Articles by "Atürkün Söylev ve Demeçleri"
Atürkün Söylev ve Demeçleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

''DİN BAĞI-MEZHEP YERİNE, TÜRK ULUSU BAĞI''

Atatürk Ankara Hukuk fakultesinin Açılışı 5.11.1925'de: 

Ulusun, varlığını sürdürebilmek için bireyleri arasında düşündüğü ortak bağ, yüzyılardan beri sürüp gelen biçimini, niteliğini değiştirmiş; ulus bireylerini, Din bağı- mezhep bağı yerine,Türk ulusculuğu bağı ile toplamış,bir araya getirmiştir.[1]

Behçet Kemal Çağlar (d. 1908 Erzincan Türkiye) - (ö. 24 Ekim 1969), Türk şair. Faruk Nafiz Çamlıbel ile Onuncu Yıl Marşı'nı yazmıştır.[2]

Kaynaklar:
[1]Bugünün Diliyle Atatürk'ün Söylevleri,Türk Tarih Kurumu,Baskı 1968, Behçet Kemal Çağlar Sayfa 159,(Atatürk'e ezan yazan şahsiyet).Ayrıca bakınız Kemal Atatürk;Milleti din yerine Türk milliyetçiliği etrafında toplamak” şeklinde tanımlıyor.
[2]Vikipedi


Kemal Atatürk;Milleti din yerine  Türk milliyetçiliği  etrafında toplamak” şeklinde tanımlıyor.

“Türk inkılâbı, kelimenin ilk anda akla getirdiği ihtilâl anlamından başka, ondan daha geniş bir değişmeyi anlatır. Bugünkü devletimizin şekli, yüzyıllardan beri gelen eski şekilleri ortadan kaldıran en gelişmiş tarz olmuştur. Milletin, varlığını devam ettirmek için efradı arasında düşündüğü müşterek bağ, yüzyıllardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş,yani ulus, din ve mezhep bağı yerine kişilerini Türk milliyetçiliği etrafında toplamıştır.Türk milleti, milletlerarası genel savaş alanında hayat ve kuvvet sırrı olacak ilim ve vasıtanın, ancak çağdaş uygarlıkta bulunabileceğini değişmez bir gerçek olarak kabul etmiştir. Inkılâpların normal ve zorunlu gereği olarak genel yönetiminin ve bütün kanunlarının ancak dünyevî ihtiyaçlardan ilham alınarak yapılmasını bir hayat şartı saymıştır.” [1]

Kaynak:
[1]Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 5 Kasım 1925,Ankara Hukuk Fakültesi’nin Açılışında
Gazi’nin bu açıklaması, onun kendisi için çizdiği programı bize gösteriyor. Dine karşı durumunu şöyle anlattı:

Sonradan Kuran’ı Kerim’in Türkçe’ye çevrilmesini buyurdum. Bu da ilk kez olarak Türkçe’ye çevriliyor. Muhammed’in hayatına ait bir kitabın çevrilmesi için de emir verdim.

Halk yinelenmekte olan bir şeyin var olduğunu ve din ileri gelenlerinin derdi ancak kendi karınlarını doyurup, başka bir işlerinin olmadığını bilsinler. Camilerin kapanmasına hiçbir kimse taraftar olmamasına rağmen, bunların bu biçimde boş kalmasına şaşıyor musunuz?

Çobanlar, güneş, bulut ve yıldızlardan başka bir şey bilmezler. Yeryüzündeki köylüler de ancak bunu bilirler. Çünkü, ürün havaya bağlıdır. Türk yalnız doğayı kutsal sayar.

Gazi’ye dedim ki, kendisinin bu görüşü, en büyük akılların görüşlerine uyar. “Goethe” de bu doğaya “Allahlar” adını vermiştir. Daha önce bu ülkede aksettirilmesi uzak görülen bu sözleri Mustafa Kemal, yüksek sesiyle yinelenmiş ve bundan sonra şöyle demiştir:

Ben anlaşılmaz işi kabul edemem, kutsallığa lâyık ancak topluluğunun başkanı olan kimsedir.

İlâhiyat konusundan “kader” konusuna geçtim. Ve “kaza ve kader” denilen bu iki kelimenin arasındaki farkı açıkladığını ve bunların anlamı “şans ve rastlantı” kelimelerinin anlamına yakın olduğunu söyledim. Kelimeleri duyduğu zaman, biraz durduktan sonra bu iki kelimenin Arapça olduğunu ve Türkleri ilgilendirmediğini söyledi:[1]

Kaynak:
[1]Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri Atatürk ve İnkilap 30 Kasım 1929
Hükümet Teşkilatı Hakkında yapmış olduğu konuşmasından bir bölüm:
24 Nisan 1920

...Devlet-i Osmaniye(Osmanlı Devleti) diğer herhangi bir devlet gibi hükümdarının nüfuz-u cismanisi etrafında müteşekkil(şekillenmiş) değildir. Makam-ı saltanat(Saltanat makamı) aynı zamanda makam-ı hilâfet(Hilâfet makamı) olmak itibariyle padişahımız cumhur-u islâmın da reisidir. Mücahedatımızın(mücadelemizin) birinci gayesi ise saltanat ve hilâfet makamlarının tefrikını(ayrılmasını) istihdaf(amaçlayan) eden düşmanlarımıza irade-i millîyenin(Milli iradenin) buna müsait olmadığını göstermek ve bu makamat-ı mukaddeseyi(kutsal makamı) esaret-i ecnebiyeden(yabancı esaretinden) tahlis ederek ulülemrin (Padişahın) salâhiyetini(yetkisini) düşmanın tehdit ve ikrahından(zorlamasından) azade(serbest) kılmaktır...[1]

Mustafa Kemal yapmış olduğu konuşmasında saltanat ve hilâfet makamlarının ayrılmasını amaçlayanların düşman olduğunu belirtiyor.

Devam edelim.

************

Nutuk'tan bir bölüm:

"Osmanlı Hükümetine, Osmanlı padişahına ve müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek lâzım geliyordu."[2]

************

Nutuk'tan bir bölüm:

Saltanat'ın lâğvı Mecliste müzakere olunurken Rauf Beye verdiğim rol

...Efendiler, ihtimal Rauf Bey, birtakım zevat indinde deruhte ettiği vazifeyi yapmıştı.Ben umumi ve tarihî vazifemden, o güne ait safhayı izah ettiğim gibi ifa eylemiştim.Fakat umumi vazifemin, emrettiği asıl noktayı ifa ve tatbik etmek lâzım geldiği zaman da asla tereddüd etmedim. Tevfik Paşanın telgrafları vesilesiyle saltanatı hilâfetten ayırmaya ve evvelâ saltanatı lâğvetmeye karar verdiğim zaman, ilk yaptığım işlerden biri de, derhal, Rauf Beyi, Meclisteki odama  celbetmek oldu. Rauf Beyin, Refet Paşanın evinde  sabahlara kadar dinlediğim kanaat ve mütalâatına hiç  muttali değilmişim gibi ayakta, kendisinden şu talepte  bulundum: Hilâfet ve saltanatı birbirinden ayırarak saltanatı  lâğvedeceğiz! Bunun muvafık olduğuna dair kürsüden beyanatta bulunacaksınız! Rauf Bey ile fazla  bir tek kelime teati etmedik. Rauf  Bey, odamdan çık madan evvel, aynı maksatla davet etmiş olduğum Kâ zım Kara Bekir Paşa geldi. Ondan da aynı zemin  de beyanatta bulunmasını rica ettim...[3]

************
Nutuk'tan bir bölüm:

Hâkimiyet Ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; müzakere ile, münakaşa ile verilmez.Hâkimiyet, saltanat kuvvetle, kudretleve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına, vazıulyed olmuşlardı; bu tasallûtlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdi. Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hâkimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline, bilfiil, almış bulunuyur. 

Bu bir emrivakidir. Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hakimiyetini bira kaçak mıyız, bırakmıyacak mıyız? meselesi değildir.

Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehal, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görülse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.[4]

************

M. Kemal’in has adamlarından Falih Rıfkı Atay, hilafetin kaldırılması kararının alınışının şâhidi olarak şunları anlatmaktadır.

“Atatürk, o akşam biz devrimcileri sofraya çağırdı. Yemeğin bitimine doğru, ‘Çocuklar, yarın hilafeti kaldırıyoruz” dedi.

“Çılgınca alkışladık, sevinç içinde ‘Bunu sizden başkası yapamaz Paşam!’ dedik. 

“Peki öyleyse, dedi Atatürk. Geçin öbür odaya, yazın bir takrir. Ben onu hocalara imzalatayım. Yani Hilâfetin kalkmasını hocalar istemiş olsun.

“Geçtik yazdık. Sabah Atatürk, eliyle Meclis’e getirdi, odasına çıktı. Hocaların kendi aralarında toparlanarak, bu ‘Hilâfeti ilga takririne’ ateş püskürdüklerini Atatürk’e biz haber verdik. Hocalar aşağıda hâlâ bağırışıp çağırıyorlardı. Gazi, bunun üzerine öfkelenerek:

“Çağırın bana aşağıdan Rıfat Hoca’yı”

“Çağırdılar Hoca hem öfkeli, hem sıkılgandı. Mustafa Kamal yüzüne bile bakmaksızın:

Hoca şu takriri imza et, dedi

“Ama paşam, Hilafetin ilgası gibi ciddi bir konuda, müzakere filan olmaksızın… Sonra biz, din adamları bunu istemi…”

Hoca imza et dedim, keyfini bozarım sonra..”[5]

************

Nitekim 1 Kasım 1922'de alınan kararla Saltanat kaldırılıyor.[6] 

3 Mart 1924'de ise 431 sayılı kanunla hem hilafet kaldırılıyor hem de bütün padişah mülklerine el konulduğu gibi hanedan mensuplarının Türkiye topraklarında yaşamaları, ebediyen yasaklanıyor.Bütün Osmanoğlunu ilelebet Türkiye topraklarında, değil yaşamaktan transit geçmekten bile mahrum ediyor.[7]

Özetliyelim:
1-Kemal Atatürk Saltanat ve Hilafet makamlarını ayırmak isteyenlerin düşman olduğunu
2-Müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek lâzım geldiğini
3-Rauf Beye Hilâfet ve saltanatı birbirinden ayırarak saltanatı  lâğvedeceğini ve Rauf Beye verdiği rolde bunun muvafık olduğuna dair kürsüden beyanatta bulunacağını
4-Meselenin zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibaret olduğunu ve fakat ihtimal bazı kafalar kesileceğini
5-Hilafeti kaldıracağını,Hilâfetin kalkmasını hocalar istemiş olacağını ve imza etmediği takdirde keyfini bozacağını söylüyor.
6-Saltanat kaldırılıyor.
7-Hilafet kaldırılıyor.Osmanoğulları sınır dışı ediliyor.

24 Nisan 1920 Hükümet Teşkilatı hakkında yapmış olduğu konuşmasında Kemal Atatürk, ''Saltanat ve Hilafet makamlarının ayrılmasını amaçlayan düşmanımızdır'' diyen kendisi ve daha sonra Saltanat ve Hilafet makamlarını ayırarak saltanatı kaldıran da kendisi.

Bu durumda:Kemal Atatürk dost mu, yoksa düşman mı?

Kaynaklar:
...Arkadaşlar, kılıç ile fetih yapanlar, sabanla fetih yapanlara yenilmeye ve sonuçta yerlerini bırakmaya mecburdurlar. Nitekim Osmanlı saltanatı da böyle olmuştur. Bulgarlar, Sırplar,Macarlar,Romenler sabanlarına yapışmışlar, varlıklarını korumuşlar, kuvvetlenmişler; bizim milletimiz de böyle fatihlerin arkasında serserilik etmiş ve kendi ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı bir gün onlara yenilmiştir...[1]

Kaynak:
[1]Atürkün Söylev ve Demeçleri Türkiye İktisat Kongresi’ni Açış Söylevi İzmir 17 Şubat 1923 (Altıncı paragraf)


Aşağıdaki fotoğraflarda Kemal Atatürkün deyimiyle Bulgarlar,Sırplar,Macarlar,Romenler gibi Fatih'lerin arkasında serserilik etmiş kendi ana yurdunda çalışmamış olmasından dolayı onlara yenilen Milletimiz yer almakta.