Birinci Kısm
ALTINCI FASL
Bir müddet Bağdâdda kaldım. Sonra, Londraya dönmek için emr geldi. Ben de döndüm. Londrada sekreter ve ba’zı nezâret mensûbları ile görüşdüm. Onlara uzun seferimde yapdıklarımı ve müşâhedelerimi anlatdım. Irâkla alâkalı ma’lûmâtlarıma çok sevindiler ve memnûniyyetlerini bildirdiler.
Dahâ önce gönderdiğim raporu da görmüşlerdi. Safiyye de, benim raporuma mutâbık bir rapor yollamış. Yine öğrendim ki, her seferimde, nâzırlığın adamları, beni ta’kîb etmişler. Onlar da, gönderdiğim raporlara ve sekretere anlatdıklarıma mutâbık raporlar vermişler.
Sekreter, Nâzır ile görüşmem için bana vakt verdi. Nâzırı makâmında ziyâret etdiğimde, beni İstanbuldan döndüğüm seferden farklı bir şeklde karşıladı. Kalbinde, müstesnâ bir yer işgâl etmiş olduğumu anladım.
Nâzır, Necdli Muhammedi elde etdiğime çok memnun oldu.
(O, nâzırlığımızın aradığı bir silâh idi. Ona her nev’ sözü ver. Bütün mesâ’in, sâdece onu elde etmek için olsa dahî değer) dedi.
Ben de: (Necdli Muhammed için çok endîşeli idim. Zîrâ fikrinden dönmüş olabilir) dedim.
(Kalbin râhat olsun. Ondan ayrıldığında sâhib olduğu fikrlerden dönmemişdir ve İsfahanda nâzırlığımızın câsûsları, onunla görüşmüşler, nâzırlığa onun bozulmadığını haber vermişlerdir) dedi.
Kendi kendime dedim ki: (Necdli Muhammed nasıl sırlarını başkasına anlatabilir)?
Bunu nâzıra sormağa cesâret edemedim. Fekat, sonra Necdli Muhammed ile görüşdüğümde anladım ki, İsfahanda Abdülkerîm isminde bir adam onunla görüşmüş ve (Ben Şeyh Muhammedin [Beni kast ediyor] kardeşiyim. Sizin hakkınızda ne biliyorsa hepsini bana söyledi) diyerek, Necdli Muhammedi aldatmış ve onun sırlarını öğrenmiş.
Necdli Muhammed bana: (Safiyye benimle İsfahana geldi ve iki ay dahâ, onunla müt’a nikâhı ile yaşadık. Abdülkerîm de, benimle Şîrâza geldi ve Safiyyeden dahâ güzel ve dahâ câzib Âsiye isminde bir kadın dahâ buldu. O kadınla da müt’a nikâhı ile, hayâtımın en neş’eli dakîkalarını geçirdim) dedi.
Dahâ sonra öğrendim ki, Abdülkerîm, İsfahan havâlîsinden Celfa’da oturan, nâzırlığın hıristiyan bir ajanıdır. Âsiye ise, Şîrâz yehûdîlerinden olup, nâzırlığın başka bir ajanıdır. Dördümüz, Necdli Muhammedi ileride kendisinden bekleneni en güzel bir şeklde yapabilecek sûretde yetişdirdik.
Ben, hâdiseleri Nâzıra, sekreter ve tanımadığım iki Nezâret mensûbunun huzûrunda anlatınca, Nâzır bana:
(Sen nâzırlığın en büyük madalyasını hak etdin. Zîrâ sen, nâzırlığın en mühim ajanları arasında birincisin. Sekreter sana, vazîfende yardımcı olacak bazı devlet sırları söyleyecek) dedi.
Sonra, âilemle görüşmek için, bana on günlük izn verdiler. Ben de, doğru evime gitdim. Bana çok benziyen oğlumla en tatlı dakîkalar geçirdim. Oğlum ba’zı kelimeleri konuşuyordu ve o kadar güzel bir yürüyüşü vardı ki, o yürürken, sanki benim vücûdümden bir parça yürüyor gibiydi. Bu on günlük iznim çok sevinçli ve neş’eli geçdi. Sevincimden sanki uçacakdım. Vatanıma ve âileme kavuşmakdan, büyük bir haz duydum. Bu on günlük izn içinde, beni çok seven ihtiyâr halamı da ziyâret etdim. Halamı ziyâret etmem çok iyi oldu. Zîrâ, ben üçüncü sefere çıkdıkdan sonra, hayâta veda’ etmişdi. Onun vefâtına çok üzülmüşdüm.
Bu on günlük izn, bir sâat gibi çabuk geçdi. Böyle, neş’eli günler, bir sâat gibi geçdiği hâlde, elemli günler insana asrlar gibi geliyor. Necefdeki hastalık günlerimi hâtırladım. O kederli günler, bana seneler gibi gelmişdi.
Nâzırlığa, yeni emrleri almak için gitdiğimde, karşımda, güleryüzü ve uzun boyu ile sekreteri gördüm. O kadar sıcak elimi sıkdı ki, bundan, bana olan sevgisi zâhir oluyordu.
Bana: (Nâzırımızın ve müstemlekelerle vazîfeli hey’etin emri ile, sana çok mühim iki devlet sırrı söyleyeceğim. İlerde, bu iki sırdan çok istifâden olacakdır. Bu iki sırrı, kendilerine tam i’timâd edilen, birkaç kişiden başka kimse bilmez) dedi.
Elimden tutarak, Nâzırlığın bir odasına götürdü. Bu odada çok câzib bir şeyle karşılaşdım: Yuvarlak bir masanın etrâfında (10) adam oturuyordu.
Onların birincisi, Osmânlı pâdişâhının kıyâfetinde idi. Türkçe ve ingilizce biliyordu. İkincisi, İstanbuldaki Şeyhul-islâmın kıyâfetinde idi. Üçüncüsü, Îrân Şâhının kıyâfetinde idi. Dördüncüsü, Îrân serâyındaki vezîrin kıyâfetinde idi. Beşincisi, şî’îlerin tâbi’ olduğu Necefdeki en büyük âlimin kıyâfetinde idi.
Bu son üç kişi, farsça ve ingilizce biliyorlardı. Bu adamların her birisinin yanında, onların söylediklerini yazmak için, birer kâtib bulunuyordu. Bu kâtibler aynı zemânda, bu adamlara, câsûsların İstanbul, Îrân ve Necefdeki, onların aslları olan beş kişi hakkında topladıkları ma’lûmâtı bildiriyorlardı.
Sekreter: (Bu beş kişi, oralardaki beş kişiyi temsîl ederler. Onların ne düşündüklerini anlamak için, aslları gibi yetişdirdik. Biz İstanbul, Tahran ve Necefdekilerle alâkalı elimize geçen bilgileri, bunlara bildiriyoruz. Bunlar da, kendilerini oradakilerin yerinde kabûl eder. Biz onlara soruyoruz, onlar da bize cevâblandırıyor. Bizim tesbîtimize göre, buradakilerin cevâbları, oradakilerin cevâblarına yüzde yetmiş mutâbıkdır.İstersen, tecribe mâhiyyetinde bir şeyler sorabilirsin. Nasılsa, dