Articles by "kontrgerilla"
kontrgerilla etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yarın 20. yılı doluyor Ersever cinayetinin...
Avukatı ve ailesi yeni dava açmayı düşünmüyorlar ve zaman aşımı giriyor devreye.

Türkiye'nin kaderinin belirlendiği 1993 yılının en son ve en önemli faili meçhul cinayetlerinden biri 4 Kasım 1993 yılında Ankara'da işlendi. Neydi bu cinayeti bu kadar önemli yapan?
Türkiye gündemini o günlerden bugüne takip edenler çok iyi biliyorlar. Kırk yaşın altında olanların ise pek hatırlamayacağı bir isim; Ahmet Cem Ersever.

PKK'nın en azgın, Türkiye Cumhuriyeti'nin en karanlık yılı 1993. (1993'ü teferruatlı olarak yazmıştım: http://kemalkaplan.blogspot.com/2012/06/1993-sonu-baslangici.html)

Gizli bir el adeta ülkenin makuz talihini yazıyor o yıl. Turgut Özal, Adnan Kahveci (ANAP 'ın ileri gelenlerinden, aynı zamanda Cumhurbaşkanı Özal'ın danışmanı. Özal'ın talimatıyla Kürt Raporu hazırladı), Uğur Mumcu (Mumcu en son PKK-Devlet ilişkilerini araştırıyordu), Eşref Bitlis (Jandarma Genel Komutanı. Kürt sorununun sosyal politikalarla çözüleceğine inanıyordu) ülke için elini taşın altına koyan bu isimler. 24 Ocak-17 Nisan arasında öldü/öldürüldü.
Nisan ayından sonra: 33 erin şehit edilmesi, Sivas Madımak Oteli yangını, Başbağlar katliamı, Bitlis'te otobüs taranarak 15 kişinin öldürülmesi, DEP milletvekili Mehmt Sincar'ın öldürülmesi, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın alnından tek kurşunla öldürülmesi, PKK'ya destek veren 60 işadamının listesinin açıklanması, 1993 yılında meydana geldi.

1 yıl içinde ülkenin böylesine ateş çemberine alınması kim/kimlerin oyunuydu henüz çözülebilmiş, bırakın çözülmeyi “1993” mercek atına bile alınmış değil.

İşte bu ateş çemberinin içinden bir jandarma binbaşısı, devletin PKK ile mücadelesinin yanlış olduğunu savunarak, görevinden istifa etti. Uzun süre Güneydoğu'da JİTEM komutanı olarak görev yapan Ahmet Cem Ersever, istifasının ardından, Aydınlık, Turkish Daily News, Panorama, Tempo ve Tercüman gibi yayın organlarına konuşarak, devletin PKK ile mücadelesini eleştirmişti.

Ersever'in istifasıyla, aynı yıl tepki olarak 100 TSK personelinin daha istifa ettiği gündeme gelmişti. Bunların içinden eski PKK itirafçısı, Ersever'le birlikte hareket eden Mustafa Deniz de Ersever'le aynı kaderi paylaşacak ve aynı tarihte Ankara Polatlı'da öldürülmüş olarak bulunacaktı. (Aynı günlerde Ersever'in sevgilisi olduğu iddia edilen Neval Boz da yine Ankara'da öldürülecekti. Ersever'in ekibi böylelikle tasfiye edildi)

Cem Ersever, özellikle Soner Yalçın'a yaptığı açıklamalarla (Soner Yalçın Cem Ersever'in ona gelerek JİTEM ve devlet içindeki bazı yapılanmalarla ilgili bilgi verdiğini anlatan bir kitap yayınladı. Kitap Ersever'in ölümünden sonra yayınlandı. Soner Yalçın kitapta tüm yazılanların Ersever'in itirafı olduğunu iddia ediyor.) gündeme oturmuştu.

Ersever, Üçgendeki Tezgâh, Kürtler PKK ve Abdullah Öcalan adlı kitapları yazarak, terörle mücadele ve PKK'nın bölge üzerindeki etkilerini anlattı.

Verdiği röportajlarda, 'Geçici Köy Korucusu' sisteminin yanlışlığına değindi. Cem Esever konuyla ilgili çok önemli tespitlerini dile getirmişti. Köy korucularına verilen mermilere GKK şeklinde damga vurulmasını, önerdi. “Mermileri, damgalı olarak koruculara verin. Bakalım şehit edilen askerlerden çıkarılan kurşunların kaçı PKK'ya kaçı koruculara ait tespit edilsin” şeklindeki açıklamaları, örtülü bir gerçeği gün yüzüne çıkaracak cinstendi.

Ersever öldürüldükten sonra kayıp evrak çantasının olduğu bu çantada çok gizli belgelerin bulunduğuyla ilgili çeşitli haberler yayınlandı. Yakınları Ersever'in titiz bir arşivci olduğunu beyan ediyorlar. Ölümünen sonra ona ait arşiv de bulunmadı. Cem Ersever röportajında, yine çok tartışılacak bir iddiada bulunuyordu: “Halepçe katliamını Saddam yapmadı. Elimizde laboratuvar sonuçları bulunuyor. Saddam yapmadığına dair deliller de mevcut” demişti.

İran-Irak Savaşı sürerken 16 Mart 1988 tarihinde, İran ordusuyla Saddam'a karşı ayaklanan Halepçe Kürtlerine karşı yapılan kimyasal silah saldırısında 5 bin kişi hayatını kaybetmişti. Saldırıyı Saddam yönetiminin yaptığı iddia edilmişti. Bu saldırıdan sonra Irak uluslararası arenadaki ittifaklarını kaybedecek, arddından Kuveyt'i işgal edecek sonrasında ise, ABD'nin BOP operasyonu başlayacaktı. Saddam bu saldırıyı hiçbir zaman üstlenmedi.

2004 yılında CIA'nın eski Ortadoğu'dan sorumlu yüksek araştırmacısı ve 1988-2000 arasında Amerika Kara Harp Okulu öğretim üyesi görevinde bulunmuş olan Prof. Stephen Pelletier tarafından hazırlanan ve söz konusu zehirli silahların İran'a ait olduğunu gösteren rapor açıklanmıştı.

Dünya kamuoyunun gündeminden uzun süre düşmeyen Halepçe Katliamı'yla ilgili Ersever'in “elimizde deliller var” şeklindeki açıklaması kendi için büyük tehlikeydi doğrusu.

Belki de birilerine mesaj vermeye çalışıyordu.

Ersever'in açıklamaları, siyasi ve askeri ortamda karşılık bulacaktı. Dönemin TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk ile görüşen Ersever, PKK'yla mücadele için sivil görev verilmesini istedi. Cindoruk konuyu başbakan Çiller'e açınca, Ersever'in çok fazla afişe olduğu karşılığını aldı.

**********

Cem Ersever, uzun süre Güneydoğu'da görev yaptı. Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı sırasında, bölgede pek çok faili meçhul cinayet işlendi. Ersever'in Yeşil ve Hizbullah (Lübnan Hizbullah'ı değil. Güneydoğu'da PKK ile mücadele için devlet destekli kurulan daha sonra korkunç cinayetler işleyen örgüt) lideri Hüseyin Velioğlu ile irtibatı olduğu biliniyordu.

Cem Ersever, sıkıyönetim zamanında Adıyaman Jandarma Bölge Komutanlığı'nda sorgu amiri olarak görev yaptı. Aynı dönem Adıyaman Jandarma Bölge Komutanı Albay Necabettin Ergenekon idi. Necabettin Ergenekon, Ergenekon Örgütü'ne ismini veren subay olarak anılmış, kendisi bunu yalanlamıştı. (Ergenekon'un ordudan atılan oğlu bulunuyor: Volkan Kemal Ergenekon. Volkan Kemal bir süre Vakit Gazetesi'nde de görev yapmış, daha sonra Üsküdar'daki evinde muska ve üfürük işleriyle meşgul olmuştu.)

Sık sık Kuzey Irak'a geçip, Talabani ve Barzani ile görüşerek, PKK konusunda istihbarat ağını genişleten Ersever, Abdullah Öcalan'a yakın bazı PKK militanlarını da devşirmişti. Öcalan'ın attığı adımdan haberi vardı. Suikast için yetkililerden izin istemişti. İstediği cevap gelmiyordu.
Ersever, PKK'dan sızdırdığı video görüntülerini TRT'de program yapan Ertürk Yöndem'e vermişti. Ateş Hattı adlı programı hazırlayan Yöndem videoları yayınlayınca, Türkiye'nin PKK konusunda Talabani ve Barzani tarafından nasıl kandırıldığı ortaya çıktı. 

Cem Ersever 28 mayıs 1993 tarihinde Milliyet Gazetesi'nin Ankara bürosuna faks çekerek, kamuoyu önünde, Güneydoğu'yla ilgili tüm gerçekleri açıklayacağını ilan etmişti:
"Ben Ahmet Cem Ersever; PKK ile mücadelede atılan adımların yanlış olduğunu, mücadelenin ehil ellerce yürütülmesi gerektiğine, Türkiye Cumhuriyeti'nin PKK sorununa karşı bir stratejisinin olmadığına inandığımı ve 1992 yılında zevehari kurtarmak gerekçesiyle bilgisizce yapılan Kuzey Irak harekâtını devleti bir açmaza soktuğunu, PKK'ya siyasi kazanımlar getireceğini, güçlenmesini sağlayacağını, siyasi işportacı Celal Talabani isimli şahsın Türkiye'de sadece PKK'nın askeri gücünü ele geçirmek maksadıyla tezgâhlar peşinde olduğunu beyan ederek 1993 yılı mart ayında kıdemli binbaşı rütbesinde, Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Grup Komutanlığı görevinden kendi isteğimle ve bazı arkadaşlarımla birlikte emekli oldum. 1984 yılından bugüne kadar yapılan yanlışlar, ihanetler ve uygulamalar konusunda Türk kamuoyunun aydınlatılması gerektiğine inanıyor ve görüşmeler sonunda belirlenecek bir tarihte Türk basınıyla kamuoyu önünde Celal Talabani'nin ihanetleri, pkk ilişkileri, Güneydoğu'daki gerçek durum, köy korucuları, itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında ve bazı siyasilerin örgütsel konumları hakkında açıklamalarda bulunacağımı beyan ediyorum. Saygılarımla...."

Ersever'in son olarak ölümünden 6 ay önce devlet için hazırladığı Güneydoğu Raporu ortaya çıktı. Rapor Ergenekon dosyasına kondu. (Raporun detayını yazının sonuna ilave edeceğim.)

Ersever Güneydoğu'da PKK ile mücadelede yanlışlık içinde olunduğunu, gerçeklerin perdelendiğini bazı yetkililerin ve generallerin gerçekleri sakladıklarını, kendisinin de bu çarkın içine çekildiğini anlatıyor, hakkında açılan davada her şeyi anlatacağını söylüyordu.
Dava için ifade vermeye gittiği Ankara'da, 4 Kasım 1993'de Elmadağ'daki kireç ocaklarında cesedi bulundu. Elleri bağlanmış ve işkence yapıldıktan sonra, kafasına iki kurşun sıkılmıştı.

Kronolojik olarak tarihlere dikkat edin.
Yıl 1993:
24 Ocak Uğur Mumcu suikasti.
5 Şubat Adnan Kahveci'nin şüpheli trafik kazasında ölümü.
17 Şubat Eşref Bitlis'in şüpheli helikopter kazasında ölümü.
17 Mart Cem Ersever'in istifası.
17 Nisan Turgut Özal'ın yine şüpheli ölümü.

Nasıl takvim?
**********

Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin ardından çeşitli teoriler ortaya atıldı. Mumcu'yu ölüme götüren sebebin PKK-Devlet ilişkisini ortaya çıkaran bilgilere ulaşmış olmasıydı. Mumcu öldürüldükten sonra TBMM'de kurulan komisyon suikastı araştırmakla görevlendirilmişti. Çalışmaları bittikten sonra derlenen bilgiler rapor haline getirildi. Raporu ilk okuyanlardan biri olarak, her sayfasında ayrı failler gördüm.
Mumcu suikastının üzerinin perdelenmiş olduğu ve raporun dezenformasyon yüklü olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu. Kamuoyunda ve özellikle medyada suikastle ilgili yoğun gündem oluşunca, suikast İran bağlantısıyla Selam Grubu'na fatura edildi. Dosya kapandı.

1990 yılında öldürülen MİT eski Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas hakkında yazılan Bay Pipo'da da aynı mantığı görebilirsiniz. Soner Yalçın'ın Doğan Yurdakul ile yazdığı kitapta, Abas'ı; solcuların öldürmüş olacağı gibi, ülkücülerin veya mafyanın da öldürmüş olması muhtemel görünüyor.

Ersever olayında da Cem Ersever'in Soner Yalçın'a giderek, itiraflarda bulunması sonucu Yalçın bir kitap yazıyor: “Binbaşı Ersever'in İtirafları”

Ersever öldürülünce daha cesedi bulunmadan da Soner Yalçın'a Ersever'in nüfus cüzdanı postalanıyor. Neden?

Soner Yalçın'ın Ersever'in itirafları olarak yayınladığı kitapta yer alan verilerin acaba ne kadarını Ersever anlattı. Yalçın'a uçan kuşlardan kitaba ilave etmesi için ek bilgi geldi mi?

Öyle ya, Ersever'in nüfus cüzdanını Yalçın'a gönderenlerin ilave bilgiyi ulaştırması hiç de yok sayılacak ihtimal olmamalı.

Kitaba göre, Aydınlık'a bir telefon geliyor; “Kontrgerillacı Ersever'i infaz ettik sıra Soner'de...”

Cem Ersever yarım düzine gazeteciye konuşmuşken; sıra neden "Soner'de..." Başkası değil.

İnsan kendine sormadan edemiyor. NEDEN?

Tuhaf bulduğum üç mesele daha var;

Türkiye'de bir süredir dikenli yollar temizlendiğinden, faili meçhul dosyalar yeniden açılıyor.

Birincisi: Ersever ile aynı yıl alnından tek kurşunla öldürülen Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın ailesi; “20 yıldır ağlıyoruz” demesine rağmen NEDEN dava açmıyor?

İkincisi: Cem Ersever'in eşi Yıldız Ersever ve avukatı Emin Emir suskunluğunu bozmadıkları gibi, zaman aşımı gözlerinin önünden geçip giderken, NEDEN davayı yeniden açmadılar?
Ersever ile öldürülen Mustafa Deniz ve Neval Boz'un ailelerinin dava açmaması da 'NEDEN' sorumuza muhatap.

Üçüncüsü: Eşref Bitlis davasında en büyük mücadeleyi, kazada ölen Yüzbaşı Tuğrul Sezginler'in ablası Saime Sezginler verdi. Eşref Bitlis'in oğlu Tarık Bitlis'i aynı mücadele içinde göremedik.
2013 şubatında zaman aşımına giren Eşref Bitlis davası için, Türk halkına güvendiğini ifade eden Tarık Bitlis şöyle demişti: “Tek güvencem Türk halkı. Onun haricinde hukuki bir şey yapmayacağım.”
Tarık Bitlis babasının katillerinin bulunması için yeterli mücadeleyi NEDEN vermedi?

Yarın 4 Kasım 2013, Ahmet Cem Ersever cinayeti için son gün. 2O yıl doluyor. Zaman aşımı... Bir faili meçhul dosya daha tarihin tozlu raflarında yerini alacak.

4 Kasım demek belki de; Turgut Özal suikastı dahil, Eşref Bitlis ve Adnan Kahveci'nin ölümleri, Uğur Mumcu suikastı gibi, Güneydoğu'da devletin kara kutusu Cem Ersever'in sırlarını toprağın altından çıkaramamak demek.

4 Kasım demek; 20 yıl önce Ersever cinayetinin çözülmesiyle(!); engellenmiş Gaffar Okkan, Recep Yazıcıoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu ölümlerini anmama yıldönümü demek olabilirdi.

CEM ERSEVER'İN RAPORUNDAN

Politikacıların ucuz kahramanlığı: Topraktan kopma, işsizlik, sanayisizlik, kültürsüzlük tam bir barut fıçısı olarak tarif edilebilir. Güvenlik kuvvetlerinin çaba sarf ederek PKK’nin askeri faaliyetlerini durdurma mücadelesi demokrasi ve insan hakları adına baltalanmış, basın ve politikacıların ucuz kahramanlık malzemesi haline getirilmiştir.

Ayaklanmayı devlet hazırlıyor: Değişik bir yaklaşımla olaylardan uzak, bölge gerçeğini yaşamayan, neyin mücadelesinin verildiğinden haberi olmayan birtakım kişiler karar organlarını etki­ler hale gelmişler. Adeta bölgede bir halk ayaklanmasının objektif koşullarının oluşmasına yardımcı olmuşlardır.

Koruculuk hesabı: Ekonomik katkısı oluyor diyerek geçici köy korucularına ödenen para miktarı 180 milyar lirayı bulmuştur. Bir kaynağa göre bu para ile doğu kentlerine 180 adet et kombinası,1200 adet konfeksiyon atölyesi, 3 çimento fabrikası, alt katta ahırıyla banyo tuvalet bulunan 7200 köy evi, günde 40 kg süt veren holstein ineği ve dolayısı ile günde 3 milyon 600 bin litrelik süt kapasitesi sağlanabilirdi.

Toprak dağıtın, kooperatif kurun: Geniş kapsamlı bir toprak reformuna ihtiyaç vardır. Mevcut toprak ağalarının birkaç kat daha zenginleşmesi köylüyü değil batıdaki bar, pavyon ve kumarhaneleri kalkındırmaya yarayacaktır. Esnaf ve çiftçi kooperatifleri ile yapı kooperatifleri desteklenebilir, küçük çiftçi ve esnafa verilen krediler bu bölge için artırılarak taksit faizleri düşürülebilir, Mardin-Siirt-Hakkâri-Van ve Bitlis illerinde toprakların tümü kamulaştırılarak devlet çiftliği haline getirilebilir.

Kravatlı Koçerolar: Halen yol kenarları arıcılık, hayvancılık bahanesiyle derme çatma kurulmuş içi boş binalarla doludur. Devletin bu işler için verdiği milyarlarca liralık krediler sözde tesis sahibi kravatlı Koçeroların karanlık emellerine vasıta olmaktadır.

Lolipoplu propaganda: Güneydoğu’yu tanıdığını zannedenlerin çözüm üretmeye hakları olmadığı gibi susmaları vatandaşlık görevidir. Ben Doğu’da görevli iken diye başlayıp bulanık suda balık avlayanların Hamo-Mamo ağalar ile birlikte yedikleri kuzu çevirmelerini unutmaları, cumhuriyet tarihinde isyanlar kitabını da rafa kaldırarak Vietnam, Küba, Filipinler ve Latin Amerika ülkelerindeki çağın milli demokratik hareketlerini okumaları gerekir. Beş kilo pirinç, iki mekap, üç önlük, iki defter, bir lolipop ile propaganda çalışmaları devlet ciddiyeti ile bağdaşmamaktadır.
Dönemin TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk Cem Ersever'i hayatında hiç görmediğini iddia etmişti. Ersever'in yıllar sonra Cindoruk ile çektirdiği fotoğraflar, Cindouk'u yalanlamış oldu.

Ersever Yüzbaşı iken