Articles by "Saltanat"
Saltanat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hilafet,Saltanat ve Ülke'yi düşmandan kurtarmak ve saldırıları önlemek amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920'de kurulur. Altı gün sonra 29 Nisan 1920'de 2 numaralı Hıyanet-i Vataniye Kanunu kabul edilir.[1](Saltanat kaldırılmadan önce.) 

Bu kanuna göre;"Yüce hilafet makamı ve saltanatı ve Ülkeyi yedi yabancı devlet güçlerinden kurtarmak ve saldırıları önlemek amacına yönelik olarak kurulan Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyana yönelik sözlü, yazılı veya eylemli muhalefet ve fesatlıkta bulunanlar vatan haini sayılır." (Madde 1) "Fiilen vatan hainliğinde bulunanlar asılarak idam edilir." (Madde 2) "Vaiz ve hitabet suretiyle alenen ve çeşitli zeminlerde söz ve hareketleriyle vatan hainliği cürmüne tahrik ve teşvik edenlerle işbu tahrik ve teşviki yazı ve resimlerle yayanlar geçici küreğe konulurlar." (Madde 3) "Vatana ihanet sanıklarının yargılanması en çok 24 gün içinde karara bağlanır (Madde 7) ve temyiz edilemez." (Madde 8)

Bu kanunu daha iyi uygulamak için 29 Ekim 1920'de kurulan İstiklal Mahkemeleri, 1923'e kadar olan dönemde 1000 ila 1500 arası idam kararı vermiştir.[2]

Resmi gazete:Hıyanet-i Vataniye Kanunu,07.02.(1337)1921

Hıyanet-i Vataniye Kanunu,07.02.(1337)1921

Hıyanet-i Vataniye Kanunu,07.02.(1337)1921

HIYANET-İ VATANİYE KANUNU

Kanun Numarası : 2
Kabul Tarihi : 29 Nisan 1336 (1920)

Madde 1.
Makamı Muallayı Hilafet ve Saltanatı ve Memaliki Mahruseyi Şahaneyi yedi ecanipten tahlis ve taarruzatı defi maksadına matuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisinin meşruiyetine isyanı mutazammım kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet ve ifsadatta bulunan, haini vatan addolunur.

(Yüce hilafet makamı ve saltanatı ve Ülkeyi yedi yabancı devlet güçlerinden kurtarmak ve saldırıları önlemek amacına yönelik olarak kurulan Büyük millet meclisine karşı düşünce veya uygulamalarıyla veya yazdıkları yazılarla muhalefet ve bozgunculuk edenler vatan haini olarak addedilir.)

Madde 2.
Bilfiil hıyaneti vataniyede bulunanlar selben idam olunur. Ferden zimethal olanlar ile müteşebbisleri kanunu cezanın kırk beşinci ve kırk altıncı maddesi mucibince tecziye edilirler.

(Bilfiil vatan hainliği yapanlar asılarak idam edilir. Şahsen olaylara karışanlar ve teşebbüs edenler ceza kanununun kırk beşinci ve kırk altıncı maddesine göre cezalandırılırlar.)

Madde 3.
Vaiz ve hitabet suretiyle alenen ve ezminei muhtelifede eşhası muhtelifeyi sirren ve kavlen hıyaneti vataniye cürmüne tahrik ve teşvik edenlerle işbu tahrik ve teşviki suver ve vesaiti muhtelife ile tahriren ve tersimen irtikap eyleyenler muvakkat küreğe konulurlar.Tahrikat ve teşvikat sebebile maddei fesat meydana çıkarsa muharrik ve müşevvikler idam olunurlar.

(konuşmalarıyla halkı alenen vatan hainliği suçunu işlemeye tahrik ve teşvik edenler veya bu teşvik ve tahriki yazılarıyla ve çok değişik araçlarla yayanlar geçici kürek cezasına çarptırılırlar.Yapılan bu tahrik ve teşvik sonucunda bozgunculuk olayları çıkarsa teşvik ve tahrik edenler idam olunurlar.)

Madde 4.
Hıyaneti Vataniye maznunlarının mercii muhakemesi ikar cürüm edilen mahaldeki bidayet ceza mahkemesidir. Ahvali müstacele ve fevkalade maznunun derdest edildiği mahal mahkemesi de icrayı muhakeme ve itayı karara salahiyettardır.

(Vatana ihanet zanlılarının yetkili mahkemesi suçun işlendiği yerdeki Ceza mahkemesidir. Olağanüstü ve aceleyi gerektiren durumlarda zanlının yakalandığı yerdeki ceza mahkemesi de yargılama yapmaya ve karar vermeye yetkilidir.)

Madde 5.
Hıyaneti Vataniye maznunlarının muhakemesi bidayet ceza mahkemelerinden verilecek gayrı muvakkat tevkif müzekkeresi üzerine her halde mevkufen icra edilir.

(Vatana ihanet zanlılarının muhakemesi, ceza mahkemelerinden verilecek kesin tutuklama belgesi üzerine her yerde tutuklu olarak yapılır.)

Madde 6.
Zabıtayı adliye memurlarının tanzim edecekleri tahkikatı iptidaiye evrakı dairei istinkade tevdi olunmaksızın mahallin en büyük mülkiye memuruna ita olunur ve onun tarafından dahi müddei umumiler vasıtasıyla yirmi dört saat zarfında mahkemeye verilir.

(Adli zabıta memurlarının düzenleyeceği ilk tahkikat belgeleri o bölgenin en yüksek rütbeli mülki memuruna verilir ve onun tarafından savcılar aracılığıyla mahkemeye iletilir.)

Madde 7.
Hıyaneti vataniye maznunlarına ait muhakemat, bir sebebi mücbir olmadıkça azami yirmi dört günde bir hükme raptolunacaktır.Bu müddeti bila sebebi mücbir tecavüz ettiren mahalli zabıtası ile mahkeme heyeti kanunu cezanın yüz ikinci maddesi zeyli mucibince cürmünün derecesine göre tecziye edilmek üzere mafevki mahkemesince muhakemesi bilicra azami yirmi gün zarfında hükme raptedilecektir.

(Vatana ihanet zanlılarının muhakemesi zorunlu bir sebep olmadıkça yirmi dört günde sonuçlanacaktır. Zorunlu bir sebep olmaksızın bu süreyi aşan görevliler ve mahkeme heyeti Ceza kanununun yüz ikinci maddesi eki gereğince suçunun derecesine göre cezalandırılmak üzere ilgili mahkeme tarafından yirmi gün içinde yargılanarak bir karara varılacaktır.)

Madde 8.
İşbu kanuna tevfikan mahakimden sadır olacak muhakamet kat’i olup Büyük Millet Meclisinden badettastik mahallerinde infaz olunur.Tastik edilmediği taktirde Meclisçe ittihaz edilecek karara tevfiki muamele olunur.

(Bu kanuna uygun olarak mahkemece verilecek olan karar kesin olup Büyük Millet Meclisinin onayını müteakip bölgesinde infaz olunur. Onaylanmadığı durumlarda, meclisin vereceği karara uygun olarak hareket edilir.)

Madde 9.
İşbu ceraimin emri muhakemesi için mahkemelerce istenecek şahsa, celp ve davete hacet kalmaksızın bila hüküm ihzar müzekkeresi tasfir kılınır.

(Bu suçların yargılanabilmesi için mahkemelerce istenen kişi mahkemenin davet yazısına gerek kalmaksızın mahkeme karşısına çıkarılır.)

Madde 10.
İsyana iştirak etmeyen eşhas hakkında ligarazin isnadatta bulunanlar isnad ettikleri cürmün cezası ile mücazaat olunurlar.

(İsyanlara katılmayanlar hakkında kasten suçlamalarda bulunanlar, iddia ettikleri suçun cezası ile cezalandırılırlar.)

Madde 11.
Haklarında gıyaben hüküm sadır olan eşhas, derdestlerinde işbu kanuna tevfikan ve vicahen muhakemeleri icra olunur.

(Haklarında gıyaben hüküm verilenler, yakalandıkları anda yeniden yargılanırlar.)

Madde 12.
İşbu kanun her mahallin idare amiri tarafından nahiye ve kaza , liva ve vilayet merkezlerine ve köy heyeti ihtiyariyeleri müctemian celpedilerek işham ve sureti tebliği mutazammım hey’eti mezkure azalarının imzalarını havi zabıt varakaları tutularak idare meclislerince hıfzedilmekle beraber kavaninin neşir ve ilanı hakkındaki kanuna tevfikan ayrıca neşredilecektir.

(Bu kanun her mahallin idare amiri tarafından nahiye ve kaza ve vilayet merkezlerine ve köy ihtiyar heyetleri çağrılarak ve toplanarak yüzlerine karşı okunarak tebliğ edilir ve tebliğ edildiğine dair imzalı zabıt tutularak saklanır.)

Madde 13.
İşbu kanunun icrayı ahkamına Büyük Millet Meclisi memurdur.

Madde 14.
İşbu kanun her mahalde tarihi tebliğ ve ilanından kırk sekiz saat sonra meri olacaktır.

Kaynaklar:
[1] Resmi gazete:Hıyanet-i Vataniye Kanunu,07.02.(1337)1921
[2]Prof. Dr. Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s. 155

Himi Kemal
Hükümet Teşkilatı Hakkında yapmış olduğu konuşmasından bir bölüm:
24 Nisan 1920

...Devlet-i Osmaniye(Osmanlı Devleti) diğer herhangi bir devlet gibi hükümdarının nüfuz-u cismanisi etrafında müteşekkil(şekillenmiş) değildir. Makam-ı saltanat(Saltanat makamı) aynı zamanda makam-ı hilâfet(Hilâfet makamı) olmak itibariyle padişahımız cumhur-u islâmın da reisidir. Mücahedatımızın(mücadelemizin) birinci gayesi ise saltanat ve hilâfet makamlarının tefrikını(ayrılmasını) istihdaf(amaçlayan) eden düşmanlarımıza irade-i millîyenin(Milli iradenin) buna müsait olmadığını göstermek ve bu makamat-ı mukaddeseyi(kutsal makamı) esaret-i ecnebiyeden(yabancı esaretinden) tahlis ederek ulülemrin (Padişahın) salâhiyetini(yetkisini) düşmanın tehdit ve ikrahından(zorlamasından) azade(serbest) kılmaktır...[1]

Mustafa Kemal yapmış olduğu konuşmasında saltanat ve hilâfet makamlarının ayrılmasını amaçlayanların düşman olduğunu belirtiyor.

Devam edelim.

************

Nutuk'tan bir bölüm:

"Osmanlı Hükümetine, Osmanlı padişahına ve müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek lâzım geliyordu."[2]

************

Nutuk'tan bir bölüm:

Saltanat'ın lâğvı Mecliste müzakere olunurken Rauf Beye verdiğim rol

...Efendiler, ihtimal Rauf Bey, birtakım zevat indinde deruhte ettiği vazifeyi yapmıştı.Ben umumi ve tarihî vazifemden, o güne ait safhayı izah ettiğim gibi ifa eylemiştim.Fakat umumi vazifemin, emrettiği asıl noktayı ifa ve tatbik etmek lâzım geldiği zaman da asla tereddüd etmedim. Tevfik Paşanın telgrafları vesilesiyle saltanatı hilâfetten ayırmaya ve evvelâ saltanatı lâğvetmeye karar verdiğim zaman, ilk yaptığım işlerden biri de, derhal, Rauf Beyi, Meclisteki odama  celbetmek oldu. Rauf Beyin, Refet Paşanın evinde  sabahlara kadar dinlediğim kanaat ve mütalâatına hiç  muttali değilmişim gibi ayakta, kendisinden şu talepte  bulundum: Hilâfet ve saltanatı birbirinden ayırarak saltanatı  lâğvedeceğiz! Bunun muvafık olduğuna dair kürsüden beyanatta bulunacaksınız! Rauf Bey ile fazla  bir tek kelime teati etmedik. Rauf  Bey, odamdan çık madan evvel, aynı maksatla davet etmiş olduğum Kâ zım Kara Bekir Paşa geldi. Ondan da aynı zemin  de beyanatta bulunmasını rica ettim...[3]

************
Nutuk'tan bir bölüm:

Hâkimiyet Ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; müzakere ile, münakaşa ile verilmez.Hâkimiyet, saltanat kuvvetle, kudretleve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına, vazıulyed olmuşlardı; bu tasallûtlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdi. Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline, bilfiil, almış bulunuyur. 

Bu bir emrivakidir. Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hakimiyetini bira kaçak mıyız, bırakmıyacak mıyız? meselesi değildir.

Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görülse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.[4]

************

M. Kemal’in has adamlarından Falih Rıfkı Atay, hilafetin kaldırılması kararının alınışının şâhidi olarak şunları anlatmaktadır.

“Atatürk, o akşam biz devrimcileri sofraya çağırdı. Yemeğin bitimine doğru, ‘Çocuklar, yarın hilafeti kaldırıyoruz” dedi.

“Çılgınca alkışladık, sevinç içinde ‘Bunu sizden başkası yapamaz Paşam!’ dedik. 

“Peki öyleyse, dedi Atatürk. Geçin öbür odaya, yazın bir takrir. Ben onu hocalara imzalatayım. Yani Hilâfetin kalkmasını hocalar istemiş olsun.

“Geçtik yazdık. Sabah Atatürk, eliyle Meclis’e getirdi, odasına çıktı. Hocaların kendi aralarında toparlanarak, bu ‘Hilâfeti ilga takririne’ ateş püskürdüklerini Atatürk’e biz haber verdik. Hocalar aşağıda hâlâ bağırışıp çağırıyorlardı. Gazi, bunun üzerine öfkelenerek:

“Çağırın bana aşağıdan Rıfat Hoca’yı”

“Çağırdılar Hoca hem öfkeli, hem sıkılgandı. Mustafa Kamal yüzüne bile bakmaksızın:

Hoca şu takriri imza et, dedi

“Ama paşam, Hilafetin ilgası gibi ciddi bir konuda, müzakere filan olmaksızın… Sonra biz, din adamları bunu istemi…”

Hoca imza et dedim, keyfini bozarım sonra..”[5]

************

Nitekim 1 Kasım 1922'de alınan kararla Saltanat kaldırılıyor.[6] 

3 Mart 1924'de ise 431 sayılı kanunla hem hilafet kaldırılıyor hem de bütün padişah mülklerine el konulduğu gibi hanedan mensuplarının Türkiye topraklarında yaşamaları, ebediyen yasaklanıyor.Bütün Osmanoğlunu ilelebet Türkiye topraklarında, değil yaşamaktan transit geçmekten bile mahrum ediyor.[7]

Özetliyelim:
1-Kemal Atatürk Saltanat ve Hilafet makamlarını ayırmak isteyenlerin düşman olduğunu
2-Müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek lâzım geldiğini
3-Rauf Beye Hilâfet ve saltanatı birbirinden ayırarak saltanatı  lâğvedeceğini ve Rauf Beye verdiği rolde bunun muvafık olduğuna dair kürsüden beyanatta bulunacağını
4-Meselenin zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibaret olduğunu ve fakat ihtimal bazı kafalar kesileceğini
5-Hilafeti kaldıracağını,Hilâfetin kalkmasını hocalar istemiş olacağını ve imza etmediği takdirde keyfini bozacağını söylüyor.
6-Saltanat kaldırılıyor.
7-Hilafet kaldırılıyor.Osmanoğulları sınır dışı ediliyor.

24 Nisan 1920 Hükümet Teşkilatı hakkında yapmış olduğu konuşmasında Kemal Atatürk, ''Saltanat ve Hilafet makamlarının ayrılmasını amaçlayan düşmanımızdır'' diyen kendisi ve daha sonra Saltanat ve Hilafet makamlarını ayırarak saltanatı kaldıran da kendisi.

Bu durumda:Kemal Atatürk dost mu, yoksa düşman mı?

Kaynaklar:
Saltanat'ın lâğvı Mecliste müzakere olunurken Rauf Beye verdiğim rol

Efendiler, ihtimal Rauf Bey, birtakım zevat indinde deruhte ettiği vazifeyi yapmıştı.Ben umumi ve tarihî vazifemden, o güne ait safhayı izah ettiğim gibi ifa eylemiştim.Fakat umumi vazifemin, emrettiği asıl noktayı ifa ve tatbik etmek lâzım geldiği zaman da asla tereddüd etmedim. Tevfik Paşanın telgrafları vesilesiyle saltanatı hilâfetten ayırmaya ve evvelâ saltanatı lâğvetmeye karar verdiğim zaman, ilk yaptığım işlerden biri de, derhal, Rauf Beyi, Meclisteki odama 
celbetmek oldu. Rauf Beyin, Refet Paşanın evinde 
sabahlara kadar dinlediğim kanaat ve mütalâatına hiç 
muttali değilmişim gibi ayakta, kendisinden şu talepte 
bulundum: Hilâfet ve saltanatı birbirinden ayırarak saltanatı 
lâğvedeceğiz! Bunun muvafık olduğuna dair kürsüden 
beyanatta bulunacaksınız! Rauf Bey ile fazla 
bir tek kelime teati etmedik. Rauf  Bey, odamdan çık
madan evvel, aynı maksatla davet etmiş olduğum Kâ
zım Kara Bekir Paşa geldi. Ondan da aynı zemin 
de beyanatta bulunmasını rica ettim.[1]

Kaynak:
[1]Nutuk Cilt 2 Türk Devrim Tarihi Enstitüsü,Dokuzuncu Basılış,Milli Eğitim Basımevi İstanbul 1969 Sayfa;685-686


Hükümet Teşkilatı Hakkında
24 Nisan 1920

...Devlet-i Osmaniye(Osmanlı Devleti) diğer herhangi bir devlet gibi hükümdarının nüfuz-u cismanisi etrafında müteşekkil(şekillenmiş) değildir. Makam-ı saltanat(Saltanat makamı) aynı zamanda makam-ı hilâfet(Hilâfet makamı) olmak itibariyle padişahımız cumhur-u islâmın da reisidir. Mücahedatımızın(mücadelemizin) birinci gayesi ise saltanat ve hilâfet makamlarının tefrikını(ayrılmasını) istihdaf(amaçlayan) eden düşmanlarımıza irade-i millîyenin(Milli iradenin) buna müsait olmadığını göstermek ve bu makamat-ı mukaddeseyi(kutsal makamı) esaret-i ecnebiyeden(yabancı esaretinden) tahlis ederek ulülemrin (Padişahın) salâhiyetini(yetkisini) düşmanın tehdit ve ikrahından(zorlamasından) azade(serbest) kılmaktır...(1)

(1)Kaynak:Atatürkün Söylev ve Demeçleri Türk Tarih Kurumu Basımevi 1997 sayfa:62

3 Mart 1924 tarihinde 431 numaralı kanun ile hanedan mensupları dönüşü olmayıp sadece gidişi olan bir pasaportla  bir yolculuğa yollanmış sınır dışı edilmişti.(1)

Merhum Adnan Menderes 1952 yılında NATO toplantısı için Fransa'ya gider.Bir ara Paris büyükelçisini yanına çağırarak;Osmanoğulları ailesinin Paris'te yaşadığını ve ne yiyip ne içdiğini sorar.

Büyükelçi bilgisinin olmadığını söylemesi üzerine Adnan Menderes Büyükelçiye 24 saat mühlet verir.Bir müddet sonra büyükelçi adresle gelir.

Hanedanın ziyaretine giden  Menderes, gördükleri karşısında çılgına döner.Devlet-i Aliye'nin ulu Hakanı Sultan Abdülhamid Han'ın 80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan, 60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan ve diğer Osmanlı hanımları, Paris yakınlarında bir bulaşıkhanede Fransızların bulaşıklarını yıkamaktadırlar.

Menderes gözyaşlarını tutamaz. Şefika Sultan'ın ellerine sarılır ve af diler.

Menderes Türkiye'ye döner dönmez doğruca Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a çıkar.

- "Osmanlı hanımlarını bulaşık yıkarken gördüm. Onların Türkiye'ye dönmeleri için af kanunu çıkaracağım" der. 

Celal Bayar da;
- "Adnan Bey sus! Sakın bu konuyu bir daha başka yerde açma, malum gazeteler tahrikiyle silahlı kuvvetlerin içindeki cunta Türkiye'de ihtilal yapar" der.

Menderes cebinden çıkardığı bir mektubu masanın üzerine bırakarak dışarı çıkar.

Mektupta şunlar yazılıdır:
- "Analarının ve babalarının Fransa da hizmetçilik yaptığı bir ülkenin başbakanı olmaktan utanç duyuyorum, istifamın kabulünü arz ederim. Adnan Menderes."

Menderes'in istifadan vazgeçmesi için epeyce uğraşılır ve hanedan hanımlarının yurda dönmelerine izin verilmesi şartıyla Menderes istifadan vazgeçer.

Ancak daha sonra Adnan Menderes'e bunun hesabını soracaklardır.(2)

Menderes'in istifa haberi devlet içinde şok meydana getirdi. Yakınlarının ve bazı devlet erkânının araya girmesiyle Adnan Menderes istifasını geri almaya razı edildi. 

16.06.1952 tarihinde 3 Mart 1924 tarihli 431 numaralı kanunun 2. maddesinin değiştirilmesi ve aynı kanuna bazı maddeler eklenmesi hakkındaki kanun kabul  edilir.Resmi gazetede 5958 nolu kanun ile 23.06.1952'de yayınlanır.Bu kanunda Osmanoğullarından sadece kadınların Türkiye’ye dönmelerine izin verilir.

Madde 2 de ''Mülga Hilafet ve münderis osmanlı Sultanı Hanedanının Padişahlar sulbünde olan erkek azası ve bunların erkek füruu Türkiye'ye gelmek ve Türkiyeden transit olarak geçmekden memnudur.Bunların dışında kalanlar Türkiye'ye gelebilirler.''demektedir.(3)

Daha sonra 15.05.1974 tarihinde kabul edilen 1803 nolu kanun 18.05.1974 tarihinde resmi gazetede yayınlanır.

Bu kanunla da hanedana mensup erkeklerin de ülkeye dönmelerine izin verilmiştir.

Madde 8: 16.06.1952 tarih ve 5958 sayılı kanunla tadil edilen 3 Mart 1924 (hicri 26 Recep 1342) (rumi 3 mart 1340) sayılı kanunun 2,3,4ve 5. maddelerinin yürürlükten kaldırılmıştır.bu durumdan istifade etmek isteyen erkek mensuplar hakkında 431 sayılı kanunu tadil eden 5958 kanun gereğince kadın mensuplara tanınan haklar uygulanır.(4)
“Hilâfetin ilgâ ve Hanedan-ı Osmanî’nin Türkiye Cumhuriyeti  memalikiharicine çıkarılmasına dair  431 sayılı  kanun”un 2. maddesinin değiştirilmesi ve aynı kanuna bazı maddeler eklenmesi hakkındaki kanun 
Kabul tarihi 16.06.1952
resmi gazete yayın tarihi 23.06.1952
kanun no 5958
(3)
*******************************************
23.06.1952 tarihli resmi gazetede yayınlanan 16.06.1952 tarih ve 5958 sayılı kanunla tadil edilen 3 Mart 1924 (hicri 26 Recep 1342) (rumi 3 mart 1340) sayılı kanunun 2,3,4ve 5. maddelerinin yürürlükten kaldırıldığına,bu durumdan istifade etmek isteyen erkek mensuplar hakkında 431 sayılı kanunu tadil eden 5958 kanun gereğince kadın mensuplara tanınan hakların uygulanacağına dair resmi gazete.
(Cumhuriyetin 50 nci Yılı Nedeniyle Bazı Suç ve Cezaların Affı Hakkında Kanun)
kabul tarih:15.05.1974
resmi gazete yayın:18.05.1974
sayı:14890
kanun no:1803
(4)
*******************************************
Kaynaklar:
Hâkimiyet Ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; müzakere ile, münakaşa ile verilmez.Hâkimiyet, saltanat kuvvetle, kudretleve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına, vazıulyed olmuşlardı; bu tasallûtlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdi. Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline, bilfiil, almış bulunuyur. 

Bu bir emrivakidir. Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hakimiyetini bira kaçak mıyız, bırakmıyacak mıyız? meselesi değildir.

Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görülse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. 

Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.

Kaynak:
Yıl; 1922 M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul 1969, cild II, sayfa 690-691
ilgili bölüm
*************************************
************************************



Kemal Atatürk İslam Dinini kullanıyormuydu?En yakın arkadaşının anıları(Türk Tarih Kurumu Kaynaklı)

KAYNAK: Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk ile Beraber, Türk Tarih Kurumu Yayınları,1.BASKI 1966, 2.BASKI 1986, 3.BASKI 1986, cild 1, sayfa 85.

( “Erzurum, nutkunuzun sonunu müftü efendinin duası gibi bitirdiniz”, dedim. Bu tarz konuşmamı hoş gördüğü için sadece güldü ve: “Maksadını anlıyorum, anlıyorum amma şimdi vazifemiz halkı, vatanı ve esir padişahı kurtarmaya inandırmaktan ibarettir.” )

M. Kemal Atatürk Milli Mücadele sürecinde neden dinimizi övdü? Yani gerçekten inandığından dolayı mı bu konuşmaları yaptı, yoksa gayesine ulaşabilmek için dinimizi yalnızca bir araç olarak mı kullandı?

Eski Adalet Bakanlarından Mahmut Esat Bey (Bozkurt) (d. 1892, Kuşadası - ö. 21 Aralık 1943) bir gün Atatürk’e başvurur:

- “Paşam, Üniversite’de İnkılâp derslerinde okutmak üzere tarafınızdan (Cumhuriyet) sözlerini ilk önce nerede, ne şekilde ve kimler arasında telâffuz buyurduğunuzu öğrenmek istiyorum.”

Atatürk, Mahmut Esat Bey’e şu yanıtı verir:

- “Bunu Mazhar Müfit Bey’den öğreniniz. O, günü gününe bütün hadiseleri not etmiştir.”

(…)

(Yani M. Kemal Atatürk kendisine sorulan bir konu hakkında muhatabını Mazhar Müfit Kansu’ya yönlendirmiştir…

Mazhar Müfit Bey, Bitlis valisi iken Damat Ferit hükümetince görevinden alınıp hakkında tutuklama kararı çıkartılmış; Mazhar Müfit Bey de Erzurum’a geçip M. Kemal Paşa ve arkadaşlarına katılmıştı.

Mazhar Müfit o günden sonra hep Atatürk’ün yanında olmuş, gördüklerini, duyduklarını günü gününe saptayan günlük tutmuştu.

Mazhar Müfit Bey, M. Kemal Paşa’nın Erzurum Kongresi’ni açarken yaptığı konuşmanın sonunda şu sözlere yer verdiğini yazar:

“En son olarak niyazım şudur ki, Cenâb-ı Vacibü’l-Amal Hazretleri, Habib-i Ekrem’i hürmetine, bu mübarek vatanın sahip ve müdafii ve diyabeti celile-i Ahmediye’nin ilâyevnilkıyâme- haris-i estakı olan millet-i necibemizi ve makam-ı saltanat ve hilâfet-i kübrâyı masun ve mukaddesatımızı düşünmekle mükellef olan heyetimizi muvafık buyursun.”

Mazhar Müfit, bu konuşmayı yadırgayarak Paşa’ya niçin böyle bir konuşma yaptığını sorar.

Kongre akşamı Paşa’ya:

- “Erzurum, nutkunuzun sonunu müftü efendinin duası gibi bitirdiniz”, dedim. Bu tarz konuşmamı hoş gördüğü için sadece güldü ve:

“Maksadını anlıyorum, anlıyorum amma şimdi vazifemiz halkı, vatanı ve esir padişahı kurtarmaya inandırmaktan ibarettir.”

Ahmet Mazhar Müfit Kansu: (d. 1874, Denizli - ö. 1948, İstanbul), Türk devlet adamı, vali, milletvekili ve yönetici.

Kayseri, Yozgat, Kırşehir, Niğde İstiklal Mahkemesi üyeliklerinde ve Başkanlığında bulundu.

Cumhuriyetin ilanından sonra da 5. Döneme kadar Denizli mebusu, 6. Dönem (1939) ve 7. Dönem'de (1943) ise Çoruh (Artvin) mebusu olarak görev yapmıştır. 1946 seçimlerinden sonra siyasi hayata veda etmiştir.

Mustafa Kemal ile birlikte olduğu zamanlarda olaylarla ilgili özel notlar tutan Kansu'nun "Erzurum'dan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber" adıyla 4 Mart 1948'de Son Telgraf gazetesinde yayımladığı anıları, 1966'da Türk Tarih Kurumu tarafından iki cilt olarak basıldı.


Adım adım Halifeliğin kaldırılması

İhtimal ki bazı kafalar kesilecektir'' milletvekililerini tehdit ediyor 

1 Kasım 1922 günü, Meclisteki müzakerelerden sonra, takrir, müşterek bir encümene havale edildi. Encümendeki bazı hocalar Hilafetin saltanattan ayrılamayacağı fikrini müdafaa etmeye başladılar. 

Müzakerelerin fazla uzayacağını anlayan Mustafa Kamal, Encümen Reisinden söz aldı ve önündeki sıranın üstüne çıkarak, yüksek sesle şu beyanatta bulundu;

"Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; müzakere ile, münakaşa ile verilmez, Hakimiyet, Saltanat kuvvetle, kudretle zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk Milletinin hakimiyet ve saltanatına, vazıulyed olmuşlardı; bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdi.

Şimdi de Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatı, isyan ederek kendi eline, bilfiil almış bulunuyor.

Bu bir emrivakidir.Mevzuubahis olan; millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız? meselesi değildir.

Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir.Bu, behemehal olacaktır.

Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi taktirde,

hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. FAKAT İHTİMAL BAZI KAFALAR KESİLECEKTİR."

Mustafa Kamal in bu beyanatı ve yaptığı tarihi açıklamalardan sonra, müşterek encümenin hilafetin saltanattan ayrılması için hazırladığı kanun tasarısı Büyük Millet Meclisinden kabul edildi. (1Kaım 1922)

Kaynak; Gazi' nin Hayatı "Maarif Kitaphanesi s:126

Millet Meclisi, Halife ve Padişahımızı düşman tazyikinden kurtarmak, Anadolu'nun parça parça şunun bunun elinde kalmasına mani olmak, payitahtımızı yine Anavatana bağlamak için çalışıyor.

Büyük Millet Meclisi emriyle
Mustafa Kemal

Kaynak:
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 27 Nisan 1920, Nr: 25

“Keyfini bozarım hoca!”

M. Kamal’in has adamlarından Falih Rıfkı Atay, hilafetin kaldırılması kararının alınışının şâhidi olarak şunları anlatmaktadır.

“Atatürk, o akşam biz devrimcileri sofraya çağırdı. Yemeğin bitimine doğru, ‘Çocuklar, yarın hilafeti kaldırıyoruz” dedi.

“Çılgınca alkışladık, sevinç içinde ‘Bunu sizden başkası yapamaz Paşam!’ dedik. 

“Peki öyleyse, dedi Atatürk. Geçin öbür odaya, yazın bir takrir. Ben onu hocalara imzalatayım. Yani Hilâfetin kalkmasını hocalar istemiş olsun.

“Geçtik yazdık. Sabah Atatürk, eliyle Meclis’e getirdi, odasına çıktı. Hocaların kendi aralarında toparlanarak, bu ‘Hilâfeti ilga takririne’ ateş püskürdüklerini Atatürk’e biz haber verdik. Hocalar aşağıda hâlâ bağırışıp çağırıyorlardı. Gazi, bunun üzerine öfkelenerek:

“Çağırın bana aşağıdan Rıfat Hoca’yı”

“Çağırdılar Hoca hem öfkeli, hem sıkılgandı. Mustafa Kamal yüzüne bile bakmaksızın:

“Hoca şu takriri imza et, dedi

“Ama paşam, Hilafetin ilgası gibi ciddi bir konuda, müzakere filan olmaksızın… Sonra biz, din adamları bunu istemi…”

“Hoca imza et dedim, keyfini bozarım sonra..”

“O günlerde İstiklâl Mahkemeleri, her gün birçok kişiyi sallandırmakta zaten… Sonradan Diyanet İşleri Başkanı olan Rıfat [Börekçi] Hoca biraz yutkundu, ama mecburen imzaladı. Üzgün, öfkeli bir halde aşağı inince hocalar etrafını sardılar. Onun, ‘Şöyle bağırdı, böyle zor kullandı’ demesine vakit bırakmadan:

“Neee? Yoksa takriri imzaladın mı? Diye bağırdılar. Hoca:

“Canım, imza değil de, ne yaparsın! Şöyle bir boktan Rıfat attık işte”.

Bu anekdotu nakleden Ahmet Kabaklı 15 Ağustos ’90 tarihli tercüman’daki köşesinde şu ilaveyi ve yorumu yapmaktadır:

“Falih Rıfkı, bu olayı kahkahalarla anlatırken: ‘Bu mürteci heriflere, ne demokrasisi be! Dermiş. Nitekim öbür mebus hocalar da birer birer Gazi’nin odasına çıkarak, Hilâfeti kaldıran o takrire boktan imzalarını attılar’.

“Unutulmaması gereken nokta: Bu hocalar da Falih Rıfkı gibi ‘devrimci’ de, tayinle gelmiş olan 2. TBMM’nin mebusları idi. Tayinle gelen milletvekilleri ancak o kadar demokrasi yapabilirler”.

Şimdi milletvekiline “İmza et. Yoksa keyfini bozarım!” diyen birisine demokrat denilebilir mi? Devrimci mahkemelerinin düzinelerle adam astığı bir vasattan istifade ile kafasındakileri gerçekleştirmeye çalışana Cumhuriyetçi denilebilir mi?

Şu “keyfini bozarım” tehdidi, o devirdeki cumhuriyetin ne biçim bir cumhuriyet olduğunu ortaya koymaya kâfidir.

(Kaynak: Kim Cumhuriyetçi, Bediüzzaman mı, M. Kamal mi? Burhan Bozgeyik, s. 214)