Şubat 2012

Susurluk'tan bu yana tutuklanan, cezası kesilen veya yargılanan, devlet görevlilerinin (MİT, emniyet, TSK) yargı karşısındaki savunmaları, "Biz emirlere uyduk. Üstlerimiz emretti biz de yerine getirdik" şeklindeydi. Üstelik bunların büyük kısmı MGK kararlarıydı.

Artık herkes biliyor ki; 90'larda terörle mücadele adı altında yürütülen yasa dışı çalışmalar; bunun içinde faili meçhuller, dönemin başbakanları, genelkurmay başkanları, kuvvet  komutanları ve OHAL valilelerinin emri ve izni ile olmuştur. Bir dönemin devlet politikalarını, devlet görevlileri yasa dışı da olsa yerine getirmişlerdir.

Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Ergenekon tutuklusu muvazzaf veya emekli subaylar yıllardır aynı savunmayı yapıyorlar.

Bir Allah'ın kulu savcı yada hakim çıkıp da "emri kimden aldınız" diye sormuyor. Emri verenler hakkında soruşturma başlatmıyor.

İktidar ortakları(!) bugüne kadar uyum içinde çalışmış olsalar da, Tayyip Erdoğan derinlik sarhoşluğuna kapıldığından bu yana ipler gerilmişti. Herkes ne zaman kopacağı  ve kopmanın ne şekilde olacağı hakkında bir süredir tartışıyordu.

Emniyet-Yargı ve MİT savaşıyla bu kopmanın nasıl yaşandığını artık gördük.

Bugüne kadar terör örgütü üyesi olmak veya yönetmekle suçlanan devlet görevlileri meramlarını bir türlü anlatamıyorlardı. Keser döndü sap döndü...

Şimdi meram anlatma sırası hükümetin emir verdiği ve bu emri uyguladığı için suçlanan MİT yöneticilerine geldi.

Hakan Fidan, Emre Taner, Afet Güneş hükümetin verdiği talimatı yerine getirmiş, PKK/KCK ile görüşmüştü.

CHP ve diğer muhalefet, MİT görevlilerinin yanında emri veren Erdoğan'ın da ifade vermeye çağırılmasını istiyor. Ancak Ergenekon ve diğer darbe teşebbüsü davalarda siyasi muhalefet aynı talepte bulunmamıştı.

                                                                            *****

Emniyet MİT'i, KCK içine sızmak ve KCK'nın bazı eylemlerini yönlendirmekle suçluyor. PKK'nın içinde MİT ajanlarının olduğu söyleniyor.

Siz saf mısınız? Veya biz saf mıyız?

Bunların içinde MİT olmazsa sorun var demektir zaten.

İstihbarat nasıl işler?

                                                                           *****

Bir de olaya şu çerçeveden bakalım: KCK, PKK'nın şehir yapılanması olarak lanse ediliyor. Ve MİT'çilere yöneltilen suçlamaların biri; bu örgüte ajan sızdırıp, örgüt faaliyetlerine katılması ve KCK'nın bazı eylemlerini yönetmesi. Şimdi KCK operasyonunu yöneten emniyete sorarlar: "Sizin istihbarat birimleriniz, KCK'ya sızmadı mı? Şayet sızmadıysa, bu emniyetin istihbarat zaafını ortaya koymaz mı?"

Emniyetin de KCK'ya sızdığını birçok kişi biliyor. geçmişte Emniyet DHKPC içine de sızmıştı. Hatta örgüt içindeki emniyet ajanları deşifre edilmiş ve bir inşaatta infaz edilmişti. Kamuoyuna  'DHKPC'de iç hesaplaşma' diye yansıtıldı. Ardından DHKPC bu olaya misilleme yapıp Mecidiyeköy'deki emniyet binasına roketle saldırmıştı.

Susurluk çetesinden emniyet müdürü Hüseyin Kocadağ'ın DHKPC lideri Dursun Karataş ile ilişkisine ise değinmeye bile gerek yok.

Osmanlı'da bile Abdülhamid'in ajanları, Abdülhamid karşıtı gruplara sızarak buradan aldıkları bilgileri Abdülhamid'e aktarmışlardır. Aynı yöntemi İttihad ve Terakki'nin de izlediği gibi, tüm dünyada istihbarat faaliyetlerinin bu şekilde yürütüldüğünü herkes bilir.

Devlet istihbarat birimleri, gerek sol, gerekse sağ örgütlerin içinde her zaman yer almıştır. İslamcı örgütler 28 şubat döneminde ve öncesinde aynı yolla kullanılmışlardır. İBDA-C, İslami Hareket, Aczimendiler ve Hizbullah bunlar içindedir.

Hatta 28 Şubatta öyle ileri gidilmiştir ki, emniyet, MİT, genelkurmay istihbaratlarının yanı sıra, dışişleri bakanlığı bile bazı görevlilerini İslamcı grupların içine sızdırarak, istihbarat çalışması ve fişleme yapmıştır.