Articles by "Asala"
Asala etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


"Türkiye bir ağaçtır. Gürlediği zaman budanacak, ölmeye yüz tuttuğu zaman da sulanacak. Eğer Amerika, Avrupa, Rusya, Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçerlerse Türkiye'deki terör bıçakla pastayı kesmiş gibi biter. Eğer emellerinden vazgeçmezlerse, ASALA biter, PKK başlar, PKK biter, bir başka bela başlar. "


Türkiye’nin 30 yıldır başına bela olan; yaklaşık 30 bin insanın canına, milyarlarca dolara mâl olan PKK belasından kurtuluyoruz. Sevinmeli miyiz?
Yıllarca TSK ve emniyet güçlerinin her türlü silah ve teçhizatla ve binlerce personelle bertaraf edemediği terör örgütünü, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında ABD, “bitsin” dedi ve terör bitiyor.

Abdullah Öcalan, hapse girdiğinden itibaren örgütü yönetmeye devam etti. Türkiye Cumhuriyeti dünyada eşine rastlanmayan bir olaya seyirci kaldı. Dünyanın hiçbir ülkesi yoktur ki, yakaladığı örgüt liderine, hapisten örgütünü yönetme imkânı tanısın. Yoksa her şey bir oyun muydu? Yoksa Türk halkı 30 yıldır kandırıldı mı?

Öncelikle film şeridini biraz gerilere saralım ve PKK’nın kuruluş yıllarına dönelim.
PKK 1984 yılındaki ilk eylemini gerçekleştirmeden önce, Türkiye’nin başında başka bir bela vardı: ASALA.


ASALA 1973 yılında, sözde Ermeni soykırımını dünyaya duyurmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür. Eylemlerine son verdiği 1984 yılına kadar; 21 ülkenin 38 kentinde, 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılarda Türkiye'nin 42 diplomatı ile 4 yabancı uyruklu kişi hayatını kaybederken, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralanmıştır.
ASALA-PKK ilişkisinin temeli 1980’lerin ilk yarısında Filistin’de atılır. İlişkilerin başlamasında en önemli rolü ASALA’yı eğiten George Habbaş üstlenir. Kürdistan News and Commet Dergisi’nde ASALA ve PKK ortak bir deklarasyon yayınlayarak “Türkiye’deki yönetimin faşist olduğunu Ermeni ve Kürt halkı adına faşist Türkiye’ye karşı ortak eylem kararı aldıklarını” bildirir. 
1984 yılından sonra ASALA’da  kopmalar başlar, üçe bölünür. ASALA’nın başındaki Agop Agopyan’ın faili meçhul bir cinayete kurban gitmesiyle ASALA tarihe karışır. 1984 yılında PKK ilk kanlı eylemini Eruh’da gerçekleştirir.
ASALA’nın eğitildiği Lübnan’ın Bekaa kamplarında artık PKK militanları eğitilmeye başlar. Dağılan ASALA’dan ayrılan Ermeni teröristler, PKK içinde kendilerine yer bulurlar. Özellikle 1990’lı yıllarda ölü veya diri ele geçirilen PKK militanlarının büyük kısmının sünnetsiz ve üzerlerinde Ermeni sembolleri olduğunu yetkililer gözlemler. Fakat PKK içinde Ermeni unsuları bulunması, bir süre sonra bölge halkı tarafından kabul görmeyince Ermeniler PKK içinden tasfiye edilir.

DHKP-C SAHNEDE   

21 Mart’taki Diyarbakır Nevruz kutlamalarında Apo’nun mesajı okunur ve birkaç gün sonra da, örgütün eş başkanı Murat Karayılan eylemsizlik kararını açıklar.
Hükümet zaten bir süreden beri Apo ile görüşmekte ve PKK’lıların bir başka ülkeye gitmelerine izin vereceklerini açıklamaktadır.

Tam da bu sırada; Ankara’da iki eylem gerçekleşir. Biri AKP merkezine diğeri ise, Adalet Bakanlığı’na. Eylemi  DHKP-C üstlenir. Örgüt eylemle ilgili bir bildiri hazırlar ve bildiride eylemden dolayı Türk halkından özür diler. İlginç değil mi?

Peki nereden çıktı bu örgüt?
Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi yani kısa adıyla DHKP-C’nin kuruluşu 90’lı yıllara dayanıyor. Ama kökleri 70’lere uzanıyor. Dev-Yol’a kadar…
 Dev-Yol’dan ayrılan Alevi ve Kürt kökenli Dursun Karataş ve arkadaşları Dev-Sol’u kurarlar. Dev-Sol, PKK’dan bile daha büyük ve önemli cinayetlere imza atar daha sonra adını DHKP-C olarak değiştirir. O dönemde ASALA’nın , PKK ve Dev-Sol ile irtibat içinde olduğu Türk istihbaratçıları tarafından ortaya çıkarılmıştır.

ŞAİBELİ(!) TERÖR ÖRGÜTÜ

PKK’dan sonra en çok tartışılan ve bağlantılarının açığa çıkarılamadığı örgüt olan Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’nin (DHKP-C), işlediği cinayetler ve eylemler hâlâ çözülememiştir.
1978 yılında mensup oldukları Dev-Yol’u pasiflikle suçlayan, Alevi ve Kürt kökenli Dursun Karataş ile Bülent Uluer ve Paşa Güven, Mahir Çayan’ın THKP-C’siyle sancılı bir süreçten sonra birleşerek Dev-Sol’u kurarlar. 12 Eylül 1980’den sonra birçok örgüt yurtdışına kaçarken Dev-Sol Türkiye’de kalır. Bu kalış öyle plansız ve sıradan bir tercih değildir. Zira art arda işlenen “kilit” cinayetler bu yapının neden dışarı çıkmadığını gösterir. Tabii bir de başka bir güç adına çalıştığını da. Şüphesiz bu cinayetlerde ismi öne çıkan isim Dursun Karataş’tır. Ancak kendisi her defasında (tam 29 kez) polisin elinden kurtulmayı başarır.
Örgütün kurucularından Paşa Güven, 1 Mayıs 1976 gecesi silahla yakalanır ve cezaevine konur. Burada ülkücü mafya babası Dündar Kılıç ile birlikte kalır. Kılıç, kendisi için her zaman “delikanlı çocuktur” diye bahseder. Mahpus hayatı, uyuşturucu ticareti ve devlet için bazı eylemler gerçekleştirmesine kadar devam eden olaylar zincirinin ilk halkasını oluşturur. Paşa Güven, dönemin Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak ile eski Başbakan Nihat Erim’in suikastla öldürülmelerinin ardından Lübnan’a kaçar. 1983’te de buradan Fransa’ya geçer. İsmi “derin devlet” ile birlikte anılır. 1991 yılında örgüt içi hesaplaşma nedeniyle Fransa’da öldürülür.
SORU: Marksist örgütün, ülkücü mafya babasıyla ortak paydaları ne olabilir?

AKIL ALMAZ SUİKASTLER

DHKP-C’nin “kirli ilişkiler” ağını ortaya çıkaran bir başka ayrıntı ise liderleri Dursun Karataş’ın Ekim 1989’da Bayrampaşa Cezaevi’nden Bedri Yağan ile birlikte firar etmesidir. Kısa bir zaman sonra aralarında Aslan Tayfun Özkök, İbrahim Erdoğan, Aslan Sener Yıldırım, Sinan Kukul gibi örgütün önemli isimlerinin de yer aldığı on kişi de Bayrampaşa’dan ellerini kollarını sallayarak kaçar. Bu kaçışların planlı ve bir amaca matuf olduğu 4 ay sonra anlaşılır. Önce ünlü MİT’çi Hiram Abas cinayeti işlenir, ardından Bayrampaşa Savcısı Fikret Niyazi Aygan öldürülür.

1991 ve 1992 yılları içindeki bir buçuk yıllık zaman dilimi içinde Dev-Sol; Emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk, Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz, emekli Korgeneral İsmail Selen, MİT eski müsteşarı emekli Orgeneral Adnan Ersöz, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Şakir Koç, İstanbul DGM Başsavcısı Yaşar Günaydın, emekli Oramiral Kemal Kayacan gibi önemli görevler yapan kişileri öldürür. Bu cinayetleri Dev-Sol’un nasıl işlediği halen en büyük soru işareti olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bu eylemlerin yapıldığı dönemde örgütte bulunanların çeşitli zamanlarda verdikleri ifadelerde örgütün böyle bir eylem planı olmadığı üzerinde durmaları oldukça manidar. Örgüt mensuplarının ortak düşüncesi büyük istihbarat ve bilgi gerektiren bu cinayetlerin örgüte ısmarlandığı yönünde. Çünkü tanıklar DHKP-C’nin o dönemde söz konusu cinayetler için istihbarat toplama gücünün olmadığını belirtiyor.

Bu eylemlerden sonra 1994’te örgütün adı DHKP-C olarak değiştirilir. Örgütün lideri Dursun Karataş bu sırada 175 ülkede kırmızı bültenle aranmaya başlamıştı. Örgüt yeni ismiyle ilk eylemini eski Adalet Bakanı Mehmet Topaç’ı öldürerek yaptı. İkinci olarak ise, örgütü 1995 yılında Gazi Mahallesi Olayları’nda görüyoruz. Olayların provakasyon olduğu sonraki yıllarda belirlenmiş hatta Ergenekon bağlantılı olduğu iddiaları ortaya atılmıştı.

DHKP-C başbakan Tansu Çiller’e yapacağı suikast girişimiyle 1995 yılında bir kez daha gündeme oturacaktır. Roketatarlı, suikast silahlı, eylemin tüm ayrıntıları krokileri hazırlanmış olmasına suikastten vazgeçilir. Nedeni muamma…

Örgüt 9 Ocak 1996 tarihinde en popüler eylemini gerçekleştirecekti. Sabancı Suikasti.
Örgüt mensubu oldukları ve suikasti düzenledikleri söylenen, Fehriye Erdal, Mustafa Duyar ve İsmail Akkol’un bu eylemi gerçekleştirdiğine kimse inanmadı. Mustafa Duyar daha sonra teslim oldu.
Veli Küçük tarafından emir verilerek Afyon Cezaevi’nde Karagümrük Çetesi tarafından öldürüldü. Çete lideri Nuri Ergin, 2000 yılında Uşak Cezaevi’nde çıkan bir isyanda pencereden dışarı çıkarak, “Bu devlet bana Mustafa Duyar’ı öldürttü, ben öldürttüm. Şimdi canlı söylüyorum. Devlet için mermi sıktık. Veli  ağabeyi ara, Veli Küçük’ü ara. Bizi sor! Başka bir şey söylemiyorum.” Diyerek cinayeti üstlenmiştir.
SORU: Dünyada hangi terör örgütü bu kadar kısa sürede, bu kadar çok siyasi suikast gerçekleştirmiştir?



 30 BİN KİŞİNİN KATİLİ MİT’E Mİ ÇALIŞIYORDU?

PKK’nın ve kurucusu Abdullah Öcalan’ın devlet ile ilişkisini tartışmaya açan en önemli kişi merhum Uğur Mumcu’dur. Mumcu, konuyla ilgili ulaştığı bilgileri açıklamadan kısa bir süre önce bombalı saldırı sonucu 1993 yılında hayatını kaybetmişti.

Abdullah Öcalan’ın MİT görevlisi olduğu ve örgütü bu şemsiye altında kurduğu söylenmektedir. Öcalan’ın öğrencilik yıllarında yaşadığı bazı olaylar iddiayı kuvvetlendirmektedir. Abdullah Öcalan’ın uzun bir süre Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki kaydının silinmemesi, sekiz sene boyunca askerliğini tecil ettirebilmesi, bursunun kesilmemesi, onun sanki gizli bir el tarafından korunduğunu göstermektedir.
Eski milletvekili Abdülmelik Fırat anılarında, gazeteci Avni Özgürel’in kendisine, “Öcalan öğrenci iken MİT’te ofis-boy’du” dediğini öne sürmüş ardından açıklama yapan Özgürel, o tarihlerde Öcalan’ı MİT’in bir yan kuruluşu Fikir Ajansı’nda ofis-boy’luk, yani getir götür işleri yaparken gördüğünü açıklamıştır.
AKP milletvekili gazeteci-yazar Şamil Tayyar ise 2011 yılında yaptığı bir açıklamada, 1972 yılında bir eylemde yakalanan Öcalan’ın serbest bırakılması için dönemin Genelkurmay ikinci başkanı Turgut Sunalp’ın etken rol oynadığını belirterek şunları söylüyor: “Abdullah Öcalan, 1971 muhtırasından sonra öğrenci eylemi yaptığı gerekçesi ile gözaltına alındı. 8 Nisan 1972 yılında 6 ay cezaevinde kaldı. Ekim 1972'de serbest bırakıldı. Savcı, iddianamesinde ağır ifadeler kullanmıştı. O iddianame esas alınsa yıllarca içerde kalırdı. Sonra bir anda Baki Tuğ mütalaasını değişirdi. İsim, Ramazan Özcan diye yazılmış, sekreter isimleri karıştırmış. Abdullah Özcan yazılmış, sonra Abdullah Öcalan olmuş. Öcalan'a haksızlık edilmiş. Operasyonu yöneten değil, katılan biriymiş. 3 ay yatıp çıkıyor. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Turgut Sunalp arıyor ve Öcalan adamımızdır, serbest bırakın diyor ve iddianame değiştiriliyor.”

Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı olan ve Batı Çalışma Grubu’nun faaliyetlerini deşifre den Bülent Orakoğlu çok daha vahim iddialar ortaya koyuyor: “Türkiye’de PKK olayı derinden kanayan bir yaradır. Biz önemli bir dönemde istihbarat daire başkanlığı yaptık. Abdullah Öcalan’la ilgili bir Meclis araştırma komisyonu kurulsun diyoruz. Niye kurmuyorlar? Nedir Öcalan’ın özelliği? Onu dünyada kim desteklemiş? Türkiye’de, Türk devletinin içinde kimler yetkilerini aşarak bunları desteklemiş? PKK propagandası yaptı diye bir sürü insanı, yazarı cezalandırıyorsunuz. Eeeee, siz devletin içinde yetkinizi aşarak görevinizi belki kötüye kullandınız. PKK’yla kimler, niçin irtibata geçti? Bunlar ortaya çıkarılamadı. Türkiye’de faili meçhul cinayetlerin yarısının arkasında PKK’yla ilişkiler vardır.”

Kayınpederi Ali Yıldırım’ın MİT adına çalıştığı da ortaya çıkan Öcalan’la gazeteci Hakan Aygün’ün 90’lı yıllarda yaptığı röportajda Öcalan, Aygün’ün, “kayınpederiniz yoluyla MİT tarafından kullanılmış olamaz mısınız?” sorusuna bakın nasıl cevap veriyor: “Şöyle söyleyeyim. Olabilir... MİT'in bizi bizim de MİT'i kullanmışlığımız vardır. Yani karşılıklıdır...”

PKK’DAN SONRA…

Okuduğunuz veriler ve sorduğumuz sorular neticesinde kafalarda sanırız bazı silüetler, belirgin hale gelmeye başlamıştır. ASALA, PKK, DHKP-C veya adı ne olursa olsun. Türkiye Cumhuriyeti’nin başında her zaman bir bela olacaktır. ABD’nin iradesiyle tasfiye olan PKK, yerini illa ki bir başka örgüte bırakacaktır. Bu örgütü de, zamana ve şartlara göre, başta ABD, İsrail, Rusya, Almanya ve üzerimizde hegemonya kurmaya çalışan başka devletler kullanacaklar, ülkemiz rahat nefes alamayacaktır.

Ekonomik ve siyasi anlamda dizginlerimiz başkalarının elinde olduğu sürece kısır döngüden kurtulmak mümkün olmayacaktır.
Başladığımız sözleri yeniden hatırlatarak bitirelim:
Uzun yıllar ASALA ile ilgili araştırma ve haberler yapan Gazeteci Tokay Gözütok, terör konusunda şunları söylüyor: "Türkiye bir ağaçtır. Gürlediği zaman budanacak, ölmeye yüz tuttuğu zaman da sulanacak. Eğer Amerika, Avrupa, Rusya, Türkiye üzerindeki emellerinden vazgeçerlerse Türkiye'deki terör bıçakla pastayı kesmiş gibi biter. Eğer emellerinden vazgeçmezlerse, ASALA biter, PKK başlar, PKK biter, bir başka bela başlar. "

(Bu yazıyı hazırladıktan sonra Murat Karayılan basın toplantısı düzenledi. Ve PKK'nın silahlarıyla birlikte Türkiye'yi terk edeceğini açıkladı. Bundan da anlaşılacağı gibi. PKK, K. Irak'ta kızağa alınacak. ABD ve diğer egemenler, istediği zaman PKK'nın düğmesine yeniden basabilecek.)



Yukarıdaki başlık şaşırtıcı olsa da, memlekette artık hiçbir şey şaşırtmıyor beni. Diyoruz ya devlet herkesi herkesle çarpmış, toplamış, bölmüş diye. Onun için bir Ermeni’nin önce ülkücü sonra solcu olması da, düzen içinde muvafık görünüyor.
Daha önce DHKP-C’li Hizbullahçı gördük. Uyuşturucu taciri şeyh gördük. Ülkücü alevi polis müdürü de gördük. Tanıdığım pek çok kürt asıllı ülkücü de mevcut. Maocu, Leninci Atatürkçü gördüğümüz gibi, komünist kapitalistte gördük. Çok şükür… “Nasıl oluyor da oluyor” demeyin. Batıdan bir akademisyen getirsek ve tüm bu ideolojik sarmalın içine atsak ve bundan bir tez ortaya çıkar desek dumura uğrar ve arkasına bakmadan kaçar.
Klişe bir terim, “Türkiye’nin kendine özgü durumu vardır” burada cuk oturuyor. Şahsına münhasır bir ülke…
Kirkor Aluç kendini Türk sanan, aslen Ermeni asıllı bir ülkücü.
Hikâye çok ilginç fakat detaylar sınırlı. Kendim için tatmin edici derecede bilgilere ulaşmış olmasam da, belirli şartlar altındaki edinilmiş verileri paylaşacağım için okuyuculardan beni mazur görmelerini istirham ediyorum.

**********
70’li yıllar. Sol ve sağın birbirini yok etmeye- bunu da ülke çıkarları için-azmettiği yıllar. Vatan toprağına kan düşmeyen gün geçmiyor. Her gün siyasi görüşü şu veya bu olduğu için genç bedenler toprağa karışıyor. 40 yıl geçmesine rağmen halen tartışılan ve belki bir 40 yıl daha tartışılacak olan yıllar… Belki bu tartışmalardan ibret alırız önümüzdeki dönemde buna oldukça fazla ihtiyacımız olacak.
Kanın gövdeyi götürdüğü günlerden birinde dönemin önde gelen ateşli ülkücü militanlarından Doğan Yıldırım yıllar sonra, ideolojik çatışmanın kardeşi kardeşe vurdurttuğu yılları anlatırken, her şey bir planın parçasıymış diyor:
“Ben 1971’de Deniz Harp Okulu’ndan atıldım, ülkü ocakları yönetimine girdim. İllegaliteden sorumlu kişi benim, ülkü ocaklarında. Yani üniversite, yurt işgali gibi silahlı milahlı, vurdulu kırdılı işler bana bağlı. Atilla diye de böyle babayiğit bir çocuk var. Nereye gitsem geliyor benle. Afyon Yurdu diyoruz, gece işgal ediyoruz. Kayseri, Kırşehir, Adana, Bayburt, Antalya yurtları, Niğde hariç bütün yurtları aldık. Çatışıyoruz. Sivas Yurdu’nu almışız, karşısındaki Site Yurdu ile her gün çatışıyoruz. Bombalar mombalar… Kadırga Yurdu’nu işgal ettik. 15 gün bizde kaldı, ki çok stratejik bir yurt orası. Edirnekapı Yurdu’nu aldık.”
Dehşet verici değil mi? Doğan Yıldırım sanki bir başka ülkede yaşamış, anlattıklarını da orada icra etmiş gibi geliyor insana. Memleket sırat köprüsünden geçmiş. Hafazanallah…
Yıldırım, Kirkor Aluç ile ülkücü camianın içinde tanışmış ve solculara karşı birçok eylemde birlikte olmuşlar. Aluç’un o dönem ki ismi: Atilla.
Doğan Yıldırım Kirkor Aluç’u bu isimle tanırken, Aluç da kendini öyle biliyor. Kirkor olduğunu bilmiyor. Film senaryosu olacak hikâye…
Yıldırım, Atilla’nın Ermeni olduğunu nasıl anladığını ise şöyle anlatıyor:
Pek çok cephede mücadele verdik. Gece gündüz, işimiz gücümüz bu. Ülkü Ocakları Başkanı Nihat Çetinkaya, şimdi milletvekili olan Celal Adan yönetimde. Atilla da 17 yaşlarında filan, bu işin en önünde yer alan aslan gibi bir çocuk. Bir gün Atilla beni arıyor. Bizim yurtta kalıyor devamlı, yani militan. Ama 18 yaşına girdiğinde, ana babası bildiği insanlar, gerçeği söylüyorlar ona. Ana babasını yangında kaybetmiş bir Ermeni olduğunu anlatıyorlar. “İntihar edeceğim, Ermeni’ymişim!” dedi. Dedim ki Atilla sen benden ve tanıdığım bütün Türkçülerden daha büyük Türkçüsün. Çünkü Türklük kan, et filan değildir; duygudur, düşüncedir. Bunu dedik ama sarıldık ağlıyoruz. Ben ayrımcılığı askeriyede de görmedim. Ordudan atıldım, ülkü ocaklarına geçtim, orada başladı. ‘Bu Alevi dikkat et! Bu Kürt bilmem ne’ Siyasetin içinde gördüm ilk bu ayrımı. Atilla’ya dedim ‘Sakın benden başka kimseye söyleme bunu. Seni ajan der, atarlar.’ Ben camiamı bilmez miyim!”

**********
Zaman içinde Doğan Yıldırım ve Atilla yani Kirkor Aluç çeşitli sebeplerden dolayı birbirlerinden kopuyorlar. Atilla kendi iç dünyasındaki savaşın verdiği tesirle, ülkücülerden uzaklaşıyor. Almanya’ya gidiyor. Daha sonra Fransa’ya… Ermeni terör örgütü ASALA, Atilla’ya çengeli atıyor. Bu arada Atilla artık Kirkor Aluç. Bir süre ASALA tarafından eğitilen Aluç. Yurda geri dönüyor. Bu defa sol gruplar içinde faaliyet sürdürüyor. Fakat ASALA ile organik bağını kesmiyor. Çoğunlukla içinde olduğu grupları, ASALA’dan aldığı emirlerle maniple etmeye çalışıyor.
Derken 1975 yılında Aluç kendini tek başına bir olayın içine atıyor: Berec Pil Fabrikası Eylemi.
1975 yılı, ağustos ayında kitaplara konu olan ünlü Berec Pil Fabrikası grevi sürmektedir. Fabrika önünde her gün eylemler devam etmekte, işçilerle polisler, işçilerle işçiler her gün çatışmaktadır. 18 Ağustos sabah 6 sularında fabrika etrafında dolaşan Kirkor Aluç, polisle çatışmaya girer.
 19 Ağustos 1975 tarihli Milliyet Gazetesi’nde olaya konu olan haberde şunlar yazıyor:

“Berec Fabrikası yanında dün saat 05.45’de, Kirkor Aluç adlı boşta gezen bir işçiyle, 2. Şube polisleri arasında çıkan silahlı çatışmada, 2 polis yaralanmış ve sanık ancak bacağından vurularak yakalanmıştır. Semt halkının korkuyla pencere ve damlardan izlediği olay sabah meydana gelmiştir. Çatışma polisin şüpheli olarak dolaşan 20 yaşındaki Kirkor Aluç’un kimliğini saptamak istemesi üzerine çıkmıştır. Bir süre Almanya’da çalışan ve asker kaçağı olan Aluç, polislerin kimliğini sormaları üzerine kaçmaya başlamıştır. Bir ara sokakta polisler tarafından sıkıştırılınca kaçamayacağını anlayan ve polisçe adının THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) davasına karıştığı öne sürülen Kirkor iddiaya göre, tabancasını birden çekerek ateş etmeye başlamıştır. Sanığın açtığı ateş sonucu komiser muavini Fikret Erdinç kasığından, polis memuru Sezai Avcı’da bacağından vurulmuştur. Polisler de bu ateşe karşılık verinde Aluç bacağından vurularak ele geçirilmiştir…” 

Yaralı ele geçen Kirkor hastaneye götürülür. Yara alan bacağı kurtarılamaz. Mahkemeye 60 yıl hapis istemiyle çıkarılır. Fakat 2 yıl 9 ay ceza alır. Aluç’un avukatı ise, burası daha da ilginç: Ünlü avukat Burhan Apaydın’dır. Adnan Menderes’ten, Uğur Mumcu’ya, Dündar Kılıç’tan, Ahmet Emin Yalman’a kadar müvekkil yelpazesi çok ama çok geniş kitlelerden oluşan Apaydın, Aluç’u 2 yıllık ceza ile kurtarır.
Kirkor Aluç’un gerçekte, sabahın 5’inde grevdeki pil fabrikasının etrafında neden dolaştığı ve burada ne yapacağı, soruları cevapsız kalır. Hatta belki de hiç sorulmaz. Burhan Apaydın, ‘müvekkilinin Fransa’dan yeni geldiği, teyzesine gitmek için tesadüfen fabrikanın önünden geçtiği, polis ekiplerinin yaptığı aramadan korkup kaçarken, üzerine gelen iki silahlı sivil kişiye rasgele ateş açtığı’ şeklinde bir savunma yapar.
Birkaç cevapsız soru daha: Ünlülerin avukatı Burhan Apaydın, işsiz Kirkor Aluç’u nasıl savunmuştur. Vekâlet ücreti olarak kaç para almıştır. Bu para nasıl temin edilmiş veya nereden gelmiştir?

**********

Atilla nasıl Kirkor olmuş? Kirkor hangi girift ilişkilerin içinde bulunmuş? Şimdilik bunlar hakkında malumatımız yok.
Finali Doğan Yıldırım’ın, Kirkor’la cezaevinde karşılaşmasıyla yapalım:
 “… Cezaevinde iki ülkücüyüz, 150 kadar solcu var. O zaman daha ülkücüler pek içeri düşmemiş. Ecevit gelince birden başladılar ülkücüleri almaya, 80 öncesi. İçeride solcular bizi öldürmeye çalışıyor. Biz doğal olarak koğuşlarda kalamıyoruz. Cezaevi savcısına gidiyoruz, o ‘ben can güvenliğinizi koruyamam’ diyor. En son deliler koğuşuna kapağı attık. Canımızı koruyoruz. Fakat bu arada anlatıyorlar, ‘işte bu solcuların esas lideri Kirkor Aluç, Ermeni militan’ diye. O zaman MLSPB diye Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birlikleri var, onun lideri Hasan Şensoy da orada. Korkunç bir adam, 30 tane adam öldürmüş. 80’de tüm vurdu kırdıları yapan örgütün lideri. Ben Kirkor Aluç’u merak ettim, sonra gördüm bir şekilde ki bizim Türkçü Atilla. ‘Yanına geleceğim’ dedim. Gittim, Kirkor ayakları yok, kalkamıyor.”


 



Hafızası zayıf olan halkımıza zaman zaman geçmişi, özellikle yakın geçmişi hatırlatmakta fayda olduğu inancındayım. Basın özgürlüğüne sonuna kadar inanan bir gazeteci olarak; Özgür Gündemin kapatılmasına mesafeli bir duruş sergilemek gerektiğini savunuyorum. Vatanı, milleti yıkmayı-bölmeyi amaçlayan, halklar ve inançlar arasında nefret tohumları saçan gazete, gazeteci, yazar, kanaat önderi, kısaca kamuoyuna yön verenlere karşı olmak, onlara karşı tavır takınmak; basın özgürlüğünü desteklemediğim anlamına gelmez. Üzerinde yaşadığımız şu topraklara, kim-kimlerin kirli elleri nifak tohumu saçarsa onların kırılması gerektiğine inanıyorum.
 
                                 *****
Özgür Gündem gazetesi’nin PKK propagandası yaptığı gerekçesiyle bir ay süreyle yayınının durdurulmasını duyduğumda aklıma, gazetenin 90’lı yıllarda finansörlüğünü yapan Behçet Cantürk geldi.
Türkiye tarihinin en azılı uyuşturucu kaçakçılarından biri olan Behçet Cantürk’ü devlet durduramamış, tüm gerçekler Cantürk’ün yasadışı işlerle uğraştığını-uyuşturucu, silah kaçakçılığı, ASALA ile irtibatı-göstermesine karşın, yeterli delil bulunamadığı için yargı önünde hak ettiği cezayı almamıştır.
Cantürk’ü hizaya getiremeyen devlet ona gözdağı vermek için finanse ettiği Özgür Gündem gazetesini bombalamıştır. Fakat gözü yılmayan Cantrürk, yeni tesis kurmak için kolları sıvamıştır.

Susurluk Kazasını araştırmakla görevli Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş, hazırladığı Susurluk Raporu’nda olaydan şöyle söz etmiştir: “Kim olduğu ve ne yaptığı aşikar olmasına rağmen devlet, Cantürk'le başedememiştir. Yasal yollar yetmemiş neticede "Özgür Gündem gazetesi plastik patlayıcılarla havaya uçurulmuş, Cantürk'ün devlete biat etmesi beklenirken adı geçenin yeni bir tesis kurmak üzere harekete geçmesi üzerine, Türk Emniyet Teşkilatı tarafından öldürülmesi kararlaştırılmış ve karar infaz edilmiştir"

HAYATI TERÖR...

Ancak öldürülerek durdurulan Behçet Cantürk’ün hayatına yine aynı raporun satırları arasından bakalım:
....
“Ermeni asıllı Behçet Cantürk'ün geçmişiyle ilgili kısa istihbarat bilgisi aşağıdadır.
Reşit - Hatun oğlu, 1950 Diyarbakır/Lice doğumlu olan adıgeçenin;
- 20.11.1975 tarihinde Lice bölgesinde meydana gelen deprem sonrasında devletin yöreye yeterli yardım yapmadığını ileri sürerek, halkı ayaklandırmaya çalışan Kürtçü şahıslardan olduğu,
- 1981 yılı itibariyle Suriye'de bulunan Asala mensupları ile sıkı ilişkiler içerisinde bulunduğu,
- 16.06.1983 tarihinde İstanbul/Kapalıçarşı'da gerçekleştirilen Ermeni/ASALA terör eylemini organize eden şahıslardan olduğu,
- Temmuz 1984 tarihi itibariyle sorgulanan şahsın; uyuşturucu madde faaliyetlerini DDKD (Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'nin yan kuruluşu) örgütü namına yaptığını ve bu örgütün üyesi olduğunu itiraf ettiğini,
- 1984 sonunda uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan tutuklandığı ve 1985 yılında beraat ettiği,
- 1992 yılı itibariyle PKK'ya aktarılmak üzere uyuşturucu kaçakçılarından para toplanmasına aracılık yaptığı,
- Nisan 1992 tarihinde Türkiye'ye Pakistan'dan 6 ton baz morfin, 5 ton esrar getirdiği ve bu uyuşturucuların Savaş Buldan, Hurşit Han, Adnan Yıldırım, Cahit Kocakaya, Eyüp Kocakaya, Ferda Seven isimli şahıslar tarafından satın alındığı, B. Cantürk'ün yine bu şahıslardan muhtelif tarihlerde PKK'ya verilmek üzere para topladığı,
- 1992 tarihi itibariyle Özgür Gündem Gazetesi'nin finansörlerinden olduğu...”

 LİCE UYUŞTURUCU BAŞKENTİ*

 80'li yılların başında askeri yönetime rağmen uyuşturucu ve silah kaçakçılığında hız kesmeyen ve ülkenin, elinde en çok nakit tutan ailesi olarak tanımlanan Cantürkler, Lice'yi de "Eroin başkenti" haline getirdiler.
Alman Quik Dergisi'nin 10 yıl önce, "Eroin kaçakçısı Türkler Lice'den geliyor" başlıklı haberinde yeralan, Düzeldorf Kaçakçılık Savcısı Hans Heliman'ın resmi açıklamalarına kulak verelim: "Türkler bizim için 1977 yılından beri dert oldu. Gün geçtikce sayıları artıyor. Son günlerde yakalananların hepsinin Lice'den geldiği saptandı. Bu yüzden yakalanmaları da kolay olmaya başladı. Bizce, Lice'de mükemmel eroin laboratuarları olmalı. "

Quik Dergisi, Lice denilince ilk akla gelen, daha doğrusu akıllardan hiç çıkmayan Cantürk Ailesi'ni "Eroin Kralı" olarak kapağına çıkartmıştı. Lice'de yaşayan ve Cantürk soyadını taşımayanların yüz yüze gelmekten bile çekindiği aileyi böylesine açık ve tehlikeli bir şekilde teşhir eden dergi, her nedense tekzip edilmemişti.

BEHÇET CANTÜRK’Ü DÜNYA TANIYORDU*

Cantürklerin, kendi adlarını verdikleri sokağından hükmettikleri Lice için, Federal Alman Polisi bir araştırma ekibi oluşturdu. Italyan polisi özel bir arşiv, Amerikan Narkotiği FNI ise daha ileri gidip bir broşür hazırlattı. Kısacası, dünya üzerinde Istanbul ve ankara'nın adını bile duymayan narkotik dedektifleri Lice'den haberdardı.

 CANTÜRK’ÜN ASALA MENSUBU DOSTLARI

Annesi Ermeni olan Behçet Cantürk’ün MİT arşivlerinde bulunan dosyasındaki sorgusunda, Ermeni ve ASALA mensubu olan akraba ve dostlarını şöyle sıralamıştır:
- Garo Palancıyan: Teyzemin kocasıdır, Suriye Gizli Servisi El Muhaberat'a mensuptur.
- Ohannes Palancıyan: Şato teyzemin oğludur. Kamışlı ASALA sorumlusudur. Muhaberata kayıtlıdır.
- Samuel Nalbantçı: Süslü teyzemin kocasıdır. Muhaberat'a kayıtlıdır.
- Setro Sarhıslıyan: Halep'te kuyumculuk yapar. Diyarbakır Ermenileri'nin büyüğüdür.
- Misag Sarhıslıyan: Asala'nın üst düzeyinde bir şahıstır. Teyzemin kızıyla evlidir. Halep'te kuyumculuk yapar.
- Aram Basmacıyan: Şam'da oturur. ASALA'ya maddi destek sağlar. Eroin işiyle de uğraşır.
- Hayo Basmacıyan: Şam'da oturur. ASALA'nın üst düzey görevlisidir.
- Agop: Soyadını bilmiyorum. Teyzemin damadı olur.
- Dikran Basmacıyan: Eroin kaçakçısıdır.
- Torko Kilerciyan: Doktordur. Amerika'da oturur. ASALA mensubudur ve örgüt adına eroin kaçakçılığı yapar.
- Nubar Kilerciyan: Hollanda'da oturur. ASALA mensubudur. Örgüt adına eroin kaçakçılığı yapar.
- Erkan Köroğlu: İsveç'te oturur. Mensubu olduğu ASALA adına eroin kaçakçılığı yapar.
- Bedros Demirciyan: Annemin amcasının oğludur. ASALA mensubudur.

*Behçet Cantürk'ün Anıları: Beco - Soner Yalçın