Articles by "tansu Çiller"
tansu Çiller etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


"Türkiye bir ağaçtır. Gürlediği zaman budanacak, ölmeye yüz tuttuğu zaman da sulanacak. Eğer Amerika, Avrupa, Rusya, Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçerlerse Türkiye'deki terör bıçakla pastayı kesmiş gibi biter. Eğer emellerinden vazgeçmezlerse, ASALA biter, PKK başlar, PKK biter, bir başka bela başlar. "


Türkiye’nin 30 yıldır başına bela olan; yaklaşık 30 bin insanın canına, milyarlarca dolara mâl olan PKK belasından kurtuluyoruz. Sevinmeli miyiz?
Yıllarca TSK ve emniyet güçlerinin her türlü silah ve teçhizatla ve binlerce personelle bertaraf edemediği terör örgütünü, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında ABD, “bitsin” dedi ve terör bitiyor.

Abdullah Öcalan, hapse girdiğinden itibaren örgütü yönetmeye devam etti. Türkiye Cumhuriyeti dünyada eşine rastlanmayan bir olaya seyirci kaldı. Dünyanın hiçbir ülkesi yoktur ki, yakaladığı örgüt liderine, hapisten örgütünü yönetme imkânı tanısın. Yoksa her şey bir oyun muydu? Yoksa Türk halkı 30 yıldır kandırıldı mı?

Öncelikle film şeridini biraz gerilere saralım ve PKK’nın kuruluş yıllarına dönelim.
PKK 1984 yılındaki ilk eylemini gerçekleştirmeden önce, Türkiye’nin başında başka bir bela vardı: ASALA.


ASALA 1973 yılında, sözde Ermeni soykırımını dünyaya duyurmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür. Eylemlerine son verdiği 1984 yılına kadar; 21 ülkenin 38 kentinde, 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılarda Türkiye'nin 42 diplomatı ile 4 yabancı uyruklu kişi hayatını kaybederken, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralanmıştır.
ASALA-PKK ilişkisinin temeli 1980’lerin ilk yarısında Filistin’de atılır. İlişkilerin başlamasında en önemli rolü ASALA’yı eğiten George Habbaş üstlenir. Kürdistan News and Commet Dergisi’nde ASALA ve PKK ortak bir deklarasyon yayınlayarak “Türkiye’deki yönetimin faşist olduğunu Ermeni ve Kürt halkı adına faşist Türkiye’ye karşı ortak eylem kararı aldıklarını” bildirir. 
1984 yılından sonra ASALA’da  kopmalar başlar, üçe bölünür. ASALA’nın başındaki Agop Agopyan’ın faili meçhul bir cinayete kurban gitmesiyle ASALA tarihe karışır. 1984 yılında PKK ilk kanlı eylemini Eruh’da gerçekleştirir.
ASALA’nın eğitildiği Lübnan’ın Bekaa kamplarında artık PKK militanları eğitilmeye başlar. Dağılan ASALA’dan ayrılan Ermeni teröristler, PKK içinde kendilerine yer bulurlar. Özellikle 1990’lı yıllarda ölü veya diri ele geçirilen PKK militanlarının büyük kısmının sünnetsiz ve üzerlerinde Ermeni sembolleri olduğunu yetkililer gözlemler. Fakat PKK içinde Ermeni unsuları bulunması, bir süre sonra bölge halkı tarafından kabul görmeyince Ermeniler PKK içinden tasfiye edilir.

DHKP-C SAHNEDE   

21 Mart’taki Diyarbakır Nevruz kutlamalarında Apo’nun mesajı okunur ve birkaç gün sonra da, örgütün eş başkanı Murat Karayılan eylemsizlik kararını açıklar.
Hükümet zaten bir süreden beri Apo ile görüşmekte ve PKK’lıların bir başka ülkeye gitmelerine izin vereceklerini açıklamaktadır.

Tam da bu sırada; Ankara’da iki eylem gerçekleşir. Biri AKP merkezine diğeri ise, Adalet Bakanlığı’na. Eylemi  DHKP-C üstlenir. Örgüt eylemle ilgili bir bildiri hazırlar ve bildiride eylemden dolayı Türk halkından özür diler. İlginç değil mi?

Peki nereden çıktı bu örgüt?
Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi yani kısa adıyla DHKP-C’nin kuruluşu 90’lı yıllara dayanıyor. Ama kökleri 70’lere uzanıyor. Dev-Yol’a kadar…
 Dev-Yol’dan ayrılan Alevi ve Kürt kökenli Dursun Karataş ve arkadaşları Dev-Sol’u kurarlar. Dev-Sol, PKK’dan bile daha büyük ve önemli cinayetlere imza atar daha sonra adını DHKP-C olarak değiştirir. O dönemde ASALA’nın , PKK ve Dev-Sol ile irtibat içinde olduğu Türk istihbaratçıları tarafından ortaya çıkarılmıştır.

ŞAİBELİ(!) TERÖR ÖRGÜTÜ

PKK’dan sonra en çok tartışılan ve bağlantılarının açığa çıkarılamadığı örgüt olan Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’nin (DHKP-C), işlediği cinayetler ve eylemler hâlâ çözülememiştir.
1978 yılında mensup oldukları Dev-Yol’u pasiflikle suçlayan, Alevi ve Kürt kökenli Dursun Karataş ile Bülent Uluer ve Paşa Güven, Mahir Çayan’ın THKP-C’siyle sancılı bir süreçten sonra birleşerek Dev-Sol’u kurarlar. 12 Eylül 1980’den sonra birçok örgüt yurtdışına kaçarken Dev-Sol Türkiye’de kalır. Bu kalış öyle plansız ve sıradan bir tercih değildir. Zira art arda işlenen “kilit” cinayetler bu yapının neden dışarı çıkmadığını gösterir. Tabii bir de başka bir güç adına çalıştığını da. Şüphesiz bu cinayetlerde ismi öne çıkan isim Dursun Karataş’tır. Ancak kendisi her defasında (tam 29 kez) polisin elinden kurtulmayı başarır.
Örgütün kurucularından Paşa Güven, 1 Mayıs 1976 gecesi silahla yakalanır ve cezaevine konur. Burada ülkücü mafya babası Dündar Kılıç ile birlikte kalır. Kılıç, kendisi için her zaman “delikanlı çocuktur” diye bahseder. Mahpus hayatı, uyuşturucu ticareti ve devlet için bazı eylemler gerçekleştirmesine kadar devam eden olaylar zincirinin ilk halkasını oluşturur. Paşa Güven, dönemin Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak ile eski Başbakan Nihat Erim’in suikastla öldürülmelerinin ardından Lübnan’a kaçar. 1983’te de buradan Fransa’ya geçer. İsmi “derin devlet” ile birlikte anılır. 1991 yılında örgüt içi hesaplaşma nedeniyle Fransa’da öldürülür.
SORU: Marksist örgütün, ülkücü mafya babasıyla ortak paydaları ne olabilir?

AKIL ALMAZ SUİKASTLER

DHKP-C’nin “kirli ilişkiler” ağını ortaya çıkaran bir başka ayrıntı ise liderleri Dursun Karataş’ın Ekim 1989’da Bayrampaşa Cezaevi’nden Bedri Yağan ile birlikte firar etmesidir. Kısa bir zaman sonra aralarında Aslan Tayfun Özkök, İbrahim Erdoğan, Aslan Sener Yıldırım, Sinan Kukul gibi örgütün önemli isimlerinin de yer aldığı on kişi de Bayrampaşa’dan ellerini kollarını sallayarak kaçar. Bu kaçışların planlı ve bir amaca matuf olduğu 4 ay sonra anlaşılır. Önce ünlü MİT’çi Hiram Abas cinayeti işlenir, ardından Bayrampaşa Savcısı Fikret Niyazi Aygan öldürülür.

1991 ve 1992 yılları içindeki bir buçuk yıllık zaman dilimi içinde Dev-Sol; Emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk, Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz, emekli Korgeneral İsmail Selen, MİT eski müsteşarı emekli Orgeneral Adnan Ersöz, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Şakir Koç, İstanbul DGM Başsavcısı Yaşar Günaydın, emekli Oramiral Kemal Kayacan gibi önemli görevler yapan kişileri öldürür. Bu cinayetleri Dev-Sol’un nasıl işlediği halen en büyük soru işareti olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bu eylemlerin yapıldığı dönemde örgütte bulunanların çeşitli zamanlarda verdikleri ifadelerde örgütün böyle bir eylem planı olmadığı üzerinde durmaları oldukça manidar. Örgüt mensuplarının ortak düşüncesi büyük istihbarat ve bilgi gerektiren bu cinayetlerin örgüte ısmarlandığı yönünde. Çünkü tanıklar DHKP-C’nin o dönemde söz konusu cinayetler için istihbarat toplama gücünün olmadığını belirtiyor.

Bu eylemlerden sonra 1994’te örgütün adı DHKP-C olarak değiştirilir. Örgütün lideri Dursun Karataş bu sırada 175 ülkede kırmızı bültenle aranmaya başlamıştı. Örgüt yeni ismiyle ilk eylemini eski Adalet Bakanı Mehmet Topaç’ı öldürerek yaptı. İkinci olarak ise, örgütü 1995 yılında Gazi Mahallesi Olayları’nda görüyoruz. Olayların provakasyon olduğu sonraki yıllarda belirlenmiş hatta Ergenekon bağlantılı olduğu iddiaları ortaya atılmıştı.

DHKP-C başbakan Tansu Çiller’e yapacağı suikast girişimiyle 1995 yılında bir kez daha gündeme oturacaktır. Roketatarlı, suikast silahlı, eylemin tüm ayrıntıları krokileri hazırlanmış olmasına suikastten vazgeçilir. Nedeni muamma…

Örgüt 9 Ocak 1996 tarihinde en popüler eylemini gerçekleştirecekti. Sabancı Suikasti.
Örgüt mensubu oldukları ve suikasti düzenledikleri söylenen, Fehriye Erdal, Mustafa Duyar ve İsmail Akkol’un bu eylemi gerçekleştirdiğine kimse inanmadı. Mustafa Duyar daha sonra teslim oldu.
Veli Küçük tarafından emir verilerek Afyon Cezaevi’nde Karagümrük Çetesi tarafından öldürüldü. Çete lideri Nuri Ergin, 2000 yılında Uşak Cezaevi’nde çıkan bir isyanda pencereden dışarı çıkarak, “Bu devlet bana Mustafa Duyar’ı öldürttü, ben öldürttüm. Şimdi canlı söylüyorum. Devlet için mermi sıktık. Veli  ağabeyi ara, Veli Küçük’ü ara. Bizi sor! Başka bir şey söylemiyorum.” Diyerek cinayeti üstlenmiştir.
SORU: Dünyada hangi terör örgütü bu kadar kısa sürede, bu kadar çok siyasi suikast gerçekleştirmiştir?



 30 BİN KİŞİNİN KATİLİ MİT’E Mİ ÇALIŞIYORDU?

PKK’nın ve kurucusu Abdullah Öcalan’ın devlet ile ilişkisini tartışmaya açan en önemli kişi merhum Uğur Mumcu’dur. Mumcu, konuyla ilgili ulaştığı bilgileri açıklamadan kısa bir süre önce bombalı saldırı sonucu 1993 yılında hayatını kaybetmişti.

Abdullah Öcalan’ın MİT görevlisi olduğu ve örgütü bu şemsiye altında kurduğu söylenmektedir. Öcalan’ın öğrencilik yıllarında yaşadığı bazı olaylar iddiayı kuvvetlendirmektedir. Abdullah Öcalan’ın uzun bir süre Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki kaydının silinmemesi, sekiz sene boyunca askerliğini tecil ettirebilmesi, bursunun kesilmemesi, onun sanki gizli bir el tarafından korunduğunu göstermektedir.
Eski milletvekili Abdülmelik Fırat anılarında, gazeteci Avni Özgürel’in kendisine, “Öcalan öğrenci iken MİT’te ofis-boy’du” dediğini öne sürmüş ardından açıklama yapan Özgürel, o tarihlerde Öcalan’ı MİT’in bir yan kuruluşu Fikir Ajansı’nda ofis-boy’luk, yani getir götür işleri yaparken gördüğünü açıklamıştır.
AKP milletvekili gazeteci-yazar Şamil Tayyar ise 2011 yılında yaptığı bir açıklamada, 1972 yılında bir eylemde yakalanan Öcalan’ın serbest bırakılması için dönemin Genelkurmay ikinci başkanı Turgut Sunalp’ın etken rol oynadığını belirterek şunları söylüyor: “Abdullah Öcalan, 1971 muhtırasından sonra öğrenci eylemi yaptığı gerekçesi ile gözaltına alındı. 8 Nisan 1972 yılında 6 ay cezaevinde kaldı. Ekim 1972'de serbest bırakıldı. Savcı, iddianamesinde ağır ifadeler kullanmıştı. O iddianame esas alınsa yıllarca içerde kalırdı. Sonra bir anda Baki Tuğ mütalaasını değişirdi. İsim, Ramazan Özcan diye yazılmış, sekreter isimleri karıştırmış. Abdullah Özcan yazılmış, sonra Abdullah Öcalan olmuş. Öcalan'a haksızlık edilmiş. Operasyonu yöneten değil, katılan biriymiş. 3 ay yatıp çıkıyor. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Turgut Sunalp arıyor ve Öcalan adamımızdır, serbest bırakın diyor ve iddianame değiştiriliyor.”

Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı olan ve Batı Çalışma Grubu’nun faaliyetlerini deşifre den Bülent Orakoğlu çok daha vahim iddialar ortaya koyuyor: “Türkiye’de PKK olayı derinden kanayan bir yaradır. Biz önemli bir dönemde istihbarat daire başkanlığı yaptık. Abdullah Öcalan’la ilgili bir Meclis araştırma komisyonu kurulsun diyoruz. Niye kurmuyorlar? Nedir Öcalan’ın özelliği? Onu dünyada kim desteklemiş? Türkiye’de, Türk devletinin içinde kimler yetkilerini aşarak bunları desteklemiş? PKK propagandası yaptı diye bir sürü insanı, yazarı cezalandırıyorsunuz. Eeeee, siz devletin içinde yetkinizi aşarak görevinizi belki kötüye kullandınız. PKK’yla kimler, niçin irtibata geçti? Bunlar ortaya çıkarılamadı. Türkiye’de faili meçhul cinayetlerin yarısının arkasında PKK’yla ilişkiler vardır.”

Kayınpederi Ali Yıldırım’ın MİT adına çalıştığı da ortaya çıkan Öcalan’la gazeteci Hakan Aygün’ün 90’lı yıllarda yaptığı röportajda Öcalan, Aygün’ün, “kayınpederiniz yoluyla MİT tarafından kullanılmış olamaz mısınız?” sorusuna bakın nasıl cevap veriyor: “Şöyle söyleyeyim. Olabilir... MİT'in bizi bizim de MİT'i kullanmışlığımız vardır. Yani karşılıklıdır...”

PKK’DAN SONRA…

Okuduğunuz veriler ve sorduğumuz sorular neticesinde kafalarda sanırız bazı silüetler, belirgin hale gelmeye başlamıştır. ASALA, PKK, DHKP-C veya adı ne olursa olsun. Türkiye Cumhuriyeti’nin başında her zaman bir bela olacaktır. ABD’nin iradesiyle tasfiye olan PKK, yerini illa ki bir başka örgüte bırakacaktır. Bu örgütü de, zamana ve şartlara göre, başta ABD, İsrail, Rusya, Almanya ve üzerimizde hegemonya kurmaya çalışan başka devletler kullanacaklar, ülkemiz rahat nefes alamayacaktır.

Ekonomik ve siyasi anlamda dizginlerimiz başkalarının elinde olduğu sürece kısır döngüden kurtulmak mümkün olmayacaktır.
Başladığımız sözleri yeniden hatırlatarak bitirelim:
Uzun yıllar ASALA ile ilgili araştırma ve haberler yapan Gazeteci Tokay Gözütok, terör konusunda şunları söylüyor: "Türkiye bir ağaçtır. Gürlediği zaman budanacak, ölmeye yüz tuttuğu zaman da sulanacak. Eğer Amerika, Avrupa, Rusya, Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçerlerse Türkiye'deki terör bıçakla pastayı kesmiş gibi biter. Eğer emellerinden vazgeçmezlerse, ASALA biter, PKK başlar, PKK biter, bir başka bela başlar. "

(Bu yazıyı hazırladıktan sonra Murat Karayılan basın toplantısı düzenledi. Ve PKK'nın silahlarıyla birlikte Türkiye'yi terk edeceğini açıkladı. Bundan da anlaşılacağı gibi. PKK, K. Irak'ta kızağa alınacak. ABD ve diğer egemenler, istediği zaman PKK'nın düğmesine yeniden basabilecek.)



KEMÂL KAPLAN
7 Temmuz 2012

Türkiye için önem arz eden olayların yıl dönümünde “unutma unutturma” der, bazen eylemlerle, bazen de panellerle anma yapılır. Bazen de polis copları ve biber gazları eşliğinde… Amaç; ülke için vahim olayın yeniden zihinlerde yer bulması, toplumsal bir farkındalık yaratmak, ilgiyi bu yöne çekmek vs. vs. vs. Sivas olayları, Kanlı 1 Mayıs, Maraş Olayları, Uğur Mumcu, Hrant Dink suikastleri gibi olaylara bu pencereden bakılır. Yıl dönümlerinde.

Doğru yaklaşımlar, doğruyu bulma yolundaki çalışmalar takdire şayandır.

Bu tür olaylara getirilen hassasiyet de takdire şayandır. Ancak ilaveler yapılmalıdır. Hem de sadece sol zihniyet çatısı altında değil tüm toplum katmanlarıyla yapılmalıdır bu anmalar.

İlavelerden kastım şudur: Sadece faili meçhul ve kanlı olayların yanında, bazı siyasi ve ekonomik olayların da yıl dönümleri anılmalı, toplumsal hafızaya dâhil edilmelidir.

7 Temmuz, bugün bu tür bir olayın yıl dönümü: 7 Temmuz 1998 tarihinde Halk Bankası yangını meydana geldi. Yangında sadece bankanın çok önemli kredi dosyaları yanmadı. Türk halkının milyarlarca doları da yandı.

Olayın ekonomik olarak büyüklüğünü anlamak için bir örnek verelim: 2001 krizinden önce ve sonra batık bankaların fona devredilmesiyle devlet özel bankalardan 10 milyar dolar zarara uğradı. Ancak iki kamu bankası olan Ziraat ve Halk Bankalarının zarar toplamı ise 20 milyar dolardı. Sadece iki bankanın zararı.

Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik krizini oluşturan bu yangınların meydana getirdiği etki o kadar büyüktü ki, ülke tarihinde ilk kez esnaflar polislerle çatıştı; binlerce insan işini, kalanlar da ümitlerini kaybetti. Ortaya çıkan finansal enkazın faturası gerçekten çok kabarıktı: 60 milyar dolar borç.
Hatırlarsanız, başbakanlık binası girişinde bir esnaf başbakan Bülent Ecevit’e yazar kasasını fırlatarak durumun vahametini gösterdi.

Geçtiğimiz ay Mesut Yılmaz’ın annesinin cenazesine gelen Hüsamettin Özkan’ı TV’de görünce bu yangın olayını hatırladım.
Dönemin 'derin siyasetçi'lerinden iki figür yan yanaydı. Birinin annesi ölmüştü. Diğeri ise yakın arkadaşının annesine insanlık görevini ifâ etmeye gelmişti. 

YANGIN VARRR!!!

28 Şubat fırtınasından sonra ortalık siyaseten durulmaya başlıyor gibi görünmesine rağmen, asıl tufan kendini ufak ufak göstermeye başlıyordu. Özel bankaların birer ikişer fona devredilmesi, gözleri kamu bankalarına çevirdi. 1998 yılında ANASOL-D hükümeti iktidarı döneminde, Halk Bankası başbakan yardımcısı ve devlet bakanı Hüsamettin Özkan’a bağlı bir kamu bankası idi. Fakat banka ile ilgili usulsüzlükler ve iddialar ayyuka çıkmış durumdaydı.

7 Temmuz 1998 tarihinde TBMM KİT komisyonu bu iddiaları değerlendirmek üzere toplanacak ve bankanın genel müdürü Yenal Ansen’i dinleyecekti. Dinledi. Ansen suçlamaları reddetti. Batık kredilerinin olmadığını açıkladı.

Aynı günkü yani 7 Temmuz 1998 tarihli Hürriyet Gazetesi olayın ciddiyetini anlatan haberde şöyle diyordu: "Yüksek Denetleme Kurulu'nun (YDK) Halkbank için hazırladığı rapor, Ansen'in epey terleyeceğini ortaya koydu. Raporla, DYP il başkanının babasına sahte fatura gösterdiği halde Halkbank'tan kredi verildiği anlaşıldı. Halk Bankası'nın geçmiş yıla ilişkin hesapları bugün TBMM KİT Komisyonu'nda ele alınıyor. KİT Komisyonu'na sunulan Yüksek Denetleme Kurulu (YDK) raporunda, alınan yurt dışı kredilerin amaç dışı kullanımından, yönetim kurulunun kredi vermek için gerekli olan bazı kuralları uygulamamak için aldığı kararlara, bu karar neticesinde verilen bazı kredilerde doğan sıkıntılara kadar birçok eleştiri yeraldı. YDK'nın yoğun eleştirilerine hedef olan ve dönemin iktidar partisi DYP'ye yakın kişilere verilen kredilerin de ağırlıkla yer aldığı dönemde Halk Bankası Genel Müdürlüğü'nü, halen görevde bulunan Yenal Ansen yapıyordu.”

Aynı gün yani Yenal Ansen’in TBMM’de ifade verdiği sırada Halk Bankası’nın hukuk müşavirliğinin bulunduğu binanın beşinci katında bir yangın çıktı.

Çok ilginçtir ki, yangında hiçbir dosya kurtarılamadı. Bırakın yanmış dosya bulmayı hepsi kül olmuştu. Oysa hepimiz biliriz ki, hele o yıllarda, hele kamu kurumlarında; çelik dosya dolapları bulunurdu. Ve üzerinde “yangından ilk kurtarılacak” diye bir ibare bulunurdu. Haydi diyelim ki kurtarılamadı. Çelik dolaptaki dosyaların ne kadarı yanabilirdi.

Halk Bankası yetkilileri yangın günü ‘‘önemli bir şey olmadığı’’ yönünde açıklama yaparken, mahkemeye tespit için başvurulduğunda, çok önemli dosyaların yangında yok olduğu görüldü. Mahkemenin atadığı bilirkişinin yaptığı incelemede, yandı denilen dosyalardan ‘‘bir tek parçanın bile’’ bulunamaması dikkat çekiciydi.

Ankara 13. Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından atanan Dr. Faruk Güçlü'nün yazdığı bilirkişi raporunda olay mahallinde tespite konu belge ve bilgilerden, yangın sonrası kalan bir döküm ya da kalıntı mevcut olmadığını kaydederken, ‘‘Tespite konu belge ve bilgiler tamamen yanmıştır.’’ ibaresine yer verdi.

 MELİH GÖKÇEK MUAMMASI

Yangın olayının peşini bırakmayan bir gazeteci arkadaşım, kendisini şaşırtan bir olayla karşılaşıyor. Ondan dinleyelim: “Ankara İtfaiye Müdürlüğü, yangın tutanağını vermekten kaçındı. İtfaiye Müdürü Faruk Kurutuz, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’e sormadan tutanağı veremeyeceğini söyledi. Gökçek hazretleri de, tüm ısrarlara ve hatırlı aracılara rağmen her nedense, bu şaibeli yangının tutanağını “devlet sırrı” gibi saklamayı tercih ediyor. Evet; Gökçek, Hüsamettin Özkan dönemiyle ilgili bir yangının tutanağını niye vermesin? Niye elinde tutsun? Bu soruların cevabını düşünürken, 34 askerimizin şehit olduğu CASA felaketinin ertesinde ilginç bir tablo ile karşılaştım. Kocatepe’de, şehitler için cenaze töreni vardı. Bütün devlet erkânı oradaydı. Hükümet ortakları Ecevit, Bahçeli ve Yılmaz da şehit tabutlarının önünde saf tutmuşlardı. Ecevit’in hemen yanı başında her zaman olduğu gibi Özkan vardı. Törenin başlamasına saniyeler kala Gökçek sahneye çıktı. Bütün kalabalığı yararak, onca devlet büyüğü dururken kendisini Hüsamettin Özkan’ın yanına attı.”

Çok ilginç bir tespit. Melih Gökçek’in olayla ne ilgisi var bilemiyorum ama ilgisi olduğu, yangın tutanağını vermemesinden belli.

2000 yılında Aksiyon Dergisi’nin batık bankalar haberi için görüştüğü, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün’ün açıklamaları da düşündürücü: “Devletin kendi bankasının içini boşalttığını söyleyerek bu bankalardan kredi alanların tek tek açıklanmasını istiyor ve ekliyor: "Hükümet yanlısı işadamlarının Halk Bankası'ndan ve Ziraat Bankası'ndan aldığı krediler açıklansın sonra görev zararlarının sebebini daha iyi anlarız."

Güngör Uras ise daha da ürkütücü bir iddia atıyor ortaya, 23 Eylül 2003 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki yazısında: “Bu kamu bankalarından biri olan Halk Bankası'nda batan paranın yüzde 70'i, 50 işadamının kursağına girmiş. Kim vermiş bu paraları? Nerede bu 50 işadamı?”

UNUTMA UNUTTURMA…

Demokratik hukuk devleti olabilmek için, Ergenekon, Balyoz, faili meçhuller, kanlı olayların yıl dönümleri nasıl hatırlanıyorsa, Beyaz Enerji Operasyonu, Karadeniz Otoyolu Yolsuzluğu,  Banka Hortumlamaları, İhale Yolsuzlukları, Önemli İşadamlarına Verilen Usulsüz Krediler, gibi olayların da birtakım etkinliklerle, eylemlerle hatırlanması ve gündeme getirilmesi gerekiyor. Sorumluları hakkında yeniden-bugünkü veriler ışığında davalar açılmasını sağlamak için kamuoyu oluşturmalı. Toplumsal farkındalık mekanizmasını bu olayların üzerinde de çalıştırmamız gerekiyor.
Geçmişiyle siyasi hesaplaşma sürecine giren Türkiye, iktisaden de hesabını görmelidir.

(“Yangın var” diye feryat ederken, aklıma Çiller döneminde yanan Sait Halim Paşa yalısı geldi. ANAP'lı Halit Dumankaya  içinde bulunan tarihi eserlerin sahteleriyle değiştirildiğini ve yalının yakılacağını söylemişti. Dikkate alan olmadı. 9 ay sonra yalı yandı. Bu ülke yangınlarla neleri kaybetmedi ki...)

FON TARAFINDAN ÜSTLENİLEN VE HALKIN CEBİNDEN ÖDENEN YURTDIŞI KREDİLER

Demirbank yurtdışı bankalarından 3,9 milyar dolar, 1,3 milyar İngiliz Sterlini, 1.81 milyar İtalyan Lireti, 234,6 milyon Euro, 89,7 milyon Alman Markı ve 4,6 milyon İsviçre Frangı kredi kullandı. 153,3 milyon Euro, 59,5 milyon dolar ve 19,8 milyon Alman Markı kredi kullanan Erol Aksoy’un İktisat Bankası en çok kredi kullanan ikinci banka oldu. Bayındırbank 203,4 milyon dolar, 2,4 milyon Alman Markı ve 31 bin Euro kredi kullanarak en çok kredi kullanan üçüncü banka olurken, 192,3 milyon dolar, 147 milyon İspanyol pezatası, 8,7 milyon mark kredi kullanan Çağlar’ın bankası İnterbank dördüncülüğe yükseliyordu. Mehmet Emin Karamehmet’in fona alınan Pamukbank’ı 176,6 milyon dolar, 2,8 milyon Euro ve 658 bin İsviçre Frangı borcunu kamuya ödetiyordu. Mustafa Süzer’in bankası Kentbank’ın Hazine’ye yüklediği borçlar ise 68,4 milyon dolar, 45,64 Euro, 500 milyon Japon yeni ve 342 bin 300 marklık bir bilânço içeriyor. Korkmaz Yiğit’in sahibi olduğu Bankeskpres’in 71,9 milyon dolar, 6,3 milyon mark, 109,7 milyon Japon Yeni, 487 bin İsviçre Frangı, 288 bin 285 İngiliz Sterlini borcu bulunuyordu. Yurtdışına borcu bulunan bir diğer banka da kötü yönetim ve özelleştirme kurbanı Türk Ticaret Bankası. Bankanın sadece 40 milyon dolarlık borcu bulunuyordu. Hayyam Garipoğlu’nun Sümerbank’ı borçlu bankalar sıralamasında son sıralarda yer alıyor. 26,8 milyon dolar, 4 milyon mark ve 3 milyon Euro borcu bulunan banka batık bankalar içinde kötünün iyisi kategorisinde yer alıyor. Cıngıllıoğlu ailesinin bir diğer bankası olan Ulusalbank 17,04 milyon dolar,43,834 milyon Yen, 3 milyon Mark, 165 bin sterlin borcuyla fona devredilir. Halis Ağa’nın Toprakbank’ı 11,8 milyon dolar, Bank Kapital 7,4 milyon dolar, Yaşarbank 4,7 milyon dolar, Etibank 2,7 milyon dolar, Esbank 900 bin dolarlık borcunu kamuya ödeten bankalar olur. Egebank 700 bin dolar bir diğer Ege Bankası EGSBank ise 3 bin dolar borç yükler.




KEMÂL KAPLAN
26 Haziran 2012

AŞAĞIDA OKUYACAKLARINIZ. 1998 YILINDA GÖREV YAPTIĞIM 'STRATEJİ' ADLI DERGİNİN 6. SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR.

