Ağustos 2013
osmanli-ordu-duzeni
"Osmanlı ordusunda düzen tek kelimeyle fevkalâdedir. Fikrimce bu nizam, içki yasağı ile sağlanmaktadır. İçki yasağı, Türk askerini itaatkâr, uyanık ve kanaatkâr yapmıştır. Ordugâhta en küçük bir gürültü ve münakaşa duymak mümkün değildir. Halk, ordularının geçişi sırasında en ufak bir endişe hissetmez. Ordu, geçtiği yerde her şeyi peşin para ile satın alır; hanlarda geceleyen asker, parasını öder. Türk ordugâhına, kızlarına tecavüz edildiği için şikâyete gelen anneler görmek mümkün değildir. Malının asker tarafından yağma edildiğini, hoş olmayan herhangi bir muameleye muhatap olduğunu söyleyerek şikâyete gelen de yoktur. Zîrâ böyle şeyler olmaz. Bu anlayış, Türk ordusunu muzaffer kılmış ve devletini muntazam şekilde büyütmüştür. Biz Hristiyanların ordularında ise şarap, Türk ordusunda görülenlerin tam tersi durumları ortaya çıkarır. Türkler bunu çok iyi bilmekte ve değerlendirmektedir.

(II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed zamanında 22 yıl Türkler arasında esir yaşayan ve sonradan Almanya'ya dönerek hatıralarını bastıran Georg von Mühlenbach)

vahideddin-han

SULTAN VAHİDEDDİN: "HAKİKAT MAĞLUP EDİLEMEZ!"
"Bize Sevr’i dayatıp 24 saat süreniz var, dediler. Ben de vakit kazanmak için antlaşmanın hükümetçe kabulüne taraftar göründüm. Nasıl olsa onay aşamasında önüme gelecekti. Nitekim Sevr Antlaşmasını tasdik etmedim.
Hareketlerimde şahsî fikirler ve duygularımdan ziyade daima kamuoyunu veyahut direnilmesi mümkün olmayan diğer faktörleri esas aldım. “Kemalciler”in İstanbul’da nüfuz kurmalarını sağlayan Tevfik Paşa hükümetinin yaptıklarına da ses çıkarmadım. Ta ki Saltanatın Hilafetten ayrılması ve başkentin Ankara’ya nakline kadar. Birincisine, Şer-i şerife kesinlikle aykırı ve vekili bulunduğum Peygamber Efendimiz Hazretleri’nin haklarından feragati içerdiği, ikincisine ise hilafeti İstanbul gibi siyasî ve tarihî bir dayanaktan mahrum eylemek demek olduğu için karşı çıktım.
Bu gibi aşırı ve mecnunane arzularına tabi olmadığım için bana vatana ihanet iftirasında bulunanların bilmesi gerekir ki, dünyanın en büyük makam ve mansıbı olan Hilafet ve Saltanat makamında fiilen ve ecdadından gelen bir hak olarak oturan bir hükümdarı vatana ihanet gibi alçakça bir suça sevk edecek hiçbir emel ve ihtiras mevcut değildir. Ben o makamların şeref ve haysiyetini muhafaza için geçici olarak tahtımdan, vatanımdan, huzur ve rahatımdan ayrı düşmeyi bile göze aldım.
İstanbul’dan ayrılmam, hesap verememekten dolayı değildir. Hiçbir kanuna tabi olmayan insanlar elinde savunma ve söz hakkı yasaklanmış bir halde hayatımı göz göre göre tehlikeye atmak gibi İlahi emrin ve akl-ı selimin kabul etmeyeceği bir şeyden kaçınmak, hem de şan sahibi müvekkilimin (Peygamber Efendimiz’in) sünnetine uymak için hicret ettim.
Şimdi bana haksız yere vatana ihanet suçu isnat edenler, hilafeti hukuk ve nüfuzundan ayırıp değiştirerek bu Muhammedî saltanatı yıkmış ve yalnız vatanlarına değil, bütün İslam alemine ihanet etmişlerdir.
Hilafet meselesinin halli 300 milyonluk İslâm âlemine düşecek bir büyük meseledir. Dolayısıyla şimdi ben Hilafet hakkında Ankara’da ve İstanbul’da verilen fuzulî ve cebrî hükmü kesinlikle kabul etmeyerek hakkımda reva görülen iftiraları onları yakıştıranlara büyük bir nefretle red ve iade ederek, memleketin ırk ve din ayırmaksızın bütün ahalisinin mutluluk ve refahından başka bir emeli olmayan ve adalet ve itidalin hakim olmasını isteyen müsterih bir kalb ve vicdan ve hak ve hakikatin mağlub edilemeyeceğine dair kuvvetli bir imanla sevgili vatanıma dönünceye kadar ıtır kokulu toprağının ezelden müştakı olduğum Haremeyn-i Şerifeyn’de ve şimdilik Beytullah’ın civarında vakit geçiriyorum."
(Sultan Vahideddin’in 1923’te Mekke’de Yayınladığı Beyannamesinden)



Bir süreden beri dışişlerinde panik yaşanıyor. Muvazzaf ve emekli diplomatlar, meslekten olmayanların büyükelçi atanmasına veryansın ediyorlar.  Hele hele yeni torba yasa içinde yürürlüğe giren kanunla, atanan kimselerin görev bitimlerinde, dışişleri bakanlığında görev almaları ve üst düzey yönetici olabilmelerinin yolunun açılması bardağı taşıran son damla oldu.
Hariciyeciler, cumhuriyetten itibaren çeşitli dönemlerde tartışmalara konu olmuşlar, haklarında birçok tenkit ve eleştiriye maruz kalmışlardı. Dışişlerinin sabetayistlerin bir kalesi olduğu tezi ise en iddiaların en büyüğü idi.
AKP Ahmet Davutoğlu’yla beraber dışişlerinde yen bir yapılanmaya kapı araladı. Bakanlık dışından  atamalarla büyükelçiler görevlendirdi. Son olarak geçtiğimiz günlerde Ekonomi Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Yakıcı’nın, Libya Büyükelçiliği'ne atandı. Böylece Yakıcı , bakanlık dışından büyükelçi olarak görevlendirilen onuncu kişi oldu.
Bakanlık dışından atamaların siyasi yönü bir tarafa liyakat esası benim nazarımda daha dikkate şayan.
Nitekim geçmiş dönemlerde o mağrur diplomatlarımızın görev  ifaları  ve temsil kabiliyetleri  defalarca tartışmalara konu olmuştu.
2010 yılında İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, Türk Büyükelçisini planlayarak karşısındaki alçak koltuğa oturtmuştu. Büyükelçi Oğuz Çelikkol kendine gösterilen alçak koltukta paşa paşa oturmuş, bundan imtia etmemiş, herhangi bir  tepki göstermemişti. İşte Türk diplomasisi...


Hatırlayacağınız gibi en son diplomatik skandal İsrail’de yaşanmıştı.
Biraz hatırlatayım.

 2010 yılında Kurtlar Vadisi dizisinde İsrail aleyhtarlığı alıp yürüyünce, İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, Türk Büyükelçi Oğuz Çelikkol’u uyarmak için makamına çağırdı. Çelikkol’a oturması için kendi koltuğundan daha alçak bir koltuk gösterdi.
Ayalon görüşme esnasında  gazetecileri ibranice uyarmıştı: “Türk Büyükelçi Oğuz Çelikkol  odada bizden daha alçak bir koltuğa oturtacağız. Buna dikkat edin"
Oğuz Çelikkol kendine gösterilen alçak koltukta paşa paşa oturmuş, bundan imtia etmemiş, herhangi bir  tepki göstermemişti. Olay tüm dünya basınında günlerce konuşuldu.
Unutmadan şunu da ekleyelim. Danny Ayalon, Türkiye’nin İsrail Büyükelçisi Oğuz Çelikkol ile görüşmesinde, gazetecilerin ısrarına rağmen tokalaşmamıştır.

Döneminde Paris büyükelçimiz Sönmez Köksal’ın  (eski MİT müsteşarı, nam-ı diğer enişte: Enişte lafı Filiz Akın’la evlendikten sonra verildi. Filiz Akın bir sabetayist olduğundan, özellikle dışişlerinde Köksal’a enişte denilirdi) sevgili eşleri Filiz Akın’ın elçilikte yaptığı lüzumsuz ve lüks harcamaları ayyuka çıkmıştı.

Bir de geçen yıl bir büyükelçimiz şarap kaçakçılığıyla suçlanmış, Tayyip Erdoğan’dan himayeli, AKP milletvekili Nursuna Memecan’ın tanıklığıyla hakkında açılan nitelikli zimmet davası düşmüştü. Memecan’ın tanıklığı;  suçlanan büyükelçi Daryal Batıbay’ın tanıdığı en iyi büyükelçilerden olduğu ve kendisine güvendiği yönündeydi.

Yakın geçmişte akılda kalan büyükelçi hikâyeleri böyle.

Avrupa ve ABD’deki elçiliklerimize büyük bütçeler ayrıldığı ve bunlarla çeşitli dönemlerde çeşitli konularda ilgili lobi faaliyetleri yürütmeleri isteniyor. Uluslararası diplomaside sınıfta kaldığımızı geçmişte her dönem müşahade ediyoruz. Beceriksiz ve inisiyatifsiz diplomatlarımızın ülkemizi temsil edemediği tecrübelerle sabittir. Elçilik binalarında şaşâlı davetler düzenlemeyi lobi faaliyeti sanan hariciyeciler şimdi yeni yasayla aralarına katılanları reddediyorlar. Bakanlıktaki saltanatları tehlikede çünkü.
Reddiyeleri muvazzafların sessiz ve derinden olsa da-neticede devlet memuru oldukları için seslerini yükseltemiyorlar. Emeklileri ise bir bildiri yayınlayarak, dışarıdan  atanacak büyükelçilerin bakanlığın saygınlığına zarar vereceği  görüşündeler:

“Unutulmamalıdır ki, Türk diplomasisi, dünyadaki saygın yerini, iyi yetişmiş ve nitelikli kariyer memurlarına sahip olmak, güçlü kurumsal yapısına ve kıdem hiyerarşisine sadakatla bağlı kalmak sayesinde sağlamıştır”
Bunca yıllık gazeteciyim. Türk diplomasisinin dünya üzerindeki saygınlığını göremedim. Hissedemedim.

İSİMLERDEN FAL BAKTIM!!!

AKP’nin çıkardığı yeni yasa ile meslekten olmayan ve yurt dışına Dışişleri Bakanlığı kadroları dışından büyükelçi olarak atanan isimlere, yurda dönüşlerinde Dışişleri Bakanlığında üst düzey göreve atanmaları , mütekaid  sefirlerimizi harekete geçirmiş bildiri yayınlamışlar dedik ya. İşte bu bildiriye imza atan mütekaidlerin isimleri çok ilginç . Şöyle ki;
Onur Öymen, Şükrü Elekdağ, Nüzhet Kandemir bu isimleri herkes yakından tanıyor.

Bir de bunlara bakın:Acar Germen, Ayhan Kamel, Barlas Özener, Bilge Cankorel, Bozkurt Aran, Candemir Önhon, Deniz Bölükbaşı, Deniz Uzmen, Dinç Erdün, Duray Polat, Feryal Çotur, Gündoğdu Can, Gün Gür, Güner Öztek, İnal Batu, İnci Tümay, Kaya İnal, Kaya Toperi, Kurtuluş Taşkent, Onur Gökçe, Ömür Orhun, Pulat Tacar, Tuluy Tanç, Türkekul Kurttekin, Veka İnal.

İsimlerine ve soyisimlerine bir daha dikkat edin. Adamlarda; ali, ahmet, mehmet ismi hak getire...  Kim bunlar? Bunlar Türk ve müslüman mı? Türkiye’nin saygın(!) diplomasisi kimlere emanet edilmiş.

Bitmedi...

Şimdi de yeni açıklanan büyükelçi atamalarındaki isimlere bakalım.
İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı Daimi Temsilcisi Büyükelçi Kadri Ecved Tezcan,  Cenevre Daimi Temsilcisi Büyükelçi Mustafa Oğuz Demiralp, BM Viyana Daimi Temsilcisi Büyükelçi Ramazan Tomur Bayer, Arnavutluk Büyükelçisi Hasan Sevilir Aşan, Etiyopya Büyükelçisi Uğur Kenan İpek, Avrupa Birliği Bakanlığı Müsteşarı Mehmet Haluk Ilıcak, Dünya Ticaret Örgütü Daimi Temsilciliği'ne; Büyükelçi, Müsteşar Yardımcısı Mehmet Fatih Ceylan NATO; Dış Politika Danışma Kurulu Üyesi Mehmet Ferden Çarıkçı, BM Cenevre Daimi Temsilciliği'ne; Büyükelçi, Müsteşar Yardımcısı Emine Birnur Fertekligil, BM Viyana Daimi Temsilciliği'ne...

Adamlar dışişlerine alınırken iki isimlilerden özellikle mi seçilmişler. Hepsinin iki isimli olması bir tesadüf mü yoksa bir mana mı ifade ediyor. Bir şifre mi? Yoksa ne? 
Bunun hikmeti mucizesi nedir bir bilen var mı? Var ise hepimizi aydınlatsın. Artık biz de aydınlanma devrini yaşamak istiyoruz(!)

Emeklilerle muvazzafların isimlerini kıyasladığımızda dışişlerinde bir kabuk değiştirme yaşandığı sırf bu noktadan bile görülebiliyor. Fakat bu nasıl bir değişim çözebilmiş değilim.