Articles by "500. Yıl Vakfı"
500. Yıl Vakfı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

 1996 yılında Alanya'da Noel Baba Vakfı tarafından düzenlenen Noel Baba Haftası etkinliklerinde tanımıştım kendisini. Türkiye'deki Museviler'in Osmanlı topraklarına gelişinin 500. yılı münasebetiyle  1992 yılında kurulan 500. Yıl Vakfı'nın koordinatörü, vakıf başkanı Jak Kamhi'nin has adamlarından biriydi. Adı: Harry Ojalvo. O zamanlar 70'li yaşlarındaydı.

Beş gün süren etkinlikte kimler yoktu ki; Abdurrahman Dilipak, Mehmet Ali Kılıçbay, Niyazi Öktem, Sema Küçüksöz, Azmi Koçak, Türkiye'nin Hamburg Başkonsolosu, Yunanistan'dan gelen ortodoks papazlar vs. ( Noel Baba Vakfı Başkanı Muammer Karabulut, Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanmıştı.)

Ojalvo ile Alanya'da başlayan ilişki, İstanbul'da devam etti. Çeşitli aralıklarla görüşmeye devam ettim. Çalışmalarından haberdar olduğum gibi, Türkiye'deki  Musevi cemaatinin dönem dönem hangi düşünce ve fikirlere sahip olduğunu da öğrenme şansım oluyordu.

Ojalvo o zamanlar Yahudiler'in Osmanlı topraklarında  500 yıldır sürdürdüğü faaliyetleri araştırıyordu. Daha sonra bu veriler hem kitap oldu hem de, 500 Yıl Müzesi'nin malzemeleri. (500. Yıl Müzesi Karaköy'de Zülfaris Sinagogu'nda bulunuyor. Görmenizi tavsiye ederim.)

Vakfın Mecidiyeköy'deki Profilo binasında bulunan merkezine her gittiğimde Ojalvo beni şaşırtacak bilgiler veriyordu.

Türk Dışişleri arşivlerine girmiş ve oradan çok mühim belgeler çıkarmıştı. 40'lı yıllarda II. Dünya Savaşı sürerken, Avrupa'da bazı diplomatlarımızın dışişlerine çektiği telgraflar en ilginç belgeler arasında yer alıyordu. Belgelerde Yahudiler'i Nazi zulmünden kurtarmak için hariciyeden çeşitli miktarlarda para isteniyordu.

Belgelere konu olan Yahudiler Türk vatandaşı olarak nitelendiriliyordu.

Ojalvo'nun çalışmaları ışığında, 2001 yılına geldiğimizde Avrupa'nın çeşitli şehirlerinde, Yahudiler'i Nazi zulmünden kurtaran diplomatlara İsrail'den gelen bir heyet, Yahudiler'i kurtaranlara verilen "Uluslararası Dürüstler" ödülü ile ödüllendirdi.  Aynı törende Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, "Üstün Hizmet Madalyası" taktı bu diplomatlarımıza.

Diplomatlar Yahudiler'e Türk pasaportu hazırlamış ve yüzlercesini kurtarmıştı. Dışişlerinden aldıkları bütçelerle bu Yahudiler'in Türkiye'ye veya Filistin'e ulaştırılması sağlanmıştı. Bakanlık tarafından görevlendirilmemiş, ferdi girişimler ve hatta hayatlarını riske atmış olmalarına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, gerekli harcırahı göndermiştir.

"Avrupa'da Nazi işgali altındaki topraklarda hem de pasaportsuz, Türk Musevileri'nin ne işi vardı" diyeceksiniz. Böyle bir şey elbette mümkün değil. Türkiye'den bir Yahudi'nin oraya gitmesi için aklını kaçırmış olması gerekir. Kahraman diplomatlarımız, Avrupa'lı Yahudiler'i Türk pasaportuyla kurtarmışlardır. Bunda şüphe yoktur.

Uluslararası  Dürüstler Ödülü alan diplomatlarımız içinde, Marsilya Başkonsolosluğu'nda 'Muavin Konsolos' olarak görev yapan Necdet Kent de bulunmaktadır. Kent Yahudiler'i toplama kampına götüren trene binmiş, Gestapo karargahına  giderek  Yahudiler'e yapılan muameleyi protesto etmiş, pasaportu olmayanlara Türk pasaportu ve Türk kimliği düzenlemişti.

Kent savaştan sonra Türkiye'nin New York Başkonsolosu olarak görev yaptı ve bunu takiben Bangkok, Yeni Delhi, Stockholm ve Varşova'da büyükelçilik görevlerinde bulundu.

2001 yılında Necdet Kent aldığı ödülden sonra ikinci ödülü göremeyecekti. 2002 yılındaki ölümünden 6 yıl sonra oğlu MUHTAR KENT. Coca-Cola Ceosu olarak göreve başlayacaktı. 2009 yılında da Coca-Cola Yönetim Kurulu Başkanı oldu.

**********

Muhtar Kent'in işadamı kişiliği ve mesleki kariyerindeki başarılarını tartışmaya açmıyorum. Onun liyakatını ölçmüyorum. Coca Cola CEO'su olmayı elbette hak etmiş olmalı. Sadece bu hak edişe etken faktörlerden en önemlisini anlatmaya çalıştım. Ayrıca "Bir Türk dünyanın en büyük firmalarından birinin CEO'su nasıl oldu" sorusunun cevaplarından sadece birini gözler önüne serdik.

(Coca-Cola yüzde yüzü halka açık bir şirket olmasına rağmen, çoğunluk hisseleri 5 şirketin elindedir. Yönetim Kurulu üyelerini onlar belirler. 15 kişilik yönetim kurulunun, 9'u Yahudi veya Yahudiler'le yakından ilişkisi olan kişilerdir.)

KÖSTEBEK

 Tuncay Güney’in şifresi bu kitapla çözülüyor.

Gazeteci-yazar Kemâl Kaplan, 1998 yılında Tuncay Güney ile yaşadığı 240 günü tüm açıklığıyla bu kitapta kaleme aldı.

Medyanın günlerce peşinden koştuğu, Ergenekon Operasyonu’nun kilit adamı olarak lanse edilen, Cumhuriyet tarihinin en karanlık adamı Tuncay Güney’in kim olduğu ve kimlere nasıl hizmet ettiği KÖSTEBEK’de deşifre ediyor.

Dönemin önemli olaylarında etken rol oynayan Tuncay Güney’in sadece bu kitapta bulacağınız itirafları ve olayların perde arkasından bazıları şöyle:

- Susurluk Kazasından sonra ortaya çıkan Abdullah Çatlıfotoğrafları arasında, efsane gibi dolaşan ve varlığı kanıtlanamayan; Çatlı’nın Mesut Yılmaz’la aynı karede bulunan fotoğrafı, Tuncay Güney’in elindeydi. Güney fotoğrafı hangi partiye satmak istedi? Olay nasıl sonuçlandı?

- 28 Şubat döneminin en tartışılan konularından biri olan dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayip Erdoğan’ın okuduğu şiir nedeniyle cezaevinde yatması olayıydı. Tuncay Güney bu olayda etken rol oynadı. Güney, Erdoğan’ın ceza almaması için kimlerle nasıl pazarlık etti?

- 28 Şubat'ın aktörlerinden Ali Kalkancı-Fadime Şahin-Müslüm Gündüz üçlemesi ve bir komploya giden yol.

- 1990’lı yıllarda medyada çok tartışılan diğer bir konu da Rahmi Koç’un Tuzla açıklarında bulunan adasıydı. İddialara göre Koç sponsor olduğu tarihi kazılardan çıkan eserleri bu adada saklıyordu. Tuncay Güney, kimin talimatıyla Koç Adası’nın fotoğraflarını çekti. Ve fotoğrafları hangi istihbarat örgütüne verdi?

- Kanada’ya gittikten sonra Rabay olduğunu söyleyen Tuncay Güney, Türkiye’de yaşadığı yıllarda Musevi Cemaati ile arasında ilişki var mıydı? Musevi Cemaati’nin uluslar arası kuruluşu olan 500. Yıl Vakfı’nda, Güney hangi ilahiyat profesörüyle neden tartıştı?

- Susurluk Kazası Sabancı suikastının intikamı mıydı? Tuncay Güney, 1996 yılında suikasta kurban giden Özdemir Sabancı’nın gerçek katillerini açıklıyor.

Tuncay Güney, Ergenekon Davası’yla ilgili çok çarpıcı açıklamalarda bulunuyor:
“AKP’nin bir şey yaptığı yok, Baykal’da olsa operasyon olacaktı.
Kim olsa iktidarda operasyon olacaktı. ABD tek başına değil…
Atatürk’ün tarikatı ıh mıh yan yattım çamura battım deyinceeee…
İslamcı demokratların eline veri verdiler iktidarı.
Bu operasyona da Ergenekon diyorlar.
Aslında operasyonun adı ibranicede;
“kachkaaa” : ÖRDEK ÇAVUŞLARI CEZALANDIRMA OPERASYONU.
Ben gelip kıçımı başımı oynatmadan doğru düzgün ifade verirsem. Bu Perinçek filan hepsi içerden çıkar”