**********

Tansu Çiller, “şerefsiz onbaşı” sözünden meclis komisyonunda, Özer Çiller sahtecilikten ağır ceza mahkemesinde, Mert Çiller silah ateşlemek suçundan Artvin’de ifade veriyor.
Afganistan Başbakanı Ahmetşah Ahmet Zai’nin ağzından çıkan her sözcük Çiller ailesine yepyeni sorumluluklar getiriyor.

Susurluk, Metin Göktepe, faili meçhul cinayetler zinciri, servet beyanında sahte evrak tanzimi, yolsuzluklar ve ayyuka çıkan daha nice suçlamalar, Flash TV’ye silahlı baskın düzenlenmesinden Özgür Gündem gazetesinin bombalanmasına uzanan bir dizi iddialar önümüzdeki günlerde sayın Tansu Çiller’e yüce divanın kapılarını ardına kadar açacağa benzer. Biz söylemleri ve duyumları bir kenara atıp sözü Afganistan Başbakanı Ahmetşah Ahmet Zai’e bırakıp sorumluları tarihi göreve davet ediyoruz:

- Türkiye’ye ne kadar eroin sattınız?
- Yılda 3 milyon 200 bin kilo eroin sattım. Geçen yıl 1 katrilyon liralık eroin geldi. (Bu söyleşi 2 Haziran 1996’da Eresin Otel’de gerçekleşti. Bugünün değeri ile sözü edilen meblağ 10 katrilyon Türk lirasıdır.)Afganistan dünyanın bir numaralı Afyon üretim yeri, bilinmeyen ve bilinmesi istenmeyen bu uyuşturucu ağına kimlerin adının karıştığıdır. Bunu Pakistan’a ve ABD’nin istihbarat kuruluşu CIA’nin operasyonlarda kullanmak için kurduğu örtülü şirketi CAT uçak şirketi taşıyor. Uyuşturucuyu ABD’ye taşıyor. Benazir Butto’nun kocası afyonu laboratuvarlarda işleyip, eroin haline getiriyor. Bunun için hapse girdi, Afganistan’ın güney bölgesinde Amerikalılar var.  Bize okul, yol yapın uyuşturucu yapmayalım, Türkiye’den 1 katrilyon dan daha fazla alacağımız var. Mafya’dan da,  siyasilerinizden de…
- Siyasilerimizden de mi?
- Evet, Türkiye ile 90 312 417 04 76 nolu telefon ile haberleşme yapılıyor. Türkiye’nin 1 katrilyondan fazla borcu var. Ben paramı istiyorum. Tamam mı?.. Türkiye bizim kardeş ülkemiz bize yardım yapsın istiyoruz.
- Eroin sattığınız siyasilerimiz kimlerdir?
- Konuşursam hükümet düşer, karışır. Ben paramı istiyorum. 
- Paranızı tahsil etmek istediğinizi anladım, ama kime eroin sattığınızı anlamadım. Siz, hangi siyasiye eroin sattınız da paranızı alamıyorsunuz?
- Ben, size söylüyorum, telefon numarası veriyorum.. Bakın, 90 312 417 04 76 bu numaradan irtibat kuruyoruz.
- Siz, bir ülkenin başbakanısınız ve akademik bir kariyeriniz var. Suudi Arabistan’da Kral Faysal Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak da görev yaptınız ve eroin sattığınızı söylüyorsunuz! Sizce bu iş insani değerleri çiğnemek değil midir?
- Bana okul yapın, yol yapın uyuşturucu yapmayalım. Benim ülkemin insanı çok ezildi. Hem de emperyalist güçler tarafından.
- Peki kime sattınız?
- Söylüyorum işte, Türkiye ile 90 312 417 04 76 numaralı telefonla irtibat kuruyoruz.
- Bu numaradan kiminle konuşuyorsunuz?
- Akın İstanbullu (Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Akın İstanbullu) ile konuşuyoruz. Tansu Çiller ile Özer bey, bizden eroin aldı. 1 Katrilyon alacağımız var…
- Tamam, ama itiraf edeyim ki, aklım karıştı. HABITAT 2 ve Refah Partisi’nin misafiri olarak geldiniz. Refah Partisinin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Afganistan bütün İslam ülkeleri için canlı bir örnektir iç karışıklığın bir millet için neye mal olduğunu Afganistan halkı biliyor.
- Teşekkürler..
- Ben de teşekkür ederim.

KEMÂL KAPLAN - KÖSTEBEK- JİTEM MİT VE MOSSAD  ÜÇGENİNDE TUNCAY GÜNEY İLE 240 GÜN (Sayfa:281-282) adlı kitaptan alınmıştır.