Şubat 2017

Manastır'daki Rus başkonsolosu Rostkovkiy her zaman âdeti olduğu üzere, elinde kamçısıyla cadde ve sokaklarda dolaşırdı. Rastladığı Türk askerlerine hakaret ederdi. Hatta döverdi.

Bir gün, bir resmî binanın kapısında nöbet bekleyen Türk askerine saldırdı. Askeri kamçıyla dövmeye başladı. Sebebi kendisine selam verilmemesiydi. Bizim asker dayanamadı, silahını çekip başkonsolosu öldürdü. Aslında asker vazifesini yapmıştı! Fakat ne oldu dersiniz?..

Sultan’ın(II. Abdülhamid) iradesiyle “Divan-ı harb” kurularak gecikmeden başladı.Harp Divanı kuruldu; hem başkonsolosu vuran Halim adındaki asker, hem de o sırada kapıda bulunan olay ile alakası olmayan Türk askeri idama mahkûm edildi.

Üzerinde Osmanlı üniforması bulunan ve hakarete uğradığı, dövüldüğü için kendisini savunan Türk askerini, bizim yüce Osmanlı Devletimiz, yabancılardan çekindiği için darağacına gönderdi. Harp Divanı'nda Enver Bey de görevliydi. Hiçbir şey yapamamanın ezikliğini, o da, o gün gördü.

Ve iki Türk askeri asıldı.

İşte Makedonya'da bulunan zabitlerin gönüllü, koşarak İttihat ve Terakki'ye girmemizi hızlandıran olay budur..

Teşkilatin İki Silahşörü Soner Yalçın

Buradan İndiriniz

Olayın Akademik İncelemesi


Doç.Dr.Hasip Saygılı

http://dergipark.gov.tr/download/article-file/105762
................
Rusya Kraliyet arşivinde Şerif Paşa’nın bu başkaldırı(Kürtler Bitlis’te ayaklandılar) ile ilgili bir mektubu saklıdır. Mektup 16 Nisan 1914’te Paris’ten Rusya Dışişleri Bakanlığı’na yollanmıştır. Liberal Parti imzalı beş sayfadan oluşan mektup Fransızca yazılmıştır.

Mektubun yazılış amacı üç nedene dayandırılmıştır.
Birincisi, Şerif Paşa Kürt özgürlük mücadelesinde Rusya’nın rolüne dikkat çekmiştir;
ikincisi, Rusya’nın başkaldırı önderi ve arkadaşlarına sahip çıkıp Mele Selim’i Türklere vermemelerini talep etmiştir;
üçüncüsü, Kürtlerin Ermenilere ve düzenlenecek reformlara karşı olmadıklarını bildirmiştir.
...............

Belge No: 1 Şerif Paşa’nın Rusya Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı mektup:

Sayın Bakan; Şu an Avrupa Türkiye’nin yapacağı reformları bekliyor. Ama Osmanlılar Kürtlerin Bitlis’teki başkaldırılarını bahane ederek Avrupa toplumunu kandırmaya çalışıyor. Bu başkaldırının asıl sebebini size bildirmeyi üzerime vazife sayıyorum. Türkiye’de reform istemeyen yok ama Osmanlılarda bu devlete, İttihat ve Terakki idaresine hiç kimse güvenmiyor. Hiç kimse devletin anayasayı değiştirip onaylamak istediğine inanmıyor. Türkiye’de, legal ve illegal tüm devlet yetkileri İslamı ortadan kaldırmak istiyor düşüncesi iyice yerleşmiş. Tarafsız gözlemcilerin bildirdiğine göre, aslında halk fanatik değil, ama dinlerine bağlı. Halk, dini yok sayacak hiçbir lideri benimsemez ve ona karşı çıkar. İttihat ve Terakkiciler iktidar oldukları sürece halk arasında kargaşa ve hoşnutsuzluk eksik olmayacaktır.

Kürt toplumu içinde Ermeni düşmanlığı asla yoktur. Başkaldırı lideri Mele Selim, Bitlis papazına yazdığı mektupta Ermenilere karşı hiçbir kötü emellerinin olmadığını ifade etmektedir. Verdiği beyanatta başkaldırının Ermenilere değil, devlete karşı yapıldığını dile getirmiştir. Öte yandan başkaldırının hedefi yöresel değil, geneldir. Kürtlerden sonra Araplar ve Türkler de başkaldıracakları tehdidinde bulunuyorlar. Bu olaylar Osmanlıların manen ve madden dağılışını hızlandıracaktır. Eğer reformlar toplum içinde muteber, İslama karşı olmayan kadroların eliyle gerçekleşseydi memnuniyetle karşılanırdı. Müslümanların İttihat ve Terakki’nin en iyi reformlarını kabul etmeleri bile çok zor görünüyor. Tekrar etmekte yarar var; başkaldırı hükümete, İttihat ve Terakki komitesine ve perde arkasındaki gizli (derin) devlete karşı yapılmıştır. Eğer Avrupalı hükümetler, imparatorluğun tümden çöküşünü istemeyip reformların gerçekleşmesini istiyorsa, İttihat ve Terakki komitesini desteklemekten vazgeçsin. Türkiye’nin birliği için en büyük tehlike, bu komitedir. Avrupa, Türkiye’de Müslüman halk tarafından benimsenecek olanların iktidara gelmesine destek vermelidir. Sayın bakan, en derin saygılarımı ve en iyi dileklerimi sunuyorum.

Liberaller Birliği General Şerif Paşa 16 Nisan 1914

Bu makalenin yayımlandığı gazeteler: Armanc gazetesi, 1993, sayı 140 ve Dengê Azadî, 1995, sayı 36.

Kürt Halk Tarihinden 13 İlginç Yaprak 
Celîlê Celîl

Çeviren 
Hasan Kaya

B - Mahayana Kutsal Literatürü 

Mahayana mezhebi, Hinayana gibi homojen bir mezhep değildir. Öğreti ve uygulamaları bakımından birbirinden oldukça farklı Madhyamika, Lamaizm, Yogacara, Çin ve Japon Budizmi gibi muhtelif alt mezheplerin genel adıdır. Bundan dolayı Mahayana kutsal literatü­rü Sanskritçe, Tibetçe ve Çince kaleme alınmış, çoğu Pali metinlerinin yorumu niteliğindeki yüzlerce eserden oluşur. Meselâ “Kanjur” ve “Tenjur” bölümlerinden oluşan Tibet Kanonu, 1750 tarihli Narthang edisyonu esas alındığında, birincisi 98, İkincisi de 224 cilt olmak üzere toplam 322 ciltlik devâsâ bir koleksiyondan oluşur. 

Çince Kanon da benzer şekilde, yüz ciltlik bir koleksiyondur. Üstelik bu eserler Mahayanistler’in
hepsini bağlamaz.Bununla birlikte, Sanskritçe kaleme alman şu dokuz eser, zaman zaman Mahayana Kanon diye de isimlendirilir:
1. Astasahasrikaprajnaparamita: Milâdî III. asrın başlarında kompoze edildiği düşünülen ve çoğu zaman sadece Prajnaparamita olarak adlandırılan bu eser, birbodhisattvada bulunan altı mükemmel özellik üzerinde durur.
2. Gandavyuha: Mahayana Budizmi’nin efsanevî bodhisattvalarm dan Bodhisattva Manjusri’nin faziletlerini anlatan bir eserdir. Sunyata, dharmakaya ve dünyanın bodhisattvalar aracılığıyla kurtuluşu öğretileri açısından önemli bir eserdir.
3.
Dasabhumisvara: Milâdî 400 yıllarında kaleme alındığı düşünülen bu eserde, bireyi budalık mertebesine ulaştıran on basamak hakkında ayrıntılı bilgiler
yer alır.
4.
Samadhiraja: “Meditasyonun kralı” anlamına gelen bu eser, Bodhisattva'yı en yüksek aydınlanmaya kavuşturan muhtelif meditasyon basamaklarını tanımlayan bir diyalogdur.
5. Lankavatara: Milâdî 400 yıllarına tarihlenen bu eser Yogacara ekolünün görüşlerini ele alır.
6. Saddharma-Pundarika: Lotus-sutra adıyla meşhur olan bu metin, Mahayana Budizmi’nin en eski eserlerinden biridir ve milâdî I. asra tarihlenir. Özellikle Buda’yı bütün semavî varlıkların ötesinde sayısız asırlar yaşamış ve yaşayacak olan yüce bir varlık olarak tanımlaması veSsravakalar (Buda’nın öğretilerini dinleyip uygulayanlar), Pratyekabuddalar (kendi çabalarıyla nihaî kurtuluşa ulaşan, fakat merhametleri olmadığı için bildiklerini başkalarına anlatmayanlar) ve boddhisattvalar (başkalarını acı ve sıkıntılardan kurtarmak için mutlak hikmet ve merhamete ulaşmaya yemin edenler) şeklindeki geleneksel üçlü ayırımı değiştirerek “Bütün Budistlerin tek hedefi vardır; o da, budalıktır” görüşüne yer veren ilk kaynak olması dolayısıyla Budizm tarihi bakımından önemlidir. Eserdeki anlayı­şa göre herkes Buda olabilir.Şüphesiz doktrinel bakımdan basit oluşu ve anlatımındaki canlılık ve sadelik
de onun popülerlik kazanmasında etkilidir. 
T’ien-t’ai ve Nichiren-shu ekollerinin temel kutsal metnidir.

7.
Tathagata-garbha-sutra: Mutlak aydınlanma kapasitesinin her varlıkta bulunduğunu ve bunun pek
çok bireyde örtülü olduğunu anlatan kısa bir eserdir.

8. Lalitavistara: Buda’nm hayatını ve eylemlerini mutlak hakikatin insan bedenindeki sıradan eylemleri gibi gören ve bunları Tanrı’nın yeryüzündeki maceraları şeklinde tanımlayan bir eserdir. Özellikle Buda’nın hayatına dair edebî eserler için önemli bir referans
kaynağıdır.

9. Suvarnaprabhasa: Konuları kısmen felsefî, kısmen de efsanevîdir. Tantra âyinlerini ele alır...

DOĞU DİNLERİ
Ali İhsan Yitik  




Türkiye'de gizli musikiler daha düne kadar cereyan ettiği gibi bu kitapta anlattığım gizli oyunlar da düne kadar cereyan etmiş olduğu halde ne ilim adamlarımız ve ne de bu uğurda uğraştıklarını gördüğümüz ve bildiğimiz halkıyatçılarımız bunlardan haberdar değillerdi. Bu hususta bâzı düşünceler, yalnız, görünüşe saplanıp kalıyor ve ondan öteye gidemiyordu. Nitekim kitapta sebepleri teşrih edildiği gibi Türk dînî oyunları’nın herkesin huzurunda icra edilmiş olan Mevlevî sema’larından ibaret olduğu zannediliyor ve bunların, halktan ayrı Aristokrat bir zümre olan  Mevlevî’sâlikleri tarafından Türk Şâmânîylik ; oyunlarından kaldığı aykırı mütalealarla iddia ediliyordu.

Bu küçük risale, Şâmânîylik den kalma oyunların hangileri olduğunu ve Türkiye’ye nasıl girdiğini ve kimler tarafından nasıl icra edildiğini yerli yerine ve cerhi kabil olmayan delillerle göstermek için yazılmıştır

Buradan İndiriniz...


ADI : Tehlikedeki Türk Dilleri
EDİTÖRLER : Prof. Dr. Süer Eker, Prof. Dr. Ülkü Çelik Şavk
TANITIM YAZISI
            UNESCO 2016 Hoca Ahmed Yesevî Yılı anısına ve Bağımsızlıklarının 25. Yılında Türk Cumhuriyetleri onuruna, Uluslararası Türk Akademisi ve Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığının destekleriyle hazırlanan “Tehlikedeki Türk Dilleri” kitabı 4 cilt olarak yayımlandı.
“Tehlikedeki Türk Dilleri” projesi; dünya gündeminden nispeten uzak kalan az nüfuslu ve az konuşurlu Türk halklarını, onların dillerini ve kültürlerini bir arada, ortak ana başlıklar halinde ele almayı, tanıtmayı, bilgi ve belgeleri kamuoyu ile paylaşmayı ve bu yolla tehlikedeki Türk dilleri ve kültürleri konusundaki farkındalığı ve duyarlığı geliştirmeyi, sonraki kuramsal çalışmalar, dokümantasyon çalışmaları, yeniden canlandırma vb. diğer faaliyetler için müşterek bir akademik zemin ve platform oluşturma amacıyla yayımlanmıştır.
Kitapta 26 ülkeden 130 bilim insanının telif ve tercüme toplam 132 özgün yazıyla yer aldığı 4 ciltlik kitap seti; süreli yayın, web sitesi vb. “Tehlikedeki Türk Dilleri” adlı geniş kapsamlı projenin bir parçasıdır. Kitap seti 3 ana bölümden ve 4 ciltten oluşmaktadır.
Bu çalışmada yer alan “Tehlikedeki Türk Dilleri”ni belirlemede temel ölçüt olarak UNESCO’nun Tehlikedeki Dünya Dilleri Atlası (UNESCO Atlas of the World’s Languages in Danger) esas alınmıştır. Atlas’ta Rusya Federasyonu’nda konuşulan Türk dillerinin, Tatarca dışında, Başkurtça, Çuvaşça ve Yakutça dâhil, tamamı farklı düzeylerde tehlikede gösterilmiştir. Atlas’ta yer almayan Çin Kazakçası, Çin Kırgızcası, Avrupa’daki yerli ve göçmen Tatar ve Başkurt vb. Türk dilleri de aynı şekilde proje kapsamına dâhil edilmiştir.
Öz deyişi “Son Sesler Kaybolmadan” olan projede, Çin’in kuzeydoğusundaki Fu-yü Kırgızcasından, Avrupa’nın en batısında Litvanya Karaycasına; Taymır yarımadasında konuşulan Dolgancadan, Basra körfezinin doğu kıyılarına yakın İran coğrafyasındaki Kaşgaycaya değin az nüfuslu, az konuşurlu Türk dilleri ele alınmaktadır. Yazıların tamamı bilimsel çalışma yaşamının önemli bir bölümünü bu projede ele aldığı Türk diline adayan yazarların kaleminden çıkmıştır. Yazarların önemli bir bölümü aynı zamanda ele aldığı dilin konuşurudur.  Proje makalelerinin dilleri, sayı bakımından İngilizce başta olmak üzere Türkçe, Rusça, Kazakça, Özbekçe vd. Türk dilleridir.
kaynak

http://www.ayu.edu.tr/yayin_detay/190/tehlikedeki-turk-dilleri



7 Haziran 1880 tarihli Vakit gazetesinde polisin tarifi .
(Transkripsiyonun Aslı: Belge 28 • Sayfa: 409)

Devlet-i ʻAliyyeʼde dahi Avrupaʼnın her tarafında olduğu gibi polis teşkîlâtına sarf-ı mesâʻî olunmakda ise de (polis) ne demek vezâifi neden ʻibâret olduğu bilinmek lâzım geleceğinden buna dâir maʻlûmât-ı muhtasıranın iʻtâsı münâsib görüldü. (Polis) kelimesi Latince (politeia) ve Elinikaca (polisia) lafzalarından mehûz olub idâre-i belediyye maʻnâsına ise de muahharen kesret-i istiʻmâli hesâbıyla ʻalâ-tarîkiʼt-tagallüb şehr ve belde maʻnâlarına vazʻ olunmuşdur

.........

Bir cinâyetin vukûʻundan sonra mücrimi tevkîf etmek de polislerin salâhiyyeti efrâd-ı ahâlîye tefevvuk eder. Meselâ bir cinâyetin vukûʻunda polis hâzır olmayıp muahharen istimâʻ ederek sû-i zann tahtında olan mücrimi tevkîfe salâhiyyet verecek kendince esbâb-ı taʻyîn ve tahdîdi vukûʻunda mücrimi ruhsatsız tevkîf eder ise de esbâb-ı mezkûrenin beheme-hâl muvâfık-ı ʻakl ve hikmet olması iktizâ eder.

...........

Müttehim bir hânede ihtifâ edib polis kapıyı çaldıkda kapı güşâd olunmaz ise kapıyı kırmağa memûr olsa da fakat şu salâhiyyeti her töhmette icrâya mezûn olmayıb şûriş îkâʻıyla muharrik-i fesâd olanlar ve cerh ve katl gibi cinâyât-ı cesîme ile müttehem bulunanlar hakkında icrâ edebilir.



 
 ​
 

 
 
 
 


1736 senesinde İran'da Nadiriye Devleti'ni kurmuş olan Nadir Şah, ilk iş olarak Mogan'da bir kurultay toplamış ve İran'ın önde gelenlerinden devlet başkanlığı için biat almıştır. Bilahare Osmanlı Devleti ile barış yaparak ülkesinin geleceğini sağlama almayı amaçlamıştır. Nadir Şah bu esnada İran ülkesini topyekûn Ehl-i Sünnet Mezhebi'ne kazandırmış olması karşılığında Osmanlı Devleti'nden bir jest beklemekteydi. O jest ise, mensubu bulundukları Caferiye Mezhebinin Osmanlı Devleti'nce beşinci mezhep olarak Ehl-i Sünnet'e dahil edilmesi ve Harem-i Şerif'te bu mezhep için bir rükün tahsis edilmesiydi. İran tarafı bu konuda oldukça ısrarlıydı. Nadir Şah'ın, Ehl-i Sünnet'e dahil olma fikrindeki bir diğer saik de doğuda büyük bir tehdit unsuru olan Afganlılarla iyi geçinme çabasıdır. Osmanlı Devleti, bağlı bulunduğu Hanefi Mezhebi'nden kaynaklanan fıkhî zorunlulukları gerekçe göstererek Nadir Şah'ın birbiriyle bağlantılı bu iki talebini kabul etmemiştir. Ancak süreç içerisinde Nadir Şah'a ve ricaline gönderilen mektuplarda oldukça dikkatli ve yumuşak bir üslup kullanıldığı fark edilmektedir.

3 Numaralı Nâme-i Hümâyûn Defteri'nde derlenmiş olan toplam 71 adet yazış- ma, ağırlıklı olarak Nadir Şah dönemini ihtiva etmekteyse de Alikuli Han'ın kısa süren saltanat naipliği dönemine ait yazışmalar da mevcuttur. Defterin son iki hükmü ise Afgan Ahmed Şah'tan III.Mustafa'ya gelen ve cevaben mezkûr şâha gönderilen namelerdir




II. Meşrutiyet yıllarında yayınlanan dergiler arasında; içeriği ve yayın politikası ile özel bir yere sahip olan ve çağdaşlarına göre uzun soluklu bir yayın hayatına sahip olan Şehbâl dergisi, İttihat ve Terakki’ye yakın aydınların çıkarmış olduğu bir dergidir. Derginin yazar kadrosu incelendiğinde bu durum açıkça görülür. Dergi yayın politikasında, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gerçekleştirmeyi hedeflediği kültürel değişim programına destek verecek türden yazıların ve fotoğrafların yer aldığı görülmektedir. Dergi, 1909-1914 yılları arasında yüz sayı olarak yayınlanmıştır.

Şehbâl incelendiğinde; bu dergide özellikle, kadın haklarına, teknolojiye, tıbba, sanata, siyasete ve toplumsal konulara değinen makalelere geniş yer ayrıldığı görülmektedir.

Şehbâl’in sayfa düzeni ve baskı güzelliği yalnızca yurt içinde değil yurt dışında da takdir görmüş, 1911’de İtalya’nın Torino şehrinde düzenlenen fuarda altın madalya verilmiştir


KAYNAK

Türkiyat Mecmuası, C. 23/Güz, 2013 Mustafa SELÇUK

İslam Ansiklopedis cilt: 38; sayfa: 424

PDF YAZAN KUTUCUKLARA TIKLAYIP İNDİRİNİZ

1. Jahrgang (1325-1326)