Articles by "Latin Türkçe Kaynaklar"
Latin Türkçe Kaynaklar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


Savaş öncesi ve savaş döneminde Alman teknik yardımının Çanakkale savaşının kazanılmasında azımsanmayacak derecede payı vardır. Ayrıca Çanakkale Cephesi için oluşturulan 5 inci Ordu Komutanı’nın bir Alman Mareşal olduğu gözden uzak tutulmalıdır. Kara muharebelerinde savunma taktiği konusunda Genelkurmay kaynaklarındaki aleyhte bazı eleştirilere rağmen, Ordu komutanının kendine ait plan ve tasarrufunun olması gayet doğaldır. Eğer çekince söz konusu olsaydı -herhalde- Osmanlı Genelkurmayı böyle bir uygulamaya baştan engel olurdu.

Özetle Türk-Alman birlikteliği Çanakkale muharebeleri için güzel bir örnek oluşturmuş olmasına rağmen, bu gündemle ilgili -spekülasyonlardan uzak- Türk ve Alman arşivlerinde ortak araştırmalar yapılarak konunun daha da olgunlaşması sağlanmalıdır.

Çanakkale Savaşı Almanlar, Ahmet Esenkaya


Buradan Okuyunuz



Çanakkale Muharebelerine Alman Bakışı ,Ramazan Çalık


Buradan Okuyunuz



Alman Subaylarının Hatıralarına Göre Çanakkale’de Mustafa Kemal , Ergin AYAN


Buradan Okuyunuz

Çanakkale Zaferi Üzerine Alman İddiaları ; İSMET GÖRGÜLÜ


Buradan Okuyunuz


ALMAN KAYNAKLARINA GÖRE ÇANAKKALE SAVAŞI VE ZAFERİ,NECMETTİN ALKAN


1807 -1917 arasındaki 111 yılda 5 Türk - Rus Savaşı'na sahne olan Kars, bu arada 3 Rus işgali (1828, 1855, 1877) ile, 3 korkunç Rus kırgını (1828, 1877, 1915) görmek felaketine uğramış, maddi ve manevi varlığından çok nesneler yitirmiştir. 3 Mart 1878 Yeşilköy Antlaşması ile "savaş tazminatı" yerine Çarlığa bırakılan ve 3 Mart 1918 Brest - Litowsk Antlaşması ile Bolşevik Rusya'dan geri alınan Kars ili, "Büyük - Ermenistan" hayali ile Ruslar'm ortaya çıkartıp şımarttığı Ermeniler'in fesat ve tecavüzleri ile de 1905'ten beri karşı karşıya kalmıştı.

Kasım 1917 başlarında Bolşevik idaresinin Rusya'ya hakim olması ile, geniş bir silahlı teşkilata kavuşup, yüze çıkmaya başlayan Ermeniler, Doğu - Türkiye'deki yerli Türkleri kırarak azaltıp yok etmek suretiyle bir "Ermeni çokluğu kurma" gibi pek kanlı ve vahşi bir siyaset güttüler. 

Erzincan'dan Ahılkelek ve Borçalı'ya kadar ki, 1918 Ermeni Mezalimi arasında, Kars'ın başına gelen korkunç ve acıklı felaketler ile, 1919 -1920 arasındaki bu gibi faciaların belgelere dayanan anlatımı, bugün nüshaları resmi kütüphanelerimizde bile bulunmayan ve 1918 -1921 arasında : İstanbul, Erzurum, Batum ile Kars'ta basılmış 7 risaleden Karslılar'ın ve gelecek nesillerimizin öğrenmesi için, bu derleme eseri yayınlıyoruz...

Buradan İndiriniz...





Türkiye kamuoyu Ermeni sorununa ilişkin ancak tek taraflı, resmi bir bilgilendirmeye sahip. 1915 yılında ne oldu sorusuna verilen yanıt ise; "soykırım olmadı" , "karşılıklı çatışmaydı", "savaş hali vardı" , "önce onlar saldırdı" biçiminde yani olayların inkarından çok nitelik ve niceliğini tartışmaktan ibaret.
Peki , karşı tarafın tezleri ne? Bu, Türkiye kamuoyunca hiçbir zaman ayrıntılı biçimde öğrenilemedi.(Arka Kapak)
Buradan İndiriniz..

Kitabın Almanca baskısından sonra, iki önemli tecrübem oldu. Birincisi, Katolik Mekitaristlerle ki burada söylenenle hiçbir ilgileri yoktur — bir toplantı sırasında karşılaştığım Orta Avrupa Ermeni Ortodoks (Gregoryan) Kilisesin de çok üst bir mevkideki bir görevli benim yüzüme
 "Nasıl olur da beş para etmez Türkleri, ölmüş Ermenilere karşı kitabında güzelmiş gibi gösterirsin!" dedi. Yanlış anladığını zannedip ne dediğini sorduğumda, daha şiddetli bir şekilde "Evet, beş para etmez Türkler, dedim" dedi. 
Ermenilerin tarihe bakışını işte bu cümle sanki özetliyor gibi. Bu bizim için şaşırtıcı olmamakla beraber, gerçekleri yansıtmadığı da kesin.

Bu kitap ve film için ön araştırma yaparken, geniş bir bakış açısıyla kaynak toplamak istediğimden işim pek de kolay olmadı. Bunu yaparken, kendilerine karşı en derin saygılarımı sunduğum insanlarla tanıştım: Örneğin; İstanbul Ermeni Apostolik Patriği Snork Kalutsyan Hazreti ve yine İstanbul'daki Ermeni Hastanesi'nin doktor ve hemşireleri. Bu kimselerin adını burada, öğretim görevlisi entelektüellerden, Ermeni çiftçilere ve onların, Franz Werfel'in meşhur ettiği Musa Dağı'nda yaşayan ailelerine kadar birçok asil Ermeninin yerine zikrettim. Elbette, araştırmalarım sırasında başka birçok kişiyle tanıştım. 

Özellikle Ermeni Zoryan Enstitüsü Başkanı Dr. Gerard Libaridian'ı da anmak isterim. Dr. Libaridian ile Cambridge, Massachusetts'deki ofisinde uzun saatler geçirdik ve çok ilginç konuşmalar yaptık. Dr. Libaridian, zeki, hayat dolu, bilgili, becerikli ve kendine güvenen biri. Onunla yaptığımız konuşmaları konu alan bir oyun bile yazılabilir.  Bu konuşma sırasında, ev sahibimin en ateşli ifadelerini sürekli not aldım. Birçok defa sözde "Andonian Belgeleri"nden bahsetti.  Dr. Libaridian'ın bu belgelerin uydurma olduklarını bildiğini düşünmek makul gözüktüğünden, konuyla ilgili tek bir kelime üzerinde zaman harcamak istemedim. Konuşulacak daha ilginç birçok konu vardı. Ama özellikle, Aram Andonian'ın kitabı ve bu kitabın belgeleri üzerinde durdu. Sonunda, 
"Ama Dr. Libaridian, benim gibi siz de biliyorsunuz ki, `Andonian Belgeleri' uydurmadır," demek zorunda kaldım.  Dr. Libaridian'un, sitemkâr cümleme verdiği kısa ve net cevabını ve yüzündeki ifadeyi hiç unutmayacağım: " Ee ? " 
Buradan İndiriniz 




Elinizde tuttuğunuz, gerçeğin ışığıyla, Batı'nın öne sürdüğü savları çürüten bir kitap, bir Fransız Avukatının 1915 Ermeni olaylarıyla ilgili nesnel ve başarılı savunması olmanın ötesinde, Türkiye'yi asılsız savlarla suçlayanlar için hazırlanmış bir iddianemedir. Avukat George de Maleville, Ermeni soykırımı savını belgelerle çürütmekle de kalmıyor, Fransa'nın diktiği "Kin Anıtı"nın" ... Bayağı bir düşüncenin ürünü" olduğunu vurgulayarak tarihe not düşüyor.

Maleville konuyu her aşamada belgelere dayanarak inceliyor. Bilgi ve belge için İstanbul'a geldiği ianlıyoruz. "İstanbul'a giderek tüm kentte oturan Ermeni toplumu ziyaret ettik ve yüzlerindeki ifadeyi inceledik. Hiçbir yerde, Türkler'le sürekli olarak birlikte yaşayan Ermenilerde hiçbir korku duygusuna rastlamadık. Pazar yerlerinde, limanda bulunan lokantada, iki toplum arasındaki bağlılık tamdır ve burada Paris'ten göç etmiş toplumlar arasındakinden çok daha içtenlikli bir sempatiyle sürmektedir. (Arka Kapak)



Türk Aleminin tarihçisi olarak, hiç kuşkusuz ki tarafgirliğimden kuşkulanır ve ben tarihçi olarak, bundan kuşku duymamaya çalışıyor, bundan bağışık olmadığımı belirtmeye cesaret edemiyorum. Ne olursa olsun, tarafgirliğin Türkiye'nin düşmanlarında eksik olmadığını bilecek kadar iyi bir mevkiideyim. Bu yüzden, burada duygulanmı gizteyeceğim. Hiç­ bir konuda, kendimi ne yargıç, ne de jüri üyesi olarak görmüyorum. Ancak, üstad Maleville'in tutumunun, özgür bir insanın, moda ve akımlara aldırmadan, söylemek istediği şeyi açık bir biçimde ve yü­ reklilikle söyleyen bir kişinin tutumu olduğunu kuşkusuz söyleyebilirim ve onun düşündüğü şeyin, vicdani hakkı için, gerçek olduğuna inanırdım. Herkesin görüşünü açıklayabilmesi demokratik ülkelerin bir onurudur. İnsanlığın bu onurunu herkes gerçekleştirebilir. Tanrı bile kullarına kendisine hayır deme hakkını vermemiş midir?

Önsözden

Jean " Paul ROUX

CNRS'da Araştırma Müdürü




Kitaba, "Ek Başvuru Kaynakları" adıyla bir bibliyografya da eklendi.Önde gelen Ermeni araştırmacılarca hazırlanan üç bibliyografyanın dışında, A.B.D. eski Büyükelçisi Henry Morgenthau'un anı­ları gibi aşırı ölçüde Ermeni yanlısı olup bir hayli etki yaratmış olanlara da listede yer verildi.

Bibliyografyamızda Aram Andonyan'ın 1920 yılında üç dilde yayımlanan ve "soykırımın gerçekliğini kanıtlıyor" dediği sözde "resmî Osmanlı belgelerine" dayanan kitabı da bulunuyor. Bunları oluşturan gizli Ermeni yazarlarının parmak izleri niteliğinde maddî hatalar, tartışma dışı bırakılan gerçekler ve çelişkilerle dolu bu "belgelere", tutuklayıp Malta adasma götürdükleri 144 Türk ileri gelenini yargılayabilmek için Osmanlı arşivlerini ve başka kaynakları araştıran İngilizler bile itibar etmemişlerdi......

Bu konuyu bitirirken, şu gerçeği gözden uzak tutmamalıyız ki, Birinci Dünya Savaşında Anadolu'da aynı toprak için çatşan iki milliyetçi akım karşı karşıya gelmiştir. Büyük ve çağdaş Orta Doğu tarihçisi Bernard Lewis'in sözleriyle bu mücadele "taraflar eşit olmasa da, yaşamsal konular üzerine verilmiş bir mücadeledir". Herhangi tarafsız bir gözlemcinin tahmin edeceği gibi, mücadeleyi 1.5 milyon (belki de, daha az) Anadolu Ermenisi değil, 14 milyonluk Anadolu Müslümanları kazanmaya mahkûmdu. Tüm ilgililer için talihsiz olan cihet şudur ki, isyanı başlatan ve bu nedenle isyamn sonucundan sorumlu olması gereken Ermeni ihtilâlciler ne yansızdır, ne de gözlemcidir.
Ömer İzgi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı


Buradan İndiriniz

....Burada, hayali bir Ermenistan vaadiyle Ermenileri Osmanlı Devletine karşı kışkırtan Rusya'nın kendi ülkesinde Ermenilere nasıl muamele ettiğini ve asıl niyetlerinin ne olduğunu kısaca belirtmekte yarar görüyoruz. Rusya Kafkaslara indiğinde Kafkas Ermenilerini Ruslaştırmayı ve ortodokslaştırmayı öngören bir politika izlemeye başlamıştır. Bu amaçla 1836'da Polijenia kanunu çıkarılmış Eçmiyazin Katolikosluğunun yetkileri kısıtlanmış, Katolikos tayini Çarın görev alanına girmiştir. 1882'de Ermeni gazeteleri ile okulları kapatılmış, 1903'de ise bu kez Ermeni kilisesi, kurum ve okullarının mal varlığına el konulmuştur.

Özetle, Rus Dışişleri Bakanı Lebonof Rostowski'nin ünlü deyimiyle "Ermenisiz bir Ermenistan" hedef alınmıştır. Bu deyimin, son yıllarda, bazı Ermeni yazarlarca Osmanlı Yönetimine atfedilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu husus da Ermeni propagandasımn karakteri hakkında belirgin bir fikir verebilmektedir.

Rusya'nın Ermenilere yaptığı baskı ve zulüm gerek Ermeni, gerek yabancı yazarlarca ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Biz şu iki örneği vermekle yetiniyoruz: Ermeni tarihçi Vartanyan Ermeni Harekätımn Tarihi adlı kitabında şunları yazmaktadır:

"Osmanlı Ermenisi Çarlık Rusyası Ermenisine göre gelenek, din, edebiyat ve dil itibariyle tamamen serbestti."
Edgar Granville de "Rus mezalimine karşı Ermenilerin tek sığınağının Osmanlı Devleti olduğunu" kaydetmektedir.Rusya'nm asıl niyeti Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurulmasını sağlamak değil, bu toprakları ilhak etmektir. I. Dünya Savaşı içinde yapılan Osmanlı İmparatorluğunun paylaşılması anlaşmalarında Ermenilerin üzerinde muhtar bir devlet kurmayı hayal ettikleri topraklar Rusya ve Fransa arasında taksim edilmiştir. Rus Çarı de Eçmiyazin Katolikosuna "Rusya'da bir Ermeni meselesi olmadığını" söyleyerek Rus niyetini açıkça dile getirmiştir.Ermeni yazar Boryan bu hususu şu sözleriyle isabetle teşhis etmiştir:

"Çarlık Rusyası hiçbir zaman Ermeni muhtariyetini sağlamak istememiştir. Bu nedenle Ermeni muhtariyeti için çalışan Ermeniler aslında Rusya'nın Doğu Anadolu'yu ele geçirmesi için Çarlık ajanı olarak faaliyet göstermişlerdir."
Öyle ise, Ruslar Ermenileri yıllarca aldatmışlar ve Ermeniler boş bir hayal peşinde koşmuşlardı

Buradan İndiriniz







16. Yüzyıl Dâhisi Matrakçı Nasuh'un kaleme aldığı, Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonu’nda yer alan Revan Yazması 1272 numaralı “Tarih-i Sultan Beyazıt” adlı eseri tıpkıbasım ve günümüz Türkçesiyle yayımlamış halidir

Asıl adı ‘'Nasuh bin Karagöz bin Abdullah el Bosnavi'' olan Matrakçı Nasuh, II. Bayezid zamanında Enderun'da eğitim görmüş ve yetişmiştir.Yavuz Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde yaşamış, bir çok meziyete sahip bir şahsiyet olarak iz bırakmıştır   Adındaki ‘'Bosnavi'' kelimesi Bosnalı olduğuna dair bir ipucu veriyor.

İcra ettiği hüsn-i hat ve minyatür sanatına yeni üsluplar katarak geleneksel sanatların gelişmesine katkı sağlamış. Resimleri ise Matrakçı'nın Rönesans sanatçıları ile aynı özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. Tarih de , Osmanlı'nın renk ustası, doğunun Leonardo Da Vinci'si olarak da adlandırıldığını görüyoruz.

Matrakçı Nasuh´un her alanda gösterdiği ustalığı karşısında Kanuni, 1529 tarihli fermanında; Nasuh´un İslam dünyasında ve sanatlarda tek olduğunu, herkesin Nasuh´u "Üstad" ve "Reis" olarak tanımasını, ona saygıda kusur edilmemesini buyurmaktadır.

‘'Nasuh bin Karagöz bin Abdullah el Bosnavi'' yani 16.yüzyıl dâhisi Matrakçı Nasuh'un her ne kadar doğumu hakkında fazla bilgiye sahip olunmasa da 1564 yılında izleri ve etkileri günümüze kadar uzanan sayısız eserini geride bırakarak hayata veda etmiş

kaynak;
16.YÜZYIL DAHİSİ MATRAKÇI NASUH`A DAİR HERŞEY
insanvesanat.com
Tarih-i Sultan Beyazıd
turing.org






Şimdiye kadar hakkında, emsaline nasîb pek çok eserler yazıldı. San’atı, fikriyâtı, hayâtı, hizmeti tahlîl ve tevkîr edildi. Ve her ölüm yıl dönümü vatanın her köşesinde İstiklâl Marşı şâiri ve Safâhat mübdii olarak hürmetle yâda vesîle yüzlerce konferans verildi, musâhabeler yapıldı ve bu millet yaşadıkça sinesinden fışkıran bu tebcîl şerareleri artacak, eksilmeyecektir.

Merhûmun devrinde yaşayan bütün edîb ve şâirlerle kendisini yakından, uzaktan tanıyanların hâtıralarını, kendisiyle hayatı boyunca fikir beraberliğinde bulunmuş olanlar tarihimize büyük eserler hediye ettiler. En son olarak büyük şâirimizin ençok sevdiği dostlarından ve millî mücâdele arkadaşlarından, memleketimizin değerli din âlimlerinden Birinci Büyük Millet Meclisine Balıkesir Meb’usu olarak iltihâk eden üstad Haşan Basri Çantay merhum, sağlığında bizlere Âkif hakkında etraflı bir eser hazırlamakta olduğunu beyan buyurmuştu. Hayatında onu bastırmak kendisine müyesser olmadı. Fakat Hayrülhalefi Mürşid Çantay,merhum üstâdın bu emeğini yurt çapında değerlendirmek üzere neşre karar vermiştir. Kendisine bilhassa teşekkür ederiz. Üstad Haşan Basrî Çantay'ın millî mücadele ve birinci Büyük Millet Meclisi süresince Mehmed Akif merhumla geceli gündüzlü arkadaşlık etmiş olması ve bütün fikriyâtına, tahassüsâtına yakından ilgili bulunması dolayısiyle tarihe, en yetkili kalem olarak «Akîfnâm e»yi ihdâ etmiş oluyor. Yurdumuzun her iki büyük şahsiyetine Cenâb-ı Hakdan rahmetler, mağfiretler niyaz ederken Mürşid Çantay Bey
kardeşimizi de candan tebrik ederiz.
Mahir İz
Kitaptan...

Buradan İndiriniz


İstanbul’un büyük bir kısmını tahrip eden Çırçır (1908), İshak Paşa (1912), Vefâ (1918) ve Karagümrük (1919) gibi seri hâlindeki büyük yangınlardan önceki Eyüb, Galata ve Üsküdar dışında sur ile alâkalı İstanbul yarımadasının topografyasını ve âbidelerini 1/2000’lik ölçekle gösteren harita. 45 x 60 ebadında, 20 levha (pafta)





Mimar Sinan’ın İstanbul’u“ kitabı bu çalışmaların son ürünüdür. Yüzyılı aşan ömründe beş Osmanlı Sultanı gören, elli yıl mimarbaşı olarak çalışan Sinan’ın tespit edilebilen dört yüz elli civarında eseri vardır. Farklı coğrafyaların farklı şehirlerindeki bu şaheserler, Osmanlı’nın mührü olmuş, bu eserlerin yarısından fazlasıyla süslenen İstanbul ise Mimar Sinan’ın İstanbul’u olarak tanımlanmıştır. “Mimar Sinan’ın İstanbul’u” adlı kitabımızda İstanbul’a inşa edilen iki yüzden fazla eserden günümüze ulaşan ve özgün halini koruyanları bulacaksınız. Büyük usta Mimar Sinan’ı rahmetle anarken eserin hazırlamasında emeği geçen herkese teşekkür eder, sevgi ve saygılarımı sunarım.

Dr. Bülent KATKAK



Bu liste, Mimar Sinan’ın İstanbul ‘daki eserlerinden günümüze ulaşan ve özgün halini koruyan yapılardan oluşmaktadır. Eserlerin envanter bilgileri ve alfabetik listeleri ÇEKÜL (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı) tarafından hazırlanmıştır. Oluşturulan listelerde külliyelere tek numara verilmiş, birimleri ise o başlık altında sıralanmıştır. Külliyeyi içeren yapılar ayrı ayrı düşünüldüğünde İstanbul’da Sinan’dan günümüze ulaşan eser sayısı yüzü geçmektedir.” Yapılarla ilgili bilgiler de ÇEKÜL tarafından hazırlanmıştır.

1. At Meydanı İbrahim Paşa Sarayı (Fatih). 
2. Atik Valide Nurbanu Sultan Külliyesi (Üsküdar): Cami, Medrese, Mektep, Tekke, İmaret, Darülkurra, Kervansaray, Darüşşifa. 
3. Hürrem Sultan Hamamı (Ayasofya, Fatih). 
4. Bali paşa Cami (Fatih). 
5. Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi (Beşiktaş). 
6. Büyükçekmece Külliyesi: Köprü, Kervansaray, Mescit. 
7. Defterdar Mahmut Çelebi Mescidi (Eyüp). 
8. Evvelbent Paşadere Kemeri (Kağıthane) 
9. Gazi İskender Paşa Külliyesi (Beykoz): Cami, Türbe. 
10. Güzel Ahmet Paşa Türbesi (Fatih). 
11. Güzelce (Gözlüce) Kemer (Sultangazi). 
12. Hadım İbrahim Paşa Külliyesi (Fatih): Cami, Türbe. 
13. Haseki Hürrem Sultan Külliyesi (Fatih): Cami, Darüşşifa, Medrese, Sıbyan Mektebi. 
14. Haseki Hürrem Sultan Türbesi (Süleymaniye). 
15. Havz-ı Kebir (Büyük havuz) (Kağıthane). 
16. Hüsrev Çelebi Ramazan Efendi Cami (Fatih). 
17. Hüsrev Kethüda Darülkurrası Vefa (Fatih). 
18. Hüsrev Kethüda Hamamı (Ortaköy). 19. Hüsrev Paşa Türbesi (Fatih). 
20. Kapıağası (Haramidere) Köprüsü (Beylikdüzü). 
21. Kara Ahmet Paşa Külliyesi (Fatih). Medrese, Türbe 
22. Kılıç Ali Paşa Külliyesi (Beyoğlu). Cami, Hamam, Sebil, Türbe 
23. Kovuk (Eğri) Kemer (Sultangazi) 
24. Mağlova Kemeri (Sultangazi) 
25. Mehmet Ağa Külliyesi (Fatih). Cami, Türbe 17 
26. Mesih Mehmet Paşa Külliyesi (Fatih): Cami, Türbe. 
27. Mihrimah Sultan Külliyesi (Edirnekapı): Cami, Medrese, Hamam. 
28. Mihrimah Sultan Külliyesi (Üsküdar): Cami, Medrese, Sıbyan Mektebi 
29. Mimar Sinan Ağa / Mimar Sinan Mescidi (Fatih). 
30. Molla Çelebi (Fındıklı) Camii (Beyoğlu). 
31. Saray Mutfakları (Topkapı Sarayı Fatih). 
32. Nişancı Mehmet Paşa Külliyesi (Fatih): Cami, Türbe. 
33. Pertev Paşa Türbesi (Eyüp). 
34. Piyale Paşa Külliyesi (Beyoğlu). 
35. Rüstem Paşa Camii (Fatih). 
36. Rüstem Paşa Kervansarayı (Beyoğlu-Perşembe Pazarı). 
37. Rüstem Paşa Medresesi (Fatih). 
38. Rüstem Paşa Türbesi (Fatih). 
39. Semiz Ali Paşa Medresesi (Fatih). 
40. Sinan Paşa Külliyesi (Beşiktaş): Cami, Medrese. 
41. Siyavuş Paşa Evladı Türbesi (Eyüp). 
42. Sokollu Mehmet Paşa Cami Azapkapı (Beyoğlu). 
43. Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi (Eyüp): Türbe, Medrese, Darülkurra 
44. Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi (Kadırga, Fatih): Cami, Medrese, Tekke 
45. Sultan Murat Köşkü (Topkapı Sarayı, Fatih).
46. Sultan Selim (I) Medresesi (Fatih). 
47. Sultan Selim (II) Türbesi (Fatih). 
48. Süleymaniye Külliyesi (Süleymaniye, Fatih): Kanuni Sultan Süleyman Türbesi, (Hürrem Sultan Türbesi) Medrese-i Evvel, Medrese–i Sani, Medrese-i Salis, Medrese-i Rabi, Darülhadis, Darülkurra, Darüşşifa, Darüttıb, İmaret, Sıbyan Mektebi, Kervansaray, Hamam. 
49. Şah Huban Hatun Türbesi (Fatih). 
50. Şehzade Mehmet Külliyesi (Fatih): Cami, İmaret, Kervansaray, Medrese, Sıbyan Mektebi, Tabhane, Türbe. 
51. Şehzadeler Türbesi (Fatih). 
52. Şemsi Ahmet Paşa Külliyesi (Üsküdar): Cami, Türbe, Medrese. 
53. Tophane (Kurşunlu) Mahzeni (Beyoğlu). 
54. Uzun Kemer (Eyüp). 
55. Valide Sultan Hamamı (Üsküdar). 
56. Zal Mahmut Paşa Külliyesi (Eyüp): Cami, Türbe, Medrese (I), Medrese (II)






ÖNSÖZ

Miladi 1390 itibari ile İstanbul’un Anadolu kıyıları tamamen Türk kuvvetlerinin denetimi altına girmiş, akabinde inşa edilen Anadoluhisarı üzerinden fethin ilk provaları başlamıştır. Takvimler, 1452 senesini gösterdiğinde ise 30.000 m2’lik alan üzerinde dört ay gibi kısa bir sürede inşa edilen Rumelihisarı artık fethin habercisidir.

Boğaziçi’nde karşılıklı yer alan iki hisar, Osmanlı İstanbul’unun en eski yapıları olup ilk Türk mahalleleriyle, askeri başarı kadar sosyal ve iktisadi yapılanmasıyla Türk-İslam Medeniyeti’nin İstanbul’daki inkişafinın başlangıç noktaları olmuştur.

Anadoluhisarı ve Rumelihisarı Osmanlı İstanbul’unun en eski yerleşim yerleri olma hususiyetini bünyelerinde barındırmalarına rağmen maalesef buradaki semtler içerisinde ikamet edenler başta olmak üzere İstanbullular için aidiyet ve sahiplenme duygusunu kazandıracak yazılı eser sayısı bir elin parmaklarını bile geçmemektedir. Her iki kadim hisar hakkında yazılan ilk eserlerden olan ve ilk baskısı 1941 yılında yayımlanan Albert Gabriel’in İstanbul Türk Kaleleri adlı, Tercüman’ın 1001Temel Eser serisi içerisinde Türkçesi de yayımlanan kitap elimizdeki en baş kaynağı teşkil etmektedir. Rumelihisarı’nın 1955-1957 tarihleri arasında gerçekleştirilen onarımı aşamasında görev alan Cahide Tamer’in, yapılan onarımlar ile ilgili aktardığı ve Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından 2001 tarihinde yayınlanmış olan kitap, son restorasyonu hakkında bilgi kaynağımız olmaktadır. Elinizdeki bu çalışma, İhsan Kesedar’ın “Rumelihisarı” adlı eserinin ardından Anadolu ve Rumelihisarları ile Mahallelerini ele alan ilk müstakil kitap çalışmasını oluşturmaktadır.

Şu gerçek unutulmamalıdır ki, İstanbul tarihi konusunda söylenecek söz, araştırılacak belge ve yazılacak o kadar çok metin var ki, içerisine girdikçe anlaşılmaktadır. Kolay değil üç büyük medeniyete ve imparatorluğa ev sahipliği yapmış şehirden bahsetmekteyiz dünya tarihinde, onsuz bahsedilemeyen. Resulullah Efendimiz’in (s.a.v) hadis-i şerifi ile önemine binaen İslam orduların kızıl elması olması gibi pek çok tarihi ve kültürel değerleri bünyesinde barındıran ilahi dinlere ev sahipliği yapan şehir olan İstanbul hakkında yazılan kitapların hiçbiri son söz değildir. Gün yüzüne çıkan her belge ve bilgi yeni yazılara ve kitaplara yelken açtırmaktadır.

Elinizdeki bu çalışma, yeni araştırmacılara ve İstanbul sevdalılarına derli toplu bir kaynak oluşturma niyetiyle hazırlanmış, zihnimizdeki bilgileri kağıda dökerek sizlerle paylaşmaktan öte bir şey hedeflenmemiştir. Her yönü ve her şeyi ile bu kadim şehrin bize ait olduğunu ve bizlerin de bu şehri gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde aktaracak emanetçiler olduğumuzu unutmamamız gerektiği düşüncesiyle…
Süleyman Faruk GÖNCÜOĞLU – Rumelihisarı Mayıs 2015


Buradan İndiriniz 






KIBRIS’TA RUM-YUNAN SALDIRILARI VE SOYKIRIM 

Yrd.Doç.Dr. Vehbi Zeki SERTER 

Eski KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı ve Kıbrıs Türk Tarih Kurumu Başkanı 


Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları 


ANKARA 

GENELKURMAY BASIMEVİ
2008

Kıbrıs Türklerine karşı ilk saldırılar, Kıbrıs’ın İngiltere’ye geçici olarak devredilmesinden (1878) kısa bir süre sonra başlamış ve gelişmiştir.
Kıbrıs’ın, Türkler tarafından geçici olarak İngilizlere devredilmesinden sonra (1878) enosis hareketleri ve Türklere karşı olan saldırılar yoğunlaşmıştır. Kıbrıs’a ilk İngiliz Yüksek Komiseri ve Başkomutanı unvanı ile atanan Sör G. Wolseley’e, Lârnaka’ya gelişinde kendisini karşılayanlar arasında bulunan Piskopos Kiprianos şunları söylemişti: 
“Biz, bu yönetim değişikliğini hoş karşılıyoruz. Çünkü, İngiltere’nin daha önce Yunan adalarını verdiği gibi Kıbrıs’ı da Yunanistan’a, ana vatanımıza bırakacağından eminiz.”

Enosis hareketlerinin ve saldırılarının yoğunlaşması nedenleri arasında İngilizlerin, Rumları kayıran hoşgörülü idaresi de vardı. Türkler, Rumların enosis hareketlerinin karşısında aşılmaz bir engel olarak duruyorlardı. Rumların, Türklere karşı saldırı nedenlerinin başında bu gelmekteydi. “Türk varlığı Kıbrıs’ta devam ettiği sürece enosis hayalinin gerçekleşme olanağı bulunamayacağını gören Rumlar, İngiliz döneminin ilk yıllarından itibaren okullarında ve kiliselerde açıkça Türk düşmanlığı aşıladılar, bu yönde telkinlerde bulunmaya başladılar. 308 yıllık dengeli ve dostça yaşam, artık bu tür hareketlerle bozulmaya, iki toplum bireyleri arasındaki güven duygusu, yerini kuşkuya ve güvensizliğe terk etmeye başladı.”
İngilizlerin, Rumların enosisle ilgili olarak yaptıkları faaliyetleri engellemedikleri hususunun, İngiliz tarihçi Sör George Hill tarafından yazılan “A History of Cyprus” adlı eserin IV. Cildinin 492’nci sayfasında şu sözlerle de doğrulandığını, Cemal Ünlü “Kıbrıs’ta Basın Olayı” isimli eserinde şöyle belirtmektedir: 
“... Bu hareketi (enosisi) önlemek için baştan itibaren hiçbir teşebbüs yapılmamıştır. Kışkırtmaların şiddeti, hükûmetin (İngiliz Hükûmetinin) aşırı toleransından olmuştur. İngilizler adaya çıktıktan sonra hiçbir yıl geçmemiştir ki ‘Helenik fikir’ ve kıpırdamalar görülmemiş olsun. 



Manastır'daki Rus başkonsolosu Rostkovkiy her zaman âdeti olduğu üzere, elinde kamçısıyla cadde ve sokaklarda dolaşırdı. Rastladığı Türk askerlerine hakaret ederdi. Hatta döverdi.

Bir gün, bir resmî binanın kapısında nöbet bekleyen Türk askerine saldırdı. Askeri kamçıyla dövmeye başladı. Sebebi kendisine selam verilmemesiydi. Bizim asker dayanamadı, silahını çekip başkonsolosu öldürdü. Aslında asker vazifesini yapmıştı! Fakat ne oldu dersiniz?..

Sultan’ın(II. Abdülhamid) iradesiyle “Divan-ı harb” kurularak gecikmeden başladı.Harp Divanı kuruldu; hem başkonsolosu vuran Halim adındaki asker, hem de o sırada kapıda bulunan olay ile alakası olmayan Türk askeri idama mahkûm edildi.

Üzerinde Osmanlı üniforması bulunan ve hakarete uğradığı, dövüldüğü için kendisini savunan Türk askerini, bizim yüce Osmanlı Devletimiz, yabancılardan çekindiği için darağacına gönderdi. Harp Divanı'nda Enver Bey de görevliydi. Hiçbir şey yapamamanın ezikliğini, o da, o gün gördü.

Ve iki Türk askeri asıldı.

İşte Makedonya'da bulunan zabitlerin gönüllü, koşarak İttihat ve Terakki'ye girmemizi hızlandıran olay budur..

Teşkilatin İki Silahşörü Soner Yalçın

Buradan İndiriniz

Olayın Akademik İncelemesi


Doç.Dr.Hasip Saygılı

http://dergipark.gov.tr/download/article-file/105762




Türkiye'de gizli musikiler daha düne kadar cereyan ettiği gibi bu kitapta anlattığım gizli oyunlar da düne kadar cereyan etmiş olduğu halde ne ilim adamlarımız ve ne de bu uğurda uğraştıklarını gördüğümüz ve bildiğimiz halkıyatçılarımız bunlardan haberdar değillerdi. Bu hususta bâzı düşünceler, yalnız, görünüşe saplanıp kalıyor ve ondan öteye gidemiyordu. Nitekim kitapta sebepleri teşrih edildiği gibi Türk dînî oyunları’nın herkesin huzurunda icra edilmiş olan Mevlevî sema’larından ibaret olduğu zannediliyor ve bunların, halktan ayrı Aristokrat bir zümre olan  Mevlevî’sâlikleri tarafından Türk Şâmânîylik ; oyunlarından kaldığı aykırı mütalealarla iddia ediliyordu.

Bu küçük risale, Şâmânîylik den kalma oyunların hangileri olduğunu ve Türkiye’ye nasıl girdiğini ve kimler tarafından nasıl icra edildiğini yerli yerine ve cerhi kabil olmayan delillerle göstermek için yazılmıştır

Buradan İndiriniz...


ADI : Tehlikedeki Türk Dilleri
EDİTÖRLER : Prof. Dr. Süer Eker, Prof. Dr. Ülkü Çelik Şavk
TANITIM YAZISI
            UNESCO 2016 Hoca Ahmed Yesevî Yılı anısına ve Bağımsızlıklarının 25. Yılında Türk Cumhuriyetleri onuruna, Uluslararası Türk Akademisi ve Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığının destekleriyle hazırlanan “Tehlikedeki Türk Dilleri” kitabı 4 cilt olarak yayımlandı.
“Tehlikedeki Türk Dilleri” projesi; dünya gündeminden nispeten uzak kalan az nüfuslu ve az konuşurlu Türk halklarını, onların dillerini ve kültürlerini bir arada, ortak ana başlıklar halinde ele almayı, tanıtmayı, bilgi ve belgeleri kamuoyu ile paylaşmayı ve bu yolla tehlikedeki Türk dilleri ve kültürleri konusundaki farkındalığı ve duyarlığı geliştirmeyi, sonraki kuramsal çalışmalar, dokümantasyon çalışmaları, yeniden canlandırma vb. diğer faaliyetler için müşterek bir akademik zemin ve platform oluşturma amacıyla yayımlanmıştır.
Kitapta 26 ülkeden 130 bilim insanının telif ve tercüme toplam 132 özgün yazıyla yer aldığı 4 ciltlik kitap seti; süreli yayın, web sitesi vb. “Tehlikedeki Türk Dilleri” adlı geniş kapsamlı projenin bir parçasıdır. Kitap seti 3 ana bölümden ve 4 ciltten oluşmaktadır.
Bu çalışmada yer alan “Tehlikedeki Türk Dilleri”ni belirlemede temel ölçüt olarak UNESCO’nun Tehlikedeki Dünya Dilleri Atlası (UNESCO Atlas of the World’s Languages in Danger) esas alınmıştır. Atlas’ta Rusya Federasyonu’nda konuşulan Türk dillerinin, Tatarca dışında, Başkurtça, Çuvaşça ve Yakutça dâhil, tamamı farklı düzeylerde tehlikede gösterilmiştir. Atlas’ta yer almayan Çin Kazakçası, Çin Kırgızcası, Avrupa’daki yerli ve göçmen Tatar ve Başkurt vb. Türk dilleri de aynı şekilde proje kapsamına dâhil edilmiştir.
Öz deyişi “Son Sesler Kaybolmadan” olan projede, Çin’in kuzeydoğusundaki Fu-yü Kırgızcasından, Avrupa’nın en batısında Litvanya Karaycasına; Taymır yarımadasında konuşulan Dolgancadan, Basra körfezinin doğu kıyılarına yakın İran coğrafyasındaki Kaşgaycaya değin az nüfuslu, az konuşurlu Türk dilleri ele alınmaktadır. Yazıların tamamı bilimsel çalışma yaşamının önemli bir bölümünü bu projede ele aldığı Türk diline adayan yazarların kaleminden çıkmıştır. Yazarların önemli bir bölümü aynı zamanda ele aldığı dilin konuşurudur.  Proje makalelerinin dilleri, sayı bakımından İngilizce başta olmak üzere Türkçe, Rusça, Kazakça, Özbekçe vd. Türk dilleridir.
kaynak

http://www.ayu.edu.tr/yayin_detay/190/tehlikedeki-turk-dilleri