Articles by "Osmanlı Dağılma Dönemi"
Osmanlı Dağılma Dönemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster





Sadrazam ve bazı nazırlar "Goeben" ve "Breslau"un. tarafsızlık kuralları uyarınca ya kırk sekiz saat içinde Çanakkale Boğazı'ndan çıkmaları ya da silah ve toplarını teslim etmeleri gerektiğine inanıyorlardı.
Toplanmış bulunduğumuz odaya yeniden gelen Said Halim Paşa, Wangenheim'ın bu teklife son derece öfkelendiğini ve müttefik sıfatıyla böyle bir davranışa hakkımız olmadığı kanısında bulunduğunu söylediğini bildirdi. Bunu yine uzun görüşmeler izledi ve sonuçta Wangenheim'a karşı kullanılacak dil ve Türkiye'yi hemen savaşa sokmamak için başvurulması gereken araç ve çözüm yolları hakkında bir karara varıldı. Sadrazam bu haberi bizzat bildirmek istemedi. Halil Bey ve ben elçinin bulunduğu salona giderek kendisine tereve yüzünü ter kaplamıştı. O anda Halil Bey'in aklına gemileri satın almak geldi ve Wangenheim'a bunu önerdi. Bazı tereddütlerden sonra Wangenheim bu öneriyi kabul etti. Gemilerin satışı yalnızca bir gösteriş değil, gerçekti. Bundan sonra elçilerle Bulgaristan'ın nasıl kazanılması gerekeceği üzerinde görüşmeler yapıldı ve elçiler de bizim görü­ şümüze katıldılar. Nazırlar heyeti, R 1dislavov ile görüşmek üzere Halil Bey'le beni Bulgaristan'a göndermeye karar verdi. Dış görüntüyü korumuş olmak için Yunanistan'a, Adalar sorununu görüşmek üzere Bükreş'te görüşmelere başlanması önerilecekti. Yunanistan bu öneriyi kabul ederek Zaimis ve Politis'i Bükreş'e gönderdi. Sofya'ya varışımızda Radislavov'u Türkiye ile ittifaka eğilimli bulduk. Genadiev'in aracılığıyla elçilikte görüşmelere başlandı ve böylelikle herhangi bir saldırı karşısında birlikte savunmaya geçilmesini sağlamak üzere kaleme alınan antlaş­ ma metni, padişah tarafından onaylanma hakkı saklı kalmak şartıyla, tarafımızdan imza edildi. Bulgaristan'ın savaşa katılmak istediği böylelikle kesinleşmişti. Radislavov yalnızca vakit kazanmak ve Rusya yanlılarına karşı kamuoyunu kendi yanına çekmek istiyordu.



Talat Paşa'nın Anıları Alpay Kabacalı TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI


Savaş öncesi ve savaş döneminde Alman teknik yardımının Çanakkale savaşının kazanılmasında azımsanmayacak derecede payı vardır. Ayrıca Çanakkale Cephesi için oluşturulan 5 inci Ordu Komutanı’nın bir Alman Mareşal olduğu gözden uzak tutulmalıdır. Kara muharebelerinde savunma taktiği konusunda Genelkurmay kaynaklarındaki aleyhte bazı eleştirilere rağmen, Ordu komutanının kendine ait plan ve tasarrufunun olması gayet doğaldır. Eğer çekince söz konusu olsaydı -herhalde- Osmanlı Genelkurmayı böyle bir uygulamaya baştan engel olurdu.

Özetle Türk-Alman birlikteliği Çanakkale muharebeleri için güzel bir örnek oluşturmuş olmasına rağmen, bu gündemle ilgili -spekülasyonlardan uzak- Türk ve Alman arşivlerinde ortak araştırmalar yapılarak konunun daha da olgunlaşması sağlanmalıdır.

Çanakkale Savaşı Almanlar, Ahmet Esenkaya


Buradan Okuyunuz



Çanakkale Muharebelerine Alman Bakışı ,Ramazan Çalık


Buradan Okuyunuz



Alman Subaylarının Hatıralarına Göre Çanakkale’de Mustafa Kemal , Ergin AYAN


Buradan Okuyunuz

Çanakkale Zaferi Üzerine Alman İddiaları ; İSMET GÖRGÜLÜ


Buradan Okuyunuz


ALMAN KAYNAKLARINA GÖRE ÇANAKKALE SAVAŞI VE ZAFERİ,NECMETTİN ALKAN


“Bütün âlem-i İslâm’ın yalnız bir derdi var: Kaht-ı Ricâl! 

“Âlem-i İslâm’ın herhangi noktasına bakılsa, hep nazar-ı teessüfe çarpan, rehbersizlik, muktedir adamların fıkdânıdır. Lâkin emin olmalı ki, beşeriyet için bundan daha şedîd felaket olamaz. Bir hey’et-i içtimâiyeyi teşkil eden efrâd, ne derece müstaid ve hamiyyetli olursa olsun, şu güzel evsâfı hayır ve terakki yoluna imâle edecek rehberler olmazsa, o içtimâiyet de sefalet ve mihnetten kurtulamaz”.

“Tarihin en büyük hadiseleri, hep birer ikişer adamın isti´dat ve sevkine göre zuhura gelmiştir. Vâkıan bu hususda muhitinde büyük dahli varsa da, muhit, şahıs olmayınca, bir fikr-i mücerredden ibaret kalır. Muhitin istihzarâtına da bir mecrâ bulan, bir can veren yine eşhasdır.” (...)

“İşte bugünkü âlem-i İslâm’ı zebûn ve mahkum eden şey de büyük adamlar yetiştirmemesi, rehbersiz kalmasıdır. Nazarımızı umumiyetten hususiyete çevirecek olursak, zavallı memleketimizin de en elîm derdi, rehbersizlik ve kaht-ı ricâl olduğunu görürüz”. 

“Evvelce derdimiz bu idi. Şimdi de derdimiz bundan ibarettir. Şu son bir sene zarfında duçâr olduğumuz büyük hasarlar, bi-hasebi’t-tahlîl, kaht-ı ricâl belasıdır.”

“İdaresi Eflatun’ları şaşırtacak kadar zor olan bu memleketi sekiz on tecrübesiz ve iktidarsız gençlerin cebren idareye kalkışması, ânâsır-ı müslimeyi gücendirmesi, gayr-ı müslimleri hoşnut edememesi nihayet memlekette ihtilaller meydana getirdi. Arnavutluk ayaklandı. Ordu yine inkisama yüz tutmuş olan vatanı kurtarmak için müdahele etti. İnhisarcılar bir kabine teşkilinden aciz kalmaları üzerine sükut ettiler. Hiçbir fırkaya mensup olmayan bir hey’et-i vükelâ teşkil edildi. Gayr-i meşru bir surette dağılan meclis tatil olundu. Lâkin bütün bu fecâyi´ efkâr-ı şahsiyye ile meşbu olanların insaf ve mürüvvetini celb edecek yerde nifak ve şikâkı hod-gayeye götürdü.”

“Bu bâbta kimseye henüz söz anlatmak mümkün değil. Herkes hakkın kendi elinde olması iddiasında, bu münazaalar, bu ihtiraslar, bu rezaletler ne vakit bitecek? Burasını kestirmek mümkün değildir. Hâtır-ı pürmelâle Nasreddin Hoca’nın yorganı hikayesi geliyor. Yorganların, vatan izmihlaliyle bitmesi endişesi var.” Memleketin içinde bulunduğu karışık ortamın temelinde çıkar çatışmasının yattığı, hatta dış kaynaklı güçlerin parmaklarının olduğu açık şekilde dile getirilir. Ancak tüm bu gerçeklerden milletin habersiz olduğu ve söylenenlere inandıklarına işaretle, “Ve hâlâ zavallılar inanıyor! Artık şu hâle karşı ne denilebilir? Yapacak şey, bir duâdan başka ne olabilir? Bin türlü musîbetlerin açamadığı gözleri, acaba birkaç kuru nasihat açabilir mi? Doğrusu, her mütefekkir bilâ irâde şu hasbihali söylüyor”:

“Ya dehre gelmeseydim, ya aklım olmasaydı!”

(Hikmet, nr. 76, s.1-2)
Motif Akademi Halkbilimi Dergisi / 2012-2 (Temmuz-Aralık) (Balkan Özel Sayısı-II) 263
A. De La Jonquiere’e Göre Sultan Abdülhamid Han Dönemindeki Nüfus Dağılımı Ve Tahminleri (1881)…

Nüfus sayımları ve tahminleri hakkında doğru ve tam bilgiler edinebilmek tarihçiler açısından daima büyük bir sorun olmuştur. Batılı kaynaklar özellikle de Fransızlar işlerine geldiği ve çıkarlanna uyduğu şekilde sayım sonuçlan ve tahminleri yayınlamışlardır. Buna rağmen günümüzde de dikkate alman bazı kaynaklar vardır. Bunlardan biri de A. De La Jonquiere tarafından yazılmış ve ilk baskısı 1881 ’de yayınlanmış olan “Histoire de l’Empire Ottoman” adlı kitaptır. (Paris, Librairie Hachette). A. De La Jonquiere, İstanbul’da askeri okullarda ders vermiş bir tarih profesörüdür. Jonquiere’nin aktardığı bilgilere göre Sultan Abdülhamİd Han’ın saltanatının ilk yıllannda Osmanlı İmparatorluğu’nda takribi nüfus dağılımı şöyledir. (NOT: Yazar bu sayılara Mısır, Bosna-Hersek ve Bulgaristan’ı özellikle almadığını çünkü bu bölgelerde yaşanan iç ve ters göçler nedeniyle elinde kesin sayılabilecek rakamlar olmadığını belirtmiştir.) Jonquiere, Osmanlı etnik yapısını 7 ana grupta ele almıştır. Bunlar ;

1. Grup: Türkler
Osmanlılar 9.700.000
Türkmenler 300.000
Rumlar 2.100.000

2. Grup: Yunan-Latin Asıllılar
Tzintzares (Valak) 900.000
Arnavut 1.300.000

3. Grup: Slavlar
Bulgarlar 1.500.000
Suplar 150.000
Kazaklar 32.000

4. Grup: Gürcüler
Çerkezler 700.000
Laz 5.000

5. Grup: Hint Asıllılar
Çingeneler 212.000

6. Grup: Fars/lran Asıllılar
Ermeni 2.300.000
Kürt 1.000.000

7. Grup: Semitler
Arap 4.000.000
Dürzi 310.000
Maronit 482.000
Süryani 73.000
Keldani 233.000
Yahudi 150.000
Yahudi-Dönme 8.000



Jonquiere, dinlere göre de bir tahmini dağılım vermiştir. Buna göre Osmanlı İmparatorluğu’nda 1881 yılı itibariyle 16.730.000 Müslüman vardır. Bunlardan 9.700.000’ü Sünni, 1.500.000 Vehhabi ve sadece 30.000’i Şii’dir. Hristiyan sayısı ise şöyledir. Toplam: 8.030.000. Bunun 3.167.000’i Ortodoks ve yaklaşık 3 milyon kadarı da çeşitli kiliselere bağlı Katolik’tir
Aytunç Altındal-Kültür Kiloyla Satılmaz
Genç Osman 1618-1622 yılları arasında tahtta kalmış, idealist fikirlere sahip, ancak tecrübesizliğinin kurbanı olan bir padişahtı. Düzeni bozulan yeniçeri ocağını kaldırma fikrini ulu orta söyleyince isyan eden yeniçeriler tarafından saraydan alınarak önce Aksaray’daki Et Meydanı’na ve oradan da Yedikule Zindanları’na götürülerek feci şekilde boğulmuştur.

İkinci Osman’ın en büyük zevklerinden biri de ata binmekti. En gözde hayvanı da öyle görülüyor ki “Sisli Kır” adını verdiği atıydı. Bu hayvanın ölümü genç padişahı derinden etkilemiş ve Üsküdar’da babası Birinci Ahmed zamanında yaptırıldığı sanılan Kavak Sarayı’nın bahçesine sevgili atını gömdürmüştür.Genç Osman’ın atının 96 santim uzunluğunda ve 62 santim genişliğindeki mezar taşında










Zıll-i Hakk (Allah’ın gölgesi) Hazret-i Osman Hân’ın
Sisli Kır nâm (isimli) atı öğülmüştür
Emr-i Yezdân ile mevt irişecek (Allah’ın emriyle ölüm gelince)
Bu makam içre (buraya) o gömülmüştür

yazıyor. Ama, atın isminin doğrusunun “Süslü Kız” olduğu ve Genç Osman’ın, atının ölümünün verdiği acının tesiriyle cenaze emrine Osmanlıca’da “vav” harfiyle yazılan “Süslü” kelimesini “vav”ı unutarak “sis”li diye yazdığı; “kız”daki “z”nin noktasını koymayınca da “kız” sözünün “kır” olduğuna ve ortaya “Sisli Kır” diye bir atın çıktığına inanılıyor...

Genç Osman’ın atının mezar taşı kaybolup gideceği endişesiyle 1900’lerin başında Üsküdar’da bulunduğu yerden kaldırıldı ve Gülhane’deki Çinili Köşk’e nakledilip depoya kondu.

Dünyadaki ilk ve tek at evliyasının türbesi bir zamanlar Üsküdar’da idi

Kaynak;

Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası XV/9 (86)

Genç Osman ve Sevgili Atı Sisli Kır’ın Mezarı
genelturktarihi.net

Murat Bardakçı
Haber Türk 01 Ağustos 2013 Perşembe





1807 -1917 arasındaki 111 yılda 5 Türk - Rus Savaşı'na sahne olan Kars, bu arada 3 Rus işgali (1828, 1855, 1877) ile, 3 korkunç Rus kırgını (1828, 1877, 1915) görmek felaketine uğramış, maddi ve manevi varlığından çok nesneler yitirmiştir. 3 Mart 1878 Yeşilköy Antlaşması ile "savaş tazminatı" yerine Çarlığa bırakılan ve 3 Mart 1918 Brest - Litowsk Antlaşması ile Bolşevik Rusya'dan geri alınan Kars ili, "Büyük - Ermenistan" hayali ile Ruslar'm ortaya çıkartıp şımarttığı Ermeniler'in fesat ve tecavüzleri ile de 1905'ten beri karşı karşıya kalmıştı.

Kasım 1917 başlarında Bolşevik idaresinin Rusya'ya hakim olması ile, geniş bir silahlı teşkilata kavuşup, yüze çıkmaya başlayan Ermeniler, Doğu - Türkiye'deki yerli Türkleri kırarak azaltıp yok etmek suretiyle bir "Ermeni çokluğu kurma" gibi pek kanlı ve vahşi bir siyaset güttüler. 

Erzincan'dan Ahılkelek ve Borçalı'ya kadar ki, 1918 Ermeni Mezalimi arasında, Kars'ın başına gelen korkunç ve acıklı felaketler ile, 1919 -1920 arasındaki bu gibi faciaların belgelere dayanan anlatımı, bugün nüshaları resmi kütüphanelerimizde bile bulunmayan ve 1918 -1921 arasında : İstanbul, Erzurum, Batum ile Kars'ta basılmış 7 risaleden Karslılar'ın ve gelecek nesillerimizin öğrenmesi için, bu derleme eseri yayınlıyoruz...

Buradan İndiriniz...





Türkiye kamuoyu Ermeni sorununa ilişkin ancak tek taraflı, resmi bir bilgilendirmeye sahip. 1915 yılında ne oldu sorusuna verilen yanıt ise; "soykırım olmadı" , "karşılıklı çatışmaydı", "savaş hali vardı" , "önce onlar saldırdı" biçiminde yani olayların inkarından çok nitelik ve niceliğini tartışmaktan ibaret.
Peki , karşı tarafın tezleri ne? Bu, Türkiye kamuoyunca hiçbir zaman ayrıntılı biçimde öğrenilemedi.(Arka Kapak)
Buradan İndiriniz..





Aram Andonian'ın (Andonyan Belgeleri'nin) 1920'de yapılan Fransızca ilk baskısı.Belgelerin incelemesi daha önce paylaştığımız Ermeni Mitomanyası-Erich Feigl isimli kitabın 102. sayfasinda..

Buradan İndiriniz
Kitabın Almanca baskısından sonra, iki önemli tecrübem oldu. Birincisi, Katolik Mekitaristlerle ki burada söylenenle hiçbir ilgileri yoktur — bir toplantı sırasında karşılaştığım Orta Avrupa Ermeni Ortodoks (Gregoryan) Kilisesin de çok üst bir mevkideki bir görevli benim yüzüme
 "Nasıl olur da beş para etmez Türkleri, ölmüş Ermenilere karşı kitabında güzelmiş gibi gösterirsin!" dedi. Yanlış anladığını zannedip ne dediğini sorduğumda, daha şiddetli bir şekilde "Evet, beş para etmez Türkler, dedim" dedi. 
Ermenilerin tarihe bakışını işte bu cümle sanki özetliyor gibi. Bu bizim için şaşırtıcı olmamakla beraber, gerçekleri yansıtmadığı da kesin.

Bu kitap ve film için ön araştırma yaparken, geniş bir bakış açısıyla kaynak toplamak istediğimden işim pek de kolay olmadı. Bunu yaparken, kendilerine karşı en derin saygılarımı sunduğum insanlarla tanıştım: Örneğin; İstanbul Ermeni Apostolik Patriği Snork Kalutsyan Hazreti ve yine İstanbul'daki Ermeni Hastanesi'nin doktor ve hemşireleri. Bu kimselerin adını burada, öğretim görevlisi entelektüellerden, Ermeni çiftçilere ve onların, Franz Werfel'in meşhur ettiği Musa Dağı'nda yaşayan ailelerine kadar birçok asil Ermeninin yerine zikrettim. Elbette, araştırmalarım sırasında başka birçok kişiyle tanıştım. 

Özellikle Ermeni Zoryan Enstitüsü Başkanı Dr. Gerard Libaridian'ı da anmak isterim. Dr. Libaridian ile Cambridge, Massachusetts'deki ofisinde uzun saatler geçirdik ve çok ilginç konuşmalar yaptık. Dr. Libaridian, zeki, hayat dolu, bilgili, becerikli ve kendine güvenen biri. Onunla yaptığımız konuşmaları konu alan bir oyun bile yazılabilir.  Bu konuşma sırasında, ev sahibimin en ateşli ifadelerini sürekli not aldım. Birçok defa sözde "Andonian Belgeleri"nden bahsetti.  Dr. Libaridian'ın bu belgelerin uydurma olduklarını bildiğini düşünmek makul gözüktüğünden, konuyla ilgili tek bir kelime üzerinde zaman harcamak istemedim. Konuşulacak daha ilginç birçok konu vardı. Ama özellikle, Aram Andonian'ın kitabı ve bu kitabın belgeleri üzerinde durdu. Sonunda, 
"Ama Dr. Libaridian, benim gibi siz de biliyorsunuz ki, `Andonian Belgeleri' uydurmadır," demek zorunda kaldım.  Dr. Libaridian'un, sitemkâr cümleme verdiği kısa ve net cevabını ve yüzündeki ifadeyi hiç unutmayacağım: " Ee ? " 
Buradan İndiriniz 




Elinizde tuttuğunuz, gerçeğin ışığıyla, Batı'nın öne sürdüğü savları çürüten bir kitap, bir Fransız Avukatının 1915 Ermeni olaylarıyla ilgili nesnel ve başarılı savunması olmanın ötesinde, Türkiye'yi asılsız savlarla suçlayanlar için hazırlanmış bir iddianemedir. Avukat George de Maleville, Ermeni soykırımı savını belgelerle çürütmekle de kalmıyor, Fransa'nın diktiği "Kin Anıtı"nın" ... Bayağı bir düşüncenin ürünü" olduğunu vurgulayarak tarihe not düşüyor.

Maleville konuyu her aşamada belgelere dayanarak inceliyor. Bilgi ve belge için İstanbul'a geldiği ianlıyoruz. "İstanbul'a giderek tüm kentte oturan Ermeni toplumu ziyaret ettik ve yüzlerindeki ifadeyi inceledik. Hiçbir yerde, Türkler'le sürekli olarak birlikte yaşayan Ermenilerde hiçbir korku duygusuna rastlamadık. Pazar yerlerinde, limanda bulunan lokantada, iki toplum arasındaki bağlılık tamdır ve burada Paris'ten göç etmiş toplumlar arasındakinden çok daha içtenlikli bir sempatiyle sürmektedir. (Arka Kapak)



Türk Aleminin tarihçisi olarak, hiç kuşkusuz ki tarafgirliğimden kuşkulanır ve ben tarihçi olarak, bundan kuşku duymamaya çalışıyor, bundan bağışık olmadığımı belirtmeye cesaret edemiyorum. Ne olursa olsun, tarafgirliğin Türkiye'nin düşmanlarında eksik olmadığını bilecek kadar iyi bir mevkiideyim. Bu yüzden, burada duygulanmı gizteyeceğim. Hiç­ bir konuda, kendimi ne yargıç, ne de jüri üyesi olarak görmüyorum. Ancak, üstad Maleville'in tutumunun, özgür bir insanın, moda ve akımlara aldırmadan, söylemek istediği şeyi açık bir biçimde ve yü­ reklilikle söyleyen bir kişinin tutumu olduğunu kuşkusuz söyleyebilirim ve onun düşündüğü şeyin, vicdani hakkı için, gerçek olduğuna inanırdım. Herkesin görüşünü açıklayabilmesi demokratik ülkelerin bir onurudur. İnsanlığın bu onurunu herkes gerçekleştirebilir. Tanrı bile kullarına kendisine hayır deme hakkını vermemiş midir?

Önsözden

Jean " Paul ROUX

CNRS'da Araştırma Müdürü




Kitaba, "Ek Başvuru Kaynakları" adıyla bir bibliyografya da eklendi.Önde gelen Ermeni araştırmacılarca hazırlanan üç bibliyografyanın dışında, A.B.D. eski Büyükelçisi Henry Morgenthau'un anı­ları gibi aşırı ölçüde Ermeni yanlısı olup bir hayli etki yaratmış olanlara da listede yer verildi.

Bibliyografyamızda Aram Andonyan'ın 1920 yılında üç dilde yayımlanan ve "soykırımın gerçekliğini kanıtlıyor" dediği sözde "resmî Osmanlı belgelerine" dayanan kitabı da bulunuyor. Bunları oluşturan gizli Ermeni yazarlarının parmak izleri niteliğinde maddî hatalar, tartışma dışı bırakılan gerçekler ve çelişkilerle dolu bu "belgelere", tutuklayıp Malta adasma götürdükleri 144 Türk ileri gelenini yargılayabilmek için Osmanlı arşivlerini ve başka kaynakları araştıran İngilizler bile itibar etmemişlerdi......

Bu konuyu bitirirken, şu gerçeği gözden uzak tutmamalıyız ki, Birinci Dünya Savaşında Anadolu'da aynı toprak için çatşan iki milliyetçi akım karşı karşıya gelmiştir. Büyük ve çağdaş Orta Doğu tarihçisi Bernard Lewis'in sözleriyle bu mücadele "taraflar eşit olmasa da, yaşamsal konular üzerine verilmiş bir mücadeledir". Herhangi tarafsız bir gözlemcinin tahmin edeceği gibi, mücadeleyi 1.5 milyon (belki de, daha az) Anadolu Ermenisi değil, 14 milyonluk Anadolu Müslümanları kazanmaya mahkûmdu. Tüm ilgililer için talihsiz olan cihet şudur ki, isyanı başlatan ve bu nedenle isyamn sonucundan sorumlu olması gereken Ermeni ihtilâlciler ne yansızdır, ne de gözlemcidir.
Ömer İzgi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı


Buradan İndiriniz

....Burada, hayali bir Ermenistan vaadiyle Ermenileri Osmanlı Devletine karşı kışkırtan Rusya'nın kendi ülkesinde Ermenilere nasıl muamele ettiğini ve asıl niyetlerinin ne olduğunu kısaca belirtmekte yarar görüyoruz. Rusya Kafkaslara indiğinde Kafkas Ermenilerini Ruslaştırmayı ve ortodokslaştırmayı öngören bir politika izlemeye başlamıştır. Bu amaçla 1836'da Polijenia kanunu çıkarılmış Eçmiyazin Katolikosluğunun yetkileri kısıtlanmış, Katolikos tayini Çarın görev alanına girmiştir. 1882'de Ermeni gazeteleri ile okulları kapatılmış, 1903'de ise bu kez Ermeni kilisesi, kurum ve okullarının mal varlığına el konulmuştur.

Özetle, Rus Dışişleri Bakanı Lebonof Rostowski'nin ünlü deyimiyle "Ermenisiz bir Ermenistan" hedef alınmıştır. Bu deyimin, son yıllarda, bazı Ermeni yazarlarca Osmanlı Yönetimine atfedilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu husus da Ermeni propagandasımn karakteri hakkında belirgin bir fikir verebilmektedir.

Rusya'nın Ermenilere yaptığı baskı ve zulüm gerek Ermeni, gerek yabancı yazarlarca ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Biz şu iki örneği vermekle yetiniyoruz: Ermeni tarihçi Vartanyan Ermeni Harekätımn Tarihi adlı kitabında şunları yazmaktadır:

"Osmanlı Ermenisi Çarlık Rusyası Ermenisine göre gelenek, din, edebiyat ve dil itibariyle tamamen serbestti."
Edgar Granville de "Rus mezalimine karşı Ermenilerin tek sığınağının Osmanlı Devleti olduğunu" kaydetmektedir.Rusya'nm asıl niyeti Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurulmasını sağlamak değil, bu toprakları ilhak etmektir. I. Dünya Savaşı içinde yapılan Osmanlı İmparatorluğunun paylaşılması anlaşmalarında Ermenilerin üzerinde muhtar bir devlet kurmayı hayal ettikleri topraklar Rusya ve Fransa arasında taksim edilmiştir. Rus Çarı de Eçmiyazin Katolikosuna "Rusya'da bir Ermeni meselesi olmadığını" söyleyerek Rus niyetini açıkça dile getirmiştir.Ermeni yazar Boryan bu hususu şu sözleriyle isabetle teşhis etmiştir:

"Çarlık Rusyası hiçbir zaman Ermeni muhtariyetini sağlamak istememiştir. Bu nedenle Ermeni muhtariyeti için çalışan Ermeniler aslında Rusya'nın Doğu Anadolu'yu ele geçirmesi için Çarlık ajanı olarak faaliyet göstermişlerdir."
Öyle ise, Ruslar Ermenileri yıllarca aldatmışlar ve Ermeniler boş bir hayal peşinde koşmuşlardı

Buradan İndiriniz






''MİMAR SİNAN DERGİSİ'' Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locasının
tarihî çağdaş ve gerçekçi açıdan araştırma ve yayın organıdır.


Osmanlı Padişahlarından V. Murad'ın şehzadeliği sırasında Mason olduğu öteden beri bilinmekte idi. Şehzade Murad’ın tekrisi «Proodos » Locası tarafından yapılmıştır. Tekris merasimi 20 Ekim 1872 tarihinde, Kadıköyünde Louis Amiable'in evinde yapılmış olup,zaptın altında, Murat dahil celsede bulunanların hepsinin imzaları vardır





Not;Tarih resmi bloğu, hukuka, yasalara, telif haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. Sitemiz, 5651 sayılı yasada tanımlanan şekliyle “yer sağlayıcı” olarak hizmet vermektedir. İlgili yasaya göre, Site yönetiminin hukuka aykırı içerikleri kontrol etme yükümlülüğü yoktur. Bu sebeple,Tarih resmi bloğu ‘uyar ve kaldır’ prensibini benimsemiştir.Telif hakkı için veya kaldırılmasını istediğiniz bağlantı için alikaya37@gmail.com adresine mail atınız.


5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Ek Madde 4

5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Ek Madde 4 – (Ek: 21/2/2001 - 4630/37 md.)
(Değişik üçüncü fıkra: 3/3/2004-5101/25 md.

"Dijital iletim de dâhil olmak üzere işaret, ses ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla servis ve bilgi içerik sağlayıcılar tarafından eser sahipleri ile bağlantılı hak sahiplerinin bu Kanunda tanınmış haklarının ihlâli halinde, hak sahiplerinin başvuruları üzerine ihlâle konu eserler içerikten çıkarılır. Bunun için hakları haleldar olan gerçek veya tüzel kişi öncelikle bilgi içerik sağlayıcısına başvurarak üç gün içinde ihlâlin durdurulmasını ister. İhlâlin devamı halinde bu defa, Cumhuriyet savcısına yapılan başvuru üzerine, üç gün içinde servis sağlayıcıdan ihlâle devam eden bilgi içerik sağlayıcısına verilen hizmetin durdurulması istenir. İhlâlin durdurulması halinde bilgi içerik sağlayıcısına yeniden servis sağlanır. Servis sağlayıcılar, bilgi içerik sağlayıcılarının isimlerini gösterir listeyi her ayın ilk iş günü Bakanlığa bildirir. Servis sağlayıcılar ile bilgi içerik sağlayıcıları, Bakanlıkça istendiği takdirde her türlü bilgi ve belgeyi vermekle yükümlüdür. Bu maddede belirtilen hususların uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlık tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir."


İstanbul’un büyük bir kısmını tahrip eden Çırçır (1908), İshak Paşa (1912), Vefâ (1918) ve Karagümrük (1919) gibi seri hâlindeki büyük yangınlardan önceki Eyüb, Galata ve Üsküdar dışında sur ile alâkalı İstanbul yarımadasının topografyasını ve âbidelerini 1/2000’lik ölçekle gösteren harita. 45 x 60 ebadında, 20 levha (pafta)

Zevat-ı kiramın ,üzerimize top tüfek ile gelip namus-u vatanımıza kast eden Akif'in ''Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ'' dediği milletleri anıp,Alman silah arkadaşlarımızı anmadan bir zafer kutlamak samimiyetsiz ve vefasızca olur...
Şöyle ki;
Deniz zaferi sırasında

''Uzlaşma devletlerinin 18 Mart 1915’te Boğaz’ı geçmek için savaşa dâhil ettiği 12 büyük zırhlı geminin bir kısmı, Osmanlı bataryalarının ise hepsi isabet almıştır. Boğazın girişindeki bataryalar susturulmuş, iç bataryalar çok az yara almıştır. 176 toptan sadece altısı kullanılamayacak hale gelmiştir. 40 ölü, 74 yaralı vardır ve yaralılardan 18’i Alman’dır.''*
Kara savaşları sırasında Anafartalar’da ki
''Çanakkale Boğazı’nda uygun ve mevcut yerlerin korunmaya alınması, eski tesislerin ve özellikle bataryaların modern teknik araçlarıyla yenilenmesi, mayınlama ve engel ağlarının çekilmesi… Faaliyetleri…5 Alman subayı ve 160 asker tarafından yapıldı…5.Ordunun tüm topçuları… Prusya Albayı... Oscar Gressmann’ın komutası altındaydı… Albay Heinrich Wehrle, 5.Ordunun Ağır Topçu Komutanı idi.”**

Yine kara savaşlarında

Alman U-21 numaralı denizaltısının 25 ve 27 Mayıs tarihlerinde ardı ardına Çanakkale kara harekâtını Boğaz dışından Gelibolu’yu bombardıman ederek desteklemekte olan Majestik ve Triumph adlı iki büyük İngiliz savaş gemisini batırması, İtilâf Donanması’na maddi ve manevi büyük bir darbe daha indirmiştir. Bu iki olayın sonucu olarak, İngiltere Deniz Bakanlığı muhripten daha büyük gemileri, yani zırhlılarını Gelibolu Yarımadası’ndaki kara harekâtını top ateşiyle destekleme görevinden çekme ve bu gemileri Mondros Limanı’na alma kararını vermiştir***







































Kaynakça

Atabey Figen ,Çanakkale Muharebeleri Süresince Marmara’da Deniz Nakliyatı ,Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Sayı 73

Kılıç Sezen,Liman von Sanders’in Çanakkale Savaşları ile İlgili Bazı İddiaları

Karal Enver Ziya,Osmanlı Tarihi, IX. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2011

Kannengiesser Hans,Çanakkale’de Türklerle Beraber, Bir Alman Albayının Gözünden Çanakkale, Timaş, İstanbul 2009




*Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, IX. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2011, s. 431-432, 443-445

**Hans Kannengiesser, Çanakkale’de Türklerle Beraber, Bir Alman Albayının Gözünden Çanakkale, Timaş, İstanbul 2009 s. 52-53, 240.

***Ellis Ashmead Barlett, Çanakkale Gerçeği, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2005, s.260.



İşgal Kuvvetlerinin Gemileri Boğazda





İşgal altındaki İstanbul, eski Harbiye Nezareti kapısı, Beyazıt meydanı. Fransız Ft17 tankı




16 Mart 1920 İngilizler İstanbul Şehzadebaşı karakolunu basıp uyuyan askerlerimizi katlettiler.







İstanbu'u işgal harekâtı, 16 Mart 1920 günü saat 06.00 sularında İngilizlerin, Şehzadebaşı’ndaki X.Kafkas Fırkası Karargâhı’na düzenledikleri baskın ile başlatılmıştı. Ancak, İtilâf Devletleri sanki işgal henüz başlamamış gibi hareket ederek, Osmanlı Devlet adamlarını konu hakkında birkaç saat sonra bilgilendirdiler. Öyle ki, 16 Mart 1920 sabahı, Fransız Yüksek Komiserliği’nin Baş Tercümanı M.Ledoux, Padişah Vahideddin’i ziyaret ederek; İstanbul’un bugünden itibaren işgal edileceğini bildirirken,11 İngiliz Yüksek Komiserliği’nden Andrew Ryan ise saat 09.40’da Sadrazam Salih Paşa’yı ziyaretle, üç İtilâf Devleti Komiseri adına hazırlanmış olan ve işgalin gerekçesini bildiren notayı takdim etti. Notanın tam metni şöyleydi:



Bu notaya bağlı bulunan karar metni ise şu şekildeydi:



Yüksek Komiserlerin bu notaları üzerine, Sadrazam Salih Paşa da kendilerine şu yazılı cevabı vermiştir:

“17 Mart 1920 Fransa, Büyük Britanya ve İtalya Fevkalâde Komiserlerine: Zât-ı Âlîleri tarafından 16 Mart 1920 tarihiyle irsal buyurulan ve o tarihte saat 10.00’dan itibaren İstanbul şehrinin, Müttefik Devletler’in askeri işgali altına alınacağını bildiren müşterek notayı ve ilavesini almakla şerefyab oldum. Bu münasebetle, İstanbul’daki vaziyetin, müttefiklerin emniyetini tehdit edecek mahiyette olmadığını arz etmek isterim. Burada hiçbir karışıklık vukua gelmemiş bulunduğu gibi, herhangi bir karışıklığın zuhûru ihtimalini hatıra getirecek bir hal de mevcut değildir. Zaten Müttefik Devletler, her çeşit ihtimali bertaraf etmeye yetecek miktarda kuvvete maliktirler. Vaziyet böyle olduğuna göre, Hükümet-i Seniye, bu şekilde tedbir alınmasının sebebini anlayamamakta ve kendisinin en esaslı haklarına vurulan bu darbeyi protesto etmeyi, vazifesi icabından saymaktadır. Anadolu’daki harekâta gelince, bu harekâtı tevlid eden başlıca sebep; Aydın Vilâyeti’nin Yunan askerleri tarafından tamamen haksız bir şekilde işgal edilmesi ve bu askerin, kendilerine cürüm ortaklığı yapan yerli Rumların iştirakiyle kalkıştıkları işitilmemiş derecede müthiş ve tüyler ürpertici bir takım gaddarlıkladır ki, bu keyfiyet Zât-ı Âlîlerinizce de meçhul değildir. O sıralarda büyük bir Ermenistan ve Pontus Rum Devleti ihdas olunacağına dair ortalıkta deveran eden ısrarlı şâyialarla, endişe verici sair rivayât ve neşriyâtın vücuda getirdiği korku ve heyecan, bu harekâtın Küçük Asya’nın daha geniş sahaları üzerine yayılmasına yardım etmiştir. Hükümet-i Seniye, nüfuz ve iktidarının, mütareke müddetinin uzaması ve bu mütareke şartlarının tatbik edilme şeklinden dolayı, ehemmiyetli derecede azalması neticesinde, kontrolünden daha da kolayca çıkmış olan bu harekâta yabancı kalmıştı. Hükümet-i Seniye mevzui bahis hareketlerin müsebbipleri ve tara&arları tarafından îka edilebilecek tecavüzleri takbih ve tenkit etmekten başka bir şey yapamamakta idi. Babıâli bu vesile ile mütarekenin akdinden itibaren, Küçük Asya’nın hiçbir tarafında bir katliam vuku bulmadığını bir kere daha beyana lüzum görmektedir. Maraş’taki vukuata gelince, bu hadiseler Müslümanlarla silahlı Ermeni müfrezeleri arasında cereyan eden çarpışmalardan başka bir şey değildi ve bu çarpışmalara da, Ermeni müfrezeleri sebebiyet vermişti. Babıâli, bazı kimselerin bu çarpışmaları bir Ermeni katliamı şeklinde tasvir etmek istemiş bulunduklarına teessüf eder. Zât-ı Âlîleri, zikri geçen notada, bu türlü vakaların ve tecavüzlerin tekerrürü halinde Türkiye ile yapılması tasavvur edilen sulh şeraitinin daha da sertleşeceğini ve verilmiş olan imtiyazların geri alınabileceğini ilave ediyorlar. Memlekette bu gibi emniyeti sekteye uğratacak hallerin artık vukua gelmeyeceği ümidini memnuniyetle ifade etmek isterim. Ayrıca Müttefik Devletler’in, bazı zevât tarafından düşüncesizce îka edilen hareket ve söylenen sözlerin neticesini Osmanlı Milleti üzerine yüklemenin ve milletin mukadderatını, iradesi haricinde vuku bulan tesadüfî bazı hâdisâta tabi kılmanın, adalete uygun olmayacağını lütfen teslim buyuracaklarından eminim. Müttefikler Âlî Konseyi’nin Türkiye hakkında vereceği kararlarda daha yüksek evsa!aki mütalaalar ve hislerden mülhem olacağından da şüphe etmiyorum. Tazimlerimin kabulü.”

İstanbul’un işgali ile ilgili olarak General Wilson ise, Harbiye Nezâreti’ne, 16 Mart 1920’de gönderdiği yazıda; “Meclis-i Alî’nin emri altıda ifa-i vazife eyleyen Düvel-i İtilâfiye Fevkalâde Komiserleri’nden telâkki eylediğim talimata tevfikan, İstanbul’un işgali hususunda lazım gelen tedabiri askeriyeyi ittihaz eylemekte olduğumu Zât-ı Devletleri’ne arz eylemekle mübahiyim. Harbiye ve Bahriye Nezâretleri’nin işgaliyle, Telgraf ve Telefon Müdüriyet-i Umumiyesi’nin kontrolü ve asayişi umumiyenin temini tedabiri mezkure adadına dâhildir. Bu ahval dâhilinde emriniz altında bulunan kıtaatın kendi yerlerine çekilmelerini ve hasbel vazife harice çıkacak herhangi bir askerin silahsız olmasını temin etmenizi rica ederim”diyordu

Yüksek Komiserler, işgalin gerekçelerini ise; bozuk bir Türkçe ile yayınladıkları şu bildiriyle İstanbul halkına duyurmuşlardı: 



 

Kaynak ;


Gürkan Fırat SAYLAN
İSTANBUL’UN RESMEN İŞGALİ (16 MART 1920)

Daha Fazla Bilgi İçin Tıkla 


Talat Paşa’nın Cehli ve 20. Asrın İbşir Paşası...

Kabinede en ziyade nüfuz sahibi Enver, Talât ve Cemâl idi. Sadrazam Sait Halim Paşa zevahiri kurtarmak için sadarete getirilmişti. Yirminci asrın İbşir Paşası hiç­ bir nüfuza haiz değildi. Bütün sadaret bütün idare ve nü­fuz Talât’ın elinde idi. Talât’ın siyaset ve idarede müsteşarı, mebusana tayin olunan, ifayı vazife halinde inzibat neferini katleden, İttihatçı zabitler tarafından hapisten kaçı­rılarak Dahiliye Nezaretine kadar yükselen ihtiyât zabitiydi. Bu zat, İttihatçılar arasında büyük bir diplomattı {İsmail Canbolat kastedilmekle].
Var kıyas et vüs'âtı, deryayı rahmet neydü gün Talât'ın cehli, etrafına toplananlarca da malumdu. Hakkındaki methiyeleri de katiyyen samimi değildi. Fakat menfaatlerini temin için Talât gibi bir sergerdenin, re’s-i kârda [başta, iktidarda] bulunması kendilerine kuvvet teş­kil etmesi, onlar için lazımdı. Binaenaleyh kendilerinde bile mevcut olmayan hususları Talât'ın şahsında mevcut gösteımek, cahil zorbanın arkasında müreffehçe yaşamak, mebus olmak, ticaret etmek yüksek maaşlı arpalıklar elde etmek için halkı iğfalden geri durmamak menfaatleri icabıydı. Öyleleri vardı ki, hapisten mahkumları kaçırırlar, hiçbir cezaya düşmedikleri gibi, mükafaata bile nail olur­lardı. İttihadın bütün cinayetleri cezasız kalırdı.
Bir yazar veya memleketin selameti, saadeti namına gerçekleri söyleyen, İttihadın şekavetlerini telin eyleyen namuslu ve muhterem bir zat, öldürüleceği zaman, içlerinden bir zabit bu gaddarane vazifeyi deruhte eder, cinayetin nerede ve nasıl ifa edileceği belirlenir, o mıntıkada polis de işten haberdar edilirdi. Bedbaht adam, kalbi vatan endişesiyle mü­ teessir, evine veya vazifesine giderken katil bir kurşunla yerlere serilirdi. Ertesi gün gazetelerde uzun uzadıya katilin izi aranır, tabiki birşey keşfetmek kabil olmazdı. Hükü­ metin ve zabitanın yardımıyla yapılan bu cinayetler hep cezasız kalır, hiçbir ceza görmeyeceğine emin olan zabit de, İttihat Fedaisi namıyla himaye olunurdu. Bu katillerin içinde paşalığa ve mebusluğa bile çıkanlar vardı. Bu şerait dahilinde, mahbusları bekleyen İttihaçı jandarmalara, inzibatı temine memur polislere, adaleti ifaya memur şahsiyetlere, orduya, İttihatçı hükkâma, hiç kimseye itimat olunmazdı. İttihat dışında yaşayan millet efradı için hak, adalet, refah, saadet hiçbir şey mümkün değildi.

Ahmet Refik Altınay1918’de yayınladığı İki Komite İki Kıtal kitabından 
Talat Paşa'nın naaşının Berlin Matthäi Kilisesi Mezarlığına getirilmesi (19 Mart 1921) 
Kaynakça: Gerhard Höpp: Bestattung von Muslimen in Berlin (1996, S. 36)
Balkan Savaşında ağır yaralanan “Osmanlı İmparatorluğu topraklarının yüzde 32,7’sini ve nüfusunun yüzde 20'sini yitirmişti.” (1) Bu kayıplar yıkımın ilk kısmını teşkil ediyordu. Asıl yıkım ise orduda gerçekleşmişti. “Balkan Savaşları'nın sonunda Türk ordusunun durumu dikkatle ele alınmayı gerektiriyordu. Tüm ordular paramparça olmuş, kolordular kasıtlı olarak lağvedilmiş ve piyade tümenlerinin muharebe kuvvetleri arasında muazzam farklar oluşmuştu. Yok, olan nizami birliklerin yerine geçmek üzere seferber edilen ihtiyat ve yerel birliklerden kurulmuş, yaşlı sınıflardan oluşan ve geldikleri şehrin adını taşıyan çok miktarda ihtiyat piyade tümeni kuruluşu bulunuyordu. Eğitim ve silah alımları durmuştu. Nihayet, Türk sahra ordusunun hemen hemen tümü Avrupa'da, Türk Trakya'sında konuşlanmıştı ki bu da önemli bir endişe kaynağı idi”. (2)

Kırıkkilise Muharebesi

“Temmuz 1913 ile Ağustos 1914 arasında Türk ordusu Balkan Savaşları'nda karşılaşılan yıkıcı kayıpların sonucunda devasa bir yeniden örgütlenme ve yenilenme çabası içindeydi. Enver Paşa'nın orduyu, modernleşmenin önünde bir engel olarak gördüğü yaşlı ve fazla faal olmayan subaylardan temizleme kararlılığı bu muazzam görevi daha da zorlaştırmaktaydı. Bu dönemde 13oo'den fazla subay zorunlu emekli edildi.” (3)

Durum bu halde iken Alman dostlarımızla tekrardan bir anlaşma imzalanmış, kara ordusunun ıslahı için 2. kez Alman yardımı talep edilmişti. Alman General Liman Von Sanders başkanlığındaki Alman Askeri Islah heyeti 14 Aralık 1913’te İstanbul’a geldi. “Ordumuzun bir Alman heyeti tarafından ıslahını bilhassa Mahmud Şevket paşa tasarlamış ve umumi bir harb ihtimaline karşı, Türk ordusunu elde bulundurmak isteyen Alman sefiri Baron von Wimgenheim da, bir an evvel işi neticelendirmek için büyük bir gayret sarf etmiştir.” (4) “İlk önce 42 kişiden ibaret olan heyet kadrosu ertesi sene 71 kişiye çıkarılmış ve çok geniş salahiyyetler verilmiştir.” (5).Bu arada Jandarmanın ıslahı Fransızlara donanmanın ıslahı da İngilizlere verilmişti.
“Savaş yılları içerisinde Osmanlı ordusunda ki subaylar dahil Alman askeri sayısı on beş bine ulaşmıştır.”(6) Ayrıca Almanya’nın savaş boyunca Osmanlı ordusuna gönderdiği sadece silah ve teçhizatın tutarı 850 bin markı bulmuştur.” (7)

Ferdinand’ın Suikasta Uğramadan Hemen Önce


“Avusturya veliahttı Ferdinand’ın suikasta uğramasına müteakip “28 Temmuz=5 Ramazan Salı günü Sırbistan'a ilan-ı harp notasını dayamıştır. Birinci cihan harbinin ilk ateşi de ertesi gün Avusturya'nın Tuna filosu tarafından Belgrad bombardımanıyla açılmış sayılır.” (8)

Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından İstanbul'daki Alman Büyük elçisi Wangenheim'a yapıldı. Aynı tarihte Sadrazam Sait Halim Paşa da Avusturya Büyük elçisine ittifak teklif etti. Büyük bir gizlilik içinde sürdürülen görüşmelerden sonra Türk-Alman Askeri İttifakı 2 Ağustos 1914'te imzalandı. Almanya 1 Ağustos saat 17.00'de Rusya'ya harp ilan etmiş, antlaşma 2 Ağustos'ta imzalanmış olduğu için yapılan anlaşmaya göre; Türkiye antlaşmayı imzaladığı gün Almanya'nın yanında harbe girmeyi kabul etmiş oluyordu. Buna rağmen Osmanlı İmparatorluğu, 3 Ağustos 1914'te bir yandan seferberlik ilan ederken diğer taraftan da silahlı tarafsızlığını ilan etti.” (9) Bu gizli anlaşmadaki  “Üçüncü maddeye göre Türk ordusunun umumi sevk-u-idaresi Almanların Fili ve kati nüfuzuna terkedilmiş ve bu suretle bir sömürge ordusu haline getirilmiştir!” (10) Osmanlı hükümeti savaşa hazır olmadığının farkındaydı. Bazı şartlar öne sürerek ayak diremekteydi. Fakat Almanya Osmanlı’nın bir an önce savaşa girmesini, yeni cepheler açılmasını istiyordu.

“Sait Halim Wangenheim'ın Türkiye'nin antlaşma maddelerini derhal yerine getirmesi konusundaki ısrarlarına direndi. 6 Ağustos 1914 günü, Sait Halim Wangenheim'a Türkiye'nin gizli antlaşmanın hayata geçirilmesi için Almanya'dan yeni tavizler istediği 6 öneri ihtiva eden bir mektup verdi.” (11)

“Açık bir dış politikanın veya tutarlı bir bütünlüğe sahip askeri planların olmadığı koşullarda, bu 6 öneri çatışmaların başlamasından önce Türkiye'nin savaş hedeflerini tanımlama açısından belki de gerçeğe en yakın belgedir. Tümamiral Souchon'un yaklaşmakta olan filosuna vaat edilen güvenli liman sözünü tehlikeye atmak istemeyen Wangenheim derhal Sait Halim'in bu koşullarını kabul ettiğini bildirdi.6 öneri şunlardan oluşuyordu: 

(ı) Almanya kapitülasyonların kaldırılmasına yardım etmeyi vaat etmeliydi, 
(2) Almanya Romanya ve Bulgaristan ile yapılacak anlaşmaları destekleyecek ve muhtemel savaş ganimetleri konusunda Türkiye'nin Bulgaristan ile adil bir anlaşma yapmasını gözetecekti, 
(3) Almanya, düşman tarafından işgal edilebilecek olan bütün Türk topraklan boşaltılıncaya kadar barış yapmayacaktı, 
(4) Yunanistan savaşa girer ve Türkiye tarafından yenilirse Almanya Ege Adalarının Türklere iadesini sağlayacaktı, 
(5) Almanya Türkiye için, Rusya Müslümanları ile doğrudan temas sağlayacak şekilde doğu sınırında küçük bir düzeltme sağlayacaktı, 
(6) Almanya Türkiye'nin uygun bir savaş tazminatı almasını gözetecekti.” (12)

Savaştan hemen önce Osmanlı Devleti 1 Ekimden itibaren geçerli olmak kaydı ile, kapitülasyonları kaldırmıştır. Bu tek taraflı alınan karar, Osmanlı’nın savaşa girmekte olduğunu açık etmiştir.“11 Ekim’de Alman elçisi savaş ilan edildiği takdirde Osmanlı Devleti’ne iki milyar altın kuruş yardım yapılacağını bildirir. 21 Ekim’de paranın gelmesiyle harekete geçmemek için hiçbir neden kalmayacaktır.” (13)

“Osmanlı İmparatorluğunun bu savaşa Almanya'nın yanında girmiş olması, yenilgiden sonra daima eleştirilmiş ve o zamanki Osmanlı devlet adamları suçlanmıştır. Fakat Harpten önce Avrupa'da kurulmuş olan ittifaklar sistemi ve bu ittifaklara giren devletlerin siyasi ve askeri hedefleri, özellikle Rus Çarı II nci Nikola ile İngiltere Kralı VII nci Edward arasında 1908'de Reval'de yapılan görüşme ve 1915 Anlaşması dikkate alınacak olursa bu eleştiri ve suçlamaların fazla abartılmış olduğu sonucuna varılabilir. Çünkü XX nci yüzyılın başlarında İngiltere artık Osmanlı İmparatorluğunu yaşatmanın hem çok güç hem de gereksiz olduğu, paylaşmanın daha yararlı olacağı kanısına varmış ve bu konuda müttefikleriyle anlaşmıştı; Almanya’ya karşı savaşta kendi yanında yer almasını sağlamak için boğazlar üzerindeki isteklerine karşı koymayacağını Rusya'ya vaat etmişti. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere ve Fransa'ya iki kez ittifak önermiş, 1914 Mayısında Rusya'ya da Türk Rus ittifakından söz etmişse de bu devletler çeşitli bahanelerle reddetmişlerdi. O tarihte doğu politikasına büyük önem veren Almanya, İngiltere'nin desteğini geri çekmesinden doğan boşluğu doldurmaya istekliydi.” (14)

10 Ağustosta İngilizlerden kaçan Çanakkale boğazından geçmesine izin verilen Goben ve Breslau isimli iki Alman gemisi, bir kriz yaratmıştı. Bu kriz; gemilerin Osmanlı Devleti tarafından satın alınıp ve isimleri Yavuz ve Midilli olarak değiştirilmesi ile atlatılmıştır. Talat paşa anılarında bu olayı ; “Halil Bey’in aklına gemileri satın almak geldi ve Wangenheim’a bunu önerdi. Bazı tereddütlerden sonra Wangenheim bu öneriyi kabul etti. Gemilerin satışı yalnızca gösteriş değil, gerçekti” (15) diye anlatmıştır. Osmanlı Devleti bu iki gemi ile,Rus limanlarına taarruz etmiştir. Bu oldubitti ile savaşa giren Osmanlı’ya, karşı “Rus Çarı II. Nikola 2 Kasım 1914 günü Rus halkına hitaben yayınladığı bir bildiri ile fiilen başlamış olan savaşı resmen ilân etti: 
“Rusya’yı bir türlü yenemeyen Almanlar ve Avusturyalılar Türkiye’yi körü körüne savaşa sürüklemişlerdir. Almanlar tarafından komuta edilen Türk filosu Karadeniz sahillerine küstahça saldırmıştır. Bunun üzerine İstanbul’da ki Rus elçisi ile maiyetine Türkiye sınırlarını terk etmeleri emredilmiştir. Hıristiyanlığın ve bütün Slav kavimlerinin tarihi düşmanı olan küstah Türklere bu defa da hak ettikleri ceza verilecektir. Türkiye’nin akılsızca savaşa girmesi Rusların Karadeniz kıyılarındaki tarihsel görevlerinin gerçekleştirilmesini çabuklaştıracaktır.” (16)

Ruslar bu saldırıya,6 Kasımda Zonguldak limanlarını topa tutarak karşılık vermiştir.“6 Kasım sabahı, altı destroyer eşliğinde sevk edilen Rostislav zırhlısıyla Каgul kruvazörü, Zonguldak limanını iki saat boyunca bombardıman etti. Hava yağmurlu, görüş mesafesi düşük olduğundan ateş rastgele açılmıştı. Fakat yine de kıyıda birkaç yerde dumanlar yükseldiği görülmüştü. Görevini tamamlayan filo, Sivastopol’e dümen kırdığında denizde üç büyük vapur siluetiyle karşılaştı. Bunlar Kafkas sınırındaki Türk ordusu için sevkiyat yapan Bezm-i Alem, Mithat Paşa ve Bahr-ı Ahmer nakliye gemileriydi. Gemiler derhal ateş altına alınarak batırıldılar. 224 kişi destroyerler tarafından kurtarılarak esir edildi.” (17) “Bu gemilerde Sarıkamış Harekâtı için gönderilmek üzere iki alay asker, ordunun kışlık giyimi, keşif olarak kullanılmak üzere iki adet tayyare, bir adet tayyare bölüğü, üç pilot ve Kafkasya’da isyan çıkartacak Çerkez liderler bulunuyor idi.” (18)

  Sonuç olarak, savaş başlamadan, büyük devletlerin Hasta Adam’ı müttefik olarak yanında istemedikleri çok açıktır. Balkan Savaşı’nda ordusu yıpranmış, yıllar içinde ekonomisi çökmüş, sanayisi yok denebilecek kadar az olan bir Osmanlı’nın, büyük bir savaşta sadece ayak bağı olacağı düşüncesi, Avrupa da ağırlıkta idi. Ayrıca ülkede ulaşım sorunları ve Ermeni olayları mevcuttu. Oysa tarafsız tutulabilirse, ilerde bu ölmek üzere olan devletten istediklerini daha rahat alabileceklerdi. Osmanlı hükümeti de, başına geleceklerden haberdar bir şekilde kendine müttefik arıyor, Avrupa devletlerinin kapısını aşındırıyordu. Kurtuluşunu savaşa girmekte arayan Osmanlı Devleti, aynı zamanda da sömürge olma yolunda ağır ağır ilerlemekteydi. “Düyun-u Umumiye İngiliz Daimler Vekili Sir Adam Block’un 1914'te Osmanlı’nın savaşı girmesi ile söylediği şu sözler durumu çok iyi özetlemektedir;
“Eğer Almanya kazanırsa, siz de Alman kolonisi olacaksınız. Eğer İngiltere kazanırsa mahvoldunuz!” (19) Ayrıca müttefik, “Alman İmparatorluğu 'Doğu'ya İlerleme' diye bilinen tezi çerçevesinde Türkiye'yi ve Fas'ı 'Büyük Almanya Projesi'nin içinde görüyordu. 1911'de ünlü stratejist ve tarihçi Dr. O.R. Tannenberg, 'Büyük Almanya-20. Yüzyılın İşleri' adlı bir askeri yayılma stratejisi hazırlamış ve Alman Genelkurmayı da bunu benimsemişti. Tannenberg'e göre
1950'ye kadar Türkiye ve Fas, Büyük Almanya topraklarına katılmış olacaktı.”(20) Bu harita(21) (resim 1) yanda verilmiştir. Osmanlı toprakları üzerinde Almanya yazdığı, bariz bir şekilde görülmektedir.


İngilizlerin Çanakkale Savaşı hazırlıkları sırasında bastırarak askerlerine dağıtmış olduğu, 
To Constantinople (resim 2) isimli mendil bu konuda bir örnek sayılmasa bile, İngilizlerin düşüncesi açısından manidardır. Mendilin üstünde, diğer koloni bayrakları ile beraber resmedilmiş, İngiliz Milletler Topluluğu bayrağı ve ay yıldızın bir arada olduğu, sol köşenin hemen üstünde “eclipse of star crescent” yani “hilal ve yıldızın tutulması” yazmaktadır. (22).


Osmanlı İmparatorluğunun kaderini tayin edecek bu son savaşı meselesinde askerlerin hissiyatını, İsmet İnönü anılarında şöyle özetlemiştir; “Fakat bir emrivaki halinde harbe girdikten sonra, var kuvvetimizle harbi kazanmaya çalışmaktan başka yapacak bir şey yoktu. Görünüşe göre, memleket bir boşluk içinde sonsuz bir süratle meçhule doğru gidiyordu. Bu müthiş vaziyette, ne yazık ki, Enver Paşa'dan başka dayanağımız yoktu. Enver Paşa, içine düştüğümüz macerada muvaffak olursa, memleketin kurtulacağına inanıyordum. Aksi takdirde, devletin dağılması ve çökmesi kaçınılmaz bir akıbet olacaktı. Harbi kazanmaya çalışmaktan dolayısıyla Enver Paşa'nın muvaffakıyetine hizmet etmekten başka ortada kurtuluş çaresi görünmüyordu” (23).
29 Ekim 1914 de Goben ve Breslau gemilerinin Rus limanlarını bombalamasıyla fiilen başlayan bu mukadderat savaşı, yine bir 29 Ekim günü Cumhuriyet’in ilanı neticesinde, İmparatorluğun tarih sahnesinden çekilmesi ile son bulmuştu…

Ali Kaya- Ekim 2015

1- AKBAY Cemal, Birinci Dünya Harbi'nde Türk Harbi, ı. cilt: Osmanlı lmparatorluğu 'nun Siyasi ve Askeri Hazırlıkları ve Harbe Girişi Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1991, 127.
2-ERIKSON EDWARD .J SİZE ÖLMEYİ EMREDiYORUM! BiRiNCİ DÜNYA SAVAŞl'NDA OSMANLI ORDUSU,İstanbul 2003,29
3- AKBAY Cemal, Birinci Dünya Harbi'nde Türk Harbi, ı. cilt: Osmanlı lmparatorluğu 'nun Siyasi ve Askeri Hazırlıkları ve Harbe Girişi Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1991, 121
4- DANİSMEND, İsmail Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. IV, İstanbul 1972, 407
5-age 408
8- age 411
6-MÜHLMAN C., Çanakkale Savaşı Bir Alman Subayının Anıları, Timaş Yayınları, İstanbul 2006,8
7- KILIÇ ,Sezen, Türk Alman İlişkileri ve Türkiye’deki Alman Okulları (1852’den 1945’e Kadar), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2005, s. 54
9- GÖRGÜLÜ İsmet On Yıllık Harbin Kadrosu 1912 - 1922, TTK yayınları 47-52 ss.
10-- DANİSMEND, İsmail Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. IV, İstanbul 1972,421
11- Trumpener, Gernıany and ıhe Otoman Empire 25. 26.; ERIKSON EDWARD .J SİZE ÖLMEYİ EMREDiYORUM! BiRiNCİ DÜNYA SAVAŞl'NDA OSMANLI ORDUSU,İstanbul 2003,48
12- TC Genelkurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, ı. Cilt, Osmanlı lmparatorluğu'nun
Siyasi ve Askeri Hazırlıklan ve Harbe Girişi (Ankara: GK Basımevi, 1970), 54-55; Yalman,
Turkey in the World War, 72. ERIKSON EDWARD .J SİZE ÖLMEYİ EMREDiYORUM! BiRiNCİ DÜNYA SAVAŞl'NDA OSMANLI ORDUSU,İstanbul 2003,48
13- SHAW, S. ve Shaw, E.K. (1983), Osmanlı İmparatorluğu ve Modern TürkiyeC.2, İstanbul,374-375 KASIYUĞUN Ali ,Osmanlı Devleti’nin 1.Dünya Savaşı’na Girmeden Önceki İttifak Arayışları 
14- GÖRGÜLÜ İsmet On Yıllık Harbin Kadrosu 1912 - 1922, TTK yayınları 47-52 ss
15 TALAT PASA , KASIM,Mehmet Talat Pasa’nın Anıları,İstanbul ,1986,38, KASIYUĞUN Ali ,Osmanlı Devleti’nin 1.Dünya Savaşı’na Girmeden Önceki İttifak Arayışları
16- Çar II.Nikolay Manifesti”, Novoye Vremya, 21 Ekim (3 Kasım) 1914. Bildirinin Türkçe çevirisi için bkz. Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, Ankara 1990, 246-247; General Maslofski’nin, Umumî Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, Çev.Mütekait Kaymakam Nazmî, Genelkurmay Başkanlığı 10’uncu Şube Yayını, Ankara 1935, 5.; BALCI Ramazan , Tarihin Sarıkamış Duruşması, İstanbul 2005, 58; ÖĞÜN Tuncay ; SİBGATULLİNA Alfina , History Studies İnternational Journal of History ISSN: 1309 4173
17- Bolnıh, A.G., Morskiye Bitvı Pervoy Mirovoy, Tragediya Oşibok, Moskova 2002, 242-243;
Şirokorad, A. B., Rusların Gözünden 240 Yıl Kıran Kırana Osmanlı Rus Savaşları, Kırım, Balkanlar-93 Harbi ve Sarıkamış, Çev.: D. A. Batur, İstanbul 2009, 467-468; Petrov, M.A., Dva Boya (Çernomorskoğo flota s l.kr. 'Geben' 5.11.1914. Kreyserov Balt.flota 19.06.1915), Leningrad 1926, 11-13;ÖĞÜN Tuncay ; SİBGATULLİNA Alfina , History Studies İnternational Journal of History ISSN: 1309 4173
18- SÖNMEZ, Birgül; “Sarıkamış Harekâtında Donanma Hareketleri 1913-1917,16”,;Üçüncü Deniz Harp Tarihi Semineri Bildirileri, (19-21 Nisan 2006), Göcük-Kocaeli,Donanma Komutanlığı Yayınları 2006, s. 5-20.
19- ATAY, F.R. , Çankaya, İstanbul 1980,125; KASIYUĞUN Ali ,Osmanlı Devleti’nin 1.Dünya Savaşı’na Girmeden Önceki İttifak Arayışları
20-ALTINDAL,Aytunç,Bilinmeyen Hitler,İstanbul 2004 ,156
21- TANNENBERG;Richard,Gros-Deutschland,Die Arbeitdes 20,Jahrhunderts,Leipzig,1911,s262
22-Daha fazla bilgi için ; http://www.aa.com.tr/tr/turkiye/479496--isgalcilerin-zafer-hayali-mendilde-kaldi
23- Selek,Sabahattin,İsmat İnönü Hatıralar,Ankara2006,97






HEYETİ NASİHA .
ABDÜLHAMİDİN OĞLU ABDÜLRAHİM VE PAŞALARI.
GÖREVLERİ HALKIN YUNAN İŞGALİNE KARŞI AYAKLANMASINI ÖNLEMEK.
EGE SEYAHATİ 1919


LÜLEBURGAZ'DA BİR ŞEHZADE ÇEŞMESİ
 Lüleburgaz’ın ana caddesi sayılan İstanbul Caddesi’ nde bir çok kez önünden geçtiğimiz ve ne yazık ki çoğumuzun farkına varamadığı bir garip, kitabesiz bir çeşme.
Günümüzde Emrullah Efendi Ortaokulu bahçesinde , kurnası artık toprak altında kalmış olan rahmetli Dr.Behzat Sevindik’ in iki katlı evine bitişik olan bu çeşme ile ilgili başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde ki bulduğum belge kısaca şöyle;




“Şehzade Cemaleddin Efendi tarafından Lüleburgaz Mektebi yakınlarında inşası emredilen çeşmenin resminin çizildiği”
Tarih: 20 /Ş/ 1337 (Hicri) miladi tarihi ise 19 temmuz 1919 Dosya No: 52 Gömlek No: 33 Fon Kodu: DM.İ-UM.EK

Belgenin günümüz Türkçesine çeviriminden önce kısaca Lüleburgaz halkına bu çeşmeyi armağan eden Şehzade Cemaleddin Efendi’ yi kısaca bir tanıyalım.
Tam adıyla Şehzade Mehmed Cemaleddin Efendi (D. 28 Ekim 1890 Yıldız Sarayı / Ölümü 18 Kasım 1949 Beyrut) babası Sultan Abdülaziz’ in oğlu olan Şehzade Mehmet Şevket Efendi, annesi ise Fatma Rüy-i Naz Hanım Efendi’dir.
Asker kökenli olup, Harbiye Mektebi’ nin şehzadelere mahsus kısmını bitirip Mirliva. “Tuğgeneral” rütbesine kadar yükselmişti. Türk musikisi öğrenip ut ve lovta çalardı. Türk musikisini himaye etmiş ve müzisyenlerle dostluk kurmuştur. Ayrıca Şehzade Cemaleddin Efendi bestecilikle uğraşıp, “Müstear Sirto” su günümüze ulaşmış eseridir.

Cemile Destaviz Hanım Efendi ile evlenip, Şehzade Mahmud Hüsameddin Efendi ve Şehzade Orhan Süleyman Saadeddin Efendi adında iki oğlu olmuştur. 1924’ te çıkartılan sürgün kanunu ile 6 ve 7 yaşlarındaki iki oğlu, hanımı ve annesi ile İstanbul’ dan çıkarak Beyrut’ a yerleşmiş ve 1946 yılında sürgünde hayatını kaybetmiştir.  Mezarı hala Beyrut’tadır.(1)

Şehzade Cemaleddin Efendi asker kökenli olması ve bir çok vazifede şahsen görev alması onu diğer bir çok şehzadeden ayıran bir özelliktir. Şehzade, Çanakkale Muharebeleri’nde kısa bir süre alayıyla Saddülka Grubu’nda ateş altında bir fiil çalışmış sonra merkeze alınmış daha sonra 3. Ordu Talimgahlar Komutanı olarak Sivas’ a gitmiş ve orada iki yıl orduya “Muallim Efradı” yetiştirmeye çalışmıştır.
1918 yılında Batum’ un alınmasından sonra da oraya tayin olmuştur. Bu dönemde Vehip Paşa komutasında görev almıştır. Vehip Paşa, Cemaleddin Efendi’ nin “nezaket ve dürüst muamelatı ile askerin ve ahalinin kalbi muhabbet ve hürmetlerini” kazandığını da belirtmiştir.(2)
11 nisan 1919 tarihli İKDAM Gazetesi’ndeki bir haber ise, Anadolu’ ya ve Rumeli’ye şehzadeler başkanlığında iki heyet gönderilmesi karar verilmiş olup, memleketin muhtelif yerlerini gezerek halka uzlaşma ve vatandaşlık hissi telkin edeceğini, bu heyetlerden Rumeli bölgesine gidecek olan Şehzade Cemaleddin Efendi’nin , Anadolu’ya gidecek olana ise Sultan Abdülhamit Han’ın oğlu Şehzade Abdürrahim Hayri Efendi’nin başkanlık yapacaklarını yazmıştır.(3)
Şehzade Cemaleddin Efendi’nin en önemli özelliklerinden biri ise Milli Mücadele’ nin hazırlanış aşamasına katılmış olmasıdır.
Kazım Karabekir Paşa’nın 15.Kolordu Komutanı olarak atanması, İstanbul’dan ayrılması, Samsun, Trabzon ve Erzurum’ da geçen Nisan/Mayıs 1919 günlerinde kısaca;
10 nisan 1919’ da, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa’ya :
-“Ben şarka milli istiklalimizi temine gidiyorum. Tasfiye artık mevzu bahis değildir” demiştir. 11 nisan da , Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret ettim. Rauf beyi bulamadım. Kemal Paşa hasta yatıyordu. 17 nisan da Samsun’a varmıştır.
19 nisan cumartesi günü Trabzon’ a varmıştır. Trabzon’da paşa gününü şöyle anlatıyor;
“ Öğle yemeğinde vali beyle birlikte belediye namına verilen ziyafette idik. Yemekten sonra İstanbul’a hareket etmek üzere olan “Şehzade Miralay Cemaleddin Efendi’ yi ziyaret ettim. 20 nisan 1919 günü ise Şehzade Cemaleddin Efendi, Kazım Karabekir Paşa’yı iade-i ziyaret etmiştir.(4)
İşte bu Miralay Şehzade Cemaleddin Efendi , 1919 yılının temmuz ayında Edirne’ ye geçerken mahiyeti ile birlikte yaklaşık bir hafta Lüleburgaz’da kalmış ve Lüleburgaz halkının gösterdiği yakın ilgiye teşekkür olarak bu çeşmeyi yaptırmıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki belgenin günümüz çevirisi bu şekildedir;
Edirne vilayeti ile ilgili bilgiler girecek
Lüleburgaz’ın tarihi olan bu çeşme umarım bir gün yetkililer tarafından resterasyonu yapılır ve tarihe bir ışık tutarlar.


Kaynaklar
1-) Ömer Faruk Özdemir “Torundan Abdülaziz’e Türbe Ziyareti”
2-)Dr. Yüksel Nizamoğlu “Vehip Paşa/ Kahramanlıktan sürgüne” 2013 Yitik Hazine Yayınları/İstanbul
3-)İKDAM Gazetesi 19 nisan 1919
4-) Kazım Karabekir’ in Anıları
5-)BDA D:52 G:3 FK:DH.İUM.EK
6-)Çeviri: Sn. Zeki Özkan

Mustafa Gültekin