Şubat 2014
İzmirdeki heykel 800 bin lirete sipariş edildi.
Belediye Atatürk heykellerinin inşasını ufak tefek tadilat ile kabul etmişti.Ücret olrak 800.000 liret(takriben 90 bin lira) tespit olunmuştur.
Kanonikanın İtalya'da yapacağı modeli görmek üzere buradan Romaya bir heyet gidecektir.
Heyet teşrinievelde İzmir'e gelmiş bulunacaktır.Heykelin naklize ve rekzi masrafı Kanonika'ya gümrüğü belediyeye aittir.
Merhum Adnan Menderes zamanında 16.06.1950'de Mecliste bir karar alınır.[1]Kararda Türkce Ezan okuma yasağının kaldırılacağına dair kanun çıkar.[2]Ezan 18 yıl süren hasretten sonra aslına ''Muhammedî'' kimliğine kavuşur.
Türkce Ezan,hutbe,kamet ilk olarak 1932 yılında okunmuştu.[3]Falih Rıfkı Atay Ezanın ve tekbirin Türkçe'ye çevrilmesinde Atanın bizzat çalıştığını bilirim.Atatürk sağ kalsaydı çoktan Kur'anı da türkçe okutacaktı[4] diyordu.
CHP döneminde Türkçe'ye çevrilen Ezan'ı güya herkez Ezanın manasını anlıyacaktı.Anlıcayacaktı anlamasına ancak Ezan tamamiyle Türkçe'ye çevirilmemişti.Türkce Ezan içinde geçen ''Felah''kelimesine dokunulmamıştı.O kısmı ''haydin Felaha''olarak bırakılmıştı.[5]Acaba neden bu kısım ''Haydin Felaha'' olarak okunuyordu?Amaç neydi?
Öncelikle Felah ne demektir onu inceliyelim.''Felah'' Arapca karşılığı ''Kurtuluş'' manasındaydı.Yani türkce Ezan karşılığı ''Haydin kurtuluşa'' diye okunacaktı.Düşününki bir Hoca günde beş defa ''Haydin kurtuluşa'' diye Minareden Ezan okuyor.
CHP'nin amacı belli olmuştu.Namazı bir kurtuluş olarak göstermek istemiyordu.
kaynaklar:
[1]T.B.M.M. TUTANAK DERGİSİ 16.06.1950
[5]1932 yılında Fatih Camii'nde okunan ilk Türkçe Ezan kaydı.Kendi Sesinden Hafız Sadettin Kaynak adlı 1993 yapımı plak.
Mâşaallah Ali Efendi'nin sehpada, boynunda ilmik, muazzam sözü:Benim adım Mâşallah, şapka giymem inşallah Eşhedü...
Maraş'ta ihtiyar bir Maraşlının bana çizdiği şu tablo her şeyi göstermeye yeter:
— Hepsi de «Hamdolsun, şapka giymeden ölüyoruz!» diye boyunlarını ilmiğe uzattılar. Şafak sökerken dikkat ettim; çıkan rüzgârdan, hepsinin de sakalı aynı istikamette uçuşuyordu.
Adana'da tutukluları öyle bir yere tıkıyorlar ki —bir Maraşlının tabiriyle— köpekler bile barınamaz.
Pislik, kazurat ve teaffün yuvası bir yer… Maraşlılar, milli müdafaaları zamanında memleketlerine geldiği vakit kendisine yapmadıkları ikram bırakmadıkları Kılıç Ali'ye başvurup şöyle diyorlar:
— Biz memleketin belli başlı insanları olarak sizi Maraş'a geldiğiniz zaman başımıza taç ettik. Şimdi bizi bu pislik kuyusuna atmayı nasıl reva görüyorsunuz?
Cevap geliyor:
—Sizi yakında kurtaracağım! Sabırlı olunuz!
“Yakında ipte sallandırılıp kurtulacaksınız!” manasına, sinsilik ve çukurlukta son haddi tutan bir cevap…
Mâşaallah Ali Efendi (lâkabı Mâşallah - daima İnşallah ve Mâşallah diye konuşurmuş), Abdulkadir ve Pekmezci Hacı Hüseyin idamlık…
Bunlara hükümden önce soruyorlar:
— Son ihtar! Şapka giyecek misiniz, giymeyecek misiniz?
Cevap, üçlü bir koro halindedir:
— Giymeyeceğiz!
Üçü de sıcak bir yaz günü buzlu bir şerbet içercesine şehitlik şerbetini zevkle, saadetle içiyor.
Mâşaallah Ali Efendi'nin sehpada, boynunda ilmik, muazzam sözü:
“Benim adım Mâşallah, şapka giymem inşallah… Eşhedü…”
— Rize ayaklanmıştır! Süratle tedbir!
Hâlbuki bütün suçu «şapka giymeyiz!» demekten ibaret ve her türlü fiilî isyan davranışından çekingen kalabalık, çoğu seyirci ve körü körüne katılmış 80-100 kişi…
Ankara telâşta… Bir zamanların kahraman Hamidiye'si şimdi Rize önünde ve kahramanlık toplarını havaya ateş etmekle göstermekte…
İstiklâl Mahkemesi de tezgâhını kurmuş, dirhem kafesi yere mıhlı adalet terazisini dengelemekle meşgul…8 idam kararı… Vaiz Sabit Tarakçıoğlu, Mehmed Peçe, Arslan Peçe, köy muhtarı Yakup Peçe, köy bekçisi Kadir Koliva, Hafız Şaban Koliva, Hasan Külünkoğlu, Mahmut Kamburoğlu…
Sabit Hoca o gece mahkûmları uyandırmış:
— Kalkınız, abdest alınız, namaza duralım! Birkaç saat sonra Rabbimize kavuşacağız! diye haykırmıştır. Birkaç saat sonra Allah'a kavuşacaklarını bilenlerin bir müjde saadeti içinde kıldıkları namaz…
Asılanları deniz kenarında, rastgele atıldıkları çukurlar içinde kumluğa gömüyorlar…
Yakınları tarafından cesetleri çalınmasın diye de başlarında süngülü nöbetçi bekletiliyor. 3-4 ay sonra gece çıkartılmak şartıyla ailelerine, cesetleri alma müsaadesi çıkıyor.
Çukurlar açılınca meydana çıkan müthiş manzara:
Hiçbir ceset çürümemiş ve hepsinin gözü Kıbleye doğru…
Cesetleri kilimlere sarıyor, sırıklara takıyor ve köylerine götürüp gömüyorlar…
Arka arkaya, kilimlere sarılı ve sırıklara takılı 8 cesedi, gece karanlığında, destanlık hayaletler gibi öz topraklarına taşıyan köylüler…
Hakikati bilselerdi, nur mayasından yoğrulu bu cesetleri kilimlere sarıp taşıyacakları yerde, o kilimlerin içinde olmayı tercih ederlerdi.
(N.Fazıl Kısakürek: Son Devrin Din Mazlumları)
Saltanat'ın lâğvı Mecliste müzakere olunurken Rauf Beye verdiğim rol
Efendiler, ihtimal Rauf Bey, birtakım zevat indinde deruhte ettiği vazifeyi yapmıştı.Ben umumi ve tarihî vazifemden, o güne ait safhayı izah ettiğim gibi ifa eylemiştim.Fakat umumi vazifemin, emrettiği asıl noktayı ifa ve tatbik etmek lâzım geldiği zaman da asla tereddüd etmedim. Tevfik Paşanın telgrafları vesilesiyle saltanatı hilâfetten ayırmaya ve evvelâ saltanatı lâğvetmeye karar verdiğim zaman, ilk yaptığım işlerden biri de, derhal, Rauf Beyi, Meclisteki odama
celbetmek oldu. Rauf Beyin, Refet Paşanın evinde
sabahlara kadar dinlediğim kanaat ve mütalâatına hiç
muttali değilmişim gibi ayakta, kendisinden şu talepte
bulundum: Hilâfet ve saltanatı birbirinden ayırarak saltanatı
lâğvedeceğiz! Bunun muvafık olduğuna dair kürsüden
beyanatta bulunacaksınız! Rauf Bey ile fazla
bir tek kelime teati etmedik. Rauf Bey, odamdan çık
madan evvel, aynı maksatla davet etmiş olduğum Kâ
zım Kara Bekir Paşa geldi. Ondan da aynı zemin
de beyanatta bulunmasını rica ettim.[1]
Kaynak:
[1]Nutuk Cilt 2 Türk Devrim Tarihi Enstitüsü,Dokuzuncu Basılış,Milli Eğitim Basımevi İstanbul 1969 Sayfa;685-686
Kemal Atatürk 21.03.1923'de Konya'da Hilâliahmer kadınlar şubesinin tertip ettiği bir çay ziyafetindeki konuşmasında:
Kıyafetlerinde Avrupa kadınlarını taklit edenlerin düşünmesi gerektiğini,her milletin kendine ait âdeti ve milli hususiyetleri olduğunu,hiç bir milletin benzeri olmaması gerektiğini,aksi takdirde böyle bir milletin ne taklit ettiği milletin aynı olabileceğini, ne de kendi milliyeti dahilinde kalabileceğinden ve bunun neticesinin şüphesiz hüsran olduğunu belirtiyordu.[1]
Kemal Atatürk 1923'de hiç bir milletin benzeri olmaması gerektiğini söylerken daha sonra:"Müslümanlar, Hristiyanların iyisine 'makul kefere', kötüsüne 'gavur', beterine şapkalı gavur' "denildiği bir dönemde,[2] 25 Kasım 1925 tarihli 671 numaralı bir kararla şapka kanunu[3]yapıldı.
**********************************************
ŞAPKA İKTİSASI HAKKINDA KANUN
Kanun Numarası: 671
Kabul Tarihi: 25/11/1925
Yayımlandığı R.Gazete : Tarih: 28/11/1925
Sayı : 230
Madde 1 – Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idarei umumiye ve hususiye ve mahalliyeye ve bilümum müessesata mensup memurin ve müstahdemin Türk milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir.Türkiye halkının da umumi serpuşu şapka olup buna münafi bir itiyadın devamını hükümet meneder.
Madde 2 – İşbu kanun tarihi neşrinden itibaren meriyülicradır.
Madde 3 – İşbu kanun Büyük Millet Meclisi ve İcra Vekilleri Heyeti taraflarından icra olunur.
[3]
**********************************************
Türk Ceza Kanununun bazı maddelerini değiştiren kanun
Kabul tarihi:02.06.1941
Kanun no:4055
Sayı:4827
madde:526
Resmi gazete yayın tarih:06.06.1941
madde 526:Sâlahiyetli makamlar tarafından adlî muameleler dolayısıle yahut âmme emniyeti veya âmme intizamı veya umumî hıfzıssıhha mülâhazasile kanun nizamlara aykırı olmıyarak verilen bir emre itaat etmiyen veya bu yolda alınmış bir tedbire riayet eylemeyen kimse,fiil ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde,bir aya kadar hafif hapis veya elli liraya kadar hafif para cezasıle cezalandırılır.
Şapka iktisası hakkında 671sayılı kanunla Türk harflerinin kabul ve tatbikına dair 1353 sayılı kanunun koyduğu memnuiyet veya mecburiyetlere muhalif hareket edenler veya arapça ezan ve kamet okuyanlar üç aya kadar hafif hapis veya on liradan iki yüz liraya kadar hafif para cezasile cezalandırılırlar.
[5]
**********************************************
Nitekim Kemal Atatürk'ünde dediği gibi ''ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir''[1].O halde Şapkalı gavurlar geliyor denilen bir dönemde şapka giyerek taklit ettiğimiz milletin aynısımı olduk?Yoksa kendi milletimiz dahilinde mi kaldık.Şapka kanunu çıkartılarak hangi millete dahil olduk?
Aslında buna bir çözüm bulunmuştu.Onlara benzemiyecek onlardan bir farkımız olacaktı.(İsmet İnönü Hatıralardan dinliyelim)...
“Şapka inkılâbından sonra diğer bir arkadaşımızın, Ankara valisi Yahya Galip Beyin bir ziyaretini hatırlarım. Aynı zamanda mebus (milletvekili) olarak bulunan Yahya Galip Bey de çok yakınımızdı. Bir teklifi vardı. Nedir? dedim.
- Şapkanın orta yerine bir ay-yıldız koyalım. Diğer milletlerden farkımız belli olur? dedi. Teklifi bu. Yahya Galip Beye:
- Canım biz bunları farkımız olmasın diye yapıyoruz. Sen ne teklif ediyorsun, tarzında çıkıştım..”[4]
Şapkaya ay-yıldız da konulmıyacak onlardan farkımız olmıyacaktı.Üstüne birde 02.06.1941'de 4055 kanun nolu 'Türk Ceza Kanununun bazı maddelerini değiştiren kanun'eklenecekti.[5]
Bu kanuna göre(madde 526):Şapka iktisası hakkında 671sayılı kanunun[3] koyduğu memnuiyet(yasak) veya mecburiyetlere muhalif hareket edenler veya arapça ezan ve kamet okuyanlar üç aya kadar hafif hapis veya on liradan iki yüz liraya kadar hafif para cezasile cezalandırılacaktı.[5]
Bu kanuna göre(madde 526):Şapka iktisası hakkında 671sayılı kanunun[3] koyduğu memnuiyet(yasak) veya mecburiyetlere muhalif hareket edenler veya arapça ezan ve kamet okuyanlar üç aya kadar hafif hapis veya on liradan iki yüz liraya kadar hafif para cezasile cezalandırılacaktı.[5]
Halkın şapkaya tepkisinin çok büyük ifade eden neden ise, bizzat şapkanın biçiminden kaynaklanıyordu.
''İslam'da, ister sivil olsun, ister asker kesiminde olsun,baş giyisilerinde kenar çıkıntısı bulunmazdı. Zira bu çıkıntı, Mümine namaz kılarken alınının yere dokunmasına engel oluyordu.[6]
Bir başka deyişle söyleyişle şapka, namaz kılmanın,yani Müslüman olmanın işareti olarak algılanmaya müsait bir başlıktı. Dolayısıyla, feste olduğu gibi, İslami hassasiyetleri olan halkın zamanla alışabileceği bir başlık değildi.
Esasında anlaşılan odur ki, devrimci kadroda şapkanın kenar çıkıntısı nedeniyle özellikle seçilmiştir. Şapkadaki kenarlığın bu ayrıcalıklı ve önemli özelliği nedeniyledir ki, Mustafa Kemal, Şapka devrimini gerçekleştirmek için gittiği Kastamonu da şapkanın kenrından özellikle bahsetmiş ve ''bundan böyle, güneşliği olan bir baş giyisisi, açıkcası şapka takacağız'' demek suretiyle, şapka seçimi ile giysilerdeki dini etki ve görünümlerin silinmesinin hedeflendiğinin açık işaretini vermiştir.[7]
İslam Hukuku gereği Müslüman bir kadının, Gayri Müslüman bir erkekle evlenmemesi şartı şapka devriminin etkilediği en önemli alanlardan birisidir. Çünkü şapka devrimi ile Din farklılığını önceleyen konularda toplumsal kontrol sıfırlanmıştır: '' Son zamanlara kadar İstanbul'da, başında şapka bulunan bir kişi bir Türk kadını ile sokakta gezmeyi aklından bile geçiremezdi... Cumhuriyet sayesinde Şapkanın kabulü ile Türkiye'de yaşayanlar arasında kimin Müslüman, kimin Hristiyan yada kimin Yahudi oluşunu ayırt etmesini imkansızlaştı.[8]
Şapka Kanunu 25 Kasım 1925'de yasa kabul edilmesi ile arkasından İstiklal mahkemeleri en önemli dava konusu haline gelir. Yurdun dört bir yanında yeni yasanın uygulanması için gerekli bütün önelmeleri alınır. En küçük karşı koyma, suçlunun tutuklanmasına neden oluyordu.[9]
Meclis ve basın ise İstiklal mahkemeleri marifetiyle susturulur ve sesini çıkaramaz hale getirilir. Bu arada halka yönelik bir propanda konusu Mustafa Kemal'in ''gavuru denize döken Komutan'' imajı sürekli ve başarılı bir şekilde işlenir.[10]
Şapka aleyhinde olanlar veya her ne gerekçeyle olursa olsun şapka giymeyenler mahkemeye sevk edilirler. Bir çok kimse sürgün veya on-onbeş yıla varan hapis cezalar verilir. Rize'de 8, Maraş'te 7, Erzurum'da önce 3, daha sonra hapis cezasını çarptırılan İskilipli Atıf Hoca'nın cezasının idama dönüştürülmesiyle 4 kişi idam edilir. Şapkaya karşı en sert tepkinin gördüğü bir il olan ''Rize halkını sindirmek'' için ''Hamidiye kruvazörü şehir karşısında demir atar'' Gelen tepkiler düşünülenin üstündedir. Halkın ancak silah zoruyla kontrol altında tutulabileceği anlaşılır. Bu baskılar ve zorlama ile insanlar şapka dükkanlarının önünde günlerce kuyruklarda beklemek zorunda kalırlar. Hatta öyle ki, erkek şapkası bulamadığı için süslü kadın şapkası veya deniz mevsimi için yapılmış beyaz bezden şapkalar giymek zorunda kalanlar görülür.Yoksa şapka kanununun çelik pençesi üzerindeler...[11]
''Sarık ve cübbe ile muvaffak(başarılı) olmanın imkanı yoktur. Artık medeni bir millet olduğumuzu cihana ispat ettik''
Cahil gaflet ve taassubun terakki ve temeddün düşmanlığının alameti farikası gibi telakki olunan fesi atarak onun yerine bütün medeni alemce serpuş olarak kullanılan şapkayı giymek ve bu suretle türk milletinin heyeti içtimaiyyeden zihniyet itibarı ile de hiçbir farkı olmadığını göstermek bir lazıme idi.[12]
Asıl amaç başarılı olmaktı.Medeni olmaktı.Ancak tek sorunumuz vardı.O da SARIK veCÜBBE.Tüm engel buydu.Artık bizde sarık ve cübbeyi atıp bütün medeni insanlar gibi şapka giyerek zihniyet itibari ile onlardan hiçbir farkımız olmadığını herkeze kanıtlıyacaktık.
21.03.1923'de Kemal Atatürk'ün de belirtdiği gibi:...Kıyafetlerinde Avrupa kadınını taklit edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus ananesi, kendine mahsus âdatı, kendine göre millî hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin mukallidi olmamalıdır.Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki HÜSRANDIR..[1]
Ve neticesinde başka milletleri taklit etmek istemeyenler için hüsranla sonuçlandı.Çünkü O dönemde''...beterine şapkalı gavur''denilen bir dönemdi.
Kemal Atatürk'ün de belirtdiği gibi ''...her milletin kendine mahsus ananesi, kendine mahsus âdatı...Hiçbir millet aynen diğer bir milletin mukallidi(benzeri) olmamalıdır...''sözlerinde olduğu gibi ya kendi örf adetlerine bağlı kalıp başka hiçbir milletin mukalliti(benzeri) olmıyacaklardı.Yada hapis veya idam cezası alacaklardı.[13]
Nitekim İslam'da bunu emrediyordu.
Nitekim İslam'da bunu emrediyordu.
"Kim bir kavme benzerse, o da onlardandır.” [14]
"Bizden başkasına benzeyen bizden değildir.” [15]
İskilipli Atıf Hoca’nın idam edildiğini haber veren bir gazete kupürü
Ne yapmaları lazımdı 1923'de ki söylevinemi uymaları lazımdı yoksa şapka kanununamı uymaları lazımdı?
Seçim hakları varmıydı?...
Cumhuriyet şapka mağazasına altın madalya,sebebi:Başta ''Habig''firması olmak üzere Avrupa'nın en büyük ve namdar fabrikalarından şık ve modern şapkaların devamlı bulundurulması.
Şapka giymek zorunludur ancak şapka kıtlığı başlamıştır.Şapka bulunamaz hale gelir.bu açığı kapatmak için Yurt dışından şapka siparişleri verilir.Haliyle Yurt dışına oluk oluk döviz akışı olur.Halkın çektiği ekonomik sıkıntılarda cabası.
Şapka devrimi, kıyafet devriminde fırsatları iyi değerlendiren Vitali Hakko şüphesiz şapka kanunu olmasaydı bugün olmıyacaktı.
“1925’lerde Kemal Atatürk giyim kuşam reformu yaptığında, Türkiye’de bu alanda yeni bir dünya açıldı. Şapka reformuyla çarşafın ve fesin atılmasıyla ilk aklıma gelen şey, şapka yapmak oldu.Kapalıçarşı’da bir dükkân açmıştık. Şapkaları gece hazırlar, gündüz satardık. Cumartesi günleri kuyruk olurdu. Öyle kuyruk olurdu ki, izdihamı önlemek için polis çağırırdık.” [16]
İşlerini iyi yürüten Vitali Hakko, 1934 yılında “Şen Şapka”yı kurar. “Vakko”nun temeli böyle atılmış olur.
Elbette kimsenin ticari girişimine mani olunmamalı.Vitali Hakko ve dönemin işbilir tüccarları, bir ihtiyacı gördüler ve halkın para sıkıntısı çektiği bir dönemde dövizleri yurt dışına taşıyarak gemiler dolusu şapka ithal ederek sattılar.
Kaynaklar:
[2]Falih Rıfkı Atay; Çankaya, İst. 1980, s.430---Güneş gazetesi pazar eki, 2 Eylül 1990
[3] Resmi Gazete : Tarih: 28/11/1925
[4]İnönü’nün hatıraları, CHP Ulus gazetesi 5 Nisan 1968 tarihli nüsha veya İnönü hatıralar Bilgi yayınevi sayfa 209
[5]Resmi gazete:06.06.1941
[6](Kaynak: Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, s. 96)
[7](Kaynak: İsmet İnönü, Hatıralar, Cild 2, s. 209, Ulus Gazetesi 1968 ve Baskı 1987 )
[8](Kaynak: Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, s. 93
[9](Kaynak: Mikuschi Gazi Mustafa Kemal, s.353
[10](Kaynak: Şevket Süreyya Aydemir, Suya Arayan Adam s.405-406)
[11]Cumhuriyetin Tarihi, Ahmet Cemil Ertunç, Pınar Yayınları, Ekim 2011, Sayfa:159
İstiklal Mahkemeleri’nde adalet var mıydı?
[14](Ebu Davud, Libas, 4; Müsned, 2/50)
[15](Tirmizî, İstizan, 7)
[16]Milliyet gazetesi:21.03.1988
Not:[6],[7],[8],[9],[10],[11] nolu dipnot kaynak:Cumhuriyetin Tarihi, Ahmet Cemil Ertunç, Pınar Yayınları, Ekim 2011, Sayfa: 156-157-159-160
[14](Ebu Davud, Libas, 4; Müsned, 2/50)
[15](Tirmizî, İstizan, 7)
[16]Milliyet gazetesi:21.03.1988
Not:[6],[7],[8],[9],[10],[11] nolu dipnot kaynak:Cumhuriyetin Tarihi, Ahmet Cemil Ertunç, Pınar Yayınları, Ekim 2011, Sayfa: 156-157-159-160
...Kıyafetlerinde Avrupa kadınını taklit edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus ananesi, kendine mahsus âdatı, kendine göre millî hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin mukallidi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki hüsrandır...(1)
kaynak:
(1)Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri 2(1906-1938) 5.baskı 1997 sayfa:154
Hükümet Teşkilatı Hakkında
24 Nisan 1920
...Devlet-i Osmaniye(Osmanlı Devleti) diğer herhangi bir devlet gibi hükümdarının nüfuz-u cismanisi etrafında müteşekkil(şekillenmiş) değildir. Makam-ı saltanat(Saltanat makamı) aynı zamanda makam-ı hilâfet(Hilâfet makamı) olmak itibariyle padişahımız cumhur-u islâmın da reisidir. Mücahedatımızın(mücadelemizin) birinci gayesi ise saltanat ve hilâfet makamlarının tefrikını(ayrılmasını) istihdaf(amaçlayan) eden düşmanlarımıza irade-i millîyenin(Milli iradenin) buna müsait olmadığını göstermek ve bu makamat-ı mukaddeseyi(kutsal makamı) esaret-i ecnebiyeden(yabancı esaretinden) tahlis ederek ulülemrin (Padişahın) salâhiyetini(yetkisini) düşmanın tehdit ve ikrahından(zorlamasından) azade(serbest) kılmaktır...(1)
(1)Kaynak:Atatürkün Söylev ve Demeçleri Türk Tarih Kurumu Basımevi 1997 sayfa:62
Muhteşem yüzyıl dizisinde Hürrem Sultan'ın neredeyse bütün vücudu açık hemen arkasında ise İbrahim yer almakta.
Muhteşem yüzyıldan bir sahne:Saray içinde rahatca dolaşan Hürrem Sultan ve giyinme şekli
Mahrem:Gizli.Dince ve şer'an müsaade olunmayan.Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır.
Na-mahrem:Aralarında evlenmeğe mâni olacak kadar yakınlık bulunmayan.Şer'an evlenmeğe mâni akrabalığı olmayan erkek veya kadın.Yabancı
Harem=mahrem,haram
Peki Osmanlı'da Harem nedir?Harem hayatı nasıldır?Herkes istediği gibi dolaşıp istediği yere gidebilirmi?
Harem:Herkesin girmesine müsaade edilmeyen yer. Kadınlara mahsus oda. (Misafirlere ve erkeklerin girmesine müsaade edilen yere de"selâmlık" denir.)
haremlik:Harem dairesi, evde harem kısmı, herkesin uluorta giremeyeceği yer.
Harem-seray:Sarayların kadınlara mahsus olan kısımları. Buna "Harem-i Hümayun" da denilir.
Ahram:(Harem ve Harim) Gizli yerler. Gizli olup herkesin girmesi serbest olmayan yerler.Kadınların bulunduğu haremlikler.
Dolap:Eskiden selâmlık ile harem arasında eşya alıp vermeye mahsus döner dolap ki, veren ile alan birbirlerini görmezlerdi.
Kafes:Dışardan içerisi görünmesin diye, ince tahta çubuklarından yapılıp harem pencerelerine takılan siper,
Sera-perde(Farsça):Saray perdesi. Eskiden harem dairesinin önüne çekilen büyük perde.
Şebistan(Farsça):Yatak odası.Harem dairesi.Gece ibadetine mahsus oda.
İç:Harem dairesi.Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın.Herşeyin içerisi, dâhil, derun.
Selamlık:Misafirlere ve erkeklerin girmesine müsaade edilen yer
İşte Harem gerçeği
******************************
Haremin asıl kapısı ve üzerinde Kur'an'ı Kerim ayeti.
Bu duvardaki levhalardan büyüğünün üzerinde asıl hareme aileden olan erkeklerin dışında kimsenin izinsiz giremeyeceğine dair şer'i hükmü ifade eden ayet-i kerime yer almaktadır:
"Ey iman edenler! Evleriniz dışındaki evlere izin istemeden ve orada sâkin olanlara selam vermeden girmeyiniz. Böyle hareketleriniz sizin için daha hayırlıdır." (Nur Suresi, Ayet 77)
******************************
Yücel Koç'un özel röportajından:
Avrupalı ressamların çizdiği saçı açık Hürrem portreleri var. Bunları nasıl çizmişler?Hepsi uydurma, hayali. Mümkün değil görmeleri. Nerede görecek?
Mesela, Melling... 3. Selim döneminde İstanbul'a gelmiş bir ecnebi. Bir dönem tasarımcılık ve mimarlık da yapmış. 'Melling Kalfa' diye meşhur olmuş. Melling Kalfa gravür de çiziyor. Harem'i de çizmiş.Saray ile irtibatlı iş yapan biri de olsa, bunun Harem'e girmesi mümkün değil. Karaağalar (Harem ağaları) bile kapının bir yerinden sonra kalıyorlar. Melling'in çizdiği gravürdeki Harem'e bakıyorum; kız yurdu gibi. Kat kat çizmiş. Birinci katta yer sofraları kuruluyor, ikinci katta namaz kılınıyor, üçüncü katta yataklar toplanıyor.Bunu nasıl çizmiş olabilir diye araştırdım. Bir kere çizdiği Harem'in bizim Topkapı'daki Harem'le ilgisi yok.Hayali çizdiği en baştan oradan belli. Gravürde orta katta namaz kılan kızlara dikkat ettim. 7-8 hanım namaz kılıyor. Bazıları rükuda, bazıları secdede, bazıları da tekbir alıyor.
Dikkatli baktım, kızları ellerini kulaklarına götürerek tekbir alırken çizmiş. Yani bu kişi değil Harem'e girmek, hayatında namaz kılan hanım bile görmemiş. İşte her şey ortada.
******************************
Saray haricinde Osmanlıda mahremiyet nasıldı?
Osmanlı'da kapı tokmakları çift halkadan müteşekkildi. Bunlardan, aslan başı motifli ve büyük olanı kalın, çiçek motifli ve küçük olanı da ince ses çıkartırdı. Eğer eve bir erkek misafir gelmiş ise, kalın sesli tokmağı tıklatır, içerdeki ev sahibi gelenin beyefendi olduğunu anlar, kapıyı evin beyi açar, bey yoksa mahremiyete uygun olarak kapı açılırdı. İnce sesli tokmağın sesi duyulmuş ise, gelenin bir hanım olduğu anlaşılır, kapıyı evin hanımı açardı.
******************************
Not:Çevirilerde Osmanlıca Türkce sözlük kullanılmıştır.
3 Mart 1924 tarihinde 431 numaralı kanun ile hanedan mensupları dönüşü olmayıp sadece gidişi olan bir pasaportla bir yolculuğa yollanmış sınır dışı edilmişti.(1)
Merhum Adnan Menderes 1952 yılında NATO toplantısı için Fransa'ya gider.Bir ara Paris büyükelçisini yanına çağırarak;Osmanoğulları ailesinin Paris'te yaşadığını ve ne yiyip ne içdiğini sorar.
Büyükelçi bilgisinin olmadığını söylemesi üzerine Adnan Menderes Büyükelçiye 24 saat mühlet verir.Bir müddet sonra büyükelçi adresle gelir.
Hanedanın ziyaretine giden Menderes, gördükleri karşısında çılgına döner.Devlet-i Aliye'nin ulu Hakanı Sultan Abdülhamid Han'ın 80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan, 60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan ve diğer Osmanlı hanımları, Paris yakınlarında bir bulaşıkhanede Fransızların bulaşıklarını yıkamaktadırlar.
Menderes gözyaşlarını tutamaz. Şefika Sultan'ın ellerine sarılır ve af diler.
Menderes Türkiye'ye döner dönmez doğruca Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a çıkar.
- "Osmanlı hanımlarını bulaşık yıkarken gördüm. Onların Türkiye'ye dönmeleri için af kanunu çıkaracağım" der.
Celal Bayar da;
- "Adnan Bey sus! Sakın bu konuyu bir daha başka yerde açma, malum gazeteler tahrikiyle silahlı kuvvetlerin içindeki cunta Türkiye'de ihtilal yapar" der.
Menderes cebinden çıkardığı bir mektubu masanın üzerine bırakarak dışarı çıkar.
Mektupta şunlar yazılıdır:
- "Analarının ve babalarının Fransa da hizmetçilik yaptığı bir ülkenin başbakanı olmaktan utanç duyuyorum, istifamın kabulünü arz ederim. Adnan Menderes."
Menderes'in istifadan vazgeçmesi için epeyce uğraşılır ve hanedan hanımlarının yurda dönmelerine izin verilmesi şartıyla Menderes istifadan vazgeçer.
Ancak daha sonra Adnan Menderes'e bunun hesabını soracaklardır.(2)
Menderes'in istifa haberi devlet içinde şok meydana getirdi. Yakınlarının ve bazı devlet erkânının araya girmesiyle Adnan Menderes istifasını geri almaya razı edildi.
16.06.1952 tarihinde 3 Mart 1924 tarihli 431 numaralı kanunun 2. maddesinin değiştirilmesi ve aynı kanuna bazı maddeler eklenmesi hakkındaki kanun kabul edilir.Resmi gazetede 5958 nolu kanun ile 23.06.1952'de yayınlanır.Bu kanunda Osmanoğullarından sadece kadınların Türkiye’ye dönmelerine izin verilir.
Madde 2 de ''Mülga Hilafet ve münderis osmanlı Sultanı Hanedanının Padişahlar sulbünde olan erkek azası ve bunların erkek füruu Türkiye'ye gelmek ve Türkiyeden transit olarak geçmekden memnudur.Bunların dışında kalanlar Türkiye'ye gelebilirler.''demektedir.(3)
Daha sonra 15.05.1974 tarihinde kabul edilen 1803 nolu kanun 18.05.1974 tarihinde resmi gazetede yayınlanır.
Bu kanunla da hanedana mensup erkeklerin de ülkeye dönmelerine izin verilmiştir.
Madde 8: 16.06.1952 tarih ve 5958 sayılı kanunla tadil edilen 3 Mart 1924 (hicri 26 Recep 1342) (rumi 3 mart 1340) sayılı kanunun 2,3,4ve 5. maddelerinin yürürlükten kaldırılmıştır.bu durumdan istifade etmek isteyen erkek mensuplar hakkında 431 sayılı kanunu tadil eden 5958 kanun gereğince kadın mensuplara tanınan haklar uygulanır.(4)
“Hilâfetin ilgâ ve Hanedan-ı Osmanî’nin Türkiye Cumhuriyeti memalikiharicine çıkarılmasına dair 431 sayılı kanun”un 2. maddesinin değiştirilmesi ve aynı kanuna bazı maddeler eklenmesi hakkındaki kanun
Kabul tarihi 16.06.1952
resmi gazete yayın tarihi 23.06.1952
kanun no 5958
(3)
*******************************************
23.06.1952 tarihli resmi gazetede yayınlanan 16.06.1952 tarih ve 5958 sayılı kanunla tadil edilen 3 Mart 1924 (hicri 26 Recep 1342) (rumi 3 mart 1340) sayılı kanunun 2,3,4ve 5. maddelerinin yürürlükten kaldırıldığına,bu durumdan istifade etmek isteyen erkek mensuplar hakkında 431 sayılı kanunu tadil eden 5958 kanun gereğince kadın mensuplara tanınan hakların uygulanacağına dair resmi gazete.
(Cumhuriyetin 50 nci Yılı Nedeniyle Bazı Suç ve Cezaların Affı Hakkında Kanun)
kabul tarih:15.05.1974
resmi gazete yayın:18.05.1974
sayı:14890
kanun no:1803
(4)
*******************************************
Kaynaklar:
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)