Yeni bir seriye başlıyoruz. Bu seride, kurtlar sofrasında Osmanlı Devleti' ni 33 yıl dimdik ayakta tutmayı başaran, atalarından daha önce kimsenin açmadığı kadar eğitim kurumu açan, memleketi demiryollarıyla ören -demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan lafı buradan gelmektedir- ve daha birçok imkansızı başaran fakat buna rağmen sınırsızca eleştirilen II.Abdülhamid konusunda yanılanları tarihi belgelerle göreceksiniz. İlki, II.Abdülhamid'in iradesiyle parasız ve yatılı olarak orta tahsilini Galatasaray Lisesi 'nde tamamlayan Hamdullah Suphi Tanrıöver olacaktır. Kendisi, tıpkı diğer yanılanlar gibi sonradan hatasını anlayanlardandır. Şimdi bu hatasını anlama olayına tanık olacaksınız. "Şaşırma" duygunuzun bu seriyle tavan yapması umuduyla..
***
1955 ′de Türkiye Büyük Millet Meclisi nde, basın kanunu hakkında şiddetli tartışmalar yapılıyordu. Bir yaz günü Ankara'da Prof. Osman Turan ile Özen Kıraathanesi 'nde oturuyorduk. Bir masa ötede Hamdullah Suphi Tanrıöver 'in sesini duyan Osman Turan, ona doğru bakınca bizi masasına çağırdı. Gittik. Şuradan buradan konuşulurken söz basın kanunu üzerindeki sert tartışmalara geldi.
O sıralarda mahut gazetelerden birisi, kendi düşüncesine ters düştüğü halde, Sultan Abdülhamid Han lehinde tefrika yayınlıyordu. Söz buraya gelince Hamdullah Suphi Tanriöver'e :
"Beyefendi! Sultan Abdülhamid birinci Osmanlı Mebusan Meclisini kapamamış olsaydı, şimdiye kadar demokraside bir hayli mesafe almış ve bugünkü sert tartışmalara da yer kalmamış olacaktı." dedim.
Hamdullah Suphi Tanrıöver büyük bir kızgınlıkla sandalyesinden kalkıp oturduktan sonra :
"Sen ? Birinci Osmanlı Mebusan Meclisi'ni bilir misin?" dedi.
Yaşımın bunu bilmeme imkan vermediğini söyleyince :
"Tarih kitaplarında resmini görmedin mi?"
"gördüm."
"Hani (eliyle tarif ederek) lahana başlı hocalar ve yanlarında dal fesli (sadece fes sarıksız demek) kişilerin resmini gördün mü?"
"Evet, gördüm."
"İşte, o lahana başlı hocalar bu memleketin gerçek sahibinin temsilcisi idiler. Fakat bunlar medresenin yetiştirdiği, günün gidişinden, politikanın gerçek yüzünden, Hıristiyan mebusların kötü niyetlerinden habersizdiler. Dal fesliler de Rum, Ermeni, Yahudi, Arnavut, Durzi, Nasturi ve diğer milletlerin temsilcileri idiler. Bunlar Avrupa'da okumuş, politikanın bütün inceliklerini bilen; devleti içinden yıkmak isteyen hainlerdi. Bu şeytanlar o saf ve temiz hocaları çabucak kandırıp arkalarına kattılar. Memleket çıkarına ters düşen, devleti içinden çökertecek hareketlere giriştiler. Eğer Sultan Abdülhamid Birinci Mebusan Meclisini dağıtmamış olsaydı, İmparatorluk daha o günden dağılmış olacaktı. Buna göre sen ne dersin, İmparatorluk mu çökmeliydi, yoksa Mebusan Meclisi mi dağılmalıydı ?" dedi.
"Şüphesiz meclisin dağılması daha iyidir." dedim.
"Öyle ise, Sultan Abdülhamid de senin dediğini yaptı. Meclis'i dağıtarak İmparatorluğu otuz üç sene daha yaşatmayı başardı." dedi.
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in bu sözleri kafamı allak bullak etmiş, çocukluğumda yaşlı halkın söylediklerine hak kazandırmış oluyordu. İsyan edercesine:
"Beyefendi! Öyle ise neden başında bulunduğunuz Maarif Vekilliği Sultan Abdülhamid'i bize kötü tanıttı ?"
güldü. Derin nefes aldı. Eliyle havada bir çizgi yaptıktan sonra:
"Bir inkilap yapılmış, saltanat kaldırılmış, cumhuriyet ilan edilmişti. Politika gereği saltanat ve sultanları kötülemek lazımdı. Biz de öyle yaptık." dedi.
Mehmet Hocaoğlu
(Abdülhamid Han'ın Muhtıraları,
Oymak Yayınları, İstanbul, Tarihsiz, Sayfa: 7-8-9-10)
***
Kendisi tek partili hükümetin Maarif Vekilliği'ni yaptığı yıllarda yabancı bir heyete Süleymaniye Camii ni gezdiri, sonra misafirler Kanuni Sultan Süleyman 'ın türbesin de ziyaret etmek ister. Fakat ülkedeki bütün türbeler 30.11.1925 tarih ve 677 sayılı kanunla kapatıldığı için Hamdullah Suphi , bu yabancı misafirlere kaçamak cevaplar verir, ama sonunda gerçeği itiraf eder:
"Bir müddet mazi ile alakamızı kesmek istedik. Onun için türbeleri kapattık."
Bu sıradışı ifşaata çok şaşıran yabancı misafirler tepkilerini ortaya koymaktan ve Hamdullah Suphi'yi yerin dibine batırmaktan geri durmazlar:
"Tarihi olmayan milletler, tarih huzurunda esatir ve efsane uydurarak kendilerini tatmin ederler. Sizin ise büyük bir tarihiniz var. Bu tarihi yapanların türbelerini nasıl kapatıyorsunuz?"
Hamdullah Suphi bu cevaptan sonra adeta yerle bir olmuş, hakikati yeniden tanımıştır.
Mustafa Baydar
(Hamdullah Suphi ve Anıları,
İstanbul, 1968, Sayfa: 174)
Post A Comment:
0 comments: