Articles by "Adnan Kahveci"
Adnan Kahveci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KEMÂL KAPLAN - 17 Ekim 2015

Kendinize hiç sordunuz mu; Bu ülkede neden yeni bir siyasi lider çıkmıyor. sağda neden bir alternatif parti kurulmuyor?

Türk siyaseti 13 yıldır alternatifsiz bir AKP iktidarıyla nasıl yürüyor. Nasıl oluyor da, AKP merkez sağ parti iddiasını tek tabanca sürdürebiliyor?

Tüm söylemlerini bu alternatifsizlik üzerine kuran AKP, aldığı oy oranının alternatifsizlikle doğru orantılı yükseldiğini gayet iyi biliyor.

40 yıldır sol partilerin iktidar olma ihtimalsizliği siyaset bilimciler tarafından kabul gören bir senaryo, oyunlar sağ partiler üzerine yapılıyor. Stratejiler onun üzerinden ilerliyor.

Özal'dan AKP'ye kadar geçen süre içinde merkez sağ ANAP ve DYP ekseninde siyaset yapıyor ve iktidar gel-gitleri bu partilerle gerçekleşiyordu. İki partinin ekonomik ve siyasi performansları, gerek tek başına, gerekse koalisyon dönemlerinde kendilerini bitirme yönünde tezahür etti.

Enflasyon-devalüasyon girdabından, yolsuzluk, devlet-mafya-çete üçgeninden ve 28 Şubat garabetinden kurtulamayan merkez sağ, en son karmaşık bir; sağ-sol-milliyetçi sağ (DSP-ANAP-MHP) koalisyonuyla ipi boğazına geçirerek, altındaki sandalyeye kendisi bir tekme atmış oldu.
"Bu bir krizdir" diyerek, memleketi uçurumun eşiğinde bırakıp giderlerken, merkez sağı 'Ilımlı İslâm(!)' projesine teslim ettiklerini biliyorlar mıydı?

10 YILDA PARTİLERİNİ VE KENDİLERİNİ BİTİRDİLER

Türk siyaseti başrol oyuncularını kolay kolay sahneden indirmez. Demirel, Erbakan ve Ecevit'e bakınca bunu anlayabiliriz. Yaşasaydı Özal'ın da 40 yıl siyaset sahnesinde olması muhtemeldi. Peki nasıl oldu da, merkez sağın iki ismi, Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz henüz 10 yılı bile tamamlamamışken, hem partilerini hem de, siyasi yaşamlarını batırıp-bitirip çekip gitmişlerdi.
Refah Partisi'nin başına gelenler ise iki kez kapanma ve yenilikçi tasvir edilen kanadın partiden ayrılmasıyla, Milli Görüş bir daha belini doğrultamadı.

Yenilikçi kanat önce Abdullah Gül sonra Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde ANAP ve DYP siyasetçilerini de bünyelerine katarak, AKP adıyla merkez sağa talip oldular. Muhafazakâr-demokrat söylem ve dibe vuran ekonomik yapı, AKP oluşumunu bir anda iktidara taşıdı.

GELELİM ASIL MESELEYE

Merkez sağın tekel altına alınması çok planlı ve stratejik bir operasyon olarak yıllara yayılıp uygulandı. AKP iktidarının en büyük başarısı da bence budur. Kendilerine rakip olabilecek hiçbir siyasi oluşum veya lideri daha palazlanmadan yok ettiler veya bünyelerinde erittiler.

ANAP içinde parlayan bir yıldız olan Erkan Mumcu, AKP saflarına dahil edilerek, kültür bakanlığıyla oyalanması sağlandı. Bir süre sonra Mumcu, AKP içinde kendine bir yer bulamayacağını anlayınca, ANAP kalıntısının başına geçti. adı DP olarak değişen DYP'nin başında ise 'pike' lakaplı her dönemin gizem adamı Mehmet Ağar bulunuyordu.

Erkan Mumcu, Mehmet Ağar ile görüşerek 2007 yılındaki seçimlere DP çatısı altında katılmak için anlaşmış olmasına rağmen, DP Yüksek Seçim Kurulu'na verdiği listede hiçbir ANAP'lıya yer vermemişti. Mumcu durumu şöyle özetledi: "Anlaşmamıza rağmen, bize ihanet yapıldı. Ağar kalleşçe davrandı."

Mehmet Ağar her zamanki gibi yine sustu. Suskunluğu ona çok şey kazandırdı bugüne kadar. 2011 yılına gelince Ağar, oyunu AKP'ye vereceğini açıkladı. 2012 yılında Susurluk davasından aldığı ceza onanınca, Ağar'ın Bodrum'da yaşayan ailesine yakın olabilmesi için civarda cezaevi arayışı başladı. Adalet Bakanlığı yetkilileri Bodrum'a 160 km. mesafedeki Yenipazar ilçe cezaevinin onun için uygun ve güvenlikli cezaevi olacağını söyledi. Ağar girmeden cezaevinde tadilat yapıldı. Yakınına bir de helikopter pisti inşa edildi. Ağar gidip teslim oldu. 1 yıl sonra demetimli serbestlik sayesinde tahliye oldu. Çıkınca, ''Bunu bir devlet görevi olarak gördüm, tamamladım. Devlet 'gel' dedi geldik, 'git' dedi gittik'' dedi.

CEM UZAN OPERASYONU

Bir iş adamı ve medya patronu durduk yerde parti kurdu. Meydan meydan gezdi. kurulduktan 6 ay sonra katıldığı seçimlerde yüzde 7.25 oy aldı. AKP ile aynı dönem kuruldu. İlk seçimlerine 2002 yılında beraber girdiler. AKP iktidar oldu. O 2007 seçimlerini beklemek zorunda kaldı. Tüm kamuoyunu hayrete düşüren bir çıkış yapan çiçeği burnunda siyasetçi Cem Uzan'dan başkası değildi. Hiçbir siyasi alt yapısı yoktu. Kadroları kurt siyasetçilerden oluşmuyordu. AKP için gelecekte çok ama çok büyük rakip olacağını kestirmek zor değildi.

2007 yılına kadar Cem Uzan'a yapılan operasyon sonuç verdi. Adamın tüm şirketlerine, inşaa ettiği elektrik santrallerine, gsm operatörüne ve tüm medya organlarına el koydular. 2007 seçimlerine gelindiğinde Cem Uzan'lı Genç Parti sadece yüzde 3 oy alabildi. Uzan 2 yıl sonra çareyi kaçmakta buldu.

KURTULMUŞ VE SOYLU AKP'YE NASIL GEÇTİ

İki kez kapatılan parti Saadet,  yeni bir kan bulmuştu kendine: Numan Kurtulmuş. Yeni lider söylemleriyle AKP tabanını da oluşturan Milli Görüş içinde yeniden kıpırtılara sebep oldu. Erbakan da hakkın rahmetine kavuşunca,  parti içindeki Kurtulmuş'un yükselişi, eski kadroları rahatsız etmeye başladı. Parti içinde muhalefet sesleri yükselmeye başladı. Kurtulmuş bir karar verme ihtiyacı duydu. Mücadeleye Saadet içinde mi devam edecekti yoksa yeni bir parti mi kurmalıydı.

Bir süre bocaladı. AKP ile de yakın olan bazı gazetecilerden fikir aldı. (İsimleri bende saklı) Kurtulmuş telkinlerle Saadet Partisi'nden kopmaya karar verdi. O güne kadar Tayyip Erdoğan ve AKP aleyhine çok sert açıklamalar yapan Numan Kurtulmuş artık AKP'de siyaset yapacaktı.

Ağar'ın ardından DP'nin başına önce Namık Kemal Zeybek sonra 2008 yılında Süleyman Soylu geçti. Gençti, dinamikti parti içinde seviliyordu. Merkez sağda yeni bir hareket  olabilir, DP'yi belki de meclise taşıyabilirdi. Basın da Soylu'ya ilgi gösteriyordu. 2009'da kendi aldığı olağanüstü kongre kararında koltuğu Hüsamettin Cindoruk'a kaptırdı. Soylu'nun siyasi yaşamı DP'nin çalkantılı kongreleriyle 2012'ye kadar devam etti. Sonra AKP'ye katıldı.
DP Kocaeli İl Başkanı Mustafa Nazlıgül, Soylu'yu partiyi bitirmek ve kasasını boşaltmakla suçladı.

AKP İÇİNDEKİ İHTİMALLER

AKP parti dışındaki üç lider tehlikesinden ikisini bünyesine alarak enterne etti. Üçüncüsü olan Cem Uzan'ı ise memleket sınırları içinde bile barınamaz duruma getirdi.

Gelelim içerideki tehlikelere...

Erkan Mumcu bir tehlike idi. Parti içinde zapt edemediler. Mehmet Ağar'ın 'ihanetiyle' Mumcu'nun siyaseti bitmiş oldu.

AKP içinde bir dönem çok dikkat çeken karizması ve liyâkatıyla öne çıkan ve parti geleneğinden gelmeyen en önemli isim Kürşad Tüzmen idi. Tüzmen 1999-2002 yıllarında Dış Ticaret Müsteşarı olarak görev yapmıştı. AKP'nin ilk iki döneminde Gümrükler ve Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yaptı. Ne yaptıysa ilgi odağı oldu. Alışılmışın dışında bir siyasetçi tablosu çizdi. Sempatikti, atletikti, dışa dönüktü. Bana göre pek çok kişiden daha fazla liderlik vasıfları taşıyordu. AKP iki dönem sonra ondan vazgeçti. Siyaseti genç yaşta bıraktı ve bir daha da niyetlenmedi(?)

Bir diğer isim Abdüllatif Şener idi. AKP kurucularından hâtta ağır toplarından biriydi. İlk dönem Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı. İkinci dönem seçimlerinden önce partiden istifa etti. Kimse ne olduğunu anlamadı. Partiden ayrılma sebebi olarak ne AKP kanadı ne de Şener doyurucu bir açıklama yapmadı. Türkiye Partisi'ni kurdu. Sonra da kapattı.

Parti içindeki son isim İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı yapan Ali Müfit Gürtuna. Gürtuna Tayyip Erdoğan'dan çok önce ANAP saflarında 1984 yılında İstanbul Büyükşehir Meclis üyeliği ve meclis başkanvekilliği görevlerinde bulundu. 84-89 yılları arasında geçen bu süreden sonra ANAP'In içindeki sıkıntılardan dolayı siyaseti bıraktı. 1994 yılında Erdoğan'ın teklifiyle Refah Partisi'nden meclis üyesi oldu. Erdoğan ile oldukça uyumlu çalıştı. Başkavekilliği yaptı. 1998'de Erdoğan'ın cezası onanınca 1999 yılındaki seçimlerde kapatılan RP'nin yerine açaılan Fazilet Partisi'nden seçilerek belediye başkanı oldu. Gürtuna da tıpkı Tüzmen gibi, dışa dönüktü. Onu bir maratonda koşarken, bir Marmara'ya dalarken görüyorduk.
Gürtuna partililer tarafından, belediyede Erdoğan kadrolarını tasfiye etmekle suçlandı. 2002 yılında kurulan AKP'ye üye olmadı. 2004 seçimlerinde yeniden aday olmadı.
2006 yılında Turkuaz Hareketi adlı siyasi bir hareket başlattı. Bir süre sonra aldığı tehdit telefonları almaya başladı.
2013 yılında Yurt Gazetesi'ne verdiği röportajda, AKP hükümetinin bakanlık müfettişlerini seferber ederek aleyhinde delil bulmak için çok çaba sarf ettiklerini söyleyerek, "Toplu iğne ucu kadar bir açığım olsaydı idam cezasını geri getirir beni idam ederlerdi." dedi.

BUGÜNE ULAŞAMAYAN İHTİMALLER

Üç kişiydiler. İkisi çocukluk arkadaşıydı. İki çocukluk arkadaşı aynı sonla, diğeri faili meçhulle bugüne ulaşamadı.

İlki Adnan Kahveci'ydi. ANAP'ın altın çocuğu...

Özal'ın sağ kolu, Kürt sorununu çözmeye and içen, tanıyanların dürüstlüğünde ittifak ettiği, bir dönemin dâhi siyasetçisi olarak kabul gören Adnan Kahveci.

1993'ün Uğur Mumcu'dan (Mumcu'nun ölümünden 12 gün sonra) sonraki ikinci sarsıcı ölümü Adnan Kahveci'ninki idi. Üçüncüsü Eşref Bitlis, dördüncüsü Özal...
5 Şubat 1993 yılında şüpheli bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Biliyorlardı ki; Kahveci ölmeseydi. Mumcu suikastını karanlıkta bırakmayacaktı. Biliyorlardı ki, belki de Özal ve Bitlis'in ölümü daha da zor olacaktı. ANAP döneminde devlet bakanlığı ve maliye bakanlığı yaptı. Özal için Kürt raporu hazırladı. Özal'ın cumhurbaşkanlığı ile kan kaybeden ANAP'tan ayrılarak yeni bir parti kurması veya ANAP'ın başına geçmesi bekleniyordu.

Efsane vali olarak anılan ve 2003 yılında kaybettiğimiz Recep Yazıcıoğlu, Adnan Kahveci'nin çocukluk arkadaşıdır. Kahveci, defalarca Yazıcıoğlu'nu siyasete davet etmiş, Yazıcıoğlu da ona, "Sadece senin genel başkan olduğun bir partide siyaset yaparım" cevabını vermiştir. Valilik görevi boyunca memlekete yaptığı hizmetleri bir bir sıralamaya gerek yok. O da Kahveci gibi şüpheli bir kazada hayatını kaybetmiştir.

Kahveci ölmemiş ve yanına Yazıcıoğolu'nu alarak siyasete devam etmiş olsaydı. Bugünkü siyasi görünümde bir değişiklik mutlaka olurdu.

Üçüncüsü ve herkesin gözünden kaçan bir efsane daha var ki, ihtimal haricinde değil: Gaffar Okkan.
Diyarbakır Emniyet Müdürü iken 2001 yılında faili meçhul bir katliama, evet Okkan'ın öldürülmesi suikast değil bir katliamdır. Bir kişiyi öldürmek nasıl katliam olur demeyin. Onlarca kişiyi öldürebileceğiniz mühimmatı bir kişinin üzerinde kullanırsanız bu katliamdır.

Okkan Diyarbakır'daki uygulamalarıyla halkın sevgisini kazanmış, 'halkı devlete kazandıran adam' olarak tarihe geçmiştir. Öldürüldüğü gün Diyarbakır esnafı kepenk kapatmış, cenazesine binlerce Diyarbakırlı katılmıştır. Okkan yakın gelecekte siyasete atılmayı planlamış mıdır, bilemiyorum. Lakin, onun siyasete girmesi ve seçeceği taraf eminin ki dengelerin o yönde değişmesine sebep olacaktı.

Okkan'ın o tarihteki özel kalem müdürü olan Zeki Bulut ile Denizli emniyet müdürü olarak görev yaptığı esnada, birkaç kez görüşme fırsatım olmuştu. Okkan'ın kişiliği ve Diyarbakır'a yaptığı hizmetler hakkında teferruatlı malumat edindim. Öldürülme sebebi ve failler hakkındaki edindiğim bilgiler ise şimdilik saklı kalmalı.

YUKARIDA TÜRK SİYASETİNDE ROL ALAN VEYA ALMASI MUHTEMEL İNSANLARIN NASIL EKARTE EDİLDİĞİ VEYA BİR ŞEKİLDE SİYASETTEN NASIL UZAKLAŞTIRILDIĞI KONUSUNDA ÖRNEKLER VERMEYE ÇALIŞTIK.

BUGÜNKÜ TEK ADAM, TEK PARTİ AÇMAZININ GEÇMİŞTEN GELEN BAZI MÜHENDİSLİKLERİN ÜRÜNÜ OLDUĞUNA İNANIYORUM.

80 MİLYONLUK ÜLKEDE YENİ BİR SİYASİ PARTİ VEYA BİR SİYASİ LİDER ÇIKMAMASININ BAŞKA AÇIKLAMASI OLMADIĞINA İNANIYORUM.





DİKKAT: TÜM HAKLARI SAKLIDIR. Yazının izinsiz olarak BİR KISMI VEYA TAMAMININ her türlü ortamda kullanılması, 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri kanunu gereğince yasaktır. Sanal ortamda sadece link verilerek paylaşılabilir.



Ekonomik buhranlar veya gerilemeler, politik olarak dikkatlerin dağıtılmasını gerektirir. Düzmece siyasi krizler, hatta askeri darbeler organize edilir. Zamanımızda herşey ama herşey ekonomiktir.
12 eylül darbesinin arka planında liberal ekonomiye geçişin sağlanması yattığı gibi, 2001 krizi ve koalisyon hükümetlerine son verilme nedeni de; dünya finans sistemine Türkiye'nin adabte edilmesidir.

Geçen gece Türkiye İhracatçılar Meclisi'nin “Türkiye'nin Yıldızları Ödül” törenine davetliydim. Törende İSO 500 listesinde 343. sırada bulunan Durmazlar Makina da ödül aldı. Uzun zamandır
kendisini yakından tanıdığım Durmazlar Makina Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Durmaz'la birkaç yıldır görüşemiyorduk. Bu vesileyle görüşme fırsatımız oldu. Durmaz aynı zamanda eski Makina İmalatçıları Birliği başkanı. Tören öncesi kokteylde ayak üstü laflarken, “Doğduğumdan beri kriz bitmedi şu memlekette” diye başlayan cümlesi gündem değerlendirmesiyle devam etti. Durmaz, bugün NASA'ya uzay mekiği üretiminde kullanılan makinalar yaptıklarını ifade ederken 58 yıllık firmalarının krizler içinde büyüdüğünü söyledi.

Türkiye'de ihracat yapan öz sermayeleriyle büyük atılımlara imza atan firmaların krizlere şerbetli olduğu gerçek.

Dolar ve Euro'nun son bir yılda tavan yapması, işsizlik ve cari açığın büyümesi, dış politikada; özellikle Ortadoğu'da uyguladığımız politikalar, enflasyonun artması,Türkiye'nin son birkaç yılda yaşadığı gizli ekonomik krizin ipuçları.

Gündeme baktığımızda kimsenin bunlardan söz etmemesini nasıl değerlendirmemiz gerekir?

Gezi Parkı eylemleriyle başlayan, 17 Aralık'la tavan yapan suni gündemler bitip tükenmek bilmiyor da ondan. İktidar partisi gündem belirleme ve gündem değiştirme ilizyonisti. Özellikle başbakan bu konuda tam bir mandrake.

Sim sala bim...

**********

Yazımızın ana ekseni aslında 'adam kıtlığı' konusu olacaktı.

Neyse küçük bir eksen kayması...

Osmanlı'da kullanılan 'kaht-ı rical' deyimi yani 'adam kıtlığı' mevzusu, dönem dönem yaşanan sıkıntılı bir durumdur.

Halkının yüzde 50 oyunu almış bir liderin, geri kalan yüzde 50'sini hedef tahtasına koyması kaht-ı rical dönemininden kurtulamadığımızın en bariz göstergesi.

İşi ehline vermek” veya “riyaset” sahiplerinin görev başında olmaları kaht-ı ricali engeller engellemesine de; peki ya gerekli meziyetlere sahip insanlar bulunmazsa/bulunamazsa ne olur.

Bugün yaşananlar elbette...

Özal'ın ölümünden bu yana kaht-ı rical devam etmektedir.
Özal sonrası ülkeyi yöneten parti ve liderlerine baktığımızda bunu açıkça görüyoruz. Son dönemde ise iktidar partisinin devlet ve halkıyla girdiği mücadele kaht-ı ricalin bir an önce bitmesi gerektiği gerçeğini de gün yüzüne çıkarıyor.

Yolsuzluk iddialarının üzerinin örtülmesi bile AKP'nin yerel seçimlerde oy oranında büyük düşüşlere sebep olmadı. Bazı siyasi yorumcuların bunu açıklamakta zorluk çekmelerini anlayamıyorum. Kabine üyelerinin çocuklarının evlerinde bulunan paraların, bir tv kanalının satın alınmasında kurulan konsorsiyumun, başbakanın oğlunun vakfına bağışlanan milyonların seçimlerde AKP'ye negatif yansımasının çok küçük olması, alternatifinin olmamasından kaynaklandığı çok açık.
AKP öncesi dönemde memleketin halini çok iyi hatırlayan vatandaş gidip yeniden oyunu AKP'ye verdi.

Yerel seçimlerde CHP gibi bir partinin MHP'li aday göstermesi kaht-ı rical değilde nedir?
Özal sonrası alternatiflere baktığımızda rahmetli Adnan Kahveci'nin lider olarak Türk halkının karşısında çıkma çalışmaları yaptığını görüyoruz. Hatta çocukluk arkadaşı yine rahmetli efsane vali Recep Yazıcıoğlu'nu da yanına alacağı biliniyordu. Ne yazık ki ve ne hikmetse ikisini de trafik kazasında kaybettik.

Mesut Yılmaz'ların, Çiller'lerin, Demirel, Erbakan ve Ecevitler'in dönemlerine tek tek projektör tutarsak, 'adam kıtlığı'nı görmemiz fazlasıyla mümkün.
Adam gibi görünen ve adam olmadığı çok sonra anlaşılan yöneticilerin elinde bu ülke yıllardır heder olmuştur.

**********

AKP'nin ve Tayyip Erdoğan'ın ne tür politikalar ürettiğine bakılmadan 12 yıllık iktidar mazilerinin ardında yatan gerçek alternatifsiz oluşlarıdır.
2002 yılında iktidara geldiklerinde, liberal-muhafazakâr olduklarını, halkın her kesimini kucaklayacaklarını defalarca dile getirmişler, meyhanelere kadar giderek oy istemişler, kendilerini halka arz etmişlerdi.
Sağdan merkeze kayan ve yapılan operasyonlarla merkezin tek partisi görünümü alan AKP, aslında hiçbir döneminde merkez parti olamamıştır.
ANAP ve DYP'nin birleşmesi engellenmiş, ortaya çıkabilecek tüm liderler ya pasifize edilmiş veya AKP bünyesine alınarak, merkez sağ tamamen AKP'ye tahsis edildi.

AKP ekonomi politikalarıyla Türkiye'yi tam bir kapitalizm döngüsüne sokmuş, muhafazakâr duruşu sadece iç politika aracı olarak kullanmıştır.
Uluslararası güçler tarafından 2001 yılına kadar bir türlü global finans sistemine, siyasi ve ekonomik krizler nedeniyle dahil edilemeyen Türkiye, sükûnete kavuşunca borsa ve bankaları global şirketler tarafından paylaşıldarak, dünyaya entegrasyon sağlanmıştır.

**********

Türkiye formüllere, tanımlamalara uymayan insanların yaşadığı bir ülkedir:
selamunaleyküm” diyen Ermenisi, “bye bye” diyen dindarı mevcut. Oruç tutan komünisti, namaz kılan ulusalcısı var.

'Öteki Türkiye' ile 'Beriki Türkiye'yi, 'Beyaz Türkler'le 'Siyah Türkler'i, ulusalcıyla muhafazakârı; ayrıştırmak, aralarında uçurumlar oluşturmak, oy rantı için farklı düşünceleri nefrete dönüştürmek yerine, 'milli birlik' potasında halkı kucaklayan bir lidere ihtiyaç var.
Taksim meydanında bira şişesiyle “TC” yazan adama kafayı takan değil, polisten kaçarak camiye sığınanlara şefkatle yaklaşan, onlara Allah'ın evini açan imamı sürgüne göndermeyen bir lidere ihtiyaç var.

12 yıllık iktidar günahlarını paralel bir günah keçisine yıkan değil, yolsuzlukla suçlanan bakanların dosyalarını hasır altı etmeyen bir lidere ihtiyaç var. Her olayda kendine ve partisine komplo yapıldığını iddia ederek, mağdur edebiyatının Tolstoy'u değil, ülke güvenliğini tehdit edecek boyutlara varan dinlemelerin faillerini ortaya çıkararak adalete teslim eden bir lidere ihtiyaç var.

Kaht-ı rical döneminin bitmesi, bu topraklarda yaşayan her türden insanla empati yapabilecek gerçek bir lidere ihtiyaç var. Kıran-döken değil; birleştiren, öfkeyle değil; usuletle ve suhuletle yöneten bir lidere ihtiyaç var.

Hz. Ömer, “Bana yardım ediniz” deyip sahabelerden yardım ister. Herkes “Edelim Ya Ömer! Malımızla, mülkümüzle, paramızla nasıl istersen yardım edelim” demişler. Hz. Ömer şu cevabı verir: “Hayır, hayır, bana her şeyden önce adam lazım, adam!



 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün talimatıyla hareket geçen Devlet Denetleme Kurulu, eski Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal’ın ölümüyle ilgili başlattığı araştırmayı bitirdi. Sonuç: Ürkütücü…

DDK’nın hazırladığı 44 sayfalık raporun hülasası: Turgut Özal’ın öldürülmüş olabileceği. DDK bunun ortaya çıkması için feth-i kabir yani mezarın açılıp otopsi yapılmasını istiyor.
Bu istek resmi makamlarca nasıl yankı bulacak, otopsi yapılacak mı? Bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Otopsi yapılır veya yapılmaz. Ölüm sebebi belli olur veya olmaz. Bunlar bir kenara, Turgut Özal’ın öldüğü yıl olan 1993 yılına geri dönüp, Özal’ın ölümü öncesi ve sonrasında yaşanan olayların çok daha önemli ve bir o kadar da, hepsinin tek tek ele alınması gerektiği kanaatini taşıyorum.
Son yıllarda kürt sorunu tartışmalarının alevlenmesi ve PKK’nın yeniden gündeme gelmesi, 1993 yılını daha da önemli kılıyor bence.

1992 yılında Turgut Özal Güneydoğu ile ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kaya Toperi ve başyaveri kurmay Albay Arslan Güner’e, 10 sayfalık bir Kürt Raporu hazırlattı.
Özal raporu 13 Mart 1992 tarihli MGK’da gündeme getirdi ve af dahil siyasi-sosyal çözümlere değindi.
Aynı günlerde ilginç bir biçimde şiddet eylemleri had sayfaya vardı. PKK bir yerden düğmeye basılmış gibi devletin en tepesinde af, siyasi-sosyal çözüm konuşulduğu bir dönemde bu konuşmaları provoke edercesine eylemlerine hız verdi. 1992 Nevruz’unda bölge halkını “kitlesel ayaklanma” çağrısı ile kışkırttı ve Mart 1992’de tarihin en kanlı Nevruz’unu yaşadık.

İki günde resmi kayıtlara göre 57, sivil toplum kuruluşlarına göre 113 kişi hayatını kaybetti.

Turgut Özal o günlerde ANAP Milletvekili Adnan Kahveci’ye de aynı konuda rapor hazırlaması için görev verdi. Adnan Kahveci bir süre Güneydoğu’da inceleme yaptı ve “Kürt Sorunu Nasıl Çözülmez?” başlıklı raporunu Mayıs 1992’da Turgut Özal’a sundu. Adnan Kahveci raporunda diyordu ki:  “Askeri çözümle ülke çözüme ulaştırılamamıştır. Bugün Kürt sorunu siyasal bir kriz halini almıştır. Çözüm için cesur adımlara ihtiyaç vardır. Bu nedenle Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek Kürtlerin siyasal hakları verilmelidir. Bu durum Türkiye’de demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp PKK gibi terör örgütlerine olan halk desteğini de ortadan kaldıracaktır.”
Cumhurbaşkanı Özal Kürt sorununu çözmek için uğraştıkça nedense şiddet eylemleri artıyordu. Adnan Kahveci’nin raporu 27 Ağustos 1992 tarihli MGK’da tartışıldı ve Özal GAP Televizyonunda Kürtçe yayın yapılmasını istemişti. Ve ardından Türkiye’de derin bir el PKK aracılığıyla bazen bölge halkını kurşuna dizerek bazen güvenlik güçlerine saldırarak Kürt – Türk çatışmasını sağlayacak kanlı eylemlerin dozunu arttıracaktı.

Şimdi tarihe küçük bir yolculuk yaparak, Özal’ın ölümü öncesi ve sonrasında meydana gelen olaylara kısaca bakalım. Özal 1992 yılının mart ayında MGK’da kürt raporunu gündeme getiriyor. Mart ayından sonra yaşananlar:

            11 Haziran 1992: Bitlis Tatvan’da Köy minibüsü durduruldu minibüs kurşuna
            dizildi, 13 köylü öldü.

            27 Haziran: Silvan Yol aç Köyü Cami cemaati kurşuna dizildi. 10
            köylü öldü..

            18 Ağustos: Şırnak’da olaylar çıktı. İçişleri bakanı İsmet Sezgin
            olayı “300 PKK’lı şehri bastı” diyerek duyurdu. 3 gün süren
            olaylarda şehir harabeye döndü. Ölü ve yaralıların kesin rakamı hâlâ
            bilinmiyor.

            5 Eylül: Bingöl Genç karayolunda araçtan indirilen 7 kişi öldürüldü.

            13 Eylül: Şemdinli’de Jandarma Karakolu basıldı, 15 er şehit oldu.

            15 Eylül: Batman Kozluk ilçesi köy minibüsü bombalandı, 10 köylü
            öldü.

            29 Eylül: Irak sınırındaki Derecik karakolu basıldı 27 askerimiz
            şehit oldu.

            1 Ekim: Bitlis’in Cevizdalı köyünde 30 kişi öldürüldü.

            20 Ekim: 72 yaşındaki Kürt yazar Musa Anter Diyarbakır’da öldürüldü.

             Ve bu olaylar sonunda Silahlı Kuvvetler Peşmergelerle birlikte
            Hakurk operasyonunu başlattı. İlk defa peşmergelerle ortak harekât
            Yapılıyordu. Ardından Bingöl ve Diyarbakır’da PKK kampları havadan bombalandı.
            150 PKK’nın öldüğü açıklandı.

            24 Ocak 1993: PKK-Devlet ilişkisini inceleyen bir kitap
            hazırlığındaki Gazeteci-yazar Uğur Mumcu evinin önünde öldürüldü.

            5 Şubat: ”Kürt Sorunu Nasıl Çözülmez” isimli raporu hazırlayan Adnan
            Kahveci şüpheli bir trafik kaza geçirdi ve eşiyle birlikte vefat
etti. (Adnan Kahveci ANAP içinde çok büyük bir kitlenin desteğiyle genel başkanlığa hazırlanıyordu. Yanına çok yakın arkadaşı süper vali rahmetli Recep Yazıcıoğlu’nu da alacaktı. Yazıcıoğlu’da Kahveci’nin ölümünden 10 yıl sonra yine şüpheli bir trafik kazasında öldü.)

            17 Şubat: Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’in helikopteri
            Ankara yakınında düştü. Helikopterdekilerden kurtulan olmadı. Eşref
            Bitlis vefatından bir hafta önce Suriye, İran ve Irak dışişleri
            bakanlarıyla PKK’nın bitirilmesi için görüşmeler yapmıştı.

            17 Nisan: Cumhurbaşkanı Turgut Özalsabah saatlerinde kalp
            yetmezliği sebebiyle vefat etti. Özal ölümünden iki ay önce
            Başbakan Süleyman Demirel’e Kürt sorununun çözümüne dair önerileri
            içeren bir mektup göndermiş, mektubunda çözüme yönelik siyasi-sosyal
            önerilerini sıralamıştı. Turgut Özal’ın ölümü hâlâ tartışılmaya
            devam ediyor ve çoğu kimse bunun bir suikast olduğuna inanıyor.

            16 Mayıs: Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçildi.

            24 Mayıs: Bakanlar Kurulu 25 Mayıs’ta af gündemiyle toplanacaktı. Ama
            o gün Bingöl’de terhis olan 33 er şehitedildi. Erler silahsız ve
            korumasız sivil bir araçla yola çıkarılmıştı. PKK’nın bu durumu
            önceden istihbarat aldığı o gün de söylenmişti. Şimdi Ergenekon
            Davası ile bunun PKK’ya bir gün sonra toplanacak Bakanlar Kurulu’nu
            provoke etmek için bilgi sızdırıldığı hem canlı tanıkları hem de
            davadaki belgelerle anlatılmaya devam ediyor.

            15 Haziran: Tansu Çiller ilk kadın başbakanımız oldu.

            15 Haziran: Bitlis’te 9 vatandaşımız iki köye yapılan roketatar
            saldırısı ile öldürüldü.

            2 Temmuz: Sivas’ta Madımak Oteli ateşe verildi 37 Alevi vatandaşımız
            yanarak veya dumandan boğularak can verdi.

            5 Temmuz: Erzincan’ın Başbağlar Köyü basıldı 33 kişi katledildi. Köy
            Sünni bir köyümüzdü.

            4 Ağustos: Bitlis Mutki otobüsü tarandı 15 kişi öldürüldü.

            4 Eylül: Batman’daki olaylarda DEP Milletvekili Mehmet Sincar ve DEP
            İl Yöneticisi öldürüldü.

            10 Ekim: Başbakan Tansu Çiller Viyana’da “İspanya tecrübesinden (Bask
            Modeli) biz de yararlanacağız” dedi.

            11 Ekim: Cumhurbaşkanı Demirel Başbakan Tansu Çiller’i yanıtları
            “Çözümü İspanya’da arama” dedi.

            22 Ekim: Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar
            Aydın Tugay komutanlığı bahçesinde alnından vurularak öldürüldü.
            Başlatılan operasyonda Lice’nin üzeri siyah dumanlarla kaplandı.
Lice’yi giriş çıkışlar yasaklandı. (Bugün Bahtiyar Aydın’ın öldürülmesi
konusunda yeniden araştırma başlatıldı.)

            27 Ekim: Lice olayları sonrasında daha önce Kürtçe yayından, Bask
            Modelinden bahseden Başbakan Tansu Çiller şahinleşti ve “Ya bitecek
            ya bitecek!” dedi.

            31 Ekim: Tansu Çiller “Terörün dıştaki ve içteki kaynaklarını
            Kurutacağız” dedi.

            3 Kasım: Tansu Çiller “Elimizde PKK’ya yardım eden 60 Kürt
            İşadamının listesi var. Devlet PKK ile olduğu gibi PKK’ya mali
destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir” dedi.
Bu açıklamalardan sonra bazı Kürt işadamları öldürüldü. Bazıları
da rüşvet vererek canlarını zor kurtardı.

4 Kasım: Orgeneral Eşref Bitlis'in şüpheli ölümünden sonra Mart 1993'te bu olayı protesto etmek için Jandarma Komutanı Binbaşı Ahmet Cem Ersever askerlikten istifa etti. Ersever daha sonra, Celal Talabani'nin ihanetleri, PKK ilişkileri, Güneydoğu'daki gerçek durum, köy korucuları, itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında birçok açıklamada bulundu.   "Güneydoğu Anadolu'daki olayların gerçekleri Türk milletinden gizleniyor"  dedi. Ve 4 Kasım 1993'te elleri önden bağlanmış kafasına iki el ateş edilmiş cesedi, Ankara Elmadağ ilçesi çıkışında bulundu.

Yukarıdaki olaylara 2012 yılından bakıp tahlil ettiğimizde, bu olaylardan ve ölümlerden kimler yararlandı. Hangi siyasilerin ölümüyle, hangi siyasi figürlerin önü açıldı. Görmemiz mümkün.
Ayrıca PKK ve kürt sorununun o yıllarda çözülmeyerek bugünlere kadar, Türkiye’nin sırtında bir kambur olması kimin-kimlerin işine yaradı. Bunu da değerlendirmek ve geçmişe bakarak, geleceğe bir yön çizmek gerek.