Bizde her şey gibi grevin de memleketimize Avrupa’dan intikal etmiş bir yenilik olduğu zannedilir hakikatte ise Türk işçilerini grev adeti yüzyıllarca evvelki zamanlara dayanacak kadar eskidir bu adette baslıca sebep pahalılık yahut bugünkü deyimiyle ‘enflasyon’ gibi hallerden dolayı ücretlerin artırılması isteğidir .Bir çok *padişahların bu gibi vaziyetlere ait *fermanlarından anlaşıldığına göre,işçiler daimi el birliğiyle grevler yapmışlar ve çok defa arzularına kavuşmuşlardır.Mesela 3.Murat’ın hicri 995 yani miladi 21 haziran 1587 Pazar günü Mimar Sinan’a hitaben yazılan bir fermanında o tarihten önce 12 akçe olan işçi gündelikleri,16 akçeye çıkarılmış olduğu halde amelelerin memnun olmadığından şöyle bahsedilmektedir:



“ ….Mehmet Paşa bina eylediği camiide işleyenlere ferman-ı şerifim üzerine yövmiye 16 şar akçe ücretlerin verirken ziyade talep edip :
—vermezseniz işlemezüz!
* * *deyu taallül ve niza iderler imiş”
O zamanın 16 gümüş akçesi, bugünkü (1979 yılı)kâğıt para hesabı ile yaklaşık olarak elli lira kadar birşeydir. Yani bir işçi, ayda 1500 lira kadar bir ücret alıyor ve bunu az görüyor demektir.12 akçe 16’ya çıkarıldıktan sonrada işçilerin grev yapması Padişahı kızdırmış ve işte bundan dolayı aynı fermanda MİMAR SİNAN’a şöyle bir emirde verilmiştir:
“….Gereği gibi tembih eyleyesin ki fermanı şeridim üzre 16 şar akçe ücretlerin aldıktan sonra taallül ve niza etmiyeler …”
Fermanın sonunda da greve devam edenlere artık iş verilmemesi emredilmektedir.Bununla beraber , artık bir işçi geleneği haline gelen bu grevler , 16.yüzyıldan sonra 17. ve 18. yüzyıllarda da devam etmiştir.Mesela birinci Ahmed’in hicri 3 rabiyülevvel 1018 ,yani miladi 6 haziran 1609 cumartesi günü Edirne kadısına gönderdiği bir fermanda anlaşıldığına göre o yüzyılda ustaların gündeliği 24 ,işçi gündeliği 20 ve çırak gündeliği de 17-18 akçe çıkarılmış olduğu halde ,Edirne’de inşa edilmekte olan *bir hanın bütün ustalarıyle işçileri bu ücretlerini az bularak işlerini bırakmışlar ve Edirne civarındaki köyleriyle Enez kasabasına çekilmişlerdir.İşte bundan dolayı fermanda :
“Han-ı mezbur bina olunmayıp muattal kalmıştır”
Denildikten sonra kadı efendiye işçiler ile ustaların gittikleri yerlerden toplanıp getirilmeleri ve eğer bina emini ile katibi tarafından ücretlerde kısıntı yapılmışsa buna mani olunması emredilmektedir.Değişik tarihlerdeki grevlerle alakadar böyle birçok fermanlar vardır.Memleketimizin sosyal ve ekonomik tarihi bakımından bunların artık tetkiki zaruridir.
KAYNAK: “İsmail Hami Danişmend Tarihi Hakikatler”


OSMANLIDA İŞÇİ HAKLARI...[Y. BAHADIROĞLU]
Isparta’dan Mürsel Saltur soruyor:Osmanlı döneminde işçi hakları kavramı var mıydı? Grev hakkından söz edilebilir mi?


Hemen şunu söyleyeyim: Osmanlı insanı, “İşçinin alın teri kurumadan ücretini ödeyiniz” fermanını “kul hakkı” ile bütünlemiş bir anlayışta idi.
Bu yüzden işçilerin hakkı yenmez, hakları ketmedilmezdi.


Bu anlayışın hayata bir yansıması olarak dünyada ilk “toplusözleşme” Kütahya’da imzalandı. Bu sözleşme ile çini işçilerinin hakları teminat altına alındı.

Kesin olarak şunu söyleyebilirim ki, toplusözleşme ve grev hakkı, sanıldığı gibi bize Avrupa’dan geçmiş değildir.


Birçok padişahın fermanlarından anlaşıldığına göre, işçiler tarih boyunca zaman zaman ücretlerinin artırılması isteğiyle “grev” yapmışlar ve hedefledikleri hakları almışlardır.

21 Haziran 1587 (15 Recep 995)’de Sultan Üçüncü Murad’ın, Mimar Sinan’a hitaben yazdığı fermanda, işçi gündeliklerinin on iki akçeden on altı akçeye çıkarılmış olduğu halde, işçinin memnun olmadığı şöyle anlatılıyor:

“...Mehmed Paşa, bina eylediği camide, işleyenlere (işçiler ve ustalar) ferman-ı şerifim üzerine yövmiye (gündelik) on altışar akçe ücretlerin verirken, ziyade talep idüp (daha fazlasını isteyip) ‘virmezsenüz işlemezüz’ (ücretimiz artırılmazsa işi bırakırız anlamında) deyu taallül ve niza (gürültü) iderler imiş. (Böyle bir bahane ile gürültü çıkarırlarmış) Gereği gibi tembih eyleyesün kim, ferman-ı şerifim üzre on altışar akçe ücretlerin aldıktan sonra taâllül ve niza etmeyeler...” (O devrin on altı gümüş akçesi, bugünün yüz milyon lirasına eşittir: Demek ki, o devirde bir işçinin maaşı üç milyar lira civarındaydı ve bu parayı beğenmeyip greve gidiyorlardı)

Şimdi Sultan Birinci Ahmed devrine bakalım…

Edirne’de inşa edilen handa çalışan işçilerin gündelikleri artırılmış, (ustalar için 24 akçe, amelelere 20 akçe ve çıraklara 18 akçe yevmiye) fakat çalışanlar yeni ücretleri de beğenmeyerek işi bırakmışlar, herhangi bir şekilde zorlanmaktan çekinmeleri sebebiyle de Edirne civarında bulunan Enez Kasabası’na gitmişler.
Bunun üzerine Padişah, Edirne Kadısı’na 06 Haziran 1609 (03 Rebiülevvel 1018) tarihli bir ferman göndermiş.

Han-ı mebzur bina olunmayub muattal kalmışdur=Han inşaatı yarım kalmıştır” diye yakınan Padişah, ustalarla işçilerin derhal getirtilmesini, ücretlerin yeterli olduğunun anlatılmasını, şayet “bina emini” ve “bina kâtibi” tarafından ücretlerde keyfi kısıntılar yapılmışsa, bunun mutlak surette engellenmesini emrediyor.

Sonuç: Pek çok insanî ve vicdanî hak gibi, işçi haklarının da başlangıç noktası bu topraklardır.

Öyle olmak zorunda: Çünkü Osmanlı’nın hayat nizamı “insan merkezli”ydi. Kur’anî bir bakışla hayata bakar, Kur’anî baktığı için de her insanda (inancı, kıyafeti, düşüncesi, milliyeti ve toplumsal konumu ne olursa olsun) “eşref-i mahlükat”ı (yaratılmışların en yücesini) görürdü.

İşte bu yüzden hem insandan insana, hem de devletten insana değer verir, insanın huzurla yaşamasını hedef alırdı. Osmanlı Devleti bu yüzden “önder”di, bu yüzden “örnek”ti, bu yüzden “büyük” ve “başarılı”ydı...

Şimdinin sözde “modern” yöneticileri ise insanı incitmek için, (okuyabilme ve çalışabilme şartını baş açmaya bağlamak gibi) her şeyi yapıyor.

Geçmişimiz “insan merkezli” olduğu halde, ideolojik saplantılarımız yüzünden, aynı “insan merkezli” yapıda geleceğimizi bir oluşturamıyoruz. Sonuçta “önder” olamıyoruz, “örnek” olamıyoruz, “büyük” ve “başarılı” olamıyoruz.


Biliyorsunuz, günümüzde haklı olan değil de güçlü olan davayı kazanıyor, maalesef. Adliye hikâyeleri bunun örnekleriyle dopdolu…
Haklı olan güçlü olacağına güçlü olan haklı sayılıyor…
Tabii düzenin çivisi git gide çıkıyor.


Oysa bu topraklarda, bize “diktatör” olarak tanıtılan padişahlar döneminde, haklı olan güçlüydü. Mahkeme karşısında padişahla sıradan “vatandaş”ın hiçbir farkı yoktu.
Fatih’le Rum Mimar İpsilanti Efendi’nin duruşması buna şahittir.

YAVUZ BAHADIROĞLU
EVLADIOSMANLI

Axact

Axact

Vestibulum bibendum felis sit amet dolor auctor molestie. In dignissim eget nibh id dapibus. Fusce et suscipit orci. Aliquam sit amet urna lorem. Duis eu imperdiet nunc, non imperdiet libero.

Post A Comment:

0 comments: