Articles by "Mustafa Duyar"
Mustafa Duyar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

(Aşağıdaki yazıyı 2014 şubat ayında İsmail Akkol'un Yunanistan'da yakalandığında yazmıştım. Bugün yani 2 Şubat 2016 tarihinde Akkol'un Söke'de silah ve patlayıcılarla siyasetçilere suikast yapacağı esnada yakalandığı haberini aldık. 20 yıldır Sabancı Suikastı zanlısı olarak aranan İSMAİL AKKOL NEDEN TÜRKİYE'YE GELDİ? İSMAİL AKKOL KİMDİR? ÖZDEMİR SABANCI SUİKASTINDA GERÇEKTEN ROL ALMIŞ MIDIR? cevaplar aşağıda.)

Atina'da 10 Şubat 2014 tarihinde ele geçen SABANCI SUİKASTI ZANLISI İSMAİL AKKOL, Sabancı suikastının yeniden gündeme gelmesine neden oldu.
1996 yılında Sabancı Center'e girerek 25. kata kadar çıkıp ellerinde otomotik silahlarla SAKIP SABANCI'NIN kardeşi ÖZDEMİR SABANCI'YI öldürdükleri iddia edilen, İsmail Akkol ve Mustafa Duyar, DHKP-C üyesiydiler.

Zanlılardan Mustafa Duyar Suriye sınırında teslim olmuş, herşeyi anlatacağını söyledikten kısa bir süre sonra, cezaevinde iken 1999 yılında Nuri Ergin tarafından öldürülmüştü. İsmail Akkol'dan ise hiçbir zaman haber alınamadı.

Baştan sona düzmece bir suikast planıyla naylon katiller üretildi. Gerçek zanlılar sır perdesinin ardında kaldı taaki o güne kadar...

Tuncay Güney 1998 yılında Özdemir Sabancı'nın gerçek katillerini ve suikast gerekçesini detaylıca bana anlatmıştı.

Buyrun okuyun efenim....

SABANCI SUİKASTİNDEN GEÇEN YOL
SUSURLUĞA MI ÇIKAR?

(KÖSTEBEK - JİTEM MİT VE MOSSAD ÜÇGENİNDE TUNCAY GÜNEY İLE 240 GÜN - KEMAL KAPLAN / kitabından alınmıştır)

Faşist diktatörlükler veya komünist ülkelerde bile eşine az rastlanır faili meçhullere alışan Türkiye, 9 Ocak 1996’da bir yenisine tanık olacaktı. Bu defa diğerlerinden çok farklıydı. Kurban, gazeteci, akademisyen, kürt asıllı değildi. Ülkenin en büyük sermayelerinden birini elinde bulunduran Sabancı ailesinin en önemli fertlerinden biri Özdemir Sabancı, kendi ofisinde bir suikaste kurban gitti. Faili belli dense de, kimse inanmadı. Nedenini ise kimse tahmin edemiyordu. Birkaç düşünce hasıl olsa da Özdemir Sabancı’nın öldürülmesi için yeterli sebep görünmüyordu.

Türkiye’nin en güçlü ailesine mensup birinin öldürülmesine kim-kimler, nasıl cesaret edebilirdi?
Kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Sabancı Holding’in başında bulunan ve toplumun büyük kesimi tarafından sempati duyulan Sakıp Sabancı da, kardeşinin öldürülmesinde yeterli tepkiyi vermemişti.
Emekli Amerikan ve Türk istihbaratçılarından bir ekip kurduğu söylenen Sakıp Sabancı’nın sonuca ulaşması bekleniyordu.
Suikasti işlediği söylenen 3 kişi de ortalıkta yoktu. Dünyanın en güçlü adamları içinde yer alan Sabancı’nın sanki eli kolu bağlıydı. Kamuoyu karşısında sakin görünen Sakıp Ağa’nın, olayın aydınlanması için büyük paralar harcadığı söyleniyordu.

Sabancı Suikasti sanıkları olarak lanse edilen, Fehriye Erdal, Mustafa Duyar ve İsmail Akkol’un DHKP-C üyesi oldukları, suikasti örgüt adına işledikleri gazetelerde çarşaf çarşaf yeralıyor, öldürme emrini ise örgütün elebaşlarından Ercan Kartal’ın verdiği yazıyordu.

Bir yıl sonra 6 Ocak 1997’de faillerden Mustafa Duyar, Türkiye’nin Şam Büyükelçiliği’ne giderek teslim oldu. Hakkındaki iddiaları da doğruladı. Türkiye’ye getirilen Duyar yargılanmak üzere Kırklareli E Tipi Cezaevi'nde özel hücreye, daha sonra da öldürüleceği, Afyon Kapalıcezaevi’ne gönderildi.
Duyar’ın ardından Fehriye Erdal’da tesadüf eseri Belçika’da yakalandı. Olayın üçüncü ismi olan İsmail Akkol’dan ise kitabı yazmaya devam ettiğim 2009 yılına kadar herhangi bir haber yoktu.

Mustafa Duyar Pişmanlık Yasası’ndan faydalanacağını umut ederek cinayeti itiraf etmiş, yasadan faydalanamayacağını öğrenince de, “Tüm bildiklerimi anlatacağım” demişti.
Can Dündar’la görüşmek isteyen Duyar, Dündar’ın görüşme talebinden iki hafta sonra 15 Şubat 1999'da cezaevinde kurşunlanarak öldürülmüştü.
Fehriye Erdal ise, Türk makamlarının girişimlerine rağmen Türkiye’ye iade edilmemiş, daha sonra da izini kaybettirmişti.

Mustafa Duyar’n ölümünden 5 gün sonra Can Dündar Sabah Gazetesi’ndeki köşesinde kaleme aldığı “Duyar Konuşacaktı” başlıklı yazısında olayla ilgili çarpıcı tespitlerde bulunuyordu:

Biliyorum, Türkiye Apo'dan başka bir şey görecek halde değil. Ama yine de Apo'nun tozu dumanı arasında kaynayıp giden çok önemli bir olaya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Önceki gün, Özdemir Sabancı suikastinin sanığı Mustafa Duyar'la birlikte nasıl bir sırrı toprağa gömdüğümüzün farkında mısınız?

"Komplo teorileri"ni sevmem ama bu konuda şu son birkaç ayda yaşadıklarım, bana artık sevmem gerektiğini söylüyor.
5 hafta önce Mustafa Duyar'la görüşmek üzere Adalet Bakanlığı'ndan izin aldım.
     Benim soracaklarım vardı, onun da söylemek istedikleri...

Bir süre önce büroyu telefonla arayan bir kişi, Sabancı suikastini üstlenen örgütten olduğunu söylemiş ve kanıtlaması zor, ancak son derece önemli iddialar ortaya atmıştı. Telefondaki kişi, olayın ayrıntılarını, yurtdışında bizzat suikastin tetikçilerinden dinlemiş ve suikast sonrasında rahatça kaçmayı, bir polisin yardımı sayesinde başardıklarını öğrenmişti. Aldığı diğer bilgiler, suikaste ilişkin kafalardaki soru işaretlerini pekiştiriyordu.

Telefonu kapatırken, kendi zihninde vardığı sonucu, iki cümleyle özetledi:
"Bunu yapan, devlet örgütlenmesi içinde bir kol... Bir iç hesaplaşma vardı ve işi bize çözdürdüler."

Bu iddiaları, daha önceki ipuçlarıyla bir araya getirince tablo hepten ilginç bir hal alıyordu:

* Eyüp Aşık'ın Susurluk Komisyonu'nda verdiği ifadeye göre, suikastten sonra kendisini arayan (Mustafa Duyar olduğunu tahmin ettiği) bir genç, "Binada 4 kişiydik, ama ben silah kullanmadım" demiş ve iki önemli bilgi daha vermişti: "Olaydan 3 gün sonra birileri bizi öldürmeye çalıştı. Bize verilen silahları cinayetten sonra geri aldılar. Bana verilen Baretta marka silah, daha sonra Bucak'ın Susurluk'ta kaza yapan otomobilinden çıktı."

* O arabada Çatlı ve Bucak'ın şoförlüğünü, İstanbul eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ yapıyordu ve suikastin "içerdeki ayağı" Fehriye Erdal'ı Sabancı Center'a 6 ay önce onun bağlantılı olduğu temizlik şirketinin yerleştirdiği öne sürülüyordu.

* Sabancı Center santralinden dışarı hangi numaraların arandığını kaydeden bilgisayar, suikast günü "arızalanmış", Türk Telekom'daki kayıtlar da silinmişti.

* Bir yıl önce, eski Adalet Bakanı Şevket Kazan, Duyar'ın devlet adına bazı eylemlerde kullanıldığına dair iddialardan sözetmişti. Zaten Duyar daha önceki örgütünden de "polisle işbirliği yaptığı" gerekçesiyle atılmıştı. Sabancı suikastinden sonra, örgütünün "kendisini kullanıp paçavra gibi attığını" görünce belki de Suriye'ye geçip PKK'ya sığınmak istemiş, ancak bu yol da kapanınca Şam'da Türkiye Büyükelçiliği'ne gidip teslim olmuştu.

* Jitem'ci Astsubay Hüseyin Oğuz'un, Susurluk Komisyonu'ndaki ifadesine bakılırsa Duyar'ı Şam'dan Türkiye'ye getiren ekibin başında ünlü "Yeşil" vardı.

Suikastteki Susurluk bağlantısını çözecek anahtar, Afyon Cezaevi'nde bir hücredeydi. İdamla yargılanıyordu. Daha önce suçu üstlenen ifadesini değiştirmek istiyordu. İtirafçı affından yararlanmak için "Bildiğim bütün sırları açıklamaya hazırım" diyordu. Ancak pişmanlık talebi, yasadaki başvuru süresi dolduğundan kabul edilmemiş, o da üç kez "intihar teşebbüsünde bulunmuştu.


ATV için görüşme talebiyle Adalet Bakanlığı'na başvurduk. Bakan, "Sanığın açıklayacaklarının yargıya yardımcı olabileceği" gerekçesiyle izin verdi.

Afyon Cezaevi yönetimiyle görüşüldü. Duyar'ın yazılı oluru da alındı. Kendisi de görüşmeyi arzu ediyordu. Her şey hazırdı.

Fakat Duyar'ın konuşmak için öne sürdüğü bazı koşullar, bürokrasiye takıldı. Bakan'ın açık emrine rağmen, bakanlıktaki bir bürokrat, şifahen verilen görüşme izninin geri alınması için özellikle uğraştı.

Şimdi öğreniyoruz ki, bizim Duyar'la görüşme izni aldığımız, fakat resmi izin yazısı bir türlü çıkmadığı için gidemediğimiz Afyon'a, aynı günlerde Karagümrük çetesi, aynı bürokratın verdiği izinle nakledilmiş; gittikten iki hafta sonra da, gelen "vur emri" üzerine bizden önce Duyar'ı "ziyaret etmiş" ve 4 kurşunla cezasını infaz etmiş.


Komplo teorilerini sevmiyorum. Ancak "tesadüf"ün bu kadarına inanmayı da saflık sayıyorum.
Duyar kilit isimdi.
Konuşsa belki Susurluk skandalının bir düğümü daha çözülecekti.
Belki hep sağ eliyle vurduğunu sandığımız çetenin sol elini de görecektik. Sabancı'nın neden hedef seçildiğini öğrenebilecektik.
Duyar, sırlarını hücre komşusu Selçuk Parsadan'la paylaşmış olmalıydı. Belki Parsadan'a sıkılan kurşunun nedeni de buydu.
Belki de pişmandı karıştığı işten... Kendisi de 2 aylıkken babasını kaybetmiş, annesi ise o 13 yaşında iken, üvey babası tarafından öldürülmüştü.

Cezaevinde evlendiği karısından, bir ay önce bir oğlu olmuştu.
Adını "Özdemir" koymuştu.
Hangi katil, oğluna kurbanının adını verirdi ki?


******

Özdemir Sabancı’nın cenaze törenine bende katılmış, ailenin üzüntüsüne tanık olmuştum. Tören sırasında, nedenler ve nasıllar kafamın içinde birbirini kovalarken, Sakıp Sabancı’yla bir an göz göze geldim. Gözlerindeki üzüntünün ardında sakladığı büyük öfkeyi hissetmek zor değildi.
“Bunu yapanların yanına kâr kalmaz. Sakıp Ağa, intikamını alır” diye düşünmüştüm ona bakarken...

Sabancı’nın kurduğu ekip de herhangi bir sonuca ulaşamamış veya öyle görünüyordu. Güç ve para sahibi Sakıp Sabancı, acz içinde görünüyordu.
Sakıp Sabancı’nın ölümünden sonra da olay tam olarak kapandı. Taa ki, Ergenekon Davası’na kadar...

Tuncay Güney, 2001 yılında verdiği ifade de, Sabancı suikastiyle ilgili bilgiler de vermişti.
21 Temmuz 2008 tarihli Star Gazetesi’nde yayınlanan haberde Tuncay Güney, 3 Şubat 2001'de gözaltına alındığında İstanbul Organize Suçlar Şubesi'nde verdiği Ergenekon ifadesinde Sabancı Suikasti’nden söz ediyordu:

“Mustafa Duyar ve İsmail Akkol, DHKPC'deyken polise çalışıyorlardı. Fehriye Erdal'ın örgütle ilgisi hiç yoktu. Erdal'ı Sabancı Center'da işe Susurluk kazasında ölen Polis Müdürü Hüseyin Kocadağ yerleştirmişti. Önce bir senaryo hazırlandı. Çocuklar (Duyar ve Akkol) James Bond çantalarla cicili bicili giydirilip Sabancı Center'a gönderildi. Duyar ve Akkol, cinayetlerin işlendiği kata asla çıkmadılar. Sadece kameralara yakalanmak için binaya giriyorlarmış gibi yapıp geri döndüler. Cinayetler işlenirken aşağıda kırtasiyenin yanında bekliyorlardı. Fehriye Erdal da bu sırada aşağı inerken kamerada görülüyordu”

“Oysa daha önceden resmi bir görevli hiç kimsenin dikkatini çekmeyecek şekilde, susturuculu tabancayla binaya yerleştirildi ve Özdemir Sabancı ile Haluk Görgün ve Nilgün Hasefe'yi öldürüp, sessizce ayrıldı. Operasyon yapılırken Çatlı, Sabancı Center'in tam karşısında bulunan İETT garajında, bir minibüsün içinde, 'yanındaki bir kişiyle birlikte' bekliyor ve operasyonu oradan yönetiyordu. Cinayetler işlendikten sonra, hem suikastı gerçekleştiren resmi görevli hem Fehriye Erdal, Mustafa Duyar ve İsmail Akkol, hem de Abdullah Çatlı, olay bölgesinden ayrıldı. Mustafa ve İsmail, örgüt tarafından yurtdışına çıkarıldı. Fehriye örgütten olmadığı için yurtdışına çıkışı cinayeti organize edenler tarafından sağlandı”

Suikastın ihalesi, DHKPC'nin polisle ilişkileri iyi olan lideri Dursun Karataş'a verilmişti. Suikast, DHKPC tarafından üstlenildi. Böylece bütün dikkatler örgüte yöneldi. Karataş'ı, polisin içinde bir grup destekliyordu. Özellikle DHKPC'nin MKYK üyeleri, Polis Müdürü Hüseyin Kocadağ tarafından belirleniyordu. Dev Sol'dan DHKP/C'ye geçişte, örgüt tamamen polis kontrolünde bir örgüt haline gelmişti.

Tuncay Güney'in iddialarına göre, Sabancı Ailesi, suikasttan sonra bir dedektif ekibi kurdu. Eski Amerikan istihbaratından ve eski MİT'çilerden bazı kişilerle istihbarat grubu kuruldu. Cinayetle ilgili dokümanlar toplanıyordu. Aynı günlerde, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek'in sahibi olduğu Aydınlık dergisi ve Tuncay Güney'in yönetici olduğu Strateji dergisinde Veli Küçük'ün talimatıyla manipülatif haberler yapılıyordu. Veli Küçük'ün 10 yıllık arkadaşı ve muhbiri Yalçın Tanfer de Sabancı suikastıyla ilgili bilgi topluyordu. Veli Küçük suikastın nasıl gerçekleştirildiğini Sabancı Center'a gidip Sakıp ve Şevket Sabancı'ya anlatmıştı

Tuncay ifadesinde, Sabancı Suikasti’nin sorumlusu olarak Hüseyin Kocadağ ve Abdullah Çatlı’yı gösteriyor.

Sıkı durun!

Tuncay Sabancı suikastıyla ilgili olarak, 1998 yılında bana şunları anlatmıştı: “Önemli bazı siyasetçi ve emniyetçiler, Sakıp Sabancı’dan öyle bir şey istediler ki, vermeyince kardeşini öldürdüler. İstedikleri neydi biliyor musun? Uyuşturucu!”
Kulaklarıma inanamamıştım. Sakıp Sabancı’nın uyuşturucuyla ne ilgisi olabilirdi. “Tuncay galiba saçmalıyor” diye geçti içimden.

"Uyuşturucu mu? Sabancı’nın ne işi olur ki?..."
"Onun işi olmaz."
"Eeee. Peki o zaman..."
"Polisin yaptığı uyuşturucu operasyonlarından ele geçirilen uyuşturucu, Sabancı’nın çimento fabrikası olan Akçimento’da yakılıyordu. Birileri, bunların yakılmayıp kendilerine verilmesini istedi. Yakma işlemi resmi görevlilerin gözetiminde gerçekleştiriliyordu. Adamlar görevlileri ayarlamıştı. Yakıldı gibi belge düzenlenecek, sonra uyuşturucu el değiştirecekti. Sabancı reddedince... Malum olay"
"İyi ama Özdemir’i neden öldürdüler?"
"Sakıp ağaya gözdağı için. Neden olacak?"
"Sonra ne oldu peki?"
"Ne oldu? Sakıp Sabancı korkup uyuşturucuları vermeyi kabul etti mi?"
"Belki bir süre..."
"Eeee, sonra."
"Hatırlasana."
"Neyi?"
"Susurluk... Hangi tarihte oldu?"
"Kasım 1996"
"Sabancı ne zaman öldürüldü?"
"Hatırlayamadım. 96’nın ocak ayında galiba."
"9 Ocak 1996’da Sabancı öldürüldü. Aynı yılın 3 kasımında da Susurluk Kazası oldu. Kazada Kocadağ ve Çatlı öldü. Veya olay yerinde öldürüldü. Bucak’ı son anda bıraktılar. Sabancı neden sakin ve huzurlu sanıyorsun? Parçaları birleştir Kemâl hocam parçaları..."

Herkese Levent’te oturduğunu söylemesine rağmen, Tuncay’ın evi Gültepe’deydi. İsmail Akkol’da Gültepe’de ikamet ediyordu. Akkol’u önceden tanıdığını söyleyen Tuncay, “İsmail’i eskiden beri tanırım. Adam öldürecek biri değil. Şimdi kayıp nerede olduğu bilinmiyor. Bana göre öldürüldü. Mustafa Duyar’da yakında öldürülürse hiç şaşırmam” demişti.

Öngörüsünde haklı çıktı! Mustafa Duyar 1999 yılında tutuklu bulunduğu cezaevinde Nuriş Çetesi diye adlandırılan çete tarafından kurşunlanarak infaz edildi. Çete infazın gerçekleştirilmesi için Afyon Cezaevi'nde isyan çıkarmış, daha sonra da ortaya çıkan güvenlik zafiyetinden faydalanarak Duyar’ı öldürmüştü.

 Nuri Ergin daha sonra, Mustafa Duyar'ı Veli Küçük'ün emriyle öldürdüğünü iddia edecekti.

Nuri Ergin ve adamları Afyon Cezaevinde çıkardığı isyan sırasında Mustafa Duyar'ı öldürdüğünü koğuş penceresinden çıkarak itiraf etmişti. "Bu devlet bana Mustafa Duyar'ı öldürttü. Veli (Küçük) abiye sorun."

Kitabın son bölümünde Strateji Dergisi’nin bazı sayılarından derlenen haberlere yer vereceğim. Bunların içinde Sabancı Suikasti’yle ilgili de bir haber bulunuyor: “SABANCI CİNAYETİNDE NAYLON KATİL!”
Haberde, Mustafa Duyar ve İsmail Akkol’un Özdemir Sabancı’nın öldürüldüğü 25. kata hiçbir zaman çıkmadığı, video görüntülerinin ise cinayetin işlendiği tarihe ait olmadığı iddia ediliyor.

Uğur Mumcu suikastı zanlısı olarak tutuklanan Abdullah Argun Çetin, 23 ay cezaevinde yattıktan sonra, gizli celse talebinde bulunmuştu. Mahkemede yaptığı açıklamalarda; “başka ülke adına ajanlık yaptığını” itiraf etmiş, Mumcu suikastinde herhangi bir bağlantısı bulunamayan Çetin serbest bırakılmıştı.
Abdullah Argun Çetin, 2000 yılında Aksiyon Dergisinin 301. sayısına verdiği röportaj’da Sabancı suikastiyle ilgili şunları söylüyor:

“...Burada iki önemli nokta var. Sabancı suikastinde Fehriye Erdal’ı o binaya sokan temizlik şirketi eski Dev—Yol itirafçısı. İkincisi hiç basına hareketli görüntü vermediler. Halbuki o katta da güvenlik kamerası vardı.
Girişte verdikleri görüntüde tarih yanlıştı. Güvenlik kamerasını görüntüleyen eleman daha sonra ortadan kayboldu. Susturdular adamı. Herşey bir tarafa. Bir suikast düzenlenecek ise gerçek kimlik bırakılır mı? Birkaç hafta evvel de Fehriye Erdal ve Mustafa Duyar basit bir gösteride yakalanıp fişleniyorlar, gözaltına alınıyorlar.
Ne büyük tesadüf! Normalde bu adamlar böyle bir gösteriye katılmasa, DHKP—C’li militan oldukları bilinemeyecek! Ve gerçek kimliklerini bırakıyorlar. Böyle bir salaklığı akıllı bir örgüt yapmaz.
Ya da o şahısların kim olduğunu açıkça bırakmak istiyorsanız, açık adres vermek istiyorsanız ancak bırakırsınız”


"Türkiye bir ağaçtır. Gürlediği zaman budanacak, ölmeye yüz tuttuğu zaman da sulanacak. Eğer Amerika, Avrupa, Rusya, Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçerlerse Türkiye'deki terör bıçakla pastayı kesmiş gibi biter. Eğer emellerinden vazgeçmezlerse, ASALA biter, PKK başlar, PKK biter, bir başka bela başlar. "


Türkiye’nin 30 yıldır başına bela olan; yaklaşık 30 bin insanın canına, milyarlarca dolara mâl olan PKK belasından kurtuluyoruz. Sevinmeli miyiz?
Yıllarca TSK ve emniyet güçlerinin her türlü silah ve teçhizatla ve binlerce personelle bertaraf edemediği terör örgütünü, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında ABD, “bitsin” dedi ve terör bitiyor.

Abdullah Öcalan, hapse girdiğinden itibaren örgütü yönetmeye devam etti. Türkiye Cumhuriyeti dünyada eşine rastlanmayan bir olaya seyirci kaldı. Dünyanın hiçbir ülkesi yoktur ki, yakaladığı örgüt liderine, hapisten örgütünü yönetme imkânı tanısın. Yoksa her şey bir oyun muydu? Yoksa Türk halkı 30 yıldır kandırıldı mı?

Öncelikle film şeridini biraz gerilere saralım ve PKK’nın kuruluş yıllarına dönelim.
PKK 1984 yılındaki ilk eylemini gerçekleştirmeden önce, Türkiye’nin başında başka bir bela vardı: ASALA.


ASALA 1973 yılında, sözde Ermeni soykırımını dünyaya duyurmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür. Eylemlerine son verdiği 1984 yılına kadar; 21 ülkenin 38 kentinde, 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılarda Türkiye'nin 42 diplomatı ile 4 yabancı uyruklu kişi hayatını kaybederken, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralanmıştır.
ASALA-PKK ilişkisinin temeli 1980’lerin ilk yarısında Filistin’de atılır. İlişkilerin başlamasında en önemli rolü ASALA’yı eğiten George Habbaş üstlenir. Kürdistan News and Commet Dergisi’nde ASALA ve PKK ortak bir deklarasyon yayınlayarak “Türkiye’deki yönetimin faşist olduğunu Ermeni ve Kürt halkı adına faşist Türkiye’ye karşı ortak eylem kararı aldıklarını” bildirir. 
1984 yılından sonra ASALA’da  kopmalar başlar, üçe bölünür. ASALA’nın başındaki Agop Agopyan’ın faili meçhul bir cinayete kurban gitmesiyle ASALA tarihe karışır. 1984 yılında PKK ilk kanlı eylemini Eruh’da gerçekleştirir.
ASALA’nın eğitildiği Lübnan’ın Bekaa kamplarında artık PKK militanları eğitilmeye başlar. Dağılan ASALA’dan ayrılan Ermeni teröristler, PKK içinde kendilerine yer bulurlar. Özellikle 1990’lı yıllarda ölü veya diri ele geçirilen PKK militanlarının büyük kısmının sünnetsiz ve üzerlerinde Ermeni sembolleri olduğunu yetkililer gözlemler. Fakat PKK içinde Ermeni unsuları bulunması, bir süre sonra bölge halkı tarafından kabul görmeyince Ermeniler PKK içinden tasfiye edilir.

DHKP-C SAHNEDE   

21 Mart’taki Diyarbakır Nevruz kutlamalarında Apo’nun mesajı okunur ve birkaç gün sonra da, örgütün eş başkanı Murat Karayılan eylemsizlik kararını açıklar.
Hükümet zaten bir süreden beri Apo ile görüşmekte ve PKK’lıların bir başka ülkeye gitmelerine izin vereceklerini açıklamaktadır.

Tam da bu sırada; Ankara’da iki eylem gerçekleşir. Biri AKP merkezine diğeri ise, Adalet Bakanlığı’na. Eylemi  DHKP-C üstlenir. Örgüt eylemle ilgili bir bildiri hazırlar ve bildiride eylemden dolayı Türk halkından özür diler. İlginç değil mi?

Peki nereden çıktı bu örgüt?
Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi yani kısa adıyla DHKP-C’nin kuruluşu 90’lı yıllara dayanıyor. Ama kökleri 70’lere uzanıyor. Dev-Yol’a kadar…
 Dev-Yol’dan ayrılan Alevi ve Kürt kökenli Dursun Karataş ve arkadaşları Dev-Sol’u kurarlar. Dev-Sol, PKK’dan bile daha büyük ve önemli cinayetlere imza atar daha sonra adını DHKP-C olarak değiştirir. O dönemde ASALA’nın , PKK ve Dev-Sol ile irtibat içinde olduğu Türk istihbaratçıları tarafından ortaya çıkarılmıştır.

ŞAİBELİ(!) TERÖR ÖRGÜTÜ

PKK’dan sonra en çok tartışılan ve bağlantılarının açığa çıkarılamadığı örgüt olan Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’nin (DHKP-C), işlediği cinayetler ve eylemler hâlâ çözülememiştir.
1978 yılında mensup oldukları Dev-Yol’u pasiflikle suçlayan, Alevi ve Kürt kökenli Dursun Karataş ile Bülent Uluer ve Paşa Güven, Mahir Çayan’ın THKP-C’siyle sancılı bir süreçten sonra birleşerek Dev-Sol’u kurarlar. 12 Eylül 1980’den sonra birçok örgüt yurtdışına kaçarken Dev-Sol Türkiye’de kalır. Bu kalış öyle plansız ve sıradan bir tercih değildir. Zira art arda işlenen “kilit” cinayetler bu yapının neden dışarı çıkmadığını gösterir. Tabii bir de başka bir güç adına çalıştığını da. Şüphesiz bu cinayetlerde ismi öne çıkan isim Dursun Karataş’tır. Ancak kendisi her defasında (tam 29 kez) polisin elinden kurtulmayı başarır.
Örgütün kurucularından Paşa Güven, 1 Mayıs 1976 gecesi silahla yakalanır ve cezaevine konur. Burada ülkücü mafya babası Dündar Kılıç ile birlikte kalır. Kılıç, kendisi için her zaman “delikanlı çocuktur” diye bahseder. Mahpus hayatı, uyuşturucu ticareti ve devlet için bazı eylemler gerçekleştirmesine kadar devam eden olaylar zincirinin ilk halkasını oluşturur. Paşa Güven, dönemin Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak ile eski Başbakan Nihat Erim’in suikastla öldürülmelerinin ardından Lübnan’a kaçar. 1983’te de buradan Fransa’ya geçer. İsmi “derin devlet” ile birlikte anılır. 1991 yılında örgüt içi hesaplaşma nedeniyle Fransa’da öldürülür.
SORU: Marksist örgütün, ülkücü mafya babasıyla ortak paydaları ne olabilir?

AKIL ALMAZ SUİKASTLER

DHKP-C’nin “kirli ilişkiler” ağını ortaya çıkaran bir başka ayrıntı ise liderleri Dursun Karataş’ın Ekim 1989’da Bayrampaşa Cezaevi’nden Bedri Yağan ile birlikte firar etmesidir. Kısa bir zaman sonra aralarında Aslan Tayfun Özkök, İbrahim Erdoğan, Aslan Sener Yıldırım, Sinan Kukul gibi örgütün önemli isimlerinin de yer aldığı on kişi de Bayrampaşa’dan ellerini kollarını sallayarak kaçar. Bu kaçışların planlı ve bir amaca matuf olduğu 4 ay sonra anlaşılır. Önce ünlü MİT’çi Hiram Abas cinayeti işlenir, ardından Bayrampaşa Savcısı Fikret Niyazi Aygan öldürülür.

1991 ve 1992 yılları içindeki bir buçuk yıllık zaman dilimi içinde Dev-Sol; Emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk, Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz, emekli Korgeneral İsmail Selen, MİT eski müsteşarı emekli Orgeneral Adnan Ersöz, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Şakir Koç, İstanbul DGM Başsavcısı Yaşar Günaydın, emekli Oramiral Kemal Kayacan gibi önemli görevler yapan kişileri öldürür. Bu cinayetleri Dev-Sol’un nasıl işlediği halen en büyük soru işareti olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bu eylemlerin yapıldığı dönemde örgütte bulunanların çeşitli zamanlarda verdikleri ifadelerde örgütün böyle bir eylem planı olmadığı üzerinde durmaları oldukça manidar. Örgüt mensuplarının ortak düşüncesi büyük istihbarat ve bilgi gerektiren bu cinayetlerin örgüte ısmarlandığı yönünde. Çünkü tanıklar DHKP-C’nin o dönemde söz konusu cinayetler için istihbarat toplama gücünün olmadığını belirtiyor.

Bu eylemlerden sonra 1994’te örgütün adı DHKP-C olarak değiştirilir. Örgütün lideri Dursun Karataş bu sırada 175 ülkede kırmızı bültenle aranmaya başlamıştı. Örgüt yeni ismiyle ilk eylemini eski Adalet Bakanı Mehmet Topaç’ı öldürerek yaptı. İkinci olarak ise, örgütü 1995 yılında Gazi Mahallesi Olayları’nda görüyoruz. Olayların provakasyon olduğu sonraki yıllarda belirlenmiş hatta Ergenekon bağlantılı olduğu iddiaları ortaya atılmıştı.

DHKP-C başbakan Tansu Çiller’e yapacağı suikast girişimiyle 1995 yılında bir kez daha gündeme oturacaktır. Roketatarlı, suikast silahlı, eylemin tüm ayrıntıları krokileri hazırlanmış olmasına suikastten vazgeçilir. Nedeni muamma…

Örgüt 9 Ocak 1996 tarihinde en popüler eylemini gerçekleştirecekti. Sabancı Suikasti.
Örgüt mensubu oldukları ve suikasti düzenledikleri söylenen, Fehriye Erdal, Mustafa Duyar ve İsmail Akkol’un bu eylemi gerçekleştirdiğine kimse inanmadı. Mustafa Duyar daha sonra teslim oldu.
Veli Küçük tarafından emir verilerek Afyon Cezaevi’nde Karagümrük Çetesi tarafından öldürüldü. Çete lideri Nuri Ergin, 2000 yılında Uşak Cezaevi’nde çıkan bir isyanda pencereden dışarı çıkarak, “Bu devlet bana Mustafa Duyar’ı öldürttü, ben öldürttüm. Şimdi canlı söylüyorum. Devlet için mermi sıktık. Veli  ağabeyi ara, Veli Küçük’ü ara. Bizi sor! Başka bir şey söylemiyorum.” Diyerek cinayeti üstlenmiştir.
SORU: Dünyada hangi terör örgütü bu kadar kısa sürede, bu kadar çok siyasi suikast gerçekleştirmiştir?



 30 BİN KİŞİNİN KATİLİ MİT’E Mİ ÇALIŞIYORDU?

PKK’nın ve kurucusu Abdullah Öcalan’ın devlet ile ilişkisini tartışmaya açan en önemli kişi merhum Uğur Mumcu’dur. Mumcu, konuyla ilgili ulaştığı bilgileri açıklamadan kısa bir süre önce bombalı saldırı sonucu 1993 yılında hayatını kaybetmişti.

Abdullah Öcalan’ın MİT görevlisi olduğu ve örgütü bu şemsiye altında kurduğu söylenmektedir. Öcalan’ın öğrencilik yıllarında yaşadığı bazı olaylar iddiayı kuvvetlendirmektedir. Abdullah Öcalan’ın uzun bir süre Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki kaydının silinmemesi, sekiz sene boyunca askerliğini tecil ettirebilmesi, bursunun kesilmemesi, onun sanki gizli bir el tarafından korunduğunu göstermektedir.
Eski milletvekili Abdülmelik Fırat anılarında, gazeteci Avni Özgürel’in kendisine, “Öcalan öğrenci iken MİT’te ofis-boy’du” dediğini öne sürmüş ardından açıklama yapan Özgürel, o tarihlerde Öcalan’ı MİT’in bir yan kuruluşu Fikir Ajansı’nda ofis-boy’luk, yani getir götür işleri yaparken gördüğünü açıklamıştır.
AKP milletvekili gazeteci-yazar Şamil Tayyar ise 2011 yılında yaptığı bir açıklamada, 1972 yılında bir eylemde yakalanan Öcalan’ın serbest bırakılması için dönemin Genelkurmay ikinci başkanı Turgut Sunalp’ın etken rol oynadığını belirterek şunları söylüyor: “Abdullah Öcalan, 1971 muhtırasından sonra öğrenci eylemi yaptığı gerekçesi ile gözaltına alındı. 8 Nisan 1972 yılında 6 ay cezaevinde kaldı. Ekim 1972'de serbest bırakıldı. Savcı, iddianamesinde ağır ifadeler kullanmıştı. O iddianame esas alınsa yıllarca içerde kalırdı. Sonra bir anda Baki Tuğ mütalaasını değişirdi. İsim, Ramazan Özcan diye yazılmış, sekreter isimleri karıştırmış. Abdullah Özcan yazılmış, sonra Abdullah Öcalan olmuş. Öcalan'a haksızlık edilmiş. Operasyonu yöneten değil, katılan biriymiş. 3 ay yatıp çıkıyor. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Turgut Sunalp arıyor ve Öcalan adamımızdır, serbest bırakın diyor ve iddianame değiştiriliyor.”

Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı olan ve Batı Çalışma Grubu’nun faaliyetlerini deşifre den Bülent Orakoğlu çok daha vahim iddialar ortaya koyuyor: “Türkiye’de PKK olayı derinden kanayan bir yaradır. Biz önemli bir dönemde istihbarat daire başkanlığı yaptık. Abdullah Öcalan’la ilgili bir Meclis araştırma komisyonu kurulsun diyoruz. Niye kurmuyorlar? Nedir Öcalan’ın özelliği? Onu dünyada kim desteklemiş? Türkiye’de, Türk devletinin içinde kimler yetkilerini aşarak bunları desteklemiş? PKK propagandası yaptı diye bir sürü insanı, yazarı cezalandırıyorsunuz. Eeeee, siz devletin içinde yetkinizi aşarak görevinizi belki kötüye kullandınız. PKK’yla kimler, niçin irtibata geçti? Bunlar ortaya çıkarılamadı. Türkiye’de faili meçhul cinayetlerin yarısının arkasında PKK’yla ilişkiler vardır.”

Kayınpederi Ali Yıldırım’ın MİT adına çalıştığı da ortaya çıkan Öcalan’la gazeteci Hakan Aygün’ün 90’lı yıllarda yaptığı röportajda Öcalan, Aygün’ün, “kayınpederiniz yoluyla MİT tarafından kullanılmış olamaz mısınız?” sorusuna bakın nasıl cevap veriyor: “Şöyle söyleyeyim. Olabilir... MİT'in bizi bizim de MİT'i kullanmışlığımız vardır. Yani karşılıklıdır...”

PKK’DAN SONRA…

Okuduğunuz veriler ve sorduğumuz sorular neticesinde kafalarda sanırız bazı silüetler, belirgin hale gelmeye başlamıştır. ASALA, PKK, DHKP-C veya adı ne olursa olsun. Türkiye Cumhuriyeti’nin başında her zaman bir bela olacaktır. ABD’nin iradesiyle tasfiye olan PKK, yerini illa ki bir başka örgüte bırakacaktır. Bu örgütü de, zamana ve şartlara göre, başta ABD, İsrail, Rusya, Almanya ve üzerimizde hegemonya kurmaya çalışan başka devletler kullanacaklar, ülkemiz rahat nefes alamayacaktır.

Ekonomik ve siyasi anlamda dizginlerimiz başkalarının elinde olduğu sürece kısır döngüden kurtulmak mümkün olmayacaktır.
Başladığımız sözleri yeniden hatırlatarak bitirelim:
Uzun yıllar ASALA ile ilgili araştırma ve haberler yapan Gazeteci Tokay Gözütok, terör konusunda şunları söylüyor: "Türkiye bir ağaçtır. Gürlediği zaman budanacak, ölmeye yüz tuttuğu zaman da sulanacak. Eğer Amerika, Avrupa, Rusya, Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçerlerse Türkiye'deki terör bıçakla pastayı kesmiş gibi biter. Eğer emellerinden vazgeçmezlerse, ASALA biter, PKK başlar, PKK biter, bir başka bela başlar. "

(Bu yazıyı hazırladıktan sonra Murat Karayılan basın toplantısı düzenledi. Ve PKK'nın silahlarıyla birlikte Türkiye'yi terk edeceğini açıkladı. Bundan da anlaşılacağı gibi. PKK, K. Irak'ta kızağa alınacak. ABD ve diğer egemenler, istediği zaman PKK'nın düğmesine yeniden basabilecek.)