Articles by "Eşref Bitlis"
Eşref Bitlis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yarın 20. yılı doluyor Ersever cinayetinin...
Avukatı ve ailesi yeni dava açmayı düşünmüyorlar ve zaman aşımı giriyor devreye.

Türkiye'nin kaderinin belirlendiği 1993 yılının en son ve en önemli faili meçhul cinayetlerinden biri 4 Kasım 1993 yılında Ankara'da işlendi. Neydi bu cinayeti bu kadar önemli yapan?
Türkiye gündemini o günlerden bugüne takip edenler çok iyi biliyorlar. Kırk yaşın altında olanların ise pek hatırlamayacağı bir isim; Ahmet Cem Ersever.

PKK'nın en azgın, Türkiye Cumhuriyeti'nin en karanlık yılı 1993. (1993'ü teferruatlı olarak yazmıştım: http://kemalkaplan.blogspot.com/2012/06/1993-sonu-baslangici.html)

Gizli bir el adeta ülkenin makuz talihini yazıyor o yıl. Turgut Özal, Adnan Kahveci (ANAP 'ın ileri gelenlerinden, aynı zamanda Cumhurbaşkanı Özal'ın danışmanı. Özal'ın talimatıyla Kürt Raporu hazırladı), Uğur Mumcu (Mumcu en son PKK-Devlet ilişkilerini araştırıyordu), Eşref Bitlis (Jandarma Genel Komutanı. Kürt sorununun sosyal politikalarla çözüleceğine inanıyordu) ülke için elini taşın altına koyan bu isimler. 24 Ocak-17 Nisan arasında öldü/öldürüldü.
Nisan ayından sonra: 33 erin şehit edilmesi, Sivas Madımak Oteli yangını, Başbağlar katliamı, Bitlis'te otobüs taranarak 15 kişinin öldürülmesi, DEP milletvekili Mehmt Sincar'ın öldürülmesi, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın alnından tek kurşunla öldürülmesi, PKK'ya destek veren 60 işadamının listesinin açıklanması, 1993 yılında meydana geldi.

1 yıl içinde ülkenin böylesine ateş çemberine alınması kim/kimlerin oyunuydu henüz çözülebilmiş, bırakın çözülmeyi “1993” mercek atına bile alınmış değil.

İşte bu ateş çemberinin içinden bir jandarma binbaşısı, devletin PKK ile mücadelesinin yanlış olduğunu savunarak, görevinden istifa etti. Uzun süre Güneydoğu'da JİTEM komutanı olarak görev yapan Ahmet Cem Ersever, istifasının ardından, Aydınlık, Turkish Daily News, Panorama, Tempo ve Tercüman gibi yayın organlarına konuşarak, devletin PKK ile mücadelesini eleştirmişti.

Ersever'in istifasıyla, aynı yıl tepki olarak 100 TSK personelinin daha istifa ettiği gündeme gelmişti. Bunların içinden eski PKK itirafçısı, Ersever'le birlikte hareket eden Mustafa Deniz de Ersever'le aynı kaderi paylaşacak ve aynı tarihte Ankara Polatlı'da öldürülmüş olarak bulunacaktı. (Aynı günlerde Ersever'in sevgilisi olduğu iddia edilen Neval Boz da yine Ankara'da öldürülecekti. Ersever'in ekibi böylelikle tasfiye edildi)

Cem Ersever, özellikle Soner Yalçın'a yaptığı açıklamalarla (Soner Yalçın Cem Ersever'in ona gelerek JİTEM ve devlet içindeki bazı yapılanmalarla ilgili bilgi verdiğini anlatan bir kitap yayınladı. Kitap Ersever'in ölümünden sonra yayınlandı. Soner Yalçın kitapta tüm yazılanların Ersever'in itirafı olduğunu iddia ediyor.) gündeme oturmuştu.

Ersever, Üçgendeki Tezgâh, Kürtler PKK ve Abdullah Öcalan adlı kitapları yazarak, terörle mücadele ve PKK'nın bölge üzerindeki etkilerini anlattı.

Verdiği röportajlarda, 'Geçici Köy Korucusu' sisteminin yanlışlığına değindi. Cem Esever konuyla ilgili çok önemli tespitlerini dile getirmişti. Köy korucularına verilen mermilere GKK şeklinde damga vurulmasını, önerdi. “Mermileri, damgalı olarak koruculara verin. Bakalım şehit edilen askerlerden çıkarılan kurşunların kaçı PKK'ya kaçı koruculara ait tespit edilsin” şeklindeki açıklamaları, örtülü bir gerçeği gün yüzüne çıkaracak cinstendi.

Ersever öldürüldükten sonra kayıp evrak çantasının olduğu bu çantada çok gizli belgelerin bulunduğuyla ilgili çeşitli haberler yayınlandı. Yakınları Ersever'in titiz bir arşivci olduğunu beyan ediyorlar. Ölümünen sonra ona ait arşiv de bulunmadı. Cem Ersever röportajında, yine çok tartışılacak bir iddiada bulunuyordu: “Halepçe katliamını Saddam yapmadı. Elimizde laboratuvar sonuçları bulunuyor. Saddam yapmadığına dair deliller de mevcut” demişti.

İran-Irak Savaşı sürerken 16 Mart 1988 tarihinde, İran ordusuyla Saddam'a karşı ayaklanan Halepçe Kürtlerine karşı yapılan kimyasal silah saldırısında 5 bin kişi hayatını kaybetmişti. Saldırıyı Saddam yönetiminin yaptığı iddia edilmişti. Bu saldırıdan sonra Irak uluslararası arenadaki ittifaklarını kaybedecek, arddından Kuveyt'i işgal edecek sonrasında ise, ABD'nin BOP operasyonu başlayacaktı. Saddam bu saldırıyı hiçbir zaman üstlenmedi.

2004 yılında CIA'nın eski Ortadoğu'dan sorumlu yüksek araştırmacısı ve 1988-2000 arasında Amerika Kara Harp Okulu öğretim üyesi görevinde bulunmuş olan Prof. Stephen Pelletier tarafından hazırlanan ve söz konusu zehirli silahların İran'a ait olduğunu gösteren rapor açıklanmıştı.

Dünya kamuoyunun gündeminden uzun süre düşmeyen Halepçe Katliamı'yla ilgili Ersever'in “elimizde deliller var” şeklindeki açıklaması kendi için büyük tehlikeydi doğrusu.

Belki de birilerine mesaj vermeye çalışıyordu.

Ersever'in açıklamaları, siyasi ve askeri ortamda karşılık bulacaktı. Dönemin TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk ile görüşen Ersever, PKK'yla mücadele için sivil görev verilmesini istedi. Cindoruk konuyu başbakan Çiller'e açınca, Ersever'in çok fazla afişe olduğu karşılığını aldı.

**********

Cem Ersever, uzun süre Güneydoğu'da görev yaptı. Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı sırasında, bölgede pek çok faili meçhul cinayet işlendi. Ersever'in Yeşil ve Hizbullah (Lübnan Hizbullah'ı değil. Güneydoğu'da PKK ile mücadele için devlet destekli kurulan daha sonra korkunç cinayetler işleyen örgüt) lideri Hüseyin Velioğlu ile irtibatı olduğu biliniyordu.

Cem Ersever, sıkıyönetim zamanında Adıyaman Jandarma Bölge Komutanlığı'nda sorgu amiri olarak görev yaptı. Aynı dönem Adıyaman Jandarma Bölge Komutanı Albay Necabettin Ergenekon idi. Necabettin Ergenekon, Ergenekon Örgütü'ne ismini veren subay olarak anılmış, kendisi bunu yalanlamıştı. (Ergenekon'un ordudan atılan oğlu bulunuyor: Volkan Kemal Ergenekon. Volkan Kemal bir süre Vakit Gazetesi'nde de görev yapmış, daha sonra Üsküdar'daki evinde muska ve üfürük işleriyle meşgul olmuştu.)

Sık sık Kuzey Irak'a geçip, Talabani ve Barzani ile görüşerek, PKK konusunda istihbarat ağını genişleten Ersever, Abdullah Öcalan'a yakın bazı PKK militanlarını da devşirmişti. Öcalan'ın attığı adımdan haberi vardı. Suikast için yetkililerden izin istemişti. İstediği cevap gelmiyordu.
Ersever, PKK'dan sızdırdığı video görüntülerini TRT'de program yapan Ertürk Yöndem'e vermişti. Ateş Hattı adlı programı hazırlayan Yöndem videoları yayınlayınca, Türkiye'nin PKK konusunda Talabani ve Barzani tarafından nasıl kandırıldığı ortaya çıktı. 

Cem Ersever 28 mayıs 1993 tarihinde Milliyet Gazetesi'nin Ankara bürosuna faks çekerek, kamuoyu önünde, Güneydoğu'yla ilgili tüm gerçekleri açıklayacağını ilan etmişti:
"Ben Ahmet Cem Ersever; PKK ile mücadelede atılan adımların yanlış olduğunu, mücadelenin ehil ellerce yürütülmesi gerektiğine, Türkiye Cumhuriyeti'nin PKK sorununa karşı bir stratejisinin olmadığına inandığımı ve 1992 yılında zevehari kurtarmak gerekçesiyle bilgisizce yapılan Kuzey Irak harekâtını devleti bir açmaza soktuğunu, PKK'ya siyasi kazanımlar getireceğini, güçlenmesini sağlayacağını, siyasi işportacı Celal Talabani isimli şahsın Türkiye'de sadece PKK'nın askeri gücünü ele geçirmek maksadıyla tezgâhlar peşinde olduğunu beyan ederek 1993 yılı mart ayında kıdemli binbaşı rütbesinde, Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Grup Komutanlığı görevinden kendi isteğimle ve bazı arkadaşlarımla birlikte emekli oldum. 1984 yılından bugüne kadar yapılan yanlışlar, ihanetler ve uygulamalar konusunda Türk kamuoyunun aydınlatılması gerektiğine inanıyor ve görüşmeler sonunda belirlenecek bir tarihte Türk basınıyla kamuoyu önünde Celal Talabani'nin ihanetleri, pkk ilişkileri, Güneydoğu'daki gerçek durum, köy korucuları, itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında ve bazı siyasilerin örgütsel konumları hakkında açıklamalarda bulunacağımı beyan ediyorum. Saygılarımla...."

Ersever'in son olarak ölümünden 6 ay önce devlet için hazırladığı Güneydoğu Raporu ortaya çıktı. Rapor Ergenekon dosyasına kondu. (Raporun detayını yazının sonuna ilave edeceğim.)

Ersever Güneydoğu'da PKK ile mücadelede yanlışlık içinde olunduğunu, gerçeklerin perdelendiğini bazı yetkililerin ve generallerin gerçekleri sakladıklarını, kendisinin de bu çarkın içine çekildiğini anlatıyor, hakkında açılan davada her şeyi anlatacağını söylüyordu.
Dava için ifade vermeye gittiği Ankara'da, 4 Kasım 1993'de Elmadağ'daki kireç ocaklarında cesedi bulundu. Elleri bağlanmış ve işkence yapıldıktan sonra, kafasına iki kurşun sıkılmıştı.

Kronolojik olarak tarihlere dikkat edin.
Yıl 1993:
24 Ocak Uğur Mumcu suikasti.
5 Şubat Adnan Kahveci'nin şüpheli trafik kazasında ölümü.
17 Şubat Eşref Bitlis'in şüpheli helikopter kazasında ölümü.
17 Mart Cem Ersever'in istifası.
17 Nisan Turgut Özal'ın yine şüpheli ölümü.

Nasıl takvim?
**********

Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin ardından çeşitli teoriler ortaya atıldı. Mumcu'yu ölüme götüren sebebin PKK-Devlet ilişkisini ortaya çıkaran bilgilere ulaşmış olmasıydı. Mumcu öldürüldükten sonra TBMM'de kurulan komisyon suikastı araştırmakla görevlendirilmişti. Çalışmaları bittikten sonra derlenen bilgiler rapor haline getirildi. Raporu ilk okuyanlardan biri olarak, her sayfasında ayrı failler gördüm.
Mumcu suikastının üzerinin perdelenmiş olduğu ve raporun dezenformasyon yüklü olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu. Kamuoyunda ve özellikle medyada suikastle ilgili yoğun gündem oluşunca, suikast İran bağlantısıyla Selam Grubu'na fatura edildi. Dosya kapandı.

1990 yılında öldürülen MİT eski Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas hakkında yazılan Bay Pipo'da da aynı mantığı görebilirsiniz. Soner Yalçın'ın Doğan Yurdakul ile yazdığı kitapta, Abas'ı; solcuların öldürmüş olacağı gibi, ülkücülerin veya mafyanın da öldürmüş olması muhtemel görünüyor.

Ersever olayında da Cem Ersever'in Soner Yalçın'a giderek, itiraflarda bulunması sonucu Yalçın bir kitap yazıyor: “Binbaşı Ersever'in İtirafları”

Ersever öldürülünce daha cesedi bulunmadan da Soner Yalçın'a Ersever'in nüfus cüzdanı postalanıyor. Neden?

Soner Yalçın'ın Ersever'in itirafları olarak yayınladığı kitapta yer alan verilerin acaba ne kadarını Ersever anlattı. Yalçın'a uçan kuşlardan kitaba ilave etmesi için ek bilgi geldi mi?

Öyle ya, Ersever'in nüfus cüzdanını Yalçın'a gönderenlerin ilave bilgiyi ulaştırması hiç de yok sayılacak ihtimal olmamalı.

Kitaba göre, Aydınlık'a bir telefon geliyor; “Kontrgerillacı Ersever'i infaz ettik sıra Soner'de...”

Cem Ersever yarım düzine gazeteciye konuşmuşken; sıra neden "Soner'de..." Başkası değil.

İnsan kendine sormadan edemiyor. NEDEN?

Tuhaf bulduğum üç mesele daha var;

Türkiye'de bir süredir dikenli yollar temizlendiğinden, faili meçhul dosyalar yeniden açılıyor.

Birincisi: Ersever ile aynı yıl alnından tek kurşunla öldürülen Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın ailesi; “20 yıldır ağlıyoruz” demesine rağmen NEDEN dava açmıyor?

İkincisi: Cem Ersever'in eşi Yıldız Ersever ve avukatı Emin Emir suskunluğunu bozmadıkları gibi, zaman aşımı gözlerinin önünden geçip giderken, NEDEN davayı yeniden açmadılar?
Ersever ile öldürülen Mustafa Deniz ve Neval Boz'un ailelerinin dava açmaması da 'NEDEN' sorumuza muhatap.

Üçüncüsü: Eşref Bitlis davasında en büyük mücadeleyi, kazada ölen Yüzbaşı Tuğrul Sezginler'in ablası Saime Sezginler verdi. Eşref Bitlis'in oğlu Tarık Bitlis'i aynı mücadele içinde göremedik.
2013 şubatında zaman aşımına giren Eşref Bitlis davası için, Türk halkına güvendiğini ifade eden Tarık Bitlis şöyle demişti: “Tek güvencem Türk halkı. Onun haricinde hukuki bir şey yapmayacağım.”
Tarık Bitlis babasının katillerinin bulunması için yeterli mücadeleyi NEDEN vermedi?

Yarın 4 Kasım 2013, Ahmet Cem Ersever cinayeti için son gün. 2O yıl doluyor. Zaman aşımı... Bir faili meçhul dosya daha tarihin tozlu raflarında yerini alacak.

4 Kasım demek belki de; Turgut Özal suikastı dahil, Eşref Bitlis ve Adnan Kahveci'nin ölümleri, Uğur Mumcu suikastı gibi, Güneydoğu'da devletin kara kutusu Cem Ersever'in sırlarını toprağın altından çıkaramamak demek.

4 Kasım demek; 20 yıl önce Ersever cinayetinin çözülmesiyle(!); engellenmiş Gaffar Okkan, Recep Yazıcıoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu ölümlerini anmama yıldönümü demek olabilirdi.

CEM ERSEVER'İN RAPORUNDAN

Politikacıların ucuz kahramanlığı: Topraktan kopma, işsizlik, sanayisizlik, kültürsüzlük tam bir barut fıçısı olarak tarif edilebilir. Güvenlik kuvvetlerinin çaba sarf ederek PKK’nin askeri faaliyetlerini durdurma mücadelesi demokrasi ve insan hakları adına baltalanmış, basın ve politikacıların ucuz kahramanlık malzemesi haline getirilmiştir.

Ayaklanmayı devlet hazırlıyor: Değişik bir yaklaşımla olaylardan uzak, bölge gerçeğini yaşamayan, neyin mücadelesinin verildiğinden haberi olmayan birtakım kişiler karar organlarını etki­ler hale gelmişler. Adeta bölgede bir halk ayaklanmasının objektif koşullarının oluşmasına yardımcı olmuşlardır.

Koruculuk hesabı: Ekonomik katkısı oluyor diyerek geçici köy korucularına ödenen para miktarı 180 milyar lirayı bulmuştur. Bir kaynağa göre bu para ile doğu kentlerine 180 adet et kombinası,1200 adet konfeksiyon atölyesi, 3 çimento fabrikası, alt katta ahırıyla banyo tuvalet bulunan 7200 köy evi, günde 40 kg süt veren holstein ineği ve dolayısı ile günde 3 milyon 600 bin litrelik süt kapasitesi sağlanabilirdi.

Toprak dağıtın, kooperatif kurun: Geniş kapsamlı bir toprak reformuna ihtiyaç vardır. Mevcut toprak ağalarının birkaç kat daha zenginleşmesi köylüyü değil batıdaki bar, pavyon ve kumarhaneleri kalkındırmaya yarayacaktır. Esnaf ve çiftçi kooperatifleri ile yapı kooperatifleri desteklenebilir, küçük çiftçi ve esnafa verilen krediler bu bölge için artırılarak taksit faizleri düşürülebilir, Mardin-Siirt-Hakkâri-Van ve Bitlis illerinde toprakların tümü kamulaştırılarak devlet çiftliği haline getirilebilir.

Kravatlı Koçerolar: Halen yol kenarları arıcılık, hayvancılık bahanesiyle derme çatma kurulmuş içi boş binalarla doludur. Devletin bu işler için verdiği milyarlarca liralık krediler sözde tesis sahibi kravatlı Koçeroların karanlık emellerine vasıta olmaktadır.

Lolipoplu propaganda: Güneydoğu’yu tanıdığını zannedenlerin çözüm üretmeye hakları olmadığı gibi susmaları vatandaşlık görevidir. Ben Doğu’da görevli iken diye başlayıp bulanık suda balık avlayanların Hamo-Mamo ağalar ile birlikte yedikleri kuzu çevirmelerini unutmaları, cumhuriyet tarihinde isyanlar kitabını da rafa kaldırarak Vietnam, Küba, Filipinler ve Latin Amerika ülkelerindeki çağın milli demokratik hareketlerini okumaları gerekir. Beş kilo pirinç, iki mekap, üç önlük, iki defter, bir lolipop ile propaganda çalışmaları devlet ciddiyeti ile bağdaşmamaktadır.
Dönemin TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk Cem Ersever'i hayatında hiç görmediğini iddia etmişti. Ersever'in yıllar sonra Cindoruk ile çektirdiği fotoğraflar, Cindouk'u yalanlamış oldu.

Ersever Yüzbaşı iken



 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün talimatıyla hareket geçen Devlet Denetleme Kurulu, eski Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal’ın ölümüyle ilgili başlattığı araştırmayı bitirdi. Sonuç: Ürkütücü…

DDK’nın hazırladığı 44 sayfalık raporun hülasası: Turgut Özal’ın öldürülmüş olabileceği. DDK bunun ortaya çıkması için feth-i kabir yani mezarın açılıp otopsi yapılmasını istiyor.
Bu istek resmi makamlarca nasıl yankı bulacak, otopsi yapılacak mı? Bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Otopsi yapılır veya yapılmaz. Ölüm sebebi belli olur veya olmaz. Bunlar bir kenara, Turgut Özal’ın öldüğü yıl olan 1993 yılına geri dönüp, Özal’ın ölümü öncesi ve sonrasında yaşanan olayların çok daha önemli ve bir o kadar da, hepsinin tek tek ele alınması gerektiği kanaatini taşıyorum.
Son yıllarda kürt sorunu tartışmalarının alevlenmesi ve PKK’nın yeniden gündeme gelmesi, 1993 yılını daha da önemli kılıyor bence.

1992 yılında Turgut Özal Güneydoğu ile ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kaya Toperi ve başyaveri kurmay Albay Arslan Güner’e, 10 sayfalık bir Kürt Raporu hazırlattı.
Özal raporu 13 Mart 1992 tarihli MGK’da gündeme getirdi ve af dahil siyasi-sosyal çözümlere değindi.
Aynı günlerde ilginç bir biçimde şiddet eylemleri had sayfaya vardı. PKK bir yerden düğmeye basılmış gibi devletin en tepesinde af, siyasi-sosyal çözüm konuşulduğu bir dönemde bu konuşmaları provoke edercesine eylemlerine hız verdi. 1992 Nevruz’unda bölge halkını “kitlesel ayaklanma” çağrısı ile kışkırttı ve Mart 1992’de tarihin en kanlı Nevruz’unu yaşadık.

İki günde resmi kayıtlara göre 57, sivil toplum kuruluşlarına göre 113 kişi hayatını kaybetti.

Turgut Özal o günlerde ANAP Milletvekili Adnan Kahveci’ye de aynı konuda rapor hazırlaması için görev verdi. Adnan Kahveci bir süre Güneydoğu’da inceleme yaptı ve “Kürt Sorunu Nasıl Çözülmez?” başlıklı raporunu Mayıs 1992’da Turgut Özal’a sundu. Adnan Kahveci raporunda diyordu ki:  “Askeri çözümle ülke çözüme ulaştırılamamıştır. Bugün Kürt sorunu siyasal bir kriz halini almıştır. Çözüm için cesur adımlara ihtiyaç vardır. Bu nedenle Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek Kürtlerin siyasal hakları verilmelidir. Bu durum Türkiye’de demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp PKK gibi terör örgütlerine olan halk desteğini de ortadan kaldıracaktır.”
Cumhurbaşkanı Özal Kürt sorununu çözmek için uğraştıkça nedense şiddet eylemleri artıyordu. Adnan Kahveci’nin raporu 27 Ağustos 1992 tarihli MGK’da tartışıldı ve Özal GAP Televizyonunda Kürtçe yayın yapılmasını istemişti. Ve ardından Türkiye’de derin bir el PKK aracılığıyla bazen bölge halkını kurşuna dizerek bazen güvenlik güçlerine saldırarak Kürt – Türk çatışmasını sağlayacak kanlı eylemlerin dozunu arttıracaktı.

Şimdi tarihe küçük bir yolculuk yaparak, Özal’ın ölümü öncesi ve sonrasında meydana gelen olaylara kısaca bakalım. Özal 1992 yılının mart ayında MGK’da kürt raporunu gündeme getiriyor. Mart ayından sonra yaşananlar:

            11 Haziran 1992: Bitlis Tatvan’da Köy minibüsü durduruldu minibüs kurşuna
            dizildi, 13 köylü öldü.

            27 Haziran: Silvan Yol aç Köyü Cami cemaati kurşuna dizildi. 10
            köylü öldü..

            18 Ağustos: Şırnak’da olaylar çıktı. İçişleri bakanı İsmet Sezgin
            olayı “300 PKK’lı şehri bastı” diyerek duyurdu. 3 gün süren
            olaylarda şehir harabeye döndü. Ölü ve yaralıların kesin rakamı hâlâ
            bilinmiyor.

            5 Eylül: Bingöl Genç karayolunda araçtan indirilen 7 kişi öldürüldü.

            13 Eylül: Şemdinli’de Jandarma Karakolu basıldı, 15 er şehit oldu.

            15 Eylül: Batman Kozluk ilçesi köy minibüsü bombalandı, 10 köylü
            öldü.

            29 Eylül: Irak sınırındaki Derecik karakolu basıldı 27 askerimiz
            şehit oldu.

            1 Ekim: Bitlis’in Cevizdalı köyünde 30 kişi öldürüldü.

            20 Ekim: 72 yaşındaki Kürt yazar Musa Anter Diyarbakır’da öldürüldü.

             Ve bu olaylar sonunda Silahlı Kuvvetler Peşmergelerle birlikte
            Hakurk operasyonunu başlattı. İlk defa peşmergelerle ortak harekât
            Yapılıyordu. Ardından Bingöl ve Diyarbakır’da PKK kampları havadan bombalandı.
            150 PKK’nın öldüğü açıklandı.

            24 Ocak 1993: PKK-Devlet ilişkisini inceleyen bir kitap
            hazırlığındaki Gazeteci-yazar Uğur Mumcu evinin önünde öldürüldü.

            5 Şubat: ”Kürt Sorunu Nasıl Çözülmez” isimli raporu hazırlayan Adnan
            Kahveci şüpheli bir trafik kaza geçirdi ve eşiyle birlikte vefat
etti. (Adnan Kahveci ANAP içinde çok büyük bir kitlenin desteğiyle genel başkanlığa hazırlanıyordu. Yanına çok yakın arkadaşı süper vali rahmetli Recep Yazıcıoğlu’nu da alacaktı. Yazıcıoğlu’da Kahveci’nin ölümünden 10 yıl sonra yine şüpheli bir trafik kazasında öldü.)

            17 Şubat: Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’in helikopteri
            Ankara yakınında düştü. Helikopterdekilerden kurtulan olmadı. Eşref
            Bitlis vefatından bir hafta önce Suriye, İran ve Irak dışişleri
            bakanlarıyla PKK’nın bitirilmesi için görüşmeler yapmıştı.

            17 Nisan: Cumhurbaşkanı Turgut Özalsabah saatlerinde kalp
            yetmezliği sebebiyle vefat etti. Özal ölümünden iki ay önce
            Başbakan Süleyman Demirel’e Kürt sorununun çözümüne dair önerileri
            içeren bir mektup göndermiş, mektubunda çözüme yönelik siyasi-sosyal
            önerilerini sıralamıştı. Turgut Özal’ın ölümü hâlâ tartışılmaya
            devam ediyor ve çoğu kimse bunun bir suikast olduğuna inanıyor.

            16 Mayıs: Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçildi.

            24 Mayıs: Bakanlar Kurulu 25 Mayıs’ta af gündemiyle toplanacaktı. Ama
            o gün Bingöl’de terhis olan 33 er şehitedildi. Erler silahsız ve
            korumasız sivil bir araçla yola çıkarılmıştı. PKK’nın bu durumu
            önceden istihbarat aldığı o gün de söylenmişti. Şimdi Ergenekon
            Davası ile bunun PKK’ya bir gün sonra toplanacak Bakanlar Kurulu’nu
            provoke etmek için bilgi sızdırıldığı hem canlı tanıkları hem de
            davadaki belgelerle anlatılmaya devam ediyor.

            15 Haziran: Tansu Çiller ilk kadın başbakanımız oldu.

            15 Haziran: Bitlis’te 9 vatandaşımız iki köye yapılan roketatar
            saldırısı ile öldürüldü.

            2 Temmuz: Sivas’ta Madımak Oteli ateşe verildi 37 Alevi vatandaşımız
            yanarak veya dumandan boğularak can verdi.

            5 Temmuz: Erzincan’ın Başbağlar Köyü basıldı 33 kişi katledildi. Köy
            Sünni bir köyümüzdü.

            4 Ağustos: Bitlis Mutki otobüsü tarandı 15 kişi öldürüldü.

            4 Eylül: Batman’daki olaylarda DEP Milletvekili Mehmet Sincar ve DEP
            İl Yöneticisi öldürüldü.

            10 Ekim: Başbakan Tansu Çiller Viyana’da “İspanya tecrübesinden (Bask
            Modeli) biz de yararlanacağız” dedi.

            11 Ekim: Cumhurbaşkanı Demirel Başbakan Tansu Çiller’i yanıtları
            “Çözümü İspanya’da arama” dedi.

            22 Ekim: Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar
            Aydın Tugay komutanlığı bahçesinde alnından vurularak öldürüldü.
            Başlatılan operasyonda Lice’nin üzeri siyah dumanlarla kaplandı.
Lice’yi giriş çıkışlar yasaklandı. (Bugün Bahtiyar Aydın’ın öldürülmesi
konusunda yeniden araştırma başlatıldı.)

            27 Ekim: Lice olayları sonrasında daha önce Kürtçe yayından, Bask
            Modelinden bahseden Başbakan Tansu Çiller şahinleşti ve “Ya bitecek
            ya bitecek!” dedi.

            31 Ekim: Tansu Çiller “Terörün dıştaki ve içteki kaynaklarını
            Kurutacağız” dedi.

            3 Kasım: Tansu Çiller “Elimizde PKK’ya yardım eden 60 Kürt
            İşadamının listesi var. Devlet PKK ile olduğu gibi PKK’ya mali
destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir” dedi.
Bu açıklamalardan sonra bazı Kürt işadamları öldürüldü. Bazıları
da rüşvet vererek canlarını zor kurtardı.

4 Kasım: Orgeneral Eşref Bitlis'in şüpheli ölümünden sonra Mart 1993'te bu olayı protesto etmek için Jandarma Komutanı Binbaşı Ahmet Cem Ersever askerlikten istifa etti. Ersever daha sonra, Celal Talabani'nin ihanetleri, PKK ilişkileri, Güneydoğu'daki gerçek durum, köy korucuları, itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında birçok açıklamada bulundu.   "Güneydoğu Anadolu'daki olayların gerçekleri Türk milletinden gizleniyor"  dedi. Ve 4 Kasım 1993'te elleri önden bağlanmış kafasına iki el ateş edilmiş cesedi, Ankara Elmadağ ilçesi çıkışında bulundu.

Yukarıdaki olaylara 2012 yılından bakıp tahlil ettiğimizde, bu olaylardan ve ölümlerden kimler yararlandı. Hangi siyasilerin ölümüyle, hangi siyasi figürlerin önü açıldı. Görmemiz mümkün.
Ayrıca PKK ve kürt sorununun o yıllarda çözülmeyerek bugünlere kadar, Türkiye’nin sırtında bir kambur olması kimin-kimlerin işine yaradı. Bunu da değerlendirmek ve geçmişe bakarak, geleceğe bir yön çizmek gerek.