Cumhuriyet efsanelerinden biri daha yıkılacak ama peşinen söyleyeyim, bunun için özür dileyecek değilim.
Karamanoğlu Mehmed Bey’in çıkardığı iddia edilen “Bundan sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşulmaya” fermanı ona ait değildir, bir;bu ferman birkaç gün ya uygulanmış ya uygulanmamıştır, iki;
aynı Karamanoğlu’nun vezirliğinde tekrar Arapça ve Farsçaya dönülmüştür, üç.
Ernest Gellner “Millet, milliyetçiliğin eseridir.” der. Milliyetçiliğin milleti nasıl inşa ettiğini görmek için 1930′lar Türkiye’sine bakmak yeterlidir. Karamanoğlu Mehmed Bey efsanesi, Türk milliyetçiliğinin kendisine tarihten “atalar” icat etmek için uğraştığı 1920′li yılların ikinci yarısında gündeme gelir.
“Dil Bayramı”(!) diye bir ucubeyi icat eden zihniyetin asıl derdi neydi biliyor musunuz? Cumhuriyet yönetiminde Türkçeden başka dilleri “yasaklamak” istiyorlardı; kendilerine meşruiyet sağlayacak bir öncü aradılar, onu Karamanoğlu Mehmed Bey’de buldular. Hem o da Anadolu’da Türkçeden başka bir dilin konuşulmasını yasaklamamış mıydı? Biz aslında yeni bir şey yapmıyoruz, Karamanoğlu’nun başlattığı işi sürdürüyoruz, demeye getiriyorlardı. (Bu noktaya dikkatimi çeken Mikail Bayram hocaya teşekkürler.)
Bu fermanın aslı elimizde olmasa da, İbn Bibi adlı tarihçinin Farsça eserinde bir kaydını buluyoruz. Zaten tek kaynağımız da onun “Selçuknâme”si. Ancak İbn Bibi’nin metni birilerince fena halde çarpıtılmış.
Önce Türkçeye İbn Bibi Tarihi’nde sözde “Türkçe fermanı”nın nasıl geçtiğine bakalım. Mürsel Öztürk tercümesinden okuyalım: “Bugünden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşmayacak” diye karar aldılar.
Eserin Osmanlı döneminin başlarında yapılan Yazıcızade Ali tercümesinde ise aynı metin şöyle çevrilmiş: “Şehirde çağırttılar ki, “Şimden girü hiç kimesne kapuda ve divânda ve mecâlis ve seyrânda Türkî dilinden gayri dil söylemeyeler.”
Fermanda divan toplantılarında, padişahın huzurunda, devlet dairelerinde, sohbet meclislerinde ve şehir içerisinde Türkçeden başka dil kullanmanın yasaklandığı görülüyor. İyi de diğer dillerin yasaklanması anlamına gelen bu fermanı nasıl anlamalıyız? Cumhuriyet ideolojisinin bize dayattığı gibi bir “Türkçülük bilinci”nin ta 13. yüzyılda bile canlı olduğunu ve Mehmed Bey’in etrafını çeviren yabancılaşmış Selçuklu saray çevresine meydan okuyuşu olarak mı anlayacağız? Yoksa…
İlk olarak İbn Bibi’nin metnine baktığımızda bu sözü Karamanoğlu Mehmed Bey’in söylediğine dair en ufak bir işaret yoktur. Zaten Mehmed Bey “Sultan” değildir ki ferman çıkarsın. Malum, ferman sultanlar tarafından çıkarılır. Ayrıca Mehmed Bey fermanın yayınlandığı günlerde vezir bile değildir. Bir oldu bittiyle Konya’yı ele geçirip II. İzzeddin Keykavus’un şehzadelerinden olduğunu iddia ettiği Siyavuş’u Selçuklu tahtına oturtmuştur. İbn Bibi’nin metninden anlaşıldığına göre fermanı çıkaran kişi, halkın Cimri dediği Siyavuş’tur. Bundan böyle dil bayramlarında Cimri’nin adı “Türkçe kahramanı” olarak anılsa gerektir.
İnsanlar sanıyorlar ki, yıllarca sürmüş meşru bir yönetim tarafından çıkarılmıştır bu ferman. Cimri-Mehmed Bey ekibinin bütün iktidarları sadece 37 gün sürmüştür. Hatta Yazıcızade tercümesinden anlıyoruz ki, “Türkçe fermanı” ancak birkaç gün yürürlükte kalmış, sonra vezirliğe getirilen Karamanoğlu Mehmed Bey “defterleri dahi Türkçe yazalar” genelgesini çıkarmıştır. Sadece Yazıcızade’nin çevirisinde geçen bu ifade bence Karamanoğlu’nun lehine kaydedilmelidir, ferman değil. Bazı şaşkınlar Cimri’nin çıkardığı fermanı Mehmed Bey’e mal etme telaşıyla, yazı diline geçilmesi yönündeki bu önemli emrini atlamışlar.
Ancak Yazıcızade Ali metnin devamında olayın akıbetini de anlatıyor ki son derece aydınlatıcıdır. Bugünkü dille diyor ki: “Türkçeyi o zamanlar Arap harfleriyle yazmak âdet olmamıştı. Her yazıcı kendi anladığı şekilde yazıyordu. Cümle kuracakları vakit bunu başaramadılar. Zira Türkçenin kayda geçirilmesi kolay değildir ve yazısı yoktur. Çaresiz kalıp Farsça şerh ve Arapça yazı yazdılar.”
Anlaşılıyor ki, Mehmed Bey’in lehine kaydedilecek olan kayıtları Türkçe tutma emri de işleri karıştırmaktan başka bir işe yaramamış ve kısa bir süre sonra yazışmalarda karışıklıklar başlayınca vazgeçilip kayıtlar eskisi gibi Arapça ve yanında Farsça şerhle tutulmaya devam edilmiş.
İyi ama 1277 Mayıs’ında hem konuşma hem de yazı dilinde Türkçenin kullanılması girişiminin asıl gerekçesi nedir?
Bu noktayı Selçuklu tarihi uzmanı Prof. Osman Turan “Selçuklular Zamanında Türkiye” adlı eserinde, hem de milliyetçi camianın önemli aydını Prof. Erol Güngör “Tarihte Türkler” adlı kitabında izah etmişler. Erol Güngör’e göre,
“Çokları bunun Karamanoğlu Mehmed Bey’in Türkçülüğünden, milliyet şuurunun kuvvetinden doğmuş bir emir olduğunu sanarak, Karamanoğlu’nu Selçuklulara karşı milliyetçiliğin savunucusu gibi görürler. Aslında Karamanoğlu’nun bütün gayesi, devlet idaresinde bulunan okumuş tabakanın, yani aydınların te’sirini ortadan kaldırmaktı. Kendisinin hiçbir tahsili ve kültürü olmadığı için Selçuklu idarecileri karşısında eksiklik duyuyor, oralarda ne olup bittiğini bir türlü anlamıyordu.”
Osman Turan ise “Esasen Mehmed Bey Konya’yı alıp Selçuklu devletine sahip olduğunu sandığı bir kısa işgal zamanında memleketi bu dilde idare edemeyeceğini düşünerek bu kararı almış; fakat bunu tatbik imkânının daha zor olduğunu kavrayamamış ve Karamanlıların daha sonraları muamelatı Türkçe yapamamaları da hem bunu göstermiş hem de bunda millî duygudan ziyade kültür seviyeleri âmil olmuştur.” demektedir.
Yani hem Mehmed Bey’in, hem de Cimri’nin Türkçeden başka dil bilmeyişleri, onları Arapça ve Farsçanın yaygın olarak kullanıldığı Konya’da acze düşürmüş, etraflarında olup biteni anlayamadıkları için “Vatandaş Türkçe konuş!” türünden bir uyarıda bulunmuşlardı. Ancak bu, zannedildiği gibi Türkçülük veya Türkçecilik gayretinden değil, tam tersine, yönetime hakim olamama sıkıntısından kaynaklanmıştı.
Ancak burada can alıcı bir nokta var: Bol keseden Osmanlıların Türkçeyi mahvettiklerinin iddia edildiği bir devirde, “Türkçeye sahip çıkan şahsiyet” olarak Osmanlı’ya muhalif olan Karamanoğulları’ndan birinin yüceltilmesi anlamlıdır. Ne var ki, ne Karamanoğulları’ndan, ne de diğer herhangi bir başka Türk devletinden bize Türkçe bir resmi yazışma gelmemiştir. Türkçeyi resmi dil olarak kabul etmiş olan ilk Türk devleti Osmanlılardı. İşte bu şanı Osmanlı’ya kaptırmamak için uydurulmuştu Karamanoğlu Mehmed Bey efsanesi.
Kaynak: Mustafa Armağan
“Dil Bayramı”(!) diye bir ucubeyi icat eden zihniyetin asıl derdi neydi biliyor musunuz? Cumhuriyet yönetiminde Türkçeden başka dilleri “yasaklamak” istiyorlardı; kendilerine meşruiyet sağlayacak bir öncü aradılar, onu Karamanoğlu Mehmed Bey’de buldular. Hem o da Anadolu’da Türkçeden başka bir dilin konuşulmasını yasaklamamış mıydı? Biz aslında yeni bir şey yapmıyoruz, Karamanoğlu’nun başlattığı işi sürdürüyoruz, demeye getiriyorlardı. (Bu noktaya dikkatimi çeken Mikail Bayram hocaya teşekkürler.)
Bu fermanın aslı elimizde olmasa da, İbn Bibi adlı tarihçinin Farsça eserinde bir kaydını buluyoruz. Zaten tek kaynağımız da onun “Selçuknâme”si. Ancak İbn Bibi’nin metni birilerince fena halde çarpıtılmış.
Önce Türkçeye İbn Bibi Tarihi’nde sözde “Türkçe fermanı”nın nasıl geçtiğine bakalım. Mürsel Öztürk tercümesinden okuyalım: “Bugünden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşmayacak” diye karar aldılar.
Eserin Osmanlı döneminin başlarında yapılan Yazıcızade Ali tercümesinde ise aynı metin şöyle çevrilmiş: “Şehirde çağırttılar ki, “Şimden girü hiç kimesne kapuda ve divânda ve mecâlis ve seyrânda Türkî dilinden gayri dil söylemeyeler.”
Fermanda divan toplantılarında, padişahın huzurunda, devlet dairelerinde, sohbet meclislerinde ve şehir içerisinde Türkçeden başka dil kullanmanın yasaklandığı görülüyor. İyi de diğer dillerin yasaklanması anlamına gelen bu fermanı nasıl anlamalıyız? Cumhuriyet ideolojisinin bize dayattığı gibi bir “Türkçülük bilinci”nin ta 13. yüzyılda bile canlı olduğunu ve Mehmed Bey’in etrafını çeviren yabancılaşmış Selçuklu saray çevresine meydan okuyuşu olarak mı anlayacağız? Yoksa…
İlk olarak İbn Bibi’nin metnine baktığımızda bu sözü Karamanoğlu Mehmed Bey’in söylediğine dair en ufak bir işaret yoktur. Zaten Mehmed Bey “Sultan” değildir ki ferman çıkarsın. Malum, ferman sultanlar tarafından çıkarılır. Ayrıca Mehmed Bey fermanın yayınlandığı günlerde vezir bile değildir. Bir oldu bittiyle Konya’yı ele geçirip II. İzzeddin Keykavus’un şehzadelerinden olduğunu iddia ettiği Siyavuş’u Selçuklu tahtına oturtmuştur. İbn Bibi’nin metninden anlaşıldığına göre fermanı çıkaran kişi, halkın Cimri dediği Siyavuş’tur. Bundan böyle dil bayramlarında Cimri’nin adı “Türkçe kahramanı” olarak anılsa gerektir.
İnsanlar sanıyorlar ki, yıllarca sürmüş meşru bir yönetim tarafından çıkarılmıştır bu ferman. Cimri-Mehmed Bey ekibinin bütün iktidarları sadece 37 gün sürmüştür. Hatta Yazıcızade tercümesinden anlıyoruz ki, “Türkçe fermanı” ancak birkaç gün yürürlükte kalmış, sonra vezirliğe getirilen Karamanoğlu Mehmed Bey “defterleri dahi Türkçe yazalar” genelgesini çıkarmıştır. Sadece Yazıcızade’nin çevirisinde geçen bu ifade bence Karamanoğlu’nun lehine kaydedilmelidir, ferman değil. Bazı şaşkınlar Cimri’nin çıkardığı fermanı Mehmed Bey’e mal etme telaşıyla, yazı diline geçilmesi yönündeki bu önemli emrini atlamışlar.
Ancak Yazıcızade Ali metnin devamında olayın akıbetini de anlatıyor ki son derece aydınlatıcıdır. Bugünkü dille diyor ki: “Türkçeyi o zamanlar Arap harfleriyle yazmak âdet olmamıştı. Her yazıcı kendi anladığı şekilde yazıyordu. Cümle kuracakları vakit bunu başaramadılar. Zira Türkçenin kayda geçirilmesi kolay değildir ve yazısı yoktur. Çaresiz kalıp Farsça şerh ve Arapça yazı yazdılar.”
Anlaşılıyor ki, Mehmed Bey’in lehine kaydedilecek olan kayıtları Türkçe tutma emri de işleri karıştırmaktan başka bir işe yaramamış ve kısa bir süre sonra yazışmalarda karışıklıklar başlayınca vazgeçilip kayıtlar eskisi gibi Arapça ve yanında Farsça şerhle tutulmaya devam edilmiş.
İyi ama 1277 Mayıs’ında hem konuşma hem de yazı dilinde Türkçenin kullanılması girişiminin asıl gerekçesi nedir?
Bu noktayı Selçuklu tarihi uzmanı Prof. Osman Turan “Selçuklular Zamanında Türkiye” adlı eserinde, hem de milliyetçi camianın önemli aydını Prof. Erol Güngör “Tarihte Türkler” adlı kitabında izah etmişler. Erol Güngör’e göre,
“Çokları bunun Karamanoğlu Mehmed Bey’in Türkçülüğünden, milliyet şuurunun kuvvetinden doğmuş bir emir olduğunu sanarak, Karamanoğlu’nu Selçuklulara karşı milliyetçiliğin savunucusu gibi görürler. Aslında Karamanoğlu’nun bütün gayesi, devlet idaresinde bulunan okumuş tabakanın, yani aydınların te’sirini ortadan kaldırmaktı. Kendisinin hiçbir tahsili ve kültürü olmadığı için Selçuklu idarecileri karşısında eksiklik duyuyor, oralarda ne olup bittiğini bir türlü anlamıyordu.”
Osman Turan ise “Esasen Mehmed Bey Konya’yı alıp Selçuklu devletine sahip olduğunu sandığı bir kısa işgal zamanında memleketi bu dilde idare edemeyeceğini düşünerek bu kararı almış; fakat bunu tatbik imkânının daha zor olduğunu kavrayamamış ve Karamanlıların daha sonraları muamelatı Türkçe yapamamaları da hem bunu göstermiş hem de bunda millî duygudan ziyade kültür seviyeleri âmil olmuştur.” demektedir.
Yani hem Mehmed Bey’in, hem de Cimri’nin Türkçeden başka dil bilmeyişleri, onları Arapça ve Farsçanın yaygın olarak kullanıldığı Konya’da acze düşürmüş, etraflarında olup biteni anlayamadıkları için “Vatandaş Türkçe konuş!” türünden bir uyarıda bulunmuşlardı. Ancak bu, zannedildiği gibi Türkçülük veya Türkçecilik gayretinden değil, tam tersine, yönetime hakim olamama sıkıntısından kaynaklanmıştı.
Ancak burada can alıcı bir nokta var: Bol keseden Osmanlıların Türkçeyi mahvettiklerinin iddia edildiği bir devirde, “Türkçeye sahip çıkan şahsiyet” olarak Osmanlı’ya muhalif olan Karamanoğulları’ndan birinin yüceltilmesi anlamlıdır. Ne var ki, ne Karamanoğulları’ndan, ne de diğer herhangi bir başka Türk devletinden bize Türkçe bir resmi yazışma gelmemiştir. Türkçeyi resmi dil olarak kabul etmiş olan ilk Türk devleti Osmanlılardı. İşte bu şanı Osmanlı’ya kaptırmamak için uydurulmuştu Karamanoğlu Mehmed Bey efsanesi.
Kaynak: Mustafa Armağan
Post A Comment:
0 comments: