Articles by "jigolo"
jigolo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

DERİN DARBE
Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı C Şubesi müdürü Ali Fuat Yılmazer'in iddiaları:
- Deniz Kuvvetlerindeki rütbeli subaylara ait (kendi çekimleri) pornografik fuhuş görüntüleri.
- ’Swinger’ uygulamalarını ve bunun için kendilerince hazırlandığı açıkça belli olan eşli pornografik tanıtım videoları.
- ’Jigalo’lar için ödenen paralar. 
- Deniz Harp Okulu bayan öğrencilerinin (kendileri poz vermek suretiyle) nasıl erotik fotoğraflarının çekildiğini, bu fotoğrafların altında yer alan tanıtım bilgilerinde hangi cinsel fantazilere yatkın olduklarını ve tanıtım fotoğraflar hangi komutanlara gönderilmek üzere hazırlandı.
- Ve bütün bunlar nasıl sistematik bir şekilde kayıt altına alındı.
neden bu şekilde sistemli ve kurumsal nitelikli kayıt takip sisteminin oluşturuldu.
- Aynı zamanda uyuşturucu tedarikinin de sağlandığı bu organizasyonda dönen bütçenin ne kadar olduğu ve bu para kimler arasında, nasıl pay edildi.
YILMAZER: "Muammer Güler ve Hüseyin Çapkın dosyayı İLKER BAŞBUĞ'a gösterdi. Yalçın Akdoğan ve Başbuğ'a sorun onlar cevaplasın."

6 ŞUBAT 2016 TARİHİNDE ÖZGÜR DÜŞÜNCE ADLI GAZETEDEKİ NAZLI ILICAK'IN KÖŞESİNDEN ALINAN MAKALENİN TAM METNİ

EN GÜÇLÜ DOSYA

İlker Başbuğ bu konuda çok aleyhte propaganda yaptı. İstanbul’da fuhuş ve casusluk operasyonu, Ergenekon soruşturma safahatındaki en güçlü dosyadır. O konudaki tüm iddialar yüzde yüz teyitlidir ve her bir sanık açısından somut delillerle de sabittir. Dosya münderecatını incelerseniz, bunu çok rahatlıkla görebilirsiniz. Fakat dosyaya girmeyen hususlar da vardır. Deniz Kuvvetleri’nden tutuklanmanın çok olmasının en önemli sebebi, bu çalışma kapsamında ele geçen ve tereddütsüz bir şekilde doğrulukları tespit ve teyit edilen deliller sebebiyledir. Biz o soruşturmada, şu an bile ifadelendiremeyeceğim içler acısı bir durumla karşılaştık. “Milli Orduya kumpas!” diyenler, sözde milli(!) ordu mensuplarının ne hale getirildiğini de yürekleri yetiyorsa çıkıp açıklasınlar. Şu kadar söylemiş olayım ki, akla gelebilecek en ileri derecede ahlaksızlıklara saplanmış ve çoğunlukla da üst rütbeli komutan(!) ve eşlerinin, artık kurumsallaşmış bir sistematikle nasıl yozlaştırıldığının inkâr edilemez delillerine ulaştık.

BAŞBUĞ: YETER ARTIK


‘İnkâr edilemez’ tabirini şöyle izah edeyim:

Operasyondan hemen sonra, yine adet olduğu üzere, dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un aleyhte beyanları basına yansımıştı. O günlerde gerçekleştirilen bir organizasyon sebebiyle (Harp Akademileri mezuniyet töreni olabilir) İstanbul’da bulunuyordu. Bu toplantıda İlker BAŞBUĞ, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin ÇAPKIN’a “Yeter artık Müdür Bey, buraya kadar geldi!..” diyerek elini boğaz hizasına götürüp sitemde bulununca, Hüseyin ÇAPKIN, “Efendim, konu bildiğiniz gibi değil. Uygunsanız ben size programdan sonra detayları aktarayım” diyor.

GÖRÜNTÜLERİ İZLETTİRDİK

Benim tarafımdan kendisine ulaştırılan kapsamlı bir dosyayı Vali Muammer GÜLER ile birlikte İlker BAŞBUĞ’a, dört Kuvvet Komutanının da belli mesafede yanlarında olduğu bir ortamda aktarıyorlar. Notebook üzerinden bütün görseller ve tabii ki operasyon hedefi şahısların kendi çekim şaheserleri olan(!) pornografik görüntüleri de İlker Başbuğ’a mecburen izlettiriyorlar. Yanlış hatırlamıyorsam iki saate yakın bir sunumdur bu ve sonunda İlker Paşa’nın sözleri şöyle olur: “Yaa, ben böyle bilmiyordum. (Kuvvet Komutanlarını göstererek, argo bir hitapla) bunlar bana işin bu tarafını anlatmıyor ki! Tamam ben anladım, teşekkür ederim Müdür Bey... Lütfen bu konudaki gelişmeleri bundan böyle benimle paylaşabilir misiniz?” 

Gel gör ki Başbakan Tayyip Erdoğan, İlker Başbuğ ile doğrudan bilgi paylaşımına müsaade etmedi. Bu gelişmenin hemen sonrasında bizzat bana yaptığı tembihatta “Tamam bir sefer olmuş, ama bir daha gidip aktarmasınlar. Siz tüm bilgileri bana getirin. Benim üzerimden hangi kuruma nasıl gidecekse, biz takdir ederiz” dedi. Genelkurmay Başkanı’nın doğrudan bilgilendirilmesine karşı çıktı. Bu dosya, işte bu kadar inkâr edilemez, bu kadar ikna edicidir. Anlattığım hususlar bütünüyle gerçektir. İsimleri de zikrederek detaylarıyla aktarmış oldum.

DÜNYAYA REZİL OLURUZ
Bu fuhuş boyutu. Bir de bu dosyada, TSK içerisinde bir kısım muvazzaf subayların yabancı iki ülke hesabına casusluk faaliyetlerinde bulunduğuna dair de, aynı şekilde somut tespitler yapılmıştır. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanına gittiğimde, İlker BAŞBUĞ’dan kendisine iletilen hassasiyetler konusunda bana tembihatta bulundu: “Aman bu dosyadaki bilgileri çok iyi muhafaza edelim. Özellikle ‘casusluk’ konusu çok önemli! Dünyaya rezil oluruz; bütün itibarımız iki paralık olur! Bunların Genelkurmay üzerinden gereğini yapsak olmaz mı? Başbuğ gereğini yapabileceklerini söylüyor” dedi.

Esasen doğru olan da buydu. Söz konusu delillerin ifşa edilebilmesi asla kabullenilecek bir durum değildi. Savcılık, dosyanın bu kısmını tefrik ederek, gereği yapılmak üzere Genelkurmay Başkanlığı’na intikal ettirdi. Genelkurmay’daki casusluk soruşturması başladı mı? Yoksa üzeri kapatıldı mı? Bilemiyorum. 

Dış merkezlerle (küresel emperyal güçlerle) gizli angajmanlık içerisinde, kirli ittifaklara girerek, bu toprakların gerçek sahibi Anadolu insanının üzerine kâbus gibi çökenler, medyayı bütünüyle susturup, bir süreliğine yalan ve iftiralarla bu gerçekleri karartmış olsalar dahi, kendilerini kurtarabileceklerini mi zannediyorlar?

Bunlara iftira diyenler... TSK içerisine sızmış (sızdırılmış) derin çeteleri, dış merkezlere angajmanlı Ergenekoncu casusları koruyup, olayı ‘Milli Ordu’ kandırmacasıyla (Perinçek ağzı ile) kamufle etmeye çalışanlar, Yalçın AKDOĞAN ve İlker BAŞBUĞ, birlikte çıkıp AÇIKLASINLAR:

PORNOGRAFİK GÖRÜNTÜLER

Dönemin İstanbul Valisi Muammer GÜLER ile İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin ÇAPKIN’ın, İlker BAŞBUĞ’a bizzat elden teslim ettikleri dosyada yer alan;

- Deniz Kuvvetlerindeki rütbeli subaylara ait (kendi çekimleri) pornografik fuhuş görüntülerini,

’Swinger’ uygulamalarını ve bunun için kendilerince hazırlandığı açıkça belli olan eşli pornografik tanıtım videolarını,

’Jigalo’lar için ödenen paraları, bu paraların kimler tarafından ödendiğini,

- Deniz Harp Okulu bayan öğrencilerinin (kendileri poz vermek suretiyle) nasıl erotik fotoğraflarının çekildiğini, bu fotoğrafların altında yer alan tanıtım bilgilerinde hangi cinsel fantazilere yatkın olduklarını ve tanıtım fotoğraflarının hangi komutanlara gönderilmek üzere hazırlandığını,

- Ve bütün bunların nasıl sistematik bir şekilde kayıt altına alındığını, neden bu şekilde sistemli ve kurumsal nitelikli kayıt takip sisteminin oluşturulduğunu,

- Aynı zamanda uyuşturucu tedarikinin de sağlandığı bu organizasyonda dönen bütçenin ne kadar olduğunu ve bu paranın kimler arasında, nasıl pay edildiğini,

- Bu sisteme dahil olmayan (kendi çekim pornografik görüntüler göndermeyen, cinsel taleplere yanaşmayan)öz be öz hakiki vatan evlatlarının ve TSK mensuplarının hangi gerekçelerle ordudan nasıl ilişiklerinin kesildiğini,

Anlatsınlar!..

Ben anlatamıyorum... Edebim, namusum, hamiyet duygularım detayına girmeme izin vermiyor!..

Çıksın onlar anlatsınlar; yürekleri yetiyorsa ‘Milli Ordu’nun kimler tarafından ne hale getirildiğini bir bir anlatsınlar bu topluma!..

Bu vesile ile ‘Millilik’ten ne anladıklarını da bir zahmet izah etsinler.

AKP KAPATILIRDI


- Ergenekon soruşturması başlamasaydı, AK Parti aleyhindeki kapatma davası nasıl neticelenirdi?

AKP kesinlikle kapatılmış olurdu; bunda hiçbir tereddüt yok. Özellikle Veli Küçük’ün gözaltına alınmasının (Ocak 2008) hemen sonrasında, Aydınlık Grubu’na yönelik operasyonel çalışmalar kapsamında, AKP aleyhinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianameye ilişkin Doğu Perinçek ve İlhan Selçuk üzerinden şekillenen girişimler tespit edilerek delillendirilmiştir. O zamanlar ‘Google iddianamesi’ diye adlandırılan ve bütünüyle medya haberlerinden derlenen bilgilere dayalı kapatma davası iddianamesinin, aslında ‘fabrikatör’ lakaplı Aydınlık (Doğu Perinçek) tezgâhlarında maksatlı üretilmiş, kara propaganda haberleriyle şekillendiği, somut delilleriyle birlikte açığa çıkmış oldu.

Zaten Aydınlık Grubu’na yönelik operasyonun hemen öncesinde, Başbakan dahil herkes kapatma kararına kesin gözüyle bakıyordu. Melih Gökçek’in Yüksek Yargı mensupları nezdinde (o günlerde pek güvenilen, kendine özgü imkânlarını seferber ederek) yaptığı tüm girişimler sonuçsuz kalmıştı.

Aydınlık operasyonu aslında gerçekleştiği tarihten 2 ay kadar önce yapılacaktı. (Başbakan’ın da bilgisi vardı.) Ancak Aykut Cengiz Engin ve Celalettin Cerrah, TEM Şube görevlilerini bloke ederek, operasyonun gerçekleşmesini önlediler. Savcı Zekeriya Öz de önceden talimatını verdiği operasyonu başlatamadan geri adım attı. 

CESARETİ KIRILMIŞTI

Aydınlık operasyonu zamanında yapılabilmiş olsaydı zaten bu iddianame hiçbir şekilde Anayasa Mahkemesi’ne gönderilemezdi.

Fakat yapılamadı. Başbakan da o süreçte olaya müdahil olamadı. Kolu kanadı düşmüş, cesareti kırılmıştı. Bana “Şu dava sürecinin sonucunu bekleyelim hele” diyerek, tüm çalışmaların durdurulmasını istedi.

Bu arada Celalettin Cerrah, İstihbarat Şubesi’ne adeta çöktü. İstihbarat Şube içerisinde kendisine bir makam odası hazırlattı. Sık sık gelerek Şb. Md. Yrd. ve Büro Amirleri ile toplantı yapmaya başladı. Kendi imzasıyla bir görevlendirme yazısı hazırlayarak, Şb. Md. Yrd. ve büro amirlerinin görev dağılımını değiştirdi. Örneğin bu çalışmalardan sorumlu Şb. Md. Yrd. Erol Demirhan’ı İstihbarat Şube’nin Anadolu yakasında bulunan hizmet binasına gönderdi ve Vatan Caddesi’ndeki Şube merkezine gelmesine yasak koydu.

AKP ELİYLE HAYATA GEÇTİ

- Ergenekon süreci olmasaydı AK Parti kapatılırdı diyorsunuz. Peki o zaman siyaset nasıl gelişirdi?

O günün konjonktürel şartları çok farklıydı. Yeniden bir 28 Şubat süreci yaşanabilirdi. Geçmişte askeri darbeleri yapanlar (re-organize edilmiş Ergenekon sistematiği içerisinde) örgütlü toplumsal yapıları yeniden formatlayarak, en az 10 yıllık bir yol temizliği gerçekleştirebilirlerdi. Derin yapılar, kendilerine angajmanlı isimleri tekrar etkin pozisyonlara getirecek, AB reformları ülke gündeminden düşürülecek, demokratik kazanımlar tırpanlanacaktı. Laikçi, ulusalcı, Kuvvacı, medeni dünyadan soyutlanmış, devletçi ideoloji tahkim edilmiş olacaktı. Bu ülke hiçbir dönemde olmadığı kadar dindarlar, Kürtler ve azınlıklar için daha bir yaşanmaz hale gelecekti. Ulusalcı söylemlerle toplumsal ayrışma körüklenecek, ülkeyi bölünmeye götürecek bir vasat oluşturulacaktı. Çünkü ulusalcı söylem ve politikalar (asli olarak) ülkede birlik ve bütünlüğe değil, ayrımcılığa hizmet eder. Hele ki bizim gibi çok kültürlü ülkelerde...

O günlerde bu politikaların önünde bir engel olarak gördükleri AKP’yi kapatmak için ciddi uğraş veren derin odakların, bu günlerde politikaları AKP eliyle açıktan uygulayabiliyor olmaları da kaderin bir cilvesi galiba...

İSTANBUL CASUSLUK VE FUHUŞ OPERASYONU
İstanbul’daki Casusluk ve Fuhuş operasyonunu düzenleyen dönemin Organize Şube Müdürü Nazmi Ardıç’tı. Ardıç, sahte delil iddialarıyla ilgili şu bilgileri veriyor:

“O gün itibariyle bu operasyon bizim için yabancı kadınları zorla alıkoyarak, cebir ve şiddet yöntemleriyle fuhuşa zorlayan bir suç örgütüne karşı yapılmıştı. Aramalarda ele geçen dijital materyaller tarafımızdan bilinmiyordu. Çoğunluğu itibariyle kriptolanmış şifreli dosyalar olduğu laboratuvar incelemesinde ortaya çıktı. Aslında operasyon anında da, özellikle askeri personelin adreslerinde yapılan aramalarda garip durumlarla karşılaştık. Askeri mahallere ait krokiler, bazı askeri personel hakkında yazılı materyaller. Hatta bir adreste, üst düzey bir askeri personele ait olduğu değerlendirilen, üzerinde şahsın adının yazılı olduğu bir delil poşeti içerisinde sperm bulaşığı olan bir iç çamaşırı görmek bizi şaşırttı. Aramalar iki hazurun ve şüpheli eşliğinde yapılmıştır. Kamera ile de kayda alınmıştır. Arama işlemine nezaret eden şüpheli ve hazurunlar da arama tutanağına imza atmıştır. Kamera kayıtları da dosyaya eklenmiştir. Sahte delil iddiaları, arama esnasında değil, aylar sonra yargılama safahatında dile getirilmiştir. Arama esnasında böyle bir iddia dile getirilse, hazırun olanlar da bunu teyit etseler, o takdirde ciddiye alınabilecek bir iddia sayılabilirdi. Ancak delilleri şüpheli hale getirmenin bir yolu olarak, aramadan çok sonra, dava açılıp mahkeme görülmeye başladığı süreçte, bu iddianın dile getirilmesi nedeniyle mahkemece de itibar edilmemiştir.”


HABERİN ORİJİNAL METNİ:  http://www.ozgurdusunce.net/huseyin-capkin-basbug-a-dosyayi-gosterdi-makale,422.html

Namus bombası sessiz patladı!

 Milletvekili lojmanlarını kendilerine iş sahası seçip Ankara’yı karıştırdılar, canlarını zor kurtardılar!..


Onlar; macera tutkunu dört gençti. İstanbul’un renkli gecelerinin yaşandığı en gözde ve hareketli kulüplerini kendilerine iş alanı olarak seçmiş, jigololuğu meslek edinmişlerdi… Her gece kulüpleri gezer, dans edip, içki içer, özlemlerinin susuzluğunu gidermeye çalışan kadınlarla tanışıp arkadaşlık eder, karşılığında bol para kazanırlardı…
Geceler ve kadınlar onlara, onlar da; seçtikleri yaşam biçimlerine alışmışlardı. Bir zaman sonra içinde bulundukları atmosfer, dört macerapereste monoton gelmeye başlamıştı. İçlerinden biri: “Ankara’ya gidelim” dedi.
Ona Ankara’ya gitme kararı aldırtan; birkaç gün önce tesadüfen tanışıp beş yıldızlı bir otelin dairesinde hoş bir gece geçirdiği, orta yaşlardaki çakır keyifli ve konuşkan kadının anlattıkları olmuştu.. kadın, bir milletvekilinin eşiydi!.. İstanbul’a eğlenmek için gelmiş, birkaç hanım arkadaşıyla birlikte gittiği gece kulübünde tanışıp hoşlandığı genç adamla küçük bir kaçamak yaşamıştı…
Kadının anlattığına göre; Ankara, ağır siyasi atmosferinden ötürü can sıkıcıydı. Milletvekili hanımlarının bazılarını siyasi atmosferin ağırlığı ile eziyordu. Can  sıkıcı resmi davetler, hanımlar arasındaki çay ve konken partileri, siyasi arenanın dedikodudan hemen hemen hepsinin içinin kararmasına neden oluyor, fırsat buldukça seyahate çıkıp içinde bulundukları can sıkıcı havadan sıyrılıp biraz olsun nefes almaya çalışıyorlardı. Eşlerinin yoğun yaşamları; aile düzenini, siyasi entrikalar sinir sistemlerini yıpratıyor, bazı hanımlar kendilerini yalnız hissediyordu..
Hemen hemen hergün çıkılan alış veriş gezileri, ev işleri, eş dost ve ricacıların telefon trafiği, gelip giden konuklarla yapılan sohbetler, iç dünyalarını mutlu kılmaya yetmiyordu. Tabularla çevrili yaşamın yol açtığı baskılar ve yıllar boyu bastırılmak zorunda kalınan özlemler; akıp giden zamanın bakımlı yüzlerde bıraktığı derin izler, göz altlarında oluşan kırışıklıklar, onlara geriye dönüşü olmayan bir yolculuğun kilometre taşlarının büyük bir hızla geride kaldığını anlatmaya yetiyordu…
Ve şairin dediği gibi: “Yaşamak güzel şeydi…” yıllarca bastırmak zorunda kalınan özlemler, hiç hesapta yokken; birden bire patlayabiliyordu. İç dünyalarda bilinç altında sürüp giden bu patlamaların sarsıntıları derin çatlaklar ve uçurumlar açıyordu.

Macera tutkunu dört kafadar genç, artık gittikleri gece kulüplerinde ve diskoteklerde yalnız ve özgür kadınlara profesyonel arkadaşlık ilişkileri kurmanın nimetlerinden yararlanmaya yönelmişlerdi. Her şey tıkırında gidiyor, eğlenip değişik kadınla tatlı maceralar yaşarken para kazanıp rahat ve lüks bir yaşam sürdürüyorlardı… Ne var ki; birkaç yıl geçince İstanbul’un o renkli, heyecanlı geceleri monotonlaşmaya, birlikte oldukları kadınların istekleri de can sıkıcı olmaya başlamıştı.

Arayış içinde kıvranıyorlardı ki; dört kafadardan birisi olan G.Ç. , sürekli gittiği bir gece kulübünde o güne değin hiç karşılaşmadığı türde bir kadınla tanışıverdi. İçkinin baş döndürücü sarhoşluğuna kapılan kadın. Ankara’dan İstanbul’a gezip eğlenmeye geldiğini ve bir milletvekili ile evli olduğunu anlatıvermişti.
İlk kez bir milletvekili eşiyle karşılaşıp birlikte olan G.Ç. kadınla sabahın ilk ışıkları ağarıncaya değin sohbet etmiş, siyaset arenasında olup bitenleri öğrenip şaşkınlıktan küçük dilini yutmuştu.
Sabah olup içkinin tatlı sarhoşluğundan sıyrılınca bir milletvekilinin karısıyla birlikte olmanın getireceği “tehlike”leri düşünmeye başlamış, bir an önce otelden çıkıp evine kavuşabilmenin selametli olduğunda karar kılmıştı.
Ancak; geceyi birlikte geçirdiği milletvekilinin karısı, kalması için ısrar ediyor, birkaç gün daha kalacağını ve birlikte olmak istediğini söylüyordu.

G.Ç. nin aklından silmeyi başaramadığı milletvekilinin karısının anlattıklarıydı. Ankara’yı ve oradaki gece kulüplerini düşlüyor, işin içinden çıkamıyordu! Acaba, Ankara’ya gidecek olsa, orada başarılı olabilir miydi?..
Dayanamayıp düşüncelerini arkadaşlarına anlattı. Dört macera tutkunu kafadar o gece sabaha değin kendi aralarında tartıştılar, uzun uzadıya planlar yaptılar, başlarına gelebilecek tehlikeleri düşündüler ve Ankara’ gitmeyi kararlaştırdılar.

Bugüne değin pek çok deneyim yaşamışlar, beklemedik anlarda karşılaştıkları her türden aksiliğin üstesinden gelip paçayı kurtarmayı başarmışlardı ya, ne olursa olsun yine bir çözüm bulurlardı.. bir sabah uçağa atladıkları gibi, kuş misali başkentte uçtular.
Otele yerleşir yerleşmez telefona sarılan “G.Ç.” İstanbul’da birlikte olduğu milletvekilinin karısını aradı ve Ankara’da olduğunu bildirdi. Çok beklememiş, maceraya ve aşka susamış kadın; ikidir hem bir çekirdek olmuş gülen gözleriyle gözlerinin içine bakmaya başlamıştı.. Birkaç gün sonra; birlikte çıkılan gezilere kadının arkadaşları da katılmaya başlamıştı… Ve “G.Ç.” arkadaşlarını devreye sokmakta gecikmedi. Her şey tıkırında gidiyordu. On gün geçmeden dört kafadar da, birer av yakalamayı başarmıştı. Milletvekilinin karısı, yine kendisi gibi milletvekili karısı olan üç kadın daha bulmuştu.
Sıkıfıkı arkadaşlıklarda kadın-kadına sohbetlerdeki fısıltılar ve yaşanan güzel anların tutkulu anlatımları, aşka ve ilgiye susamış arkadaşlarının da ilgisini çekmiş, tutkuları ve özlemleri ağır basmıştı.

Zaman içinde İstanbul-Ankara arasında yoğun bir kaçamak trafiği yaşanmaya başlamış, dört kafadar da, umduklarından daha çok para kazanır olmuşlardı.. Her şey rayında gidiyordu ki; para ve pahalı hediyeler karşılığında aşk satan dört kafadar, işi şımarıklığa döküp içinde bulundukları koşulları zorlamaya başladılar.
Uzaktan bir akraba olarak girip çıktıkları milletvekili lojmanlarında başka “kuşlar”ın da etini yemeğe kalkıştılar… Bu aç gözlülüğe kadınların “sezgileri” ve “kıskançlıkları” da eklenince; rotasında giden işler bir anda karışıvermiş ve içlerinden birisi oyunun “uzatmalarını” sürdürürken lojmanda bir milletvekilinin zamanlama hatasına kurban gidip yakalanmıştı!
Yaşadığı “şok”a karşın, soğukkanlılığını yitirmeyen milletvekili kocanın elinden güç kurtulan jigolo, canını kurtarıp lojmanlardan dışarıya çıkabildiğinde bildiği tüm duaları okuyordu. Arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’a hareket ettiler. Evlerinden içeriye girdiklerinde yakayı kurtardıklarına şükrediyorlardı. Nevar ki; kurtulamamışlardı.. Karısını “öldüresiye” döven milletvekili koca, jigoloların telefon numaralarını, adreslerini ve kimliklerini tespit etmiş, İstanbul’daki adamlarına bu dört “serseriyi” bir güzel benzetmeleri ve işlerini bitirmeleri talimatını vermişti.

İstanbul’a dönmelerinin ardından üç gün geçmiş, kapılarına “tekin” olmayan birtakım adamlar dayanıvermişti!
O gün, o çok sevdikleri evlerini terk edip izlerini kaybettirmeye çalıştılarsa da, birkaç gün sonra “belalı” adamlara yakayı kaptırdılar. “Bir daha Ankara’ya adımlarını bile atmamaları için” tekmelenmişlerdi. Dişleri ve kemikleri kırılmış, küçük bir ikaz almışlardı…
Ama; olsundu, onlar buna da şükrediyorlardı. Canlarından olmadıkları için kendilerini şanslı sayıyorlar, Tanrı’ya dua ediyorlardı.

G.Ç. bir ay kadar geçtikten sonra; Ankara’ya telefon açıp birlikte olduğu milletvekilinin karısına olup bitenleri anlatınca, kadın; ilk uçakla İstanbul’a gelmişti.
Onunda anlatacakları vardı. Olanlar, milletvekili lojmanlarında bir “bomba” gibi patlamıştı ama; hiç kimse bu konuda konuşmuyordu. Herkes her şeyi biliyor, fakat hiç kimse hiçbir şey bilmiyordu.
Milletvekili koca, karısının  koynunda yakaladığı gencin ardından bunalıma girmiş, pisikolojik tedavi görmeye başlamıştı. O gün karısını öldüresiye döverken, evinden taşan çığlıklar herkesin dikkatlerini çekmişti.
Aile içinde küçük bir anlaşmazlık diye düşünülmüşse de, nedeni hemen anlaşılmıştı. Milletvekili kafayı çekip dünyaya ve hayata kahrettiği bir gece yakın bir dost bildiğine başından geçenleri anlatınca, olay tüm Ankara’ya yayılmıştı.
Milletvekiline partisinin lideri bir sohbet anında “mesajı” vermiş, akıllı olmak gerektiğini söylemişti. Ve arkasından da, “Sabır, en büyük erdemdir” demeyi unutmamıştı!
Bu olayın milletvekili lojmanlarında bomba gibi patlamasının ardından kadının en yakın arkadaşları da, göz hapsine alınmışlar ve “mim”lenmişlerdi.
Fısıltılı konken partilerinin ençok konuşulan konusu: “Milletvekili Lojmanları”nı kendilerine iş sahası olarak seçen jigololar olmuştu.

İstanbul’a gelen “G.Ç.”nin müşterisi milletvekilinin karısının anlattıkları hiç de iç açıcı değil şeyler değildi. Artık görüşmemeliydiler!
Görüşmeleri  büyük riskti. Birbirlerine delicesine tutkundular, biran bile olsa ayrı kalmaya dayanamıyorlardı ama, olsundu. Sular durulana değin hiç görüşmemeliydiler. Ertesi gün erkenden İstanbul’dan Ankara’ya uçan milletvekilinin karısı, “son bahşiş” olan, kalın bir sarı zarfı eline tutuştururken, “Lütfen, artık beni arama” diyebilmiş, aşkını yüreğine gömmeyi yeğlemişti.
Profesyonel aşk çocuğu “G.Ç.” ve kendisi gibi “aşk çocuğu” olan arkadaşları, artık eskisi kadar cesur değiller. Bu yüzdende, yalnızca “dullara” hizmet veriyorlar.. Tabi artık eskisi kadar bol para kazanamıyorlar ve birlikte olmak zorunda kaldıkları kadınların yaş ortalamalarında artış var ama; “risk” sıfıra indiğinden, “ekmek parası” uğruna katlanıyorlar.

G.Ç. Bir süre sonra, Ankara’daki milletvekilleri bizi unuturlar. Ve ancak o zaman içimiz rahata erebilir. Şimdi eskiden iş tuttuğumuz ve pek çok müşterimizin olduğu gece kulüplerine gidemiyoruz. Ne olur, ne olmaz…Ama; bir süre sonra unutulur, kapanır gider. Seçimler yaklaşınca bizi akıllarından çıkartır, unuturlar” diyor.

Bizim jigololar milletvekili lojmanlarında yaşadıkları maceraları şimdiden “unutmaya” hazırlar, yeter ki başlarına bir şey gelip de, beklenmedik bir anda kamyon kazasına uğrayıp zamansız göç etmesinler. Hala tehdit edildikleri için, “diken” üstündeler.

Kemal Kaplan - KÖSTEBEK/JİTEM – MİT VE MOSSAD ÜÇGENİNDE TUNCAY GÜNEY İLE 240 GÜN (S. 325-333) (Stigma – 2010)