KEMÂL KAPLAN - 17 Ekim 2015

Kendinize hiç sordunuz mu; Bu ülkede neden yeni bir siyasi lider çıkmıyor. sağda neden bir alternatif parti kurulmuyor?

Türk siyaseti 13 yıldır alternatifsiz bir AKP iktidarıyla nasıl yürüyor. Nasıl oluyor da, AKP merkez sağ parti iddiasını tek tabanca sürdürebiliyor?

Tüm söylemlerini bu alternatifsizlik üzerine kuran AKP, aldığı oy oranının alternatifsizlikle doğru orantılı yükseldiğini gayet iyi biliyor.

40 yıldır sol partilerin iktidar olma ihtimalsizliği siyaset bilimciler tarafından kabul gören bir senaryo, oyunlar sağ partiler üzerine yapılıyor. Stratejiler onun üzerinden ilerliyor.

Özal'dan AKP'ye kadar geçen süre içinde merkez sağ ANAP ve DYP ekseninde siyaset yapıyor ve iktidar gel-gitleri bu partilerle gerçekleşiyordu. İki partinin ekonomik ve siyasi performansları, gerek tek başına, gerekse koalisyon dönemlerinde kendilerini bitirme yönünde tezahür etti.

Enflasyon-devalüasyon girdabından, yolsuzluk, devlet-mafya-çete üçgeninden ve 28 Şubat garabetinden kurtulamayan merkez sağ, en son karmaşık bir; sağ-sol-milliyetçi sağ (DSP-ANAP-MHP) koalisyonuyla ipi boğazına geçirerek, altındaki sandalyeye kendisi bir tekme atmış oldu.
"Bu bir krizdir" diyerek, memleketi uçurumun eşiğinde bırakıp giderlerken, merkez sağı 'Ilımlı İslâm(!)' projesine teslim ettiklerini biliyorlar mıydı?

10 YILDA PARTİLERİNİ VE KENDİLERİNİ BİTİRDİLER

Türk siyaseti başrol oyuncularını kolay kolay sahneden indirmez. Demirel, Erbakan ve Ecevit'e bakınca bunu anlayabiliriz. Yaşasaydı Özal'ın da 40 yıl siyaset sahnesinde olması muhtemeldi. Peki nasıl oldu da, merkez sağın iki ismi, Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz henüz 10 yılı bile tamamlamamışken, hem partilerini hem de, siyasi yaşamlarını batırıp-bitirip çekip gitmişlerdi.
Refah Partisi'nin başına gelenler ise iki kez kapanma ve yenilikçi tasvir edilen kanadın partiden ayrılmasıyla, Milli Görüş bir daha belini doğrultamadı.

Yenilikçi kanat önce Abdullah Gül sonra Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde ANAP ve DYP siyasetçilerini de bünyelerine katarak, AKP adıyla merkez sağa talip oldular. Muhafazakâr-demokrat söylem ve dibe vuran ekonomik yapı, AKP oluşumunu bir anda iktidara taşıdı.

GELELİM ASIL MESELEYE

Merkez sağın tekel altına alınması çok planlı ve stratejik bir operasyon olarak yıllara yayılıp uygulandı. AKP iktidarının en büyük başarısı da bence budur. Kendilerine rakip olabilecek hiçbir siyasi oluşum veya lideri daha palazlanmadan yok ettiler veya bünyelerinde erittiler.

ANAP içinde parlayan bir yıldız olan Erkan Mumcu, AKP saflarına dahil edilerek, kültür bakanlığıyla oyalanması sağlandı. Bir süre sonra Mumcu, AKP içinde kendine bir yer bulamayacağını anlayınca, ANAP kalıntısının başına geçti. adı DP olarak değişen DYP'nin başında ise 'pike' lakaplı her dönemin gizem adamı Mehmet Ağar bulunuyordu.

Erkan Mumcu, Mehmet Ağar ile görüşerek 2007 yılındaki seçimlere DP çatısı altında katılmak için anlaşmış olmasına rağmen, DP Yüksek Seçim Kurulu'na verdiği listede hiçbir ANAP'lıya yer vermemişti. Mumcu durumu şöyle özetledi: "Anlaşmamıza rağmen, bize ihanet yapıldı. Ağar kalleşçe davrandı."

Mehmet Ağar her zamanki gibi yine sustu. Suskunluğu ona çok şey kazandırdı bugüne kadar. 2011 yılına gelince Ağar, oyunu AKP'ye vereceğini açıkladı. 2012 yılında Susurluk davasından aldığı ceza onanınca, Ağar'ın Bodrum'da yaşayan ailesine yakın olabilmesi için civarda cezaevi arayışı başladı. Adalet Bakanlığı yetkilileri Bodrum'a 160 km. mesafedeki Yenipazar ilçe cezaevinin onun için uygun ve güvenlikli cezaevi olacağını söyledi. Ağar girmeden cezaevinde tadilat yapıldı. Yakınına bir de helikopter pisti inşa edildi. Ağar gidip teslim oldu. 1 yıl sonra demetimli serbestlik sayesinde tahliye oldu. Çıkınca, ''Bunu bir devlet görevi olarak gördüm, tamamladım. Devlet 'gel' dedi geldik, 'git' dedi gittik'' dedi.

CEM UZAN OPERASYONU

Bir iş adamı ve medya patronu durduk yerde parti kurdu. Meydan meydan gezdi. kurulduktan 6 ay sonra katıldığı seçimlerde yüzde 7.25 oy aldı. AKP ile aynı dönem kuruldu. İlk seçimlerine 2002 yılında beraber girdiler. AKP iktidar oldu. O 2007 seçimlerini beklemek zorunda kaldı. Tüm kamuoyunu hayrete düşüren bir çıkış yapan çiçeği burnunda siyasetçi Cem Uzan'dan başkası değildi. Hiçbir siyasi alt yapısı yoktu. Kadroları kurt siyasetçilerden oluşmuyordu. AKP için gelecekte çok ama çok büyük rakip olacağını kestirmek zor değildi.

2007 yılına kadar Cem Uzan'a yapılan operasyon sonuç verdi. Adamın tüm şirketlerine, inşaa ettiği elektrik santrallerine, gsm operatörüne ve tüm medya organlarına el koydular. 2007 seçimlerine gelindiğinde Cem Uzan'lı Genç Parti sadece yüzde 3 oy alabildi. Uzan 2 yıl sonra çareyi kaçmakta buldu.

KURTULMUŞ VE SOYLU AKP'YE NASIL GEÇTİ

İki kez kapatılan parti Saadet,  yeni bir kan bulmuştu kendine: Numan Kurtulmuş. Yeni lider söylemleriyle AKP tabanını da oluşturan Milli Görüş içinde yeniden kıpırtılara sebep oldu. Erbakan da hakkın rahmetine kavuşunca,  parti içindeki Kurtulmuş'un yükselişi, eski kadroları rahatsız etmeye başladı. Parti içinde muhalefet sesleri yükselmeye başladı. Kurtulmuş bir karar verme ihtiyacı duydu. Mücadeleye Saadet içinde mi devam edecekti yoksa yeni bir parti mi kurmalıydı.

Bir süre bocaladı. AKP ile de yakın olan bazı gazetecilerden fikir aldı. (İsimleri bende saklı) Kurtulmuş telkinlerle Saadet Partisi'nden kopmaya karar verdi. O güne kadar Tayyip Erdoğan ve AKP aleyhine çok sert açıklamalar yapan Numan Kurtulmuş artık AKP'de siyaset yapacaktı.

Ağar'ın ardından DP'nin başına önce Namık Kemal Zeybek sonra 2008 yılında Süleyman Soylu geçti. Gençti, dinamikti parti içinde seviliyordu. Merkez sağda yeni bir hareket  olabilir, DP'yi belki de meclise taşıyabilirdi. Basın da Soylu'ya ilgi gösteriyordu. 2009'da kendi aldığı olağanüstü kongre kararında koltuğu Hüsamettin Cindoruk'a kaptırdı. Soylu'nun siyasi yaşamı DP'nin çalkantılı kongreleriyle 2012'ye kadar devam etti. Sonra AKP'ye katıldı.
DP Kocaeli İl Başkanı Mustafa Nazlıgül, Soylu'yu partiyi bitirmek ve kasasını boşaltmakla suçladı.

AKP İÇİNDEKİ İHTİMALLER

AKP parti dışındaki üç lider tehlikesinden ikisini bünyesine alarak enterne etti. Üçüncüsü olan Cem Uzan'ı ise memleket sınırları içinde bile barınamaz duruma getirdi.

Gelelim içerideki tehlikelere...

Erkan Mumcu bir tehlike idi. Parti içinde zapt edemediler. Mehmet Ağar'ın 'ihanetiyle' Mumcu'nun siyaseti bitmiş oldu.

AKP içinde bir dönem çok dikkat çeken karizması ve liyâkatıyla öne çıkan ve parti geleneğinden gelmeyen en önemli isim Kürşad Tüzmen idi. Tüzmen 1999-2002 yıllarında Dış Ticaret Müsteşarı olarak görev yapmıştı. AKP'nin ilk iki döneminde Gümrükler ve Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yaptı. Ne yaptıysa ilgi odağı oldu. Alışılmışın dışında bir siyasetçi tablosu çizdi. Sempatikti, atletikti, dışa dönüktü. Bana göre pek çok kişiden daha fazla liderlik vasıfları taşıyordu. AKP iki dönem sonra ondan vazgeçti. Siyaseti genç yaşta bıraktı ve bir daha da niyetlenmedi(?)

Bir diğer isim Abdüllatif Şener idi. AKP kurucularından hâtta ağır toplarından biriydi. İlk dönem Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı. İkinci dönem seçimlerinden önce partiden istifa etti. Kimse ne olduğunu anlamadı. Partiden ayrılma sebebi olarak ne AKP kanadı ne de Şener doyurucu bir açıklama yapmadı. Türkiye Partisi'ni kurdu. Sonra da kapattı.

Parti içindeki son isim İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı yapan Ali Müfit Gürtuna. Gürtuna Tayyip Erdoğan'dan çok önce ANAP saflarında 1984 yılında İstanbul Büyükşehir Meclis üyeliği ve meclis başkanvekilliği görevlerinde bulundu. 84-89 yılları arasında geçen bu süreden sonra ANAP'In içindeki sıkıntılardan dolayı siyaseti bıraktı. 1994 yılında Erdoğan'ın teklifiyle Refah Partisi'nden meclis üyesi oldu. Erdoğan ile oldukça uyumlu çalıştı. Başkavekilliği yaptı. 1998'de Erdoğan'ın cezası onanınca 1999 yılındaki seçimlerde kapatılan RP'nin yerine açaılan Fazilet Partisi'nden seçilerek belediye başkanı oldu. Gürtuna da tıpkı Tüzmen gibi, dışa dönüktü. Onu bir maratonda koşarken, bir Marmara'ya dalarken görüyorduk.
Gürtuna partililer tarafından, belediyede Erdoğan kadrolarını tasfiye etmekle suçlandı. 2002 yılında kurulan AKP'ye üye olmadı. 2004 seçimlerinde yeniden aday olmadı.
2006 yılında Turkuaz Hareketi adlı siyasi bir hareket başlattı. Bir süre sonra aldığı tehdit telefonları almaya başladı.
2013 yılında Yurt Gazetesi'ne verdiği röportajda, AKP hükümetinin bakanlık müfettişlerini seferber ederek aleyhinde delil bulmak için çok çaba sarf ettiklerini söyleyerek, "Toplu iğne ucu kadar bir açığım olsaydı idam cezasını geri getirir beni idam ederlerdi." dedi.

BUGÜNE ULAŞAMAYAN İHTİMALLER

Üç kişiydiler. İkisi çocukluk arkadaşıydı. İki çocukluk arkadaşı aynı sonla, diğeri faili meçhulle bugüne ulaşamadı.

İlki Adnan Kahveci'ydi. ANAP'ın altın çocuğu...

Özal'ın sağ kolu, Kürt sorununu çözmeye and içen, tanıyanların dürüstlüğünde ittifak ettiği, bir dönemin dâhi siyasetçisi olarak kabul gören Adnan Kahveci.

1993'ün Uğur Mumcu'dan (Mumcu'nun ölümünden 12 gün sonra) sonraki ikinci sarsıcı ölümü Adnan Kahveci'ninki idi. Üçüncüsü Eşref Bitlis, dördüncüsü Özal...
5 Şubat 1993 yılında şüpheli bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Biliyorlardı ki; Kahveci ölmeseydi. Mumcu suikastını karanlıkta bırakmayacaktı. Biliyorlardı ki, belki de Özal ve Bitlis'in ölümü daha da zor olacaktı. ANAP döneminde devlet bakanlığı ve maliye bakanlığı yaptı. Özal için Kürt raporu hazırladı. Özal'ın cumhurbaşkanlığı ile kan kaybeden ANAP'tan ayrılarak yeni bir parti kurması veya ANAP'ın başına geçmesi bekleniyordu.

Efsane vali olarak anılan ve 2003 yılında kaybettiğimiz Recep Yazıcıoğlu, Adnan Kahveci'nin çocukluk arkadaşıdır. Kahveci, defalarca Yazıcıoğlu'nu siyasete davet etmiş, Yazıcıoğlu da ona, "Sadece senin genel başkan olduğun bir partide siyaset yaparım" cevabını vermiştir. Valilik görevi boyunca memlekete yaptığı hizmetleri bir bir sıralamaya gerek yok. O da Kahveci gibi şüpheli bir kazada hayatını kaybetmiştir.

Kahveci ölmemiş ve yanına Yazıcıoğolu'nu alarak siyasete devam etmiş olsaydı. Bugünkü siyasi görünümde bir değişiklik mutlaka olurdu.

Üçüncüsü ve herkesin gözünden kaçan bir efsane daha var ki, ihtimal haricinde değil: Gaffar Okkan.
Diyarbakır Emniyet Müdürü iken 2001 yılında faili meçhul bir katliama, evet Okkan'ın öldürülmesi suikast değil bir katliamdır. Bir kişiyi öldürmek nasıl katliam olur demeyin. Onlarca kişiyi öldürebileceğiniz mühimmatı bir kişinin üzerinde kullanırsanız bu katliamdır.

Okkan Diyarbakır'daki uygulamalarıyla halkın sevgisini kazanmış, 'halkı devlete kazandıran adam' olarak tarihe geçmiştir. Öldürüldüğü gün Diyarbakır esnafı kepenk kapatmış, cenazesine binlerce Diyarbakırlı katılmıştır. Okkan yakın gelecekte siyasete atılmayı planlamış mıdır, bilemiyorum. Lakin, onun siyasete girmesi ve seçeceği taraf eminin ki dengelerin o yönde değişmesine sebep olacaktı.

Okkan'ın o tarihteki özel kalem müdürü olan Zeki Bulut ile Denizli emniyet müdürü olarak görev yaptığı esnada, birkaç kez görüşme fırsatım olmuştu. Okkan'ın kişiliği ve Diyarbakır'a yaptığı hizmetler hakkında teferruatlı malumat edindim. Öldürülme sebebi ve failler hakkındaki edindiğim bilgiler ise şimdilik saklı kalmalı.

YUKARIDA TÜRK SİYASETİNDE ROL ALAN VEYA ALMASI MUHTEMEL İNSANLARIN NASIL EKARTE EDİLDİĞİ VEYA BİR ŞEKİLDE SİYASETTEN NASIL UZAKLAŞTIRILDIĞI KONUSUNDA ÖRNEKLER VERMEYE ÇALIŞTIK.

BUGÜNKÜ TEK ADAM, TEK PARTİ AÇMAZININ GEÇMİŞTEN GELEN BAZI MÜHENDİSLİKLERİN ÜRÜNÜ OLDUĞUNA İNANIYORUM.

80 MİLYONLUK ÜLKEDE YENİ BİR SİYASİ PARTİ VEYA BİR SİYASİ LİDER ÇIKMAMASININ BAŞKA AÇIKLAMASI OLMADIĞINA İNANIYORUM.





DİKKAT: TÜM HAKLARI SAKLIDIR. Yazının izinsiz olarak BİR KISMI VEYA TAMAMININ her türlü ortamda kullanılması, 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri kanunu gereğince yasaktır. Sanal ortamda sadece link verilerek paylaşılabilir.


Axact

Axact

Vestibulum bibendum felis sit amet dolor auctor molestie. In dignissim eget nibh id dapibus. Fusce et suscipit orci. Aliquam sit amet urna lorem. Duis eu imperdiet nunc, non imperdiet libero.

Post A Comment:

0 comments: