Articles by "Osmanlı Yükseliş Dönemi"
Osmanlı Yükseliş Dönemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster






16. Yüzyıl Dâhisi Matrakçı Nasuh'un kaleme aldığı, Topkapı Sarayı Müzesi Koleksiyonu’nda yer alan Revan Yazması 1272 numaralı “Tarih-i Sultan Beyazıt” adlı eseri tıpkıbasım ve günümüz Türkçesiyle yayımlamış halidir

Asıl adı ‘'Nasuh bin Karagöz bin Abdullah el Bosnavi'' olan Matrakçı Nasuh, II. Bayezid zamanında Enderun'da eğitim görmüş ve yetişmiştir.Yavuz Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde yaşamış, bir çok meziyete sahip bir şahsiyet olarak iz bırakmıştır   Adındaki ‘'Bosnavi'' kelimesi Bosnalı olduğuna dair bir ipucu veriyor.

İcra ettiği hüsn-i hat ve minyatür sanatına yeni üsluplar katarak geleneksel sanatların gelişmesine katkı sağlamış. Resimleri ise Matrakçı'nın Rönesans sanatçıları ile aynı özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. Tarih de , Osmanlı'nın renk ustası, doğunun Leonardo Da Vinci'si olarak da adlandırıldığını görüyoruz.

Matrakçı Nasuh´un her alanda gösterdiği ustalığı karşısında Kanuni, 1529 tarihli fermanında; Nasuh´un İslam dünyasında ve sanatlarda tek olduğunu, herkesin Nasuh´u "Üstad" ve "Reis" olarak tanımasını, ona saygıda kusur edilmemesini buyurmaktadır.

‘'Nasuh bin Karagöz bin Abdullah el Bosnavi'' yani 16.yüzyıl dâhisi Matrakçı Nasuh'un her ne kadar doğumu hakkında fazla bilgiye sahip olunmasa da 1564 yılında izleri ve etkileri günümüze kadar uzanan sayısız eserini geride bırakarak hayata veda etmiş

kaynak;
16.YÜZYIL DAHİSİ MATRAKÇI NASUH`A DAİR HERŞEY
insanvesanat.com
Tarih-i Sultan Beyazıd
turing.org






Mimar Sinan’ın İstanbul’u“ kitabı bu çalışmaların son ürünüdür. Yüzyılı aşan ömründe beş Osmanlı Sultanı gören, elli yıl mimarbaşı olarak çalışan Sinan’ın tespit edilebilen dört yüz elli civarında eseri vardır. Farklı coğrafyaların farklı şehirlerindeki bu şaheserler, Osmanlı’nın mührü olmuş, bu eserlerin yarısından fazlasıyla süslenen İstanbul ise Mimar Sinan’ın İstanbul’u olarak tanımlanmıştır. “Mimar Sinan’ın İstanbul’u” adlı kitabımızda İstanbul’a inşa edilen iki yüzden fazla eserden günümüze ulaşan ve özgün halini koruyanları bulacaksınız. Büyük usta Mimar Sinan’ı rahmetle anarken eserin hazırlamasında emeği geçen herkese teşekkür eder, sevgi ve saygılarımı sunarım.

Dr. Bülent KATKAK



Bu liste, Mimar Sinan’ın İstanbul ‘daki eserlerinden günümüze ulaşan ve özgün halini koruyan yapılardan oluşmaktadır. Eserlerin envanter bilgileri ve alfabetik listeleri ÇEKÜL (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı) tarafından hazırlanmıştır. Oluşturulan listelerde külliyelere tek numara verilmiş, birimleri ise o başlık altında sıralanmıştır. Külliyeyi içeren yapılar ayrı ayrı düşünüldüğünde İstanbul’da Sinan’dan günümüze ulaşan eser sayısı yüzü geçmektedir.” Yapılarla ilgili bilgiler de ÇEKÜL tarafından hazırlanmıştır.

1. At Meydanı İbrahim Paşa Sarayı (Fatih). 
2. Atik Valide Nurbanu Sultan Külliyesi (Üsküdar): Cami, Medrese, Mektep, Tekke, İmaret, Darülkurra, Kervansaray, Darüşşifa. 
3. Hürrem Sultan Hamamı (Ayasofya, Fatih). 
4. Bali paşa Cami (Fatih). 
5. Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi (Beşiktaş). 
6. Büyükçekmece Külliyesi: Köprü, Kervansaray, Mescit. 
7. Defterdar Mahmut Çelebi Mescidi (Eyüp). 
8. Evvelbent Paşadere Kemeri (Kağıthane) 
9. Gazi İskender Paşa Külliyesi (Beykoz): Cami, Türbe. 
10. Güzel Ahmet Paşa Türbesi (Fatih). 
11. Güzelce (Gözlüce) Kemer (Sultangazi). 
12. Hadım İbrahim Paşa Külliyesi (Fatih): Cami, Türbe. 
13. Haseki Hürrem Sultan Külliyesi (Fatih): Cami, Darüşşifa, Medrese, Sıbyan Mektebi. 
14. Haseki Hürrem Sultan Türbesi (Süleymaniye). 
15. Havz-ı Kebir (Büyük havuz) (Kağıthane). 
16. Hüsrev Çelebi Ramazan Efendi Cami (Fatih). 
17. Hüsrev Kethüda Darülkurrası Vefa (Fatih). 
18. Hüsrev Kethüda Hamamı (Ortaköy). 19. Hüsrev Paşa Türbesi (Fatih). 
20. Kapıağası (Haramidere) Köprüsü (Beylikdüzü). 
21. Kara Ahmet Paşa Külliyesi (Fatih). Medrese, Türbe 
22. Kılıç Ali Paşa Külliyesi (Beyoğlu). Cami, Hamam, Sebil, Türbe 
23. Kovuk (Eğri) Kemer (Sultangazi) 
24. Mağlova Kemeri (Sultangazi) 
25. Mehmet Ağa Külliyesi (Fatih). Cami, Türbe 17 
26. Mesih Mehmet Paşa Külliyesi (Fatih): Cami, Türbe. 
27. Mihrimah Sultan Külliyesi (Edirnekapı): Cami, Medrese, Hamam. 
28. Mihrimah Sultan Külliyesi (Üsküdar): Cami, Medrese, Sıbyan Mektebi 
29. Mimar Sinan Ağa / Mimar Sinan Mescidi (Fatih). 
30. Molla Çelebi (Fındıklı) Camii (Beyoğlu). 
31. Saray Mutfakları (Topkapı Sarayı Fatih). 
32. Nişancı Mehmet Paşa Külliyesi (Fatih): Cami, Türbe. 
33. Pertev Paşa Türbesi (Eyüp). 
34. Piyale Paşa Külliyesi (Beyoğlu). 
35. Rüstem Paşa Camii (Fatih). 
36. Rüstem Paşa Kervansarayı (Beyoğlu-Perşembe Pazarı). 
37. Rüstem Paşa Medresesi (Fatih). 
38. Rüstem Paşa Türbesi (Fatih). 
39. Semiz Ali Paşa Medresesi (Fatih). 
40. Sinan Paşa Külliyesi (Beşiktaş): Cami, Medrese. 
41. Siyavuş Paşa Evladı Türbesi (Eyüp). 
42. Sokollu Mehmet Paşa Cami Azapkapı (Beyoğlu). 
43. Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi (Eyüp): Türbe, Medrese, Darülkurra 
44. Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi (Kadırga, Fatih): Cami, Medrese, Tekke 
45. Sultan Murat Köşkü (Topkapı Sarayı, Fatih).
46. Sultan Selim (I) Medresesi (Fatih). 
47. Sultan Selim (II) Türbesi (Fatih). 
48. Süleymaniye Külliyesi (Süleymaniye, Fatih): Kanuni Sultan Süleyman Türbesi, (Hürrem Sultan Türbesi) Medrese-i Evvel, Medrese–i Sani, Medrese-i Salis, Medrese-i Rabi, Darülhadis, Darülkurra, Darüşşifa, Darüttıb, İmaret, Sıbyan Mektebi, Kervansaray, Hamam. 
49. Şah Huban Hatun Türbesi (Fatih). 
50. Şehzade Mehmet Külliyesi (Fatih): Cami, İmaret, Kervansaray, Medrese, Sıbyan Mektebi, Tabhane, Türbe. 
51. Şehzadeler Türbesi (Fatih). 
52. Şemsi Ahmet Paşa Külliyesi (Üsküdar): Cami, Türbe, Medrese. 
53. Tophane (Kurşunlu) Mahzeni (Beyoğlu). 
54. Uzun Kemer (Eyüp). 
55. Valide Sultan Hamamı (Üsküdar). 
56. Zal Mahmut Paşa Külliyesi (Eyüp): Cami, Türbe, Medrese (I), Medrese (II)
01-12-2016,22:43 http://tarihresmi.blogspot.com.tr/

.......Her halükârda, Bizans tarihçilerine göre Mehmed imparatorluk sarayının yakınında büyük bir şölen verdi. Şarap içip sarhoş olunca, kızlarağasına, arşidükün evine gidip en genç, on dördündeki yakışıklı oğlunu getirmesini emretti. Bu emri duyan çocuğun babası, uymayı reddetti. Oğlunun şerefine leke sürmektense kellesini yitirmeyi yeğlediğini söyledi. Haremağası bu cevabı sultana iletti. Bunun üzerine sultan celladına, dük ile oğullarını getirmesini emretti. Notaras karısına veda ettikten sonra, en büyük oğlu ve damadı Kantakuzenos ile celladı takip etti. Sultan üçünün de kafasının uçurulmasını emretti. Üç kelle sultana getirildi. Gövdeler gömülmedi. "Rhomaeoi Sütunu" olarak tanınan Notaras, bir zamanlar "Bu şehre Roma başlıkları gireceğine, Türk sarıkları girsin daha iyi" demişti. Sonunda istediği olmuştu. Üç Bizans tarihçisi; Dukas, Khalkokondilas ve Frantzes, bu olayı kederle ve uzun uzadıya öğütlerle anlatır.


Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı - Franz Babinger s,99

.........

Padişah, o zaman şehrin en büyük kısmını gezdi ve saraya yakın bir yerde ziyafet sofrası hazırlatarak eğleniyordu. Bu ziyafette padişah fazla şarap içerek, sarhoş olduğundan, harem ağasını davet
etti ve kendisine şu emri verdi: «Büyük dukanın evine git ve en genç çocuklarının bu ziyafete gönderilmesini padişahın emrettiğini kendisine söyle». Genç çocuk güzeldi ve on dört yaşındaydı. Çocuğun babası, bu emri duyunca, ölü gibi oldu ve yüzü başka bir şekil alarak, harem ağasına dedi ki, «Kendi evlâdımı lekelemek maksadiyle elimle teslim etmekliğim, bizim terbiyemizle kabil-i telif değildir. Padişahın, cellât göndererek, kafamı almasını tercih ediyorum».!

Harem ağası, padişahın gazabını davet etmemek için, çocuğun teslim olunması hakkında büyük dukaya nasihatte bulunmuş ise de, harem ağasının nasihatleri büyük dukayı ikna etmedi. Ağaya hitaben dedi ki, «Eğer çocuğu alıp götürmek istersen, al götür, yoksa rızam ile ben çocuğumu hiç bir zaman vermeyeceğim». Harem ağası bunun üzerine geri giderek, büyük dukanın çocuğu vermek istemediğini padişaha anlattı. Büyük dukanın bu suretle hareket etmesinden padi­şah hiddetlenerek, harem ağasına dedi ki, «Cellâdı yanma al da çocuğu bana getir. Dukayı ve çocuklarını da al ve gel!» Padişahın bu emrini haber alan duka çocuklarını ve karışım öptü; kendisi, oğlu ve damadı Kantakuzinos cellâdı takip etti. Harem ağası, çocuğu beraber alarak, padişahın yanma girdi ve çocuğu gösterdi. Diğerleri de sarayın kapısında ayakta duruyorlardı. Padişah sarayın kapısında duranların kılıçla idam olunmalarını emretti. Cellât bunları saray kapısından alarak, sarayın alt tarafındaki yere götürdü ve padişahın idam hakkındaki emrini kendilerine tebliğ etti. Dukanın evlâtlarından birisi idam kararını duyunca ağladı. Babası ise, cesaretli bir tavır takınarak, genç çocuklarının mâneviyatını takviye etti ve bunlara şöylece hitap etti: 

«Evlâtlarım, dün az bir müddet zarfında şehrimizde cereyan etmiş olan mahvedici vak’alar gördünüz. Bitmez tükenmez servetimiz, bu muazzam şehirde ve Hristiyanlarla meskûn olan dünyanın her yerinde Istanbul’lu olduğumuzdan dolayı haiz olduğumuz hayret verici şan ve şerefimiz malûmumuzdur. Şimdi ise, bizde bir şey kalmadı, ancak gördüğünüz bu hayat kalmıştır. Bu hayatın sonu bizim için bir gün gelecektir. Herhangi bir gün öleceğiz ve ölünceye kadar günlerimizi nasıl geçireceğimizi bilmiyoruz. Esasen servetimiz kaybolmuştur. Binaenaleyh bundan böyle servetten, şan ve şöhretten, namus ve efendilikten mahrum olarak yaşayacağız. Herkesin sitem ve hakaretine maruz kalacağız, mihnet ve sefalet içinde vakit geçireceğiz ve ölüm, nihayet vakti geldiği zaman, bizi buradan namussuz olarak alıp götürecektir. Bizim imparatorumuz nerededir? Dün boğazlanmadı mı? Benim kayınbabam ve sizin büyük babanız büyük Domestikos* ve Protostrator ** Paleoloğos, iki evlâdı ile, nerededirler? Bunlar da dünkü muharebede ölmediler mi? Keşke biz de bunlarla beraber ölseydik. Mamafih bu saat da bizim için elverişli bir saattir. Hiç ihmal etmeyelim. Şeytanın türlü silâhlan vardır. Bu silâhları kim bilir? Eğer geç kalırsak bu şeytanın zehirli okları ile yaralanmamız muhtemeldir. Şimdi meydan önümüzdedir. Bizim için ölen ve dirilen Hazret-i İsa namına, biz de ölelim ki, onun bu yüzden kazandığı iyiliklere biz de mazhar olalım» ....

*Büyük Domestikos, kara kuvvetlerinin baş kumandanıdır. İmparatordan sonra gelir. Denizde büyük dukanın mevkii ne İse, Domestikosun da karada mevkii aynıdır.
**Protostrator, imparatorun hassa süvari ordusu kumandanıdır, Son zamanlarda hafif süvari alayı kumandam İdi.


BİZANS TARİHİ,  DUKAS ,İSTANBUL MATBAASI 1956 s,210

no image
Şehre girilirken karşı duranlarla ellerinde kanlı silah bulunanlar öldürüldü. Bizanslılarla işbirliği yapan mülteci Osmanlı şehzadesi Orhan’da bu arada surlardan aşağı düşerek ölenler arasına katılmış oldu. Müdafilerden öldürülenlerin yekûnu iki bini buluyordu ama bu da bir sebebe müstenitti. Bunun sebebini, bir Bizanslı olan Dukas şöyle açıklıyor: Türkler şehri müdafaa eden kuvvetleri elli bin kişi tahmin ettiklerinden bu kadar fazla sayıda askerden çekindikleri için iki bin Kişiye kıymışlar, fakat tahminlerinde aldanıncaa bu işten vazgeçmişlerdir

RESİMLİ – HARİTALI MUFASSAL OSMANLI TARİHİ TTK . Ankara 2010. c 1 s 457

 Marmara sahillerinde surlar daha az askerle korunuyordu. Langa limanı, Bizans‘ta yaşayan şehzade Orhan ve yanındaki ücretli küçük Türk birliği tarafından muhafaza edilmekteydi

 TÜRKLER , İstanbul'un Fethi / Prof. Dr. Feridun Emecen;YENİ TÜRKİYE YAYINLARI 2002 ANKARA CİLT 9 s s.312-321

 Bizanslılarla beraber Samatya civarını müdafaa eden Yıldırım Bayezid’in torunu, Süleyman Çelebi‘nin oğlu Orhan Çelebi de kendini surdan atarak intihar etti

 TÜRKLER , Fatih / Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi;YENİ TÜRKİYE YAYINLARI 2002 ANKARA CİLT 9 s s. s.338-354
no image
Çağdaş Bizans ve Latin kaynakları şehirde askerî güç olarak 5000 dolayında bir kuvvet bulunduğunu, müdafaaya katılan bazı yardımcı birliklerle bu sayının 8-9000 dolaylarına çıktığını yazar. Ayrıca sivil halk da savunma sırasında surların tamirinde, teçhizat ve malzeme temininde önemli rol oynamıştı. Nitekim Dolfin, şehirde çok sayıda Rum’un bulunmasına rağmen kılıç kullanabilenlerin az olduğunu, bunların da silâh kullanmada usta olmadıklarını, fakat surlar üzerinde ellerinden geleni yaptıklarını belirterek sivil şehir halkının savunmada etkili rol oynadığını ima eder (Fatih ve İstanbul, I/1, s. 35). Müdafiler, askerî güçleri az olmakla beraber savunma üstünlüğü sebebiyle kalabalık Osmanlı ordusuna bir süre karşı koyabilecek durumdaydılar. Şüphesiz dışarıdan yardım almaksızın uzun müddet dayanabilmeleri imkânsızdı. Bu sırada şehirde 30.000 dolayında sivil nüfusun bulunduğu tahmin edilmektedir. Savunmaya Venedikliler, Cenevizliler ve diğer bazı yabancı güçler de katılmıştır. Bizans kuvvetleri bizzat imparator tarafından seçilen savunma mevzilerine yerleşmişlerdi. İmparator, en iyi birliklerini yanına alarak Topkapı ve Edirnekapı arasında karargâh kurdu, Ocak 1453’te yanındaki 400’ü Cenevizli 700 adamıyla gönüllü olarak Bizans’a yardıma gelen ve şehir savunmalarında ün yapmış olan Cenevizli savaşçı Giustiniani sağ cenahında mevzilenmişti. Daha sonra onun kumanda ettiği Cenevizliler imparatoru takviye için merkeze kaydırıldı. Venedik balyosu Minotta ve yardımcıları Tekfur Sarayı savunmasıyla görevlendirilmişlerdi. Bu kesimde daha önce mevcut olup dolmuş olan hendek de savunma tedbirleri alınırken yeniden kazılmıştı. Şehrin belli başlı kapılarından dördünün muhafazası Venedik ve Cenevizliler’in talebi üzerine dört Venedikli kumandana verildi. Eğrikapı ile (Kaligaria) Haliç’teki Xyloporta arasını yaşlı kumandan Teodor Caristino koruyacaktı. Sakızlı piskopos Leonardo ve Langosco kardeşler ise bu bölgedeki hendeğin arkasında mevzilenmişlerdi. İmparatorun sol tarafında Ceneviz birliklerine kumanda eden Cattaneo ile Silivrikapı bölgesinin korunmasıyla görevli Theophilos Palaeologos yer alıyordu. Marmara sahillerinden Yaldızlıkapı’ya (Altınkapı) kadar olan bölümü Venedikli Filippo Contarini korumaktaydı. Cenevizli Manuel de Yaldızlıkapı’yı muhafaza ile görevlendirilmişti. Onun solunda deniz yönünde Demetrios Kantakuzenos bulunuyordu. 2 Nisan günü Venedikli Bartolomeo Soligo Haliç’e zincir gererek girişi kapattı. Sarayburnu’na gelmeden bugünkü Sirkeci civarında Saint Eugenius Kulesi’yle Tophane’de Mumhâne burnunun bulunduğu Galata surları arasına çekilen zincir hattının gerisinde Bizans ve İtalyan gemileri sıralanmıştı.

Marmara sahillerinde surlar daha az askerle korunuyordu. Langa Limanı, Bizans’ta yaşayan Şehzade Orhan ve yanındaki ücretli küçük Türk birliği tarafından savunulmaktaydı. 


Hipodrom’un altındaki kıyı şeridinde Katalanlar mevzilenmişti. Papanın temsilcisi olarak Bizans’ta bulunan ve dinî birleşme görüşmelerine katılan Kardinal Isidore 200 kişiyle Sarayburnu’na (Acropolis Burnu) yerleşmiş, Haliç kıyılarında Ayvansaray-Fener hattından Sarayburnu’na kadar Gabriel Trevisano, Haliç Limanı sahilleri (Ayakapı’ya kadar olan bölge) Grandük Lukas Notharas kuvvetlerince koruma altına alınmış, kaptan Alvisio Diedo donanma kumandanlığını üstlenmişti. Ayrıca şehir içindeki bazı stratejik bölgelere ihtiyat kuvvetleri yerleştirilmişti. Müdafilerin yeterli sayıda ok, mancınık ve mızrakları yanında birkaç topları da vardı. Zorzi Dolfin, müdafilerin sayıca az olmakla birlikte etkili savunma araçlarının olduğunu, yeteri kadar topun da bulunduğunu belirtirken Kritovulos belde halkının çok kuvvetli olmadığını, hatta şehrin kurtarıcısı olarak görülen deniz cephesinden de nefesinin kesildiğini, İtalya’dan gelmesi beklenen yardımın geciktiğini yazar. Gerçekten de deniz tarafının pek başarılı olmasa da Osmanlı donanmasınca çevrilmiş olması, kuşatmanın kaderinde etkili rol oynamıştır.


islamansiklopedisi.cilt: 23; sayfa: 214