Aralık 2012
Anadolu Selçuklu Devleti'nin Dağılmasıyla kurulan Beylikler - 2.Dönem Beylikler:
Anadolu Selçuklu Devleti'nin Dağılmasıyla kurulan Beylikler

















1. Karamanoğulları:
Konya ve Karaman yöresinde kurulmuştur. Kendilerini Selçukluların tek varisi gördüklerinden Osmanlılarla en fazla mücadele eden beylik olmuşlardır.
Not: 1277'de Karamanoğlu Mehmet Bey , ilk defa Anadolu'da Türkçeyi resmi dil ilan etmiştir.

2. Germiyanoğulları: Kütahya ve çevresinde kurulmuştur.

3. Aydınoğulları: Aydın, İzmir ve çevresinde kurulmuştur.
Not: Denizcilik alanında en ileri giden beylik oldular.

4. Karesioğulları: Balıkesir, Çanakkale ve çevresinde kurulmuştur.
Not: Denizci bir beyliktir ve Osmanlıların yıktığı ilk beyliktir.

5. Saruhanoğulları: Manisa ve çevresinde kurulmuş denizci bir beyliktir.

6. Candaroğulları (İsfendiyaroğulları): Kastamonu, Sinop ve çevresinde kurulmuş denizci bir beyliktir.

7. Menteşeoğulları: Muğla ve çevresinde kurulmuş denizci bir beyliktir.

8. Hamitoğulları: Eğirdir ve Antalya çevresinde kurulmuş denizci bir beyliktir.

9. Eşrefoğulları: Beyşehir ve çevresinde kurulmuştur.

10. Sahipataoğulları: Afyon ve çevresinde kurulmuştur.

11. İnançoğulları: Denizli ve çevresinde kurulmuştur.

12. Osmanoğuları: Söğüt, Domaniç ve çevresinde kurulmuştur.

13. Eretna Beyliği: Sivas merkez olmak üzere Orta Anadolu'da kurulmuştur.

14. Kadı Burhaneddin Beyliği: Eretna Beyliğinin yerine kurulmuştur.

15. Dulkadiroğulları: Elbistan ve Maraş dolaylarında kurulmuştur.
Not: Osmanlıların Turnadağ Savaşı ile yıktığı son beyliktir.

16. Ramazanoğulları: Adana ve çevresinde kurulmuştur.

Arama sözcükleri: Anadolu Selçuklu Devleti'nin Dağılmasıyla kurulan Beylikler, Türkiye Tarihi, 2.dönem beylikleri




Klişe bir lakırdı; “Senin özgürlüğünün başladığı yerde, bir başkasının ki biter.” Buna paralel bir soru sorayım, “Benim Haklarımın Başladığı Yerde Seninkiler Biter mi?”
Türkiye yıllardır hakların ve özgürlüklerin tartışıldığı ülke konumundan bir adım ileriye gidemediği gibi, hak ve özgürlük konusunu eline yüzüne bulaştırdı. Devlet geleneği olarak hak ve özgürlük fakiriyiz.
Son yıllarda bu yönde artan istekler, devleti bir şeyler yapma konusunda etken bir rol oynamasına itiyor ama; meleke eksikliği, yanlış adımlar atılmasına sebep oluyor. Medya da her zaman ki gibi aynı yanlışın peşi sıra seğirtiyor. Salatalığın(!) ardından, bir avuç tuzla koşuyor.

Kürt meselesi veya Kürt sorunu ya da terör sorunu, henüz doğru tanımlama bile yapılmamış olması olaydaki vahameti müşahede etmek açısından önemli. Devletin, yanı sıra medyanın da tanımını yapmakta zorlandığı sorunu, çözme aşamasında nasıl kıvrandığını ve yanlışlara gark olduğunu ibretle izliyoruz. Sadece izlemekle kalmıyor, toplumsal bölünme ve çatışma yaşıyoruz. Kılavuzumuz karga olduğu için…

Ermeni meselesi ve azınlıklar konusunda da durum farklı değil.

Kürtlere haklarını verelim derken, Türklerin ayağına basmak, “azınlık” kompleksiyle hareket ederken, “çoğunluğa” zulmetmek bundan olsa gerek.

Kürt meselesi, Ermeni meselesi, azınlık hakları vs. derken, öyle bir kamuoyu oluşmaya başladı ki, Müslüman-Türk tebaa artık kendini azınlık hissetmeye başladı. Türklük ve Müslümanlık utanılacak boyuta ulaşacak.
Kimse “AKP hükümeti var. Müslümanlar altın çağını yaşıyor” demesin. Büyük yanılgı olur. Başörtülü okula giderek veya İHL’lerin orta kısmını açarak, Müslümanlara hakları verilmiş olmuyor. Başı açık veya dindar olmayanlar da Müslüman olduğuna göre onların hakları ne olacak. Bu olaya partiler ve siyaset üstü bakın. Ne kadar çok yukarıdan bakarsanız o kadar çok şey görmeniz mümkün.
Zaten sorunumuz politik olmaktan kaynaklanıyor. Medya ve kanaat önderleri bizi politize ediyor. Her meseleye o gözlükle bakmaya başlayınca, istenildiği gibi üzerimizde mühendislik faaliyeti sürdürebiliyorlar.

İşte size bir örnek: Azınlık vakıfları için harekete geçen AKP neden Müslüman vakıfları için bir şey yapmıyor. 1935 yılında tüm vakfiyeler kamulaştırıldı. Sonra bir kısmı satıldı. Ermeni ve Rumlar kendi mallarının peşine düşmüş durumda. Ya Müslümanlar… 
Halkın kendi parasıyla yaptırdığı camilere ve vakfiyelere devlet nasıl el koyabilir. 

Koymuş zamanında. 

Azınlıklar haklarını geri alırken, İslamcı(!) AKP neden camilerin vakfiyelerini geri vermiyor. Hayırseverlerin, üzerinde alın teri bulunan vakıflara bağışladıkları gayrimenkulleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü nasıl olur da devlet adına işletebilir?

Her dönem, iktidar partisi hangi ideolojiyi savunuyorsa, tam tersini yapmıştır. Refahyol döneminde, Erbakan en çok dış anlaşmayı İsrail ile imzalamıştır. Egemen güçlerin Türkiye üzerindeki stratejisi budur.
Bununla ilgili küçük bir anekdot geçeyim: 1980’li yıllarda Günaydın Gazetesi’nin başyazarı olan araştırmacı-yazar Aytunç Altındal, Necmettin Erbakan’la bir görüşmesinde, Erbakan’ın kendisine, o günkü Hürriyet Gazetesi’nin manşetten verdiği haberi göstererek, “Aytunç bey, manşeti görüyor musunuz. Beni en iyi giyinen siyasi lider seçmişler. Ve manşetten vermişler.  Bu mason takımı, bizi iktidar yapacak ve orada boğacaklar” diye aktarır.

**********

Radikal Gazetesi’nde okuduğum haber yukarıda yazdıklarımı onaylar biçimdeydi. Onlar 'taş' değil çalınmış yaşamlar” başlıklı yazının girişinde, “Bir beyanname marifetiyle adeta devlet tarafından yağmalanan Ermeni vakıf mallarının tam bir dökümü yayımlandı. Manzara vahim.” deniyor.

Şimdi vahim manzara neymiş ona bakalım habere göre; Ermeni vakıflarına ait 661 adet taşınmaza değişik sebeplerle el konulmuş. Bunlardan sadece 143 tanesi, son 10 yıl içerisinde yapılan yasal değişiklikler sonucunda vakfına iade edildi.”

Kendi gasp edilen haklarını bilmeyen bir çoğunluk, azınlığın haklarını nasıl savunacak? ‘Kraldan çok kralcı’ içgüdüsü; ‘azınlıkları savunmak’ modasına uyarlandığında komik oluyor. Neden mi?... Haberi yapan Demet Bilge, Müslümanlara ait 1927 - 1972 yılları arasında 3 bin 900 vakıf eseri satılırken bunların 2 bin 815'ini camilerin oluştuğunu bilmiyordu. Biliyorsa bunu neden gündeme getirmiyor.

Nedeni bana göre basit.

AKP’ye küfretme ve muhalif olma o kadar çok pirim yapıyor ve bizi kahramanlaştırıyor ki, tarafsız bakış imkânsızlaşıyor.

Politize olmanın ülkeye verdiği yıkım…

Vatanseverliği AKP karşıtlığına endekslemek büyük yanılgı ve hata. Bizi at gözlüğüne mahkum eden zihniyet, aynı zamanda yıkımımız olacak.

Politize olmadan da VATANSEVER olabiliriz.

Radikal muhabiri Demet Bilge aynı refleksle, gasp edilmiş Müslüman vakıflarından ziyade azınlık vakıflarını gündeme getirmeyi evlâ bulmuş.

**********

Karaköy Perşembe Pazarı, Osmanlı’dan bu yana sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin önemli ticaret merkezlerinden biri. Bugün de kısmen aynı statüsünü koruyor. Şişhane’den Perşembe Pazarı’na girdiğinizde Karaköy’e doğru ilerlerken, deniz tarafında izbe ve yıkılmaya yüz tutmuş hanları görürsünüz. Halen ticari faaliyet hanların içinde devam etmektedir. Bu yapılar içinde bulunan Fatih Bedesteni'nin kapı girişinde, caddeden baktığınızda okunabilecek durumda olan bir kitabe mevcut. “İşbu Fatih Bedesteni Ayasofya Vakfiyesidir.”

Buna benzer binlerce vakfiye mevcut. Binlercesi 1934 yılında çıkarılan bir yasayla kamulaştırılmış. Ayasofya veya Sultanahmet camilerine ait, Trakya ve hatta Arnavutluk’ta bile halk tarafından bağışlanmış gayrimenkuller mevcut. Tarla, bahçe, bina vs. gibi.
Sadece camiler değil Osmanlı döneminde kurulmuş ve günümüze kadar varlığını sürdüren; padişahların, paşaların, hanım sultanların ve varsıl insanların kurduğu hizmet vakıflarının taşınmazları da aynı kaderi paylaşıyor.

Aynı dönemde kamulaştırılarak, satılan Selâtin camilerinin vakfiyelerine ait taşınmazların Hıristiyanlar tarafından alındığından daha önce söz etmiştim.
Zaman içinde yurtdışına giden ve yaşamını orada sürdüren gayrimüslimlerin, buradaki kiracılarına bir banka hesap numarası bıraktıklarını, kiracıların kira bedellerini söz konusu hesaba havale ettiklerini, hesap numarasının ise Papalığa ait olduğunun ortaya çıktığını ‘Camilerden Vatikan’a Para’ başlığıyla yazmıştım.
Bir Müslüman meşru yoldan elde ettiği bir gayrimenkulü, bir camiye bağışlıyor. Devlet bu mala el koyuyor. Sonra o mal üzerinde hiçbir hakkı bulunmayan bir gayrimüslime satıyor. Sonra o kişi de malını, kendi kutsalı olan Vatikan’a bağışlıyor. Hak, adalet nerede?

‘Çoğunluk’ olarak kendi gasp edilen hakkımızın hesabını soramıyoruz.

Ermeniler vakıf mallarıyla ilgili bir kitap hazırlamışlar.
Azınlıkların verdiği mücadeleyi anlamak için habere geri dönelim: “…… Oysa cümlelerdeki her bir kelime Türkiyeli Ermenilerin yüz yıldır yaşadıkları ‘hak gaspını’ ve buna karşı verdikleri sonu gelmez mücadeleyi ifade ediyor…. 1936 Beyannamesi’ne atıf yapılarak ‘2012 Beyannamesi’ adı konulan kitap 400 sayfadan oluşuyor. Ve şimdiye kadar İstanbul’daki Ermeni vakıf mallarına dair en geniş envanteri koyuyor ortaya.”

Ermeni vakıf eserlerinin envanteri niteliği taşıyan kitap, 2 yıllık çalışma sonucu ortaya çıkmış.
Kitabı, içlerinde Müslüman-Türkler’in de bulunduğu; Mehmet Polatel, Nora Mildaroğlu, Özgür Leman Eren ve Mehmet Atılgan’dan oluşan bir ekip hazırlamış. Prof. Dr. Hüseyin Hatemi önsöz yazmış. Kitap için bir web sitesi açılmış. Sitede 200 fotoğraf, haritalar, tapu belgeleri, vesair matbu evrak bulunuyor. Takdire şâyân bir çalışma.

Yukarıdaki ekip ücreti mukabilinde-Ermeniler’e olduğu gibi; Müslüman vakıfları için aynı çalışmayı yaparlar mı? Merak ediyorum. Önsözü yazan kişi için de teklifim aynı.

Anekdot: 2011’de çıkan ‘Kanun Hükmündeki Kararname’yle bazı taşınmazlar azınlıklara iade edildi. Müslümanlar için henüz söz konusu değil.

Kitaptan: “… Burada sözü edilen kurumlar, genci ihtiyarı, kadını erkeği, zengini fakiriyle, bu topraklarda yaşayan insanların birlikte var ettikleri değerlerdi. Haksızlığa konu olan mülkler, ibadethanelere, okullara, yetimhanelere, huzurevlerine, bütün bir topluma can veren maddi kaynaklardı. Türkiye Ermenilerinin toplumsal yaşantısı ve kültürü, bu ekonomik zemin üzerinde yükseliyordu…”

Yukarıda yazılan dramatik nesre aynen imzamı atarım. Elbette‘çoğunluğun’ gasp edilmiş haklarını da kapsayacak şekilde.

Camilerin bugün birtakım oluşumların eline geçmesi, sosyal ve ekonomik işlevlerini kaybetmesinden dolayıdır. Sosyal kurum olma statüsünü, vakfiyeleri elinden alındıktan sonra kaybeden camiler, veren değil cemaatine ‘el açan’ ibadethaneler haline gelmiştir.  
Zamanında imareti, bimarhanesi, okulu, hanı, hamamı, misafirhanesi ve diğer müştemilatıyla sosyal bir kurum olarak inşa edilen camilerimiz, günümüzde sadece ibadethane işlevi görüyor.

**********

Vakıf mallarına el konulması bu meyanda laiklik tartışmalarının aslında tam ortasında duruyor diyebiliriz. Laiklik bugüne kadar farklı bir bakış açısıyla tartışılmış, oysa sosyo-kültürel yönü hiç ele alınmamıştır.

Aslında Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman laik olmamıştır. 1923 yılında kurulan cumhuriyette, 1924 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Anayasada yapılan değişiklikle 1937 yılında “Türkiye Cumhuriyeti Cumhuriyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır.”  Eklemesi yapılmıştır. Devlet kurumu olarak Diyanet İşleri lav edilmemiştir.

Laik bir devletin din kurumu ve buna bağlı din adamlarının devlet memuru statüsü taşıması olması laiklik ile nasıl örtüşür düşünün...