Ocak 2017



Rusya’da ki Türkler’in ilk çocuk dergisi olan Âlem-i Sıbyân da ilk defa Mart 1906’da Tercüman’ın ilavesi olarak okuyucuya sunulmaya başlandı. Derginin yayımı düzensiz aralıklarla 1915’e kadar sürdü...

Tercüman Gazetesi'nin ilave olarak neşredilen mezkür risalesinin şimdilik yalınız 1911 ve 1912 sayılarını elde ettik. Bu da İSAAM Kütüphanesi'nin müdürü Mustafa Birol Ülker ve medeniyet, ilim adamı merhum İsmail Otar'ın kızı Belge Hanım'ın sayesindedir.

Doç. Dr. Tahir Kerim
Alem-i Sıbyan1911
Alem-i Sübyan_1912_40

kerimofftahir.blogspot


Emel Dergisi , 1 Ocak 1930 tarihinde Romanya'nın egemenliği altındaki Güney Dobruca'nın Hacıoğlu Pazarcık şehrinde Müstecib Ülküsal ve 9 arkadaşı tarafından çıkarılmaya başlanan fikir ve kültür dergisidir. Dergi Kırım Davası'nı Türk ve dünya kamuoyuna ulaştıran önemli bir basın organıydı. 

"Emel" dergisinin eski nüshaları ile paylaşan Kamelya Tekne Keskin hanıma büyükten büyük teşekkürlerimi Sunarım. Saygı ile 
Doç.Dr. Tahir Kerim. 
Dergilerin Türkçe nüshaları için...
http://www.emelvakfi.org/arsiv.asp (abone şartı aranmaktadır)


kerimofftahir.blogspot

Bugüne kadar 26 ağustos Büyük Taarruz ve 30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile ilgili savaşın planları, haritalar söyleşiler anılar dâhil her şey yazılmıştı. Tam da artık anlatılacak yeni bir şey yok derken; Atatürk’ün kendi defterlerindeki bazı notlar açığa çıkarılınca, başka bir açıdan yorumlama fırsatını yakalamış bulundum. Savaşı ele almadan önce birkaç hususu açıklamayı, konun anlaşılabilmesi açısından ihtiyaç görmekteyim.

Büyük Komutanın, Büyük Ordusunun, Büyük sonu

Öncelikle Atatürk’ün, henüz harp akademisindeyken tarihteki komutanların hayatlarını ve savaşlarını okuduğunu biliyoruz. Bunlardan birisi de hiç şüphesiz Napolyon’dur. Gazi’nin Napolyon’a karşı olan saygısını not defterlerinin birinde düştüğü şu paragraftan anlıyoruz;

- “Napolyon; yıldırımlardan müteşekkil bir meşimeden saha-i âleme düşmüş bir dâhidir. Hayatı top tüfek sadâlarıyla aks–i endâz bir sima... Kanlı derelere sahne-i cereyân olmuş bir zemîn ikbâl bulutlarına bir düşman ufuklar arasından geçti. Lâkin heyhat dünyada, en az devâm eden saâdettir. Bu parlak cihânın parlak güneşi olan o koca kumandanın Bahr-i muhîtin emvâc-ı siyahının müdhiş
darbeleri altında inleyen bir kara parçasında itmâm-ı enfâs ettiğini görmek ne mâtemi bir hâldir.”( Ali Mithat İNAN ATATÜRK’ÜN NOT DEFTERLERİ GÜNDOĞAN YAYINLARI)

Napolyon’a bu kadar saygı duyan talebe Mustafa Kemal, onun yenilmezlik unvanını elinden alan, Rusya seferinden ne kadar etkilendiğini de düşünmek gerekir. Napolyon yeniden Kıta Sistemine dâhil etmek maksadı ile yaklaşık 600 bin kişilik bir orduyla Rusya seferine çıkmıştır. Rusların sistemli geri çekilme taktiğinin başarısı sonucu, Napolyon’un büyük ordusu imha edilmiş, kendisi de beraberinde ki 1500 asker ile savaşı bırakarak geri dönmüştür.(24 Haziran-30 Aralık 1812).Napolyon’un bu yenilgilisinin sebeplerinden en önemlisi; Anavatandan uzakta olan ordusunu ikmal edememesidir. Avrupa’da ki savaşlarda kullanmış olduğu savaş taktiği olan, düşman ülkesinde işgal ettiği yerlerde ordusunun eksiklerini tamamlayarak ivedi ve süratli hareketi, Rusların Moskova’yı yakması sonucu işlevselliğini koruyamamış, Napolyon’un birliklerine barınma ve yiyecek bulma imkânı tanımamıştı. Büyük komutanın Grande Armée’si i, Rus gönüllü birliklerinin, köylülerin ve soğuğunda yardımıyla yok edilmiştir. Napolyon’un bu savaşta, yarım milyona yakın savaşçısını kaybettiği söylenir.

Sürat Birlikleri

Açıklamak istediğim bir diğer konu ise, Mustafa Kemal’in kuvvetlerinin sayısına baktığımız zaman görüyoruz ki, sadece tek bir kalemde yunan ordusundan üstündür. Savaşın gidişatı ve sonucunda etkisi olan bu üstünlük; atlı birliklerdir. 26 ağustos 1922 günü “5.282 Türk süvarisine karşı 1300 Yunan süvarisi “.(Belgelerle Türk tarihi dergisi, Editions 28-31, Menteş Kitabevi, 1999, sayfa 35) savaşa sürülmüştür. Mustafa kemal bunu bilinçli olarak yaptığını düşünmek gerekir. Çünkü daha önce tutmuş olduğu 20 numaralı not defterinde

-"Süvari tabyası; Hareket kabiliyyeti ve ateş kuvvetine müstenîd olmalıdır (dayanmalıdır).-
-Süvâri muhârebeden evvel bir vâsıta-i müdâfaa, muhârebeden sonra bir vâsıta-i taarruzdur:
- Ateş, süvâri muhârebesinin belli başlı ve kat’i bir nişanesidir” (göstergesidir) Nisan 1922“(Ali Mithat İNAN ATATÜRK’ÜN NOT DEFTERLERİ GÜNDOĞAN YAYINLARI.)

Almış olduğu bu notlar ile süvariler ile yapılan savaşları tetkik ettiği ve muharebedeki önemi hakkında fikirler edindiği bir gerçektir.

Büyük Taarruz öncesi yapılmış palana göre süvari birliğinin üstüne düşen görev; 

"5.Süvari Kolordusu, üç süvari tümeniyle Çiğiltepe ile Toklusivrisi arasından Ahır dağlarını aşarak Yunanlıların batı kanadını kuşatacaktı (Türk İstiklal Harbi, 1968: 16)"Sabah saat 10.00’a doğru dağları aşarak düzlüğe inen üç tümenin harekâtı Yunanlıları şaşkına çevirdi (BAL, 2007: 206). Süvari Kolordusu, bir tümeni ile Kırka’ya ve Çiğiltepe gerisine taarruz etti. İki tümeni ile de Düzağaç ve Balmahmut’a gitti, Başkimse’de Yunan taarruzlarını püskürttü. İzmir-Afyonkarahisar demiryolunu tahrip etti, telgraf hatlarını kesti ve geceyi ovada geçirdi. Türk süvarilerinin bu hareketleri Yunanlılarda moral bozukluğuna ve korkuya yol açtı (GÖRGÜLÜ, 1992: 22)." 

Görüldüğü üzere süvari kolordusunun asli görevlerinden biri de Yunan hatlarının gerisine sızarak ikmal yollarını kesmek böylece mühimmat ve erzak tedarik etmesini engellemektir.

Anadolu’da Ölümcül Yunan Uykusu

Büyük taarruz ile ilgili Türk ordusunun İmha planını anlatmadan önce Mustafa kemalin Yunanlılar hakkında ki düşüncelerini de öğrenmek gerekir.
Yine 18 numaralı not defterinden öğrendiğimize göre Atatürk ;

-“Ekâlliyetler servet ve sâmân içinde idi. Kardeş gibi geçiniyordu. Bunları câni yapan kimdir?”
Diyerek azınlıkların davranışlarını duygusal olarak anlamaya çalışırken,
-“Tarih, İngiltere Hükûmeti’nin böyle gülünç bir teşebbüse rapt-ı ümid etmesini (umut bağlamasını)hayretle kaydedecektir. ”Maskara bir kavmi, Türkiye’yi istilâ ettirerek cihangir yapmak”
-Tahribât, 3,5 sene evvel İngiliz Visamirali geldi, bizi iğfal etti. Yunanlılara teslim etti. Rıhtımda boğazlandı, zevkle seyretti “
-“Ölmez bu vatan. Batar Yunanistan “(Ali Mithat İNAN ATATÜRK’ÜN NOT DEFTERLERİ GÜNDOĞAN YAYINLARI.)

Notları ile de Yunan askerlerine ve devletine, Türk ve Müslüman ahaliye yaptıklarından dolayı duyduğu kırgınlığını belli etmekteydi.

Mustafa Kemal İngilizlerin savaşa müdahalesini tehlikeli gördüğünden Yunan ordusuna yapacağı taarruz ve imha planı gizli tutmakta kararlıydı. Yapılan hazırlıklar büyük bir gayretle savaşın gerçek hamisi İngilizlerden saklanmaktaydı. Çünkü ; 

İngiliz gizli servisinin, ne yapıp yapıp, Büyük Millet Meclisi'nin içine kadar sızdığı, hatta gizli oturum tutanaklarının bile İngiltere’nin başkenti Londra'ya gönderildiği; gizli kalması gereken bilgileri saklamanın ne denli zor olduğu biliniyordu”(Sadi Borak, “Mustafa Kemal Büyük Taarruz Gününü Bürün Dünyadan Nasıl Gizli Tuttu?”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S.17, C.V1, Mart 1990).Yunan ordusu da cephe hattında adeta uyutulmaktaydı.

".... her gün başarıyla gelişen saldırılarımızı resmi bildirimlerle önemsiz savaşlarmış gibi gösteriyorduk. Amacımız durumu elden geldiğince düşmandan gizlemekti. Çünkü, düşman ordusunun tümünü yok edeceğimize inancımız vardı. Bunu anlayıp düşman ordusunun tümünü yıkımdan kurtarmak isteyeceklerin yenin girişimlerine yol açmamayı uygun gördük".(a.g.e., s.494.).Olaylar gazetelerde taarruz basit çatışmalar gibi gösteriliyor; "Ağustos'a kadar yayınlanan haberler daha çok, çeşitli mıntıkalarda “keşif çatışması" olduğu biçimindedir. Özellikle de, Kocaeli, Sarayköy, Aydın mıntıkalarında ve Afyon cephesindeki çatışmalar halka sürekli duyurulmaktadır. (Hakimiyeti Milliye, "20,22,23,24,27 Ağustos 1922)."Ordunun saldırısını gizlemek için, gazetelerde Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın bir çay ziyafeti vereceği belirtilirken; yine başka bir haberde de ordu birlikleri arasında futbol karşılaşması yapılacağı belirtiliyordu.(Türk Devrim Tarihi -1Doç.Dr. Kemal Arı Basım: 5 Basım)"

Yunan kuvvetlerinin taarruzdan hiç haberi olmadığını tam manası ile bir rehavet uykusunda olduğunu ise

“General Trikopis 25/26 Ağustos gecesi Afyonkarahisar’da düzenlenen bir baloya katılmış olması (BAL, 2007: 206) Ve"Yunan ordusu başkomutanı Hadzianesti taarruz haberini 26 ağustosta Yunanistan'dan vapura binerken öğrenmiş (incedayı,1341;215) olmasından anlıyoruz.

Planlanan Son

Mustafa Kemal Sakarya zaferinden sonra yapmayı tasarladığı imha planını, orduyu tertip ve mühimmat tedariği maksadı ile bir müddet daha bekletmiştir. Plan zaferden bir sene sonra, 26 Ağustos günü sabah saatlerinde, cehennemi andıran bir taarruz ile başlayacak ve bu sahne ilerleyen günlerde Yunan ordusunun düşeceği durumun da bir önsözü olacaktır. 

Savaş esnasında Başkomutanın aklında tek bir şey vardır oda Yunan ordusunun imhası. 

Sabah karşı savaş yok edici bir Topçu ateşiyle başlayacaktı. “Gazi’nin yaveri Muzaffer Bey yanına gelerek, topçuların elinde bulunan cephanenin miktarı hakkında bilgi vermeye başladı. Plana göre, saldırıda önce Türk topçusunun düşman mevzilerini bombardıman etmesi tasarlanmıştı. Eldeki sınırlı cephane ile Türk topçusu saldırı başladığında üç dört saat boyunca sürekli ateş edebilecekti”. .(Türk Devrim Tarihi -1Doç.Dr. Kemal Arı Basım: 5 Basım) yine Mustafa Kemal in yaveri olayı "Topçularımız tesir ateşine geçiyorlar. Şarapnellerin yerini ihtiraklı tane ve tahrip mermileri almaktadır. Piyademiz siperlere yaklaşmak üzere. Düşman topçusu mânia ateşine başlıyor. Topçularımız tahrip ateşiyle düşman tahkimatını havaya uçuruyor. Kalecik sivrisi yanmaktadır. Fakat topçularımızda bir endişe... Tonlarca cephane su gibi akıp gitmektedir. Bir aralık cephane vaziyetini soran Başkumandan da, aldığı cevaptan üzüntülü... Büyük bir soğukkanlılıkla emrediyor: - Tek mermi kalıncaya kadar ateşe devam edilecektir! "-"Cephane ikmâlimizi düşmandan yapacağız (ATATÜRK'ÜN YAVERİ MUZAFFER KILIÇ'IN 30 AĞUSTOS ZAFERİNE AİT HATIRALAR) diye anlatmaktadır.

Düşmanın arkasına sızan Türk süvarileri Yunan ordusuna korku salarken aynı zamanda takviye ve ikmal denemelerinin önüne geçiyordu.30 ağustosta Türk ordusunun hücumları ile eriyen kılıç artıkları geri çekilmeye başlayınca

"30 Ağustos 1922 günü, Batı Cephesi Komutanı’nın, saat 06.00’da ordulara gönderdiği emirde şöyle deniyordu: Orduların görevi; Aslıhanlar Meydan Savaşı’nın bütün kuvvetleriyle ve hızla sonuçlandırılması, Dumlupınar’ın çabucak düşürülerek düşman çekilme yollarının tamamen kesilmesi ve İzmir doğrultusunda kovalamanın aralıksız sürdürülerek kurtulmuş olması umulan dağınık düşman kollarının da savaşa ve teslime zorlanmasıdır”.(MAHMUT GOLOĞLUMİLLİ MÜCADELE TARİHİ – IV CUMHURİYETE DOĞRU (1921-1922)© Türkiye iş bankası kültür yayınları 2006) 

Düşmanı, takip ve imhanın devam edeceğini Türk uçağının attığı Rumca şu bildiriden öğreniyoruz "Yorgunluktan bitap kalan Yunan askerleri her yerde teslim oluyor. Her tarafınız sarılmıştır, kaçamayacaksınız.” (Hakimiyet-i Milliye, "Zalim Kumandan ve Asker) .... , (4.9. i922).

“Aman vermeyen takip sonucu Türk piyadeleri de Süvarilerle beraber aynı gün İzmir’e girdiler. Böylece Türk birlikleri muharebe ederek her gün ortalama 50 km. yaklaşık olarak toplam 450 km. ilerlemiş oldu. Böylece Türk ordusu, 14 Ağustos’tan beri her gün yürüyüş yapmış ve 5 gün muharebe etmiştir.”(Dr. Selman YAŞAR Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü. Kaynak: Sosyal Bilimler Dergisi Cilt:10 Sayı:2 Ağustos 2008)

Yukarda anlattığım başlıklardan yola çıkarak, Büyük taarruzu tekrar kurgulayacak olursak; Mustafa Kemal Yunan ordusunu, Napolyon’un ordusuna karşı savaşan Ruslar gibi, önce Anadolu’nun içlerine doğru çekmiş, Napolyon’un düşmüş olduğu tuzağı uygulayarak, onları ana ikmal merkezlerinden uzaklaştırmıştır. Savaş esnasında da Yunan ordusunun kullandığı ikmal merkezlerini vurarak orduyu yiyecek ve mühimmattan yoksun bırakmıştır. Bundan sonra planın ikinci kısmına geçen Başkomutan Mustafa Kemal, bu sefer kendisinden överek bahsettiği Napolyon’un savaş taktiğini kullanmış, süratli manevralar ile askerin ikmalini savaş meydanından yaparak, Yunan ordusunu 15 gün içinde yok etmiştir.

Atatürk vefat ettiği ve konu ile ilgili henüz bilinen bir kaydı olmadığı için sonuç bölümü sadece bir kurgudan ileri gitmeyecektir. Fakat savaş anlattığım şekilde gelişmiş olsa bile, bu Mustafa Kemal’in dahi bir komutan olduğunun ispatıdır. Daha önce sadece kitaplardan okuduğu bir savaş planını almış ve 110 yıl sonra cephede uygulamıştır. Çünkü dahi komutanlar sadece fikir üretmez, daha önceden var olmuş fikirleri de kendi bulundukları çağa uygulayabilirler. Aynı Durum onlardan yıllar önce yaşamış başka bir dahi komutan Fatih’in, Umur Bey’in savaş taktiğini İstanbul’un fethinde kullanmasına benzetilebilir. Umur Bey Fatihten 115 yıl önce 

300 gemiden oluşan donanmasını karadan çekerek Mora girişindeki Germe Hisarı’na; dönüşte de Germe yakınında tekrar karadan geçerek İzmir’e ulaştıkları 1465 tarihli “Düstürname-i Enveri” adlı eserde anlatılmıştır”. (Konstatine Zhukov, Pîrî Reîs’in “Kitâb-ı Bahriye’si Işığında Umur Paşa Destanı, Tar. İnc.Der., Cil 22, Sayı 1,)



Mustafa Kemal Dumlupınar'da, Meçhul Asker Anıtı'nın temel atma töreninde konuşma yaparken; Büyük Taarruzu, savaştan tam iki sene sonra şu kelimler ile özetleyecektir;
….Akçaşar’da birinci ordu merkezine saat 9’dan önce varmıştım. Ordu komutanına bir taraftan cephenin yazılı emri emanet edilirken, ben de kendisine sözlü olarak durumu anlattım ve dördüncü kolordunun bütün tümenleriyle birlikte şiddetle, işte bu köyün, Çal Köyü’nün batısındaki düşmanın büyük kısmını kuşatacak şekilde savaşa zorlamasını emrettim. 
Ve ekledim ki, düşman ordusu mutlaka yok edilecektir…
Düşman kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen kuşatmak ve düşmanın inatla savunduğu savaş alanlarına, süngü saldırılarıyla girerek kesin bir sonuç almak gerekliydi. Bunun için bütün ordunun büyük özveriyle ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın, hatta gizliliğe bakmaksızın, ateş alanlarına girip düşman alanlarını sarsmasını istiyordum...
… On birinci tümenin kahraman komutanı Derviş Bey, kendi ileriye atılarak bütün kuvvetiyle düşman alanına ilerliyordu. Kolordu Komutanı Kemâlettin Paşa, güneyden ve batıdan düşmana saldırdığı diğer tümenlerine yeniden şiddetli ve hızlı hareketler için emirlerini ulaştırıyordu. İkinci Ordunun on altıncı ve altmış beşinci tümenleri düşmanla gerçek savaşa girişiyorlar, diğer tümenleri de kuşatma çemberini daraltıyorlardı. Bunları görüyordum. Atlı kolumuzun daha batıdan düşmanın arkasını kesmek üzere bulunduğunu bana haber getiren atlı subay söylemişti…

Arkadaşlar!
Saat ilerledikçe gözlerimin önünde gelişen manzara şu idi: Düşman başkomutanının şu karşıki tepede son gücüyle çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman alanlarında büyük bir heyecan ve telaş vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü kabiliyet kalmamıştı. Bu ovadan, kuzeyden ve güneyden birbirini izleyen vurucu hatlarımızın, batışa yaklaşan güneşin son ışıklarıyla parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu. Düşman alanlarını saran bir çember üzerinde yer almış olan bataryalarımızın aralıksız ve amansız ateşleri düşman alanlarını, içinde durulmaz bir cehennem haline getiriyordu. Güneş batıya yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda duyuluyordu. Bir zaman sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi. Karanlıklar içinde bu yıkım gerçekleşmeli idi. Gerçekten gökyüzünün karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara saldırdılar. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tam olarak yok olmuş perişan bir bakiyetüssüyuf (kılıç artığı) bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi çok korkan ve titreyen, şekilsiz bir kitle, tuhaf bir karmaşa halinde kaçmak için açıklık arıyordu. Artık gecenin koyulaşan ağırlığı, sonucu gözle görmek için güneşin tekrar doğudan doğmasını beklemeyi zorunlu kılıyordu…( Hakimiyet-i Milliye,: 31.08.1924)

Ali Kaya… Temmuz 2015





Son yıllarda bir kısım yanlı yazarlar Bryce-Toynbee’nin kitabının savaş zamanında Osmanlı İmparatorluğu ve müttefikleri aleyhine yanıltıcı bilgi verme kampanyasının bir parçası olduğunu iddia etmiş, Mavi Kitap’ın hiçbir akademik değeri olmadığını, sahte belgelere dayandığını ileri sürmüşlerdir. Ankara Üniversitesi Tarih Bölümü eski dekanlarından Enver Ziya Karal, kitabı “üzerinde durmaya değmeyecek” nitelikte “tek taraflı bir İngiliz propagandası” olarak bir kenara itmiştir.Türkiye’de Devlet Arşivleri eski genel müdürü İsmet Binark, “raporlarda sözde Ermeni katliamının kayıtları olarak sunulan olayların tamamı ... İngilizlerin Doğu dosyalarından alman yanıltıcı bilgilerden ibarettir,” diye yazmıştır. Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere Yapılan Muamele adlı yayın, “Gerçekle ilgisi olmayan, yanlı, Ermeni fanatizmiyle yazılmış, dünya kamuoyunu yanıltan katliam hikayeleriyle süslenmiştir.”Mim Kemal Öke bu çalışmanın, “Ermeni destekçileri tarafından ikinci ve üçüncü elden toplanmış Ermeni kaynaklarına ve belgelerine dayan-dığını”, Toynbee’nin kaynaklarını belirtmeksizin ve kaynaklar arasında bir karşılaştırma yapmaksızın, atıfta bulunduğu tanıkların ad ve soyadlarını bildirmeden tüyler ürpertici katliam sahneleri uydur[duğunu]” söylemiştir. Ona göre Toynbee “sözümona katliamları sanki kendisi kurbanlardan biriymiş gibi en ince ayrıntısına kadar” anlatmıştır.Hatta Şinasi Orel şöyle bir iddiada bile bulunmuştur: “Bu dönemde Anadolu’nun her köşesinde Alman, Amerikalı, AvusturyalI ve İsviçreli misyonler ve hayır kurumlan mevcuttu; sadece bu bile Ermenilerin maruz kaldığı herhangi bir kötü muamelenin dünyaya anında yayımlanmasına yeterdi.”Sonyel’in buradan çıkarımına göre, ne böyle raporlar, ne de böyle bir “yayın” vardı.

Ne var ki, bu giriş yazımızda da belirttiğimiz gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan yabancı uyruklu kişiler Ermenilerin imhasıyla ilgili bilgiler vermişler ve bu bilgiler Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere Yapılan Muamele başlıklı çalışmanın temelini oluşturmuştur.

Kitaptan


İndirme bağlanısı tıkla

Veya..

https://www.academia.edu/31058519/Ermeni_Soyk%C4%B1r%C4%B1m_Tezlerinin_Dayanaklar%C4%B1ndan_Mavi_Kitap.James_Bryce_Arnold_Toynbee_Osmanli_Imparatorlugunda_Ermenilere_Yapilan_Muamele_Mavi_Kitap_Gomidas_Institute_2009








Osmanlı ordusunun Birinci Dünya Savaşı’nda savaştığı cephelerde yaşananlara birinci elden tanıklık etmesi amacını taşıyan “Harp Mecmuası”nın ilk sayısı Harbiye Nezareti tarafından Kasım 1915’te (Teşrin-i Sani 1331) yayımlanmıştır.


Basılan her sayısında bir siyasal iletişim aracı olarak cephelerde yaşananlar hakkında haberler veren yayın, Osmanlı ordusunun Birinci Dünya Savaşı’ndaki varoluş mücadelesinin bir tarihi olma özelliğini de taşımaktadır.


Eserde yer alan Ziya Gökalp’ten Abdülhak Hamid’e dönemin önemli edebiyatçılarının cephelerdeki gözlemlerini paylaştıkları şiirler ve düz yazılar cephe gerisindekilerin moralinin yüksek tutulmasında büyük rol oynamıştır. Yoğun olarak kullanılan cephe fotoğrafarı da millî birlik ruhunu yükselten önemli bir itici güç olmuştur.


İlk dönemlerde düzenli olarak 15 günde bir yayımlanan mecmua sonraki yıllarda birkaç aylık kesintilerle yaklaşık üç yıl boyunca Haziran 1334/1918’e kadar basılmaya devam etmiş ve 27. sayıyla yayın hayatına veda etmiştir.


Çanakkale Zaferi’nin 100. yıl dönümüne ithafen o dönemin ruhunu daha iyi yansıtabilmek amacıyla mecmuanın yayımlanmış tüm sayılarının Osmanlıca ile mukayeseli tıpkıbasımı gerçekleştirilmiştir.


Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü olarak geçmişten yükselen mirasla geleceğe ışık tutmayı amaçladığımız bu yayın, iletişim alanında çalışmalar yürütmek isteyen araştırmacılar için de eşsiz bir kaynak olacaktır.



Dr. Cemalettin HAŞİMİ
BYEGM Genel Müdürü
canakkale2015.gov.tr



HARP MECMUASI SAYI 27




HARP MECMUASI SAYI 25 - 26




HARP MECMUASI SAYI 24




HARP MECMUASI SAYI 23




HARP MECMUASI SAYI 22




HARP MECMUASI SAYI 21




HARP MECMUASI SAYI 20




HARP MECMUASI SAYI 19




HARP MECMUASI SAYI 18




HARP MECMUASI SAYI 17




HARP MECMUASI SAYI 16




HARP MECMUASI SAYI 15




HARP MECMUASI SAYI 14




HARP MECMUASI SAYI 13




HARP MECMUASI SAYI 12




HARP MECMUASI SAYI 11




HARP MECMUASI SAYI 10




HARP MECMUASI SAYI 9




HARP MECMUASI SAYI 8




HARP MECMUASI SAYI 7




HARP MECMUASI SAYI 6




HARP MECMUASI SAYI 5




HARP MECMUASI SAYI 4




HARP MECMUASI SAYI 3




HARP MECMUASI SAYI 2




HARP MECMUASI SAYI 1































Gaspıralı İsmail'in  yayınladığı ve ilk nüshası 22 Nisan 1883’de basılan Tercüman, Kırım’da yayınlanan ilk Tatar gazetesi olmasının yanında,Çarlık devrinde yayınlanan Türk gazeteleri arasında en uzun süre (35 yıl) yayınlanması, etkisi, öncülüğü, ciddiyeti ve Usul-i Cedîd’e yaptığı hizmetler yönünden de en önemli gazetelerden biridir. Bu yönüyle İngilizlerin Times, Rusların Novaya Vremya (Yeni Zaman) adlı gazeteleri ile mukayese edilmektedir.

http://ismailgaspirali.org/ismailgaspirali/?p=147



Terciman 1884
Terciman_1884_no_22
Terciman_1884_no_23

Terciman 1885 
Terciman_1885_no_6
Terciman_1885_no_8
Terciman_1885_no_9
Terciman_1885_no_10
Terciman_1885_no_11
Terciman_1885_no_12
Terciman_1885_no_13
Terciman_1885_no_15
Terciman_1885_no_16
Terciman_1885_no_19
Terciman_1885_no_20

Terciman 1886 
Terciman 1886_no_28

Terciman 1889
Terciman_1889_no_28
Terciman_1889_no_29
Terciman_1889_no_35
Terciman_1889_no_36
Terciman_1889_no_37
Terciman_1889_no_38
Terciman_1889_no_40
Terciman_1889_no_41
Terciman_1889_no_42
Terciman_1889_no_43
Terciman_1889_no_44
Terciman_1889_no_45
Terciman_1889_no_46

Terciman 1891
Terciman_1891_no_1
Terciman_1891_no_14
Terciman_1891_15
Terciman_1891_no_22

Terciman 1892
Terciman_1892_no_1
Terciman_1892_no_2
Terciman_1892_no_3
Terciman_1892_no_4
Terciman_1892_no_5
Terciman_1892_no_6
Terciman_1892_no_7
Terciman_1892_no_8
Terciman_1892_no_9
Terciman_1892_no_10
Terciman_1892_no_11
Terciman_1892_no_12
Terciman_1892_no_13
Terciman_1892_no_14
Terciman_1892_no_16
Terciman_1892_no_18
Terciman_1892_no_19
Terciman_1892_no_20
Terciman_1892_no_23
Terciman_1892_no_25
Terciman_1892_no_34

Terciman 1893
Terciman_1893_no_12
Terciman_1893_no_14
Terciman_1893_no_16
Terciman_1893_no_18
Terciman_1893_no_23
Terciman_1893_no_24

Terciman 1894
Terciman_1894_no_1
Terciman_1894_no_2
Terciman_1894_no_4
Terciman_1894_no_6
Terciman_1894_no_7
Terciman_1894_no_48

Terciman 1895
Terciman_1895_no_10
Terciman_1895_no_15
Terciman_1895_no_16
Terciman_1895_no_17
Terciman_1895_no_18
Terciman_1895_no_19
Terciman_1895_no_20
Terciman_1895_no_21
Terciman_1895_no_22
Terciman_1895_no_23
Terciman_1895_no_24
Terciman_1895_no_25
Terciman_1895_no_26
Terciman_1895_no_27
Terciman_1895_no_28
Terciman_1895_no_29
Terciman_1895_no_30
Terciman_1895_no_31
Terciman_1895_no_32
Terciman_1895_no_33
Terciman_1895_no_34
Terciman_1895_no_35
Terciman_1895_no_36
Terciman_1895_no_37
Terciman_1895_no_38
Terciman_1895_no_39
Terciman_1895_no_40
Terciman_1895_no_41
Terciman_1895_no_42
Terciman_1895_no_43
Terciman_1895_no_44
Terciman_1895_no_45
Terciman_1895_no_46
Terciman_1895_no_47
Terciman_1895_no_48
Terciman_1895_no_49
Terciman_1895_no_50
Terciman_1895+bonus

Terciman 1896
Terciman_1896_no_6
Terciman_1896_no_10
Terciman_1896_no_13
Terciman_1896_no_15
Terciman_1896_no_17
Terciman_1896_no_21
Terciman_1896_no_22
Terciman_1896_no_24
Terciman_1896_no_26
Terciman_1896_no_27
Terciman_1896_no_28
Terciman_1896_no_29
Terciman_1896_no_30
Terciman_1896_no_31
Terciman_1896_no_32
Terciman_1896_no_33
Terciman_1896_no_35
Terciman_1896_no_36
Terciman_1896_no_37
Terciman_1896_no_38
Terciman_1896_no_39
Terciman_1896_no_42
Terciman_1896_no_43
Terciman_1896_no_46

Terciman 1897
Terciman_1897_no_1
Terciman_1897_no_1+bonus
Terciman_1897_no_2
Terciman_1897_no_2+bonus
Terciman_1897_no_3
Terciman_1897_no_4
Terciman_1897_no_5
Terciman_1897_no_5+bonus
Terciman_1897_no_6
Terciman_1897_no_7
Terciman_1897_no_8
Terciman_1897_no_9
Terciman_1897_no_10
Terciman_1897_no_11
Terciman_1897_no_12
Terciman_1897_no_13
Terciman_1897_no_14
Terciman_1897_no_15
Terciman_1897_no_16
Terciman_1897_no_17
Terciman_1897_no_17+bonus
Terciman_1897_no_18
Terciman_1897_no_19
Terciman_1897_no_20
Terciman_1897_no_21
Terciman_1897_no_22
Terciman_1897_no_22+bonus
Terciman_1897_no_23
Terciman_1897_no_23+bonus
Terciman_1897_no_24
Terciman_1897_no_24+bonus
Terciman_1897_no_25
Terciman_1897_no_26
Terciman_1897_no_26+bonus
Terciman_1897_no_27
Terciman_1897_no_27+bonus
Terciman_1897_no_28
Terciman_1897_no_28+bonus
Terciman_1897_no_29
Terciman_1897_no_29+bonus
Terciman_1897_no_30
Terciman_1897_no_31
Terciman_1897_no_32
Terciman_1897_no_33
Terciman_1897_no_34
Terciman_1897_no_35
Terciman_1897_no_36
Terciman_1897_no_37
Terciman_1897_no_38
Terciman_1897_no_39
Terciman_1897_no_40
Terciman_1897_no_40+bonus
Terciman_1897_no_41
Terciman_1897_no_41+bonus
Terciman_1897_no_42
Terciman_1897_no_43
Terciman_1897_no_44
Terciman_1897_no_45
Terciman_1897_no_45+bonus
Terciman_1897_no_46
Terciman_1897_no_47
Terciman_1897_no_48
Terciman_1897_no_48+bonus
Terciman_1897_no_49
Terciman_1897_no_50
Terciman_1897_no_51

Terciman 1900
Terciman_1900_no_38

Terciman 1903
Terciman_1903_no_1
Terciman_1903_no_2
Terciman_1903_no_3
Terciman_1903_no_4
Terciman_1903_no_5
Terciman_1903_no_6
Terciman_1903_no_7
Terciman_1903_no_8
Terciman_1903_no_9
Terciman_1903_no_10
Terciman_1903_no_11
Terciman_1903_no_12
Terciman_1903_no_13
Terciman_1903_no_14
Terciman_1903_no_15
Terciman_1903_no_16
Terciman_1903_no_17
Terciman_1903_no_18
Terciman_1903_no_19
Terciman_1903_no_20
Terciman_1903_no_21
Terciman_1903_no_22

Terciman 1904
Terciman_1904_no_1
Terciman_1904_no_2
Terciman_1904_no_3
Terciman_1904_no_4
Terciman_1904_no_5
Terciman_1904_no_6
Terciman_1904_no_7
Terciman_1904_no_8
Terciman_1904_no_9
Terciman_1904_no_10
Terciman_1904_no_11
Terciman_1904_no_12
Terciman_1904_no_13
Terciman_1904_no_14
Terciman_1904_no_15
Terciman_1904_no_16
Terciman_1904_no_17
Terciman_1904_no_18
Terciman_1904_no_19
Terciman_1904_no_21
Terciman_1904_no_22
Terciman_1904_no_23
Terciman_1904_no_24
Terciman_1904_no_25
Terciman_1904_no_26
Terciman_1904_no_27
Terciman_1904_no_28
Terciman_1904_no_29
Terciman_1904_no_30
Terciman_1904_no_31
Terciman_1904_no_32
Terciman_1904_no_33
Terciman_1904_no_34
Terciman_1904_no_35
Terciman_1904_no_36
Terciman_1904_no_37
Terciman_1904_no_38
Terciman_1904_no_39
Terciman_1904_no_40
Terciman_1904_no_41
Terciman_1904_no_42
Terciman_1904_no_43
Terciman_1904_no_44
Terciman_1904_no_45
Terciman_1904_no_46
Terciman_1904_no_47
Terciman_1904_no_48
Terciman_1904_no_49
Terciman_1904_no_50
Terciman_1904_no_51
Terciman_1904_no_52
Terciman_1904_no_53
Terciman_1904_no_54
Terciman_1904_no_55
Terciman_1904_no_56
Terciman_1904_no_57
Terciman_1904_no_58
Terciman_1904_no_59
Terciman_1904_no_60
Terciman_1904_no_61
Terciman_1904_no_62
Terciman_1904_no_63
Terciman_1904_no_64
Terciman_1904_no_65
Terciman_1904_no_66
Terciman_1904_no_67
Terciman_1904_no_68
Terciman_1904_no_69
Terciman_1904_no_72
Terciman_1904_no_73
Terciman_1904_no_74
Terciman_1904_no_75
Terciman_1904_no_76
Terciman_1904_no_77
Terciman_1904_no_79
Terciman_1904_no_80
Terciman_1904_no_81
Terciman_1904_no_82
Terciman_1904_no_83
Terciman_1904_no_85
Terciman_1904_no_86
Terciman_1904_no_87
Terciman_1904_no_88
Terciman_1904_no_89
Terciman_1904_no_90
Terciman_1904_no_91
Terciman_1904_no_92
Terciman_1904_no_93
Terciman_1904_no_94
Terciman_1904_no_95
Terciman_1904_no_96
Terciman_1904_no_98
Terciman_1904_no_99
Terciman_1904_no_100
Terciman_1904_no_101
Terciman_1904_no_102
Terciman_1904_no_103
Terciman_1904_no_104

Terciman 1905
Terciman_1905_no_1-110

Terciman 1906
Terciman_1906_no_1-146

Terciman 1907
Terciman_1913_no_258
Terciman_1913_no_259
Terciman_1913_no_260
Terciman_1913_no_261
Terciman_1913_no_270
Terciman_1913_no_273
Terciman_1913_no_278
Terciman_1913_no_279
Terciman_1913_no_280
Terciman_1913_no_286

Terciman 1914
Terciman_1914_no_34

Terciman 1915
Terciman_1915_no_186-188, 198-201

Dr.Doç. Tahir Kerim'e teşekkür ederiz

http://kerimofftahir.blogspot.com.tr/