çok sevdikleri evlerini terk edip izlerini kaybettirmeye çalıştılarsa da, birkaç gün sonra “belalı” adamlara yakayı kaptırdılar. “Bir daha Ankara’ya adımlarını bile atmamaları için” tekmelenmişlerdi. Dişleri ve kemikleri kırılmış, küçük bir ikaz almışlardı…
Ama; olsundu, onlar buna da şükrediyorlardı. Canlarından olmadıkları için kendilerini şanslı sayıyorlar, Tanrı’ya dua ediyorlardı.

G.Ç. bir ay kadar geçtikten sonra; Ankara’ya telefon açıp birlikte olduğu milletvekilinin karısına olup bitenleri anlatınca, kadın; ilk uçakla İstanbul’a gelmişti.
Onunda anlatacakları vardı. Olanlar, milletvekili lojmanlarında bir “bomba” gibi patlamıştı ama; hiç kimse bu konuda konuşmuyordu. Herkes her şeyi biliyor, fakat hiç kimse hiçbir şey bilmiyordu.
Milletvekili koca, karısının  koynunda yakaladığı gencin ardından bunalıma girmiş, pisikolojik tedavi görmeye başlamıştı. O gün karısını öldüresiye döverken, evinden taşan çığlıklar herkesin dikkatlerini çekmişti.
Aile içinde küçük bir anlaşmazlık diye düşünülmüşse de, nedeni hemen anlaşılmıştı. Milletvekili kafayı çekip dünyaya ve hayata kahrettiği bir gece yakın bir dost bildiğine başından geçenleri anlatınca, olay tüm Ankara’ya yayılmıştı.
Milletvekiline partisinin lideri bir sohbet anında “mesajı” vermiş, akıllı olmak gerektiğini söylemişti. Ve arkasından da, “Sabır, en büyük erdemdir” demeyi unutmamıştı!
Bu olayın milletvekili lojmanlarında bomba gibi patlamasının ardından kadının en yakın arkadaşları da, göz hapsine alınmışlar ve “mim”lenmişlerdi.
Fısıltılı konken partilerinin ençok konuşulan konusu: “Milletvekili Lojmanları”nı kendilerine iş sahası olarak seçen jigololar olmuştu.

İstanbul’a gelen “G.Ç.”nin müşterisi milletvekilinin karısının anlattıkları hiç de iç açıcı değil şeyler değildi. Artık görüşmemeliydiler!
Görüşmeleri  büyük riskti. Birbirlerine delicesine tutkundular, biran bile olsa ayrı kalmaya dayanamıyorlardı ama, olsundu. Sular durulana değin hiç görüşmemeliydiler. Ertesi gün erkenden İstanbul’dan Ankara’ya uçan milletvekilinin karısı, “son bahşiş” olan, kalın bir sarı zarfı eline tutuştururken, “Lütfen, artık beni arama” diyebilmiş, aşkını yüreğine gömmeyi yeğlemişti.
Profesyonel aşk çocuğu “G.Ç.” ve kendisi gibi “aşk çocuğu” olan arkadaşları, artık eskisi kadar cesur değiller. Bu yüzdende, yalnızca “dullara” hizmet veriyorlar.. Tabi artık eskisi kadar bol para kazanamıyorlar ve birlikte olmak zorunda kaldıkları kadınların yaş ortalamalarında artış var ama; “risk” sıfıra indiğinden, “ekmek parası” uğruna katlanıyorlar.

G.Ç. Bir süre sonra, Ankara’daki milletvekilleri bizi unuturlar. Ve ancak o zaman içimiz rahata erebilir. Şimdi eskiden iş tuttuğumuz ve pek çok müşterimizin olduğu gece kulüplerine gidemiyoruz. Ne olur, ne olmaz…Ama; bir süre sonra unutulur, kapanır gider. Seçimler yaklaşınca bizi akıllarından çıkartır, unuturlar” diyor.

Bizim jigololar milletvekili lojmanlarında yaşadıkları maceraları şimdiden “unutmaya” hazırlar, yeter ki başlarına bir şey gelip de, beklenmedik bir anda kamyon kazasına uğrayıp zamansız göç etmesinler. Hala tehdit edildikleri için, “diken” üstündeler.

Kemal Kaplan - KÖSTEBEK/JİTEM – MİT VE MOSSAD ÜÇGENİNDE TUNCAY GÜNEY İLE 240 GÜN (S. 325-333) (Stigma – 2010)