Articles by "Atatürk"
Atatürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kemal  Atatürk imzalı Bediüzzaman'ın Kastamonuya sürgün edilmesi ile alakalı 25.01.1935 tarihli Bakanlar kurulu kararı
Son Osmanlı padişahı sultan Mehmet Vahidettin Han, garip bir hayat yaşadı… Garip, kimsesiz ve zavallı... Yalnızdı… hep yalnız... 4 aylıkken babasını, 5 yaşında da annesini kaybetti. Hayatını Ağabeyi Sultan Abdülhamid hanın himayesinde sürdürdü.
       
Sultan Vahidettin han, imparatorluğun en zor döneminde kendisini tahtın üstünde buldu. Ama o hayatının hiçbir döneminde padişah olmayı istememiştir. Fakat ne çare… Düşük omuzlarına, 600 yıllık bir imparatorluğun yükü binmişti.Tahtta oturduğu gün yanında bulunan Serkarin (baş Katip) Ali Fuat Türkgeldi’ye hitaben ; “—Ben kendimi bu vazife için hazırlamadım. Şaşkın bir haldeyim, bana dua ediniz… Ben, saltanatın kuş tüyü minderleri üzerine oturmadım, Milletin ateşli külü üzerine oturdum. Allah yardımcım olsun.”  Diyecektir.
            
Tahtta geçmesinin üzerinden henüz 3,5 ay geçmişti ki, sonralardan başbakanlık makamına kadar yükselecek olan “Rauf Orbay”ın imzaladığı, memleketin işgal edilmesine sebep olan Mondros Ateşkes Antlaşması kabul edildi. Ordu dağıtıldı ve memleket param parça edildi. Koskoca Osmanlı İmparatorluğunun paşalarından, komutanlarından sadece iki paşa, sadece iki komutan, bu Mondros paçavrasına uymadı, ordusunu dağıtmadı ve ölene kadar mücadeleye devam dedi… Bu iki paşa kimdi biliyor musunuz?...  Erzurum’daki 15. kolordu komutanı “Kazım Karabekir Paşa” ve Mekke-Medine komutanı “Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa”…
              
Neyse, konuya devam. İşgaller, sarayın çaresizliği, Sultan ile Mustafa Kemal’in Yıldız Sarayında baş başa ve diz dize görüşmeleri ve bu görüşme akabinde, Milli mücadeleyi başlatması için Mustafa Kemal Paşanın paravan bir vazife ile Samsun’a gönderilmesi, Ankara hükümeti ile İstanbul hükümetinin gizli paslaşmaları ve danışıklı dövüşler, beklenmeyen bir sürgün, sultanın ve ailesinin San Remo’da yaşadığı inanılmaz sefalet, aç geçirilen günler ve en nihayet üzerine haciz konulduğu için 46 gün kaldırılamayan ve gömülemeyen, bu yüzden farelerin saldırısına uğrayan bir tabut… ve Zavallı, biçare Sultan Mehmet Vahidettin han gerçeği, tüm kesimlerce bilinen birer hakikat. Fakat ben bu konulardan bahsetmeyeceğim. Bu yazıda  Sultan Vahidettin Han’ın vefatı üzerine Mustafa Kemal’in tutum ve söylediklerini ifade edeceğim.
               
 Biçare Sultan Mehmet Vahidettin han 16 Mayıs 1926 günü İtalya’nın San Remo isimli şehrinde aç, sefil, hasta, yorgun ve ümitsiz bir biçimde kalp krizinden vefat ettiğinde, Gazi Mustafa Kemal Paşa Adana’dadır. Roma Büyükelçiliği bir telgrafla ölüm haberini ulaştırır kendisine. Türkiye’nin Roma Büyükelçisi Suat Bey’in “Sultan Vahidettin’in füc’eten (ansızın) vefat ettiği şimdi haber alınmıştır” şeklinde yazan telgrafı kendisine verilir.
               
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, o sıralarda dostları ile beraber yemeğe oturmuştu… Hamdullah Suphi Tanrıöver’in anlattığına göre, paşa haberi işitince ; “ VAH VAH! ALLAH RAHMET EYLESİN. BİR TARİH KAPANDI. KİM İSTERDİKİ BÖYLE OLMASINI. ÇOK NAMUSLU BİR ADAM ÖLDÜ… İSTESEYDİ TOPKAPI SARAYI’NIN BÜTÜN HAZİNESİNİ GÖTÜRÜR VE ÖYLE BİR ORDU KURUP GERİ DÖNERDİ Kİ…” demiştir.
               
Bazı tanıklar ki bunlardan biri Hasan Rıza Soyak’tır, o gece Mustafa Kemal’in gözlerinden ince ince yaşlar  süzüldüğünü anlatacaktır ileriki zamanlarda… Kolay değil bir imparatorluğun son padişahı ölmüştür. Hem de kendisini, memleketi kurtarması için vazifelendiren bir padişah…
               
Derhal odasına çekilir ve kimseyle konuşmaz. Ama Sultan Vahidettin han için ne düşündüğü, akıttığı göz yaşlarından belli olur.  Üzüldüğünü herkes anlamıştır…
               
Mustafa Kemal Paşa bir gün yanında hizmet eden Cemal Granda’ya ve Yazı İşleri Müdürü Tevfik bey’e der ki; Beni, Milli Mücadeleyi açmak üzere bunca paşa arasından seçip Anadolu’ya gönderen Sultan Vahidettin’dir… Uzun  söze ne hacet. Tarih, bir gün her şeyin en doğrusunu  herkese gösterecektir.  
           
Kaynaklar:
1 -  İlhan Bardakçı, Vahdettin’den Mustafa Kemal’e,  3.baskı, sayfa ;  140-141
2 – Necip Fazıl Kısakürek, Sultan Vahidüddin, 2. baskı,  sayfa ; 250-251
3 – Muzaffer Erendil, Yakınlarından Hatıralar Anekdotlarla Atatürk,  sayfa ; 98-99
4 – Murat Bardakçı, Şahbaba,  4. baskı, sayfa ; 412-413
Kemal Atatürk'ün  Din alimlerini idam ettirdiği belirtildiği zaman,Kemalistler Atatürk'ün ''Dîn'e ve Din alimlerine büyük önem verdiğini,O olmasaydı Dînimizi yaşıyamazdık.Atatürk Din alimlerini değil Dîn'i kullanan Hoca'ları idam ettirdiğini'' iddia ediyorlar.

**********

Lütfü Müfit ÖZDEŞ'in canlı anıları:

Mustafa Kemal:

''İktidarı alacağım softaları asacağım.İlk yapacağım icraat bu millet ve devletin bu hale gelmesinde en büyük sorumluluğu taşıyan yobazları,sarıklı softaları sarıklarından yakalayıp ibreti alem için sokaklarda dizi dizi asmak olacaktır.'' [1]

**********

M. Kemal’in has adamlarından Falih Rıfkı Atay, hilafetin kaldırılması kararının alınışının şâhidi olarak şunları anlatmaktadır:

“Atatürk, o akşam biz devrimcileri sofraya çağırdı. Yemeğin bitimine doğru, ‘Çocuklar, yarın hilafeti kaldırıyoruz” dedi.

“Çılgınca alkışladık, sevinç içinde ‘Bunu sizden başkası yapamaz Paşam!’ dedik. 

“Peki öyleyse, dedi Atatürk. Geçin öbür odaya, yazın bir takrir. Ben onu hocalara imzalatayım. Yani Hilâfetin kalkmasını hocalar istemiş olsun.

“Geçtik yazdık. Sabah Atatürk, eliyle Meclis’e getirdi, odasına çıktı. Hocaların kendi aralarında toparlanarak, bu ‘Hilâfeti ilga takririne’ ateş püskürdüklerini Atatürk’e biz haber verdik. Hocalar aşağıda hâlâ bağırışıp çağırıyorlardı. Gazi, bunun üzerine öfkelenerek:

“Çağırın bana aşağıdan Rıfat Hoca’yı”

“Çağırdılar Hoca hem öfkeli, hem sıkılgandı. Mustafa Kamal yüzüne bile bakmaksızın:

“Hoca şu takriri imza et, dedi

“Ama paşam, Hilafetin ilgası gibi ciddi bir konuda, müzakere filan olmaksızın… Sonra biz, din adamları bunu istemi…”

“Hoca imza et dedim, keyfini bozarım sonra..”[2]

**********

 Kemal Atatürk, 1930 Konuşmasında:
 ''Kaza ve Kader, Talih ve Tesadüf deyimleri Arapça'dır...Türkleri ilgilendirmez...''[3]

**********

Kemal Atatürk 1931 yılın sonlarında: 

''İslamlık, devrini yapmış, fayda ve zararlarını ortaya koyarak eskimiş, ömrünü bitirmiş bir şeydir. O müessseseyi ne korumağa, ne de yeniden bir aşı yaparak gençleştirmeğe niyetimiz yoktur. Zaten Böyle bir teşebbüs, kurumuş eski ağaca hayat vermeğe çalışmak gibi beyhudedir.''[4]

**********

Kemal Atatürk iktidarı alıp ilk işi yobazları,sarıklı softaları sarıklarından yakalayıp ibreti alem için sokaklarda dizi dizi asmak olacağına göre öyleki derdi alimlerdi.

Hilafet'in kalkmasını isteyen Kemal Atatürk  Hoca'lar istemiş olsun diyerek Hoca'lara imza attıran ve  Hoca'lar imza atmadığı takdirde “Hoca imza et dedim, keyfini bozarım sonra..”diyerek,Din alimlerini nasıl kullandığını,

İslam'lık devrini yapmış fayda ve zararlarını ortaya koyarak eskimiş, ömrünü bitirmiş bir şeydir.O müessseseyi ne korumağa, ne de yeniden bir aşı yaparak gençleştirmeğe niyetimiz yoktur,ve ''Kaza ve Kader, Talih ve Tesadüf deyimleri Arapça'dır...Türkleri ilgilendirmez...'' derken Dîne verdiği değeri,

ve kimleri idam ettirdiğinin göstergesidir.

Hilmi Kemal

Hilafet,Saltanat ve Ülke'yi düşmandan kurtarmak ve saldırıları önlemek amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920'de kurulur. Altı gün sonra 29 Nisan 1920'de 2 numaralı Hıyanet-i Vataniye Kanunu kabul edilir.[1](Saltanat kaldırılmadan önce.) 

Bu kanuna göre;"Yüce hilafet makamı ve saltanatı ve Ülkeyi yedi yabancı devlet güçlerinden kurtarmak ve saldırıları önlemek amacına yönelik olarak kurulan Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyana yönelik sözlü, yazılı veya eylemli muhalefet ve fesatlıkta bulunanlar vatan haini sayılır." (Madde 1) "Fiilen vatan hainliğinde bulunanlar asılarak idam edilir." (Madde 2) "Vaiz ve hitabet suretiyle alenen ve çeşitli zeminlerde söz ve hareketleriyle vatan hainliği cürmüne tahrik ve teşvik edenlerle işbu tahrik ve teşviki yazı ve resimlerle yayanlar geçici küreğe konulurlar." (Madde 3) "Vatana ihanet sanıklarının yargılanması en çok 24 gün içinde karara bağlanır (Madde 7) ve temyiz edilemez." (Madde 8)

Bu kanunu daha iyi uygulamak için 29 Ekim 1920'de kurulan İstiklal Mahkemeleri, 1923'e kadar olan dönemde 1000 ila 1500 arası idam kararı vermiştir.[2]

Resmi gazete:Hıyanet-i Vataniye Kanunu,07.02.(1337)1921

Hıyanet-i Vataniye Kanunu,07.02.(1337)1921

Hıyanet-i Vataniye Kanunu,07.02.(1337)1921

HIYANET-İ VATANİYE KANUNU

Kanun Numarası : 2
Kabul Tarihi : 29 Nisan 1336 (1920)

Madde 1.
Makamı Muallayı Hilafet ve Saltanatı ve Memaliki Mahruseyi Şahaneyi yedi ecanipten tahlis ve taarruzatı defi maksadına matuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyanı mutazammım kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet ve ifsadatta bulunan, haini vatan addolunur.

(Yüce hilafet makamı ve saltanatı ve Ülkeyi yedi yabancı devlet güçlerinden kurtarmak ve saldırıları önlemek amacına yönelik olarak kurulan Büyük millet meclisine karşı düşünce veya uygulamalarıyla veya yazdıkları yazılarla muhalefet ve bozgunculuk edenler vatan haini olarak addedilir.)

Madde 2.
Bilfiil hıyaneti vataniyede bulunanlar selben idam olunur. Ferden zimethal olanlar ile müteşebbisleri kanunu cezanın kırk beşinci ve kırk altıncı maddesi mucibince tecziye edilirler.

(Bilfiil vatan hainliği yapanlar asılarak idam edilir. Şahsen olaylara karışanlar ve teşebbüs edenler ceza kanununun kırk beşinci ve kırk altıncı maddesine göre cezalandırılırlar.)

Madde 3.
Vaiz ve hitabet suretiyle alenen ve ezminei muhtelifede eşhası muhtelifeyi sirren ve kavlen hıyaneti vataniye cürmüne tahrik ve teşvik edenlerle işbu tahrik ve teşviki suver ve vesaiti muhtelife ile tahriren ve tersimen irtikap eyleyenler muvakkat küreğe konulurlar.Tahrikat ve teşvikat sebebile maddei fesat meydana çıkarsa muharrik ve müşevvikler idam olunurlar.

(konuşmalarıyla halkı alenen vatan hainliği suçunu işlemeye tahrik ve teşvik edenler veya bu teşvik ve tahriki yazılarıyla ve çok değişik araçlarla yayanlar geçici kürek cezasına çarptırılırlar.Yapılan bu tahrik ve teşvik sonucunda bozgunculuk olayları çıkarsa teşvik ve tahrik edenler idam olunurlar.)

Madde 4.
Hıyaneti Vataniye maznunlarının mercii muhakemesi ikar cürüm edilen mahaldeki bidayet ceza mahkemesidir. Ahvali müstacele ve fevkalade maznunun derdest edildiği mahal mahkemesi de icrayı muhakeme ve itayı karara salahiyettardır.

(Vatana ihanet zanlılarının yetkili mahkemesi suçun işlendiği yerdeki Ceza mahkemesidir. Olağanüstü ve aceleyi gerektiren durumlarda zanlının yakalandığı yerdeki ceza mahkemesi de yargılama yapmaya ve karar vermeye yetkilidir.)

Madde 5.
Hıyaneti Vataniye maznunlarının muhakemesi bidayet ceza mahkemelerinden verilecek gayrı muvakkat tevkif müzekkeresi üzerine her halde mevkufen icra edilir.

(Vatana ihanet zanlılarının muhakemesi, ceza mahkemelerinden verilecek kesin tutuklama belgesi üzerine her yerde tutuklu olarak yapılır.)

Madde 6.
Zabıtayı adliye memurlarının tanzim edecekleri tahkikatı iptidaiye evrakı dairei istinkade tevdi olunmaksızın mahallin en büyük mülkiye memuruna ita olunur ve onun tarafından dahi müddei umumiler vasıtasıyla yirmi dört saat zarfında mahkemeye verilir.

(Adli zabıta memurlarının düzenleyeceği ilk tahkikat belgeleri o bölgenin en yüksek rütbeli mülki memuruna verilir ve onun tarafından savcılar aracılığıyla mahkemeye iletilir.)

Madde 7.
Hıyaneti vataniye maznunlarına ait muhakemat, bir sebebi mücbir olmadıkça azami yirmi dört günde bir hükme raptolunacaktır.Bu müddeti bila sebebi mücbir tecavüz ettiren mahalli zabıtası ile mahkeme heyeti kanunu cezanın yüz ikinci maddesi zeyli mucibince cürmünün derecesine göre tecziye edilmek üzere mafevki mahkemesince muhakemesi bilicra azami yirmi gün zarfında hükme raptedilecektir.

(Vatana ihanet zanlılarının muhakemesi zorunlu bir sebep olmadıkça yirmi dört günde sonuçlanacaktır. Zorunlu bir sebep olmaksızın bu süreyi aşan görevliler ve mahkeme heyeti Ceza kanununun yüz ikinci maddesi eki gereğince suçunun derecesine göre cezalandırılmak üzere ilgili mahkeme tarafından yirmi gün içinde yargılanarak bir karara varılacaktır.)

Madde 8.
İşbu kanuna tevfikan mahakimden sadır olacak muhakamet kat’i olup Büyük Millet Meclisinden badettastik mahallerinde infaz olunur.Tastik edilmediği taktirde Meclisçe ittihaz edilecek karara tevfiki muamele olunur.

(Bu kanuna uygun olarak mahkemece verilecek olan karar kesin olup Büyük Millet Meclisinin onayını müteakip bölgesinde infaz olunur. Onaylanmadığı durumlarda, meclisin vereceği karara uygun olarak hareket edilir.)

Madde 9.
İşbu ceraimin emri muhakemesi için mahkemelerce istenecek şahsa, celp ve davete hacet kalmaksızın bila hüküm ihzar müzekkeresi tasfir kılınır.

(Bu suçların yargılanabilmesi için mahkemelerce istenen kişi mahkemenin davet yazısına gerek kalmaksızın mahkeme karşısına çıkarılır.)

Madde 10.
İsyana iştirak etmeyen eşhas hakkında ligarazin isnadatta bulunanlar isnad ettikleri cürmün cezası ile mücazaat olunurlar.

(İsyanlara katılmayanlar hakkında kasten suçlamalarda bulunanlar, iddia ettikleri suçun cezası ile cezalandırılırlar.)

Madde 11.
Haklarında gıyaben hüküm sadır olan eşhas, derdestlerinde işbu kanuna tevfikan ve vicahen muhakemeleri icra olunur.

(Haklarında gıyaben hüküm verilenler, yakalandıkları anda yeniden yargılanırlar.)

Madde 12.
İşbu kanun her mahallin idare amiri tarafından nahiye ve kaza , liva ve vilayet merkezlerine ve köy heyeti ihtiyariyeleri müctemian celpedilerek işham ve sureti tebliği mutazammım hey’eti mezkure azalarının imzalarını havi zabıt varakaları tutularak idare meclislerince hıfzedilmekle beraber kavaninin neşir ve ilanı hakkındaki kanuna tevfikan ayrıca neşredilecektir.

(Bu kanun her mahallin idare amiri tarafından nahiye ve kaza ve vilayet merkezlerine ve köy ihtiyar heyetleri çağrılarak ve toplanarak yüzlerine karşı okunarak tebliğ edilir ve tebliğ edildiğine dair imzalı zabıt tutularak saklanır.)

Madde 13.
İşbu kanunun icrayı ahkamına Büyük Millet Meclisi memurdur.

Madde 14.
İşbu kanun her mahalde tarihi tebliğ ve ilanından kırk sekiz saat sonra meri olacaktır.

Kaynaklar:
[1] Resmi gazete:Hıyanet-i Vataniye Kanunu,07.02.(1337)1921
[2]Prof. Dr. Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s. 155

Himi Kemal
Diyelim ki İngiltere ile Osmanlı savaşa girdi.Bir süre sonra savaş öyle yada böyle bir şekilde bitti.Savaştan sonra İngiltere'nin başına geçen kişi bir gün dediki;

Ben harf devrimi yaptım.

*Bundan sonra İngilizce Osmanlı harfleri ile yazılacak,
*İngiltere Osmanlı kanunları ile yönetilecek .

YETMEZ...

*Birde herkez Osmanlı sarığı takacak takmayanlar asılacak,
*Kadınlar çarşaf giyecek,
*İngiltere'nin eski Kral'ı sürgüne gönderilecek,
*Kiliseden çan çalmak yasak olacak,
*İngiltere'nin tatil günleri Müslüman'ların kutsal günü sayılan Cuma günü olacak,
*İçki-faiz-kumar-zina gibi şeyler Osmanlı'da olduğu gibi yasak olacak.

Şimdi soru şu:Bir İngiliz vatandaşı bunları yapan bir Devlet adamı hakkında Osmanlı ajanı olduğunu düşünürmü?

Yoksa Vatan Millet derdinde olan koyu bir İngiliz olduğunumu düşünür?
1929 yılında yapılan güzellik müsabakasında Yarışmaya giriş şartları:

''...Irk din ve mezhep  fark aranmaz, yalnız müsabakaya iştirak edeceklerin asgari 15 yaşında olmaları şattır...''

''...Müsabakaya iştirak için asgari sin (15) dir.15 yaşından itibaren her hanım kız müsabakamıza iştirak hakkına haizdir...''

Kaynaklar:
[1]Cumhuriyetin güzellik müsabakası esaslar ve şartlar İstanbul Cumhuriyet matbaası 1929
[2]Cumhuriyet gazetesi 13.02.1929 sayfa:1 
Ayrıca;Cumhuriyet gazetesi 24.02.1929 sayfa:1 

''DİN BAĞI-MEZHEP YERİNE, TÜRK ULUSU BAĞI''

Atatürk Ankara Hukuk fakultesinin Açılışı 5.11.1925'de: 

Ulusun, varlığını sürdürebilmek için bireyleri arasında düşündüğü ortak bağ, yüzyılardan beri sürüp gelen biçimini, niteliğini değiştirmiş; ulus bireylerini, Din bağı- mezhep bağı yerine,Türk ulusculuğu bağı ile toplamış,bir araya getirmiştir.[1]

Behçet Kemal Çağlar (d. 1908 Erzincan Türkiye) - (ö. 24 Ekim 1969), Türk şair. Faruk Nafiz Çamlıbel ile Onuncu Yıl Marşı'nı yazmıştır.[2]

Kaynaklar:
[1]Bugünün Diliyle Atatürk'ün Söylevleri,Türk Tarih Kurumu,Baskı 1968, Behçet Kemal Çağlar Sayfa 159,(Atatürk'e ezan yazan şahsiyet).Ayrıca bakınız Kemal Atatürk;Milleti din yerine Türk milliyetçiliği etrafında toplamak” şeklinde tanımlıyor.
[2]Vikipedi


Kemal Atatürk;Milleti din yerine  Türk milliyetçiliği  etrafında toplamak” şeklinde tanımlıyor.

“Türk inkılâbı, kelimenin ilk anda akla getirdiği ihtilâl anlamından başka, ondan daha geniş bir değişmeyi anlatır. Bugünkü devletimizin şekli, yüzyıllardan beri gelen eski şekilleri ortadan kaldıran en gelişmiş tarz olmuştur. Milletin, varlığını devam ettirmek için efradı arasında düşündüğü müşterek bağ, yüzyıllardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş,yani ulus, din ve mezhep bağı yerine kişilerini Türk milliyetçiliği etrafında toplamıştır.Türk milleti, milletlerarası genel savaş alanında hayat ve kuvvet sırrı olacak ilim ve vasıtanın, ancak çağdaş uygarlıkta bulunabileceğini değişmez bir gerçek olarak kabul etmiştir. Inkılâpların normal ve zorunlu gereği olarak genel yönetiminin ve bütün kanunlarının ancak dünyevî ihtiyaçlardan ilham alınarak yapılmasını bir hayat şartı saymıştır.” [1]

Kaynak:
[1]Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 5 Kasım 1925,Ankara Hukuk Fakültesi’nin Açılışında
Lütfü Müfit ÖZDEŞ'in canlı anıları:

Mustafa kemal'in  Harp okulundan itibaren en yakım arkadaşlarından biride uzun yıllar T.B.M.M.'de Kırşehir millet vekili olarak bulunmuş olan Lütfü Müfit ÖZDEŞ'tir.[1]

Mustafa Kemal:

''İktidarı alacağım softaları asacağım.İlk yapacağım icraat bu millet ve devletin bu hale gelmesinde en büyük sorumluluğu taşıyan yobazları,sarıklı softaları sarıklarından yakalayıp ibreti alem için sokaklarda dizi dizi asmak olacaktır.'' [2]

Öyle anlaşılıyor ki, derdi alimlerdi. 

Kaynaklar:
[1]Atatürk Ansiklopesi, Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihi,May yayınları,1971 Baskı, Cild 1 ( 9 cilt ), sayfa:147
[2]Atatürk Ansiklopesi, Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihi,May yayınları,1971 Baskı, Cild 1 ( 9 cilt ), sayfa:148
Kemal Atatürk ve Arkadaşlarının 3 Mart 1924 Halifeliğin Kaldırılmasından sonra İslam Dini hakkında olumsuz bakışları düşünceleri.

Ataürkün el yazıları ve diğer yayınlar doğaüstü bir varlık bulunmadığını açıklar.ALLAH'ın insan düşüncesindeki oluşumu, tarihin, sosyolojinin ve siyaset bilimin verilerine göre incelenir.Atatürk kendi el yazısıyla tek Allah'ın siyasal süreçler sonucunda doğduğunu belirtir.[1] 

12 Eylül yönetiminin ısmarladığı Türk-İslam sentezcisi bir Atatürk imal etmeye girişti.[2]

Kemalizme göre din[3]

Atatürke göre İnsan doğanın yarattığıdır.[4]

Mustafa Kemal ve Arkadaşları Osmanlı Devletini yıkmak gibi tarihsel bir eyleme önderlik etmişlerdi.
Atatürke göre doğanın çocuğu olan insan.[5]

Mustafa Kemal Paşa'nın İslam dini aleyhinde söyledikleri 1930-1931 yılları.[6]

Kemal Atatürk 1931 yılın sonlarında: ''İslamlık, devrini yapmış, fayda ve zararlarını ortaya koyarak eskimiş, ömrünü bitirmiş bir şeydir. O müessseseyi ne korumağa, ne de yeniden bir aşı yaparak gençleştirmeğe niyetimiz yoktur. Zaten Böyle bir teşebbüs, kurumuş eski ağaca hayat vermeğe çalışmak gibi beyhudedir.''[7]

Atatürk 3 Mart 1924 Halifeliğin kaldırılmasından yani iktidarı tam eline alması ile: Vahiy yoktur, Kur'an Muhammed'in düşüncelerinin ürünüdür.''
Atatürk: Bütün dinlerin denizin dibine batsın istiyorum 1926 yılı.[8]

Kaynaklar:
[1]Kemalist devrim-2 Din ve Allah, Doğu PERİNÇEK,Kaynak yayınları,5. basım,Aralık 1996,sayfa 21
[2]Kemalist devrim-2 Din ve Allah, Doğu PERİNÇEK,Kaynak yayınları,5. basım,Aralık 1996,sayfa 29
[3]Kemalist devrim-2 Din ve Allah, Doğu PERİNÇEK,Kaynak yayınları,5. basım,Aralık 1996,sayfa 41
[4]Kemalist devrim-2 Din ve Allah, Doğu PERİNÇEK,Kaynak yayınları,5. basım,Aralık 1996,sayfa 45
[5]Kemalist devrim-2 Din ve Allah, Doğu PERİNÇEK,Kaynak yayınları,5. basım,Aralık 1996,sayfa 47
[6]Kemalist devrim-2 Din ve Allah, Doğu PERİNÇEK,Kaynak yayınları,5. basım,Aralık 1996,sayfa 48-49-50-51
[7]Kemalist devrim-2 Din ve Allah, Doğu PERİNÇEK,Kaynak yayınları,5. basım,Aralık 1996,sayfa 59 (Ayrıca:Ahmet Hamdi Başar, Atatürk'le Üç Ay, Tan Matbaası, İstanbul 1945 Baskı, Sayfa 49)
[8]Kemalist devrim-2 Din ve Allah, Doğu PERİNÇEK,Kaynak yayınları,5. basım,Aralık 1996,Sayfa 60-61
[1]
[2]
[3]
[4]
[5]
[6]
[6]
[7]
[7]
[8]

...Meclis’te müezzin beş vakit ezan okur, imam cemaate namaz kıldırırdı.Dikkate değer ki, Kurtuluş Savaşları zaferle taçlandıktan sonra Atatürk Ankara’ya döndü. Meclis kapısı önünde resmi üniformasıyla bekleyen imam efendi Atatürk’ü durdurdu, ellerini kaldırdı, fakat dini duaya başlar başlamaz Atatürk hiddetle, 

“Burada böyle şeylere lüzum yoktur, bunları camide yapabilirsiniz. Biz savaşı dua ile değil, Mehmetçiğin kanı ile kazandık!” dedi ve imamı kovdu.”

Birdefada Rize seyehatinde Medreselerin açılması için kendisine müracat eden hocalara;hiddet ve şiddetle ve herkesin önünde:

''Para istiyorsanız size millet yetecek kadar verecektir.Açsanız karnınızı doyuracaktır.Medreseler birdaha açılmayacaktır anladınızmı.''diye bağırdı.[1]

Mahmut Esat Bozkurt (1892, Kuşadası - 21 Aralık 1943, İstanbul) Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşlarından ve Türkiye'de hukuki temellerinin atılmasında katkılarda bulunmuş bir devlet adamıdır.[2]

Kaynaklar:
[1]Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşlarından M.Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali,Baskı 1967, Altın kitaplar yayınevi,sayfa 146,147, 
Gazi’nin bu açıklaması, onun kendisi için çizdiği programı bize gösteriyor. Dine karşı durumunu şöyle anlattı:

Sonradan Kuran’ı Kerim’in Türkçe’ye çevrilmesini buyurdum. Bu da ilk kez olarak Türkçe’ye çevriliyor. Muhammed’in hayatına ait bir kitabın çevrilmesi için de emir verdim.

Halk yinelenmekte olan bir şeyin var olduğunu ve din ileri gelenlerinin derdi ancak kendi karınlarını doyurup, başka bir işlerinin olmadığını bilsinler. Camilerin kapanmasına hiçbir kimse taraftar olmamasına rağmen, bunların bu biçimde boş kalmasına şaşıyor musunuz?

Çobanlar, güneş, bulut ve yıldızlardan başka bir şey bilmezler. Yeryüzündeki köylüler de ancak bunu bilirler. Çünkü, ürün havaya bağlıdır. Türk yalnız doğayı kutsal sayar.

Gazi’ye dedim ki, kendisinin bu görüşü, en büyük akılların görüşlerine uyar. “Goethe” de bu doğaya “Allahlar” adını vermiştir. Daha önce bu ülkede aksettirilmesi uzak görülen bu sözleri Mustafa Kemal, yüksek sesiyle yinelenmiş ve bundan sonra şöyle demiştir:

Ben anlaşılmaz işi kabul edemem, kutsallığa lâyık ancak topluluğunun başkanı olan kimsedir.

İlâhiyat konusundan “kader” konusuna geçtim. Ve “kaza ve kader” denilen bu iki kelimenin arasındaki farkı açıkladığını ve bunların anlamı “şans ve rastlantı” kelimelerinin anlamına yakın olduğunu söyledim. Kelimeleri duyduğu zaman, biraz durduktan sonra bu iki kelimenin Arapça olduğunu ve Türkleri ilgilendirmediğini söyledi:[1]

Kaynak:
[1]Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri Atatürk ve İnkilap 30 Kasım 1929