İhtimal ki bazı kafalar kesilecektir'' milletvekililerini tehdit ediyor
1 Kasım 1922 günü, Meclisteki müzakerelerden sonra, takrir, müşterek bir encümene havale edildi. Encümendeki bazı hocalar Hilafetin saltanattan ayrılamayacağı fikrini müdafaa etmeye başladılar.
Müzakerelerin fazla uzayacağını anlayan Mustafa Kamal, Encümen Reisinden söz aldı ve önündeki sıranın üstüne çıkarak, yüksek sesle şu beyanatta bulundu;
"Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; müzakere ile, münakaşa ile verilmez, Hakimiyet, Saltanat kuvvetle, kudretle zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk Milletinin hakimiyet ve saltanatına, vazıulyed olmuşlardı; bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdi.
Şimdi de Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatı, isyan ederek kendi eline, bilfiil almış bulunuyor.
Bu bir emrivakidir.Mevzuubahis olan; millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız? meselesi değildir.
Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir.Bu, behemehal olacaktır.
Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi taktirde,
hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. FAKAT İHTİMAL BAZI KAFALAR KESİLECEKTİR."
Mustafa Kamal in bu beyanatı ve yaptığı tarihi açıklamalardan sonra, müşterek encümenin hilafetin saltanattan ayrılması için hazırladığı kanun tasarısı Büyük Millet Meclisinden kabul edildi. (1Kaım 1922)
Kaynak; Gazi' nin Hayatı "Maarif Kitaphanesi s:126
Millet Meclisi, Halife ve Padişahımızı düşman tazyikinden kurtarmak, Anadolu'nun parça parça şunun bunun elinde kalmasına mani olmak, payitahtımızı yine Anavatana bağlamak için çalışıyor.
Büyük Millet Meclisi emriyle
Mustafa Kemal
Kaynak:
Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 27 Nisan 1920, Nr: 25
“Keyfini bozarım hoca!”
M. Kamal’in has adamlarından Falih Rıfkı Atay, hilafetin kaldırılması kararının alınışının şâhidi olarak şunları anlatmaktadır.
“Atatürk, o akşam biz devrimcileri sofraya çağırdı. Yemeğin bitimine doğru, ‘Çocuklar, yarın hilafeti kaldırıyoruz” dedi.
“Çılgınca alkışladık, sevinç içinde ‘Bunu sizden başkası yapamaz Paşam!’ dedik.
“Peki öyleyse, dedi Atatürk. Geçin öbür odaya, yazın bir takrir. Ben onu hocalara imzalatayım. Yani Hilâfetin kalkmasını hocalar istemiş olsun.
“Geçtik yazdık. Sabah Atatürk, eliyle Meclis’e getirdi, odasına çıktı. Hocaların kendi aralarında toparlanarak, bu ‘Hilâfeti ilga takririne’ ateş püskürdüklerini Atatürk’e biz haber verdik. Hocalar aşağıda hâlâ bağırışıp çağırıyorlardı. Gazi, bunun üzerine öfkelenerek:
“Çağırın bana aşağıdan Rıfat Hoca’yı”
“Çağırdılar Hoca hem öfkeli, hem sıkılgandı. Mustafa Kamal yüzüne bile bakmaksızın:
“Hoca şu takriri imza et, dedi
“Ama paşam, Hilafetin ilgası gibi ciddi bir konuda, müzakere filan olmaksızın… Sonra biz, din adamları bunu istemi…”
“Hoca imza et dedim, keyfini bozarım sonra..”
“O günlerde İstiklâl Mahkemeleri, her gün birçok kişiyi sallandırmakta zaten… Sonradan Diyanet İşleri Başkanı olan Rıfat [Börekçi] Hoca biraz yutkundu, ama mecburen imzaladı. Üzgün, öfkeli bir halde aşağı inince hocalar etrafını sardılar. Onun, ‘Şöyle bağırdı, böyle zor kullandı’ demesine vakit bırakmadan:
“Neee? Yoksa takriri imzaladın mı? Diye bağırdılar. Hoca:
“Canım, imza değil de, ne yaparsın! Şöyle bir boktan Rıfat attık işte”.
Bu anekdotu nakleden Ahmet Kabaklı 15 Ağustos ’90 tarihli tercüman’daki köşesinde şu ilaveyi ve yorumu yapmaktadır:
“Falih Rıfkı, bu olayı kahkahalarla anlatırken: ‘Bu mürteci heriflere, ne demokrasisi be! Dermiş. Nitekim öbür mebus hocalar da birer birer Gazi’nin odasına çıkarak, Hilâfeti kaldıran o takrire boktan imzalarını attılar’.
“Unutulmaması gereken nokta: Bu hocalar da Falih Rıfkı gibi ‘devrimci’ de, tayinle gelmiş olan 2. TBMM’nin mebusları idi. Tayinle gelen milletvekilleri ancak o kadar demokrasi yapabilirler”.
Şimdi milletvekiline “İmza et. Yoksa keyfini bozarım!” diyen birisine demokrat denilebilir mi? Devrimci mahkemelerinin düzinelerle adam astığı bir vasattan istifade ile kafasındakileri gerçekleştirmeye çalışana Cumhuriyetçi denilebilir mi?
Şu “keyfini bozarım” tehdidi, o devirdeki cumhuriyetin ne biçim bir cumhuriyet olduğunu ortaya koymaya kâfidir.
(Kaynak: Kim Cumhuriyetçi, Bediüzzaman mı, M. Kamal mi? Burhan Bozgeyik, s. 214)
Post A Comment:
0 comments: