Hakkında en çok yazı yazılan Osmanlı sultanlarından biridir İkinci Abdülhamid Han. Kaynaksız mesnedsiz yazılanlar o kadar çok bulandırmaktadır ki meydanı, gerçekler apaçık dururken dahi bazı insanlar şüphe içindedir… Bir de sultana marangozluk ve Şark Tezyinî Sanatları dersi veren Mehmed Yusuf Bey’in anlattıklarına bakalım; zira bir insanı tanımak için ona yakın olmalıdır…
Mehmed Yusuf Bey, Sultan İkinci Abdülhamid Han’a marangozluk ve Şark Tezyinî Sanatları dersi vermiş ve saray marangozhanesinde çalışmıştı. Aynı zamanda Mekteb-i Sanâyi-i Şahane Fenn-i Mimârî-i Arab ve Resim Muallimi’ydi. 16 Rebiulevvel 1312 (16/09/1894) tarihinde Mısır’a Mekteb-i Sanayi’de “tarz-ı mimârî-i Arabî (Arap Mimarî Tarzı)” tahsil etmek üzere gönderilmiştir. Şahadetnamesini alarak İstanbul’a dönen Mehmed Yusuf Bey, Sanayi Madalyası ihsanıyla taltif edilmiştir.
İstanbul’a döndükten sonra padişahın dikkatini çekmiş ve saray marangozhanesinde bizzat padişaha ders vermiştir. Bunun yanında da Mekteb-i Sanayi’de Tarz-ı Mimarî-i Arabî muallimliğine devam etmiştir. Buraya tayini tarihini tam olarak tespit edemediysek de kendisiyle alakalı, elimizdeki en eski vesika 20.07.1896’yı göstermektedir. Mehmed Yusuf Bey çok defalar padişah tarafından nişan ve madalyalarla taltif edilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir: Beşinci rütbeden Nişan-ı Mecidi (09 Safer 1314-27.07.1896); dördüncü rütbeden Sanayi Madalyası (04 Cemaziyelevvel 1314-11.10.1896); dördüncü rütbeden Osmanî Nişanı (20 Rebiulevvel 1318-17.07.1900).
Osmanlı Arşivi’nde yer alan vesikalardan Mehmed Yusuf Bey’in Osmanlı mimarisinin pek çok sahasında ve müzeler ile eski eserler üzerinde çalışmalar yaptığını öğrenmekteyiz.
Bu makalemizde maksadımız Mehmed Yusuf Bey’in mimarî sanatındaki yerinden ziyade sultanla ilgili birkaç hatırasını kaydetmek olduğu için bu hususun daha sonra geniş bir makalede ele alınmasını temenni ediyoruz.
“Mekteb-i Sanâyi-i Şahane Fenn-i Mimârî-i Arab ve Resim Muallimi Mehmed Yusuf” mühür ve imzasıyla Evkaf Nezareti’ne yaptığı bir müracaat vesikasında şöyle denmektedir: “Fenn-i Mimârî-i Osmanî’ye dair tarifleri ve hususiyetleri ile ilgili çalışmakta olduğum eserin daha güzel olabilmesi için camilerdeki ve diğer hayır eserlerindeki süsleme, tezyinat ve mimari işlerinin resimlerini almak için müsaade olunması…” (17 Zilkade 1322-23.01.1905)
Yusuf Bey, soyadı kanunu ile Akyurt soyadını almıştır. Konya’da Eski Eserler (Âsâr-ı Atîka) Müzesi Müdürlüğü de yapmıştır. Sanat ve mimari sahasında çok sayıda eseri vardır.
“Sultan, Çok Nazik ve Soğukkanlı Bir İnsandı”
Yusuf Bey’in padişahla ilk karşılaşması gayet ilginç bir hadise ile olmuştu. Şöyle ki; Sultan Abdülhamid Han’a Mısır’dan gelen kıymetli bir koltuk takımının konulduğu odada, birkaç perde ve eşya eksikmiş. Vaktin Ticaret Nazırı, Marangoz Muallimi Yusuf Bey’i yapılacak işlerin ve perdelerin ölçülerini ve örneklerini alması için saraya göndermiş. Yusuf Bey saraya gitmiş ve kendi anlattığına göre Dârüssaade Ağası kendisini eşyaların bulunduğu odaya götürmüş. Yusuf Bey eşyalar ve ölçme işleriyle meşgul olurken Dârüssaâde Ağası bir ara dışarı çıkmış. Fakat hayli zaman geçmesine rağmen kimse gelmemiş. Yusuf Bey bununla alakalı hatırasına şöyle devam ediyor:
“Ben işimi bitirdim. Epey meşgul oldum. Çeyrek saat kadar da bekledim. Bu arada küçük abdestim beni sıkıştırıyordu. 45 dakika geçti. Yine kimse yoktu. Etrafa bakındım, abdest ihtiyacımı giderecek bir yer yoktu. Yavaşça kapıyı açtım ve uzun ve geniş koridora çıktım. Abdesthane aradım, bulamadım. Sıradan bir kapıya vurdum. İçeriden bir ses:
‘Geliniz!..’ dedi.
Kapıyı açtım. Birisi oturuyordu. Ona:
‘Efendim, Dârüssaâde Ağası ile geldim. O beni odada bırakıp gitti. Henüz dönmedi, dışarıya çıkacağım, kapıyı bulamadım.’ dedim.
O zat tatlı bir sesle:
‘Oğlum!..’ dedi. ‘Koridordan sola yürü, sağdan üçüncü kapı, seni bahçeye çıkarır.’
Ve öyle de yaptım. Bahçeye çıktım. Sıkışık vaziyette yer arıyordum. Derken Dârüssaade Ağası göründü. Korku ile karışık müthiş bir heyecanla sordu:
‘Neye çıktın, nasıl çıktın?’
Anlattım. Meğer bana kapıyı gösteren Şevket-meâb Efendimiz Sultan Abdülhamid-i Sânî Hazretleri imiş. Onun fevkalade vehimli ve korkak olduğunu söylerlerdi; ben çok nazik ve soğukkanlı bir insan görmüştüm.
Padişahın Ayağına Basıyor
“Saraydan bir oda boşaltılmış, marangozhane haline getirilmişti. Sultan Abdülhamid burada çalışırdı. İlk buluştuğumuz gün bir şey göstermek için yanına sokulmuştum. Heyecandan ve mahcupluktan olacak sultanın ayağının ucuna basmıştım. Yanında bulunanlar kolumdan çeker gibi yaptılar, bakışlarıyla beni korkutmak istiyorlardı. Sultan Abdülhamid bakışlarını bunların üstünde gezdirdikten sonra konuştu:
‘Çocuğu korkutmayın öyle! Ne var, insanlık hali bu. Elbette ayağa da basılır.’
Padişahın Hakşinaslığı
“Sultan Abdülhamid’e sunulan arzuhaller gümüş bir tepsi içine konularak çalışma odasında takdim edilir, tetkikleri bitmeyen arzuhaller yine bir tepsi ile dolaba konur, ertesi gün tekrar kendisine sunulurdu. Bu dolap marangozhane yapılan odada kalmış. Sultan Abdülhamid, ben bir işle meşgulken bu dolabın altından ucu çıkmış bir kâğıdı ileri ittirmeye çalışıyordu. Bir defa vurdu, kâğıt gitmedi. Bir daha itince kâğıt ortaya fırlayıverdi. Eğildi, aldı. Bu kâğıt Dâhiliye Nazırı tarafından 11 ay evvel haksız olarak azledilen bir mutasarrıfın istidası imiş. Gümüş tepsiden nasılsa dolabın arkasına düşmüş. Bunun için de muamelesi gecikmiş.
Padişah Mabeyn başkâtibini çağırdı ve şu emri verdi:
‘Dahiliye Nazırı’na yazınız, bu adamı bir mutasarrıflığa tayin etsin!’
Aynı zamanda sultanın elinde olmayan bir sebepten işi geciktiği için, mutasarrıfa, yüksek bir ihsan da emredilmişti.”
Alıntı: http://gizlenentarihimiz.blogspot.com/2011/05/sultann-ustas.html
Kaynaklar: BOA, İ.TAL., 61/1312/Ra-089; 101/1314/S-046; 105/1314/CA-014; İ.TL., 217/1318/Ra-064; Y.A.RES., 129/69; Altuncuoğlu, “Abdülhamid’e Ait Fıkralar”, Büyük Doğu, 10 Nisan 1959, S. 6, s. 15; Dr. Erdoğan Erol, M. Yusuf Akyurt, Ankara 2010.
Post A Comment:
0 comments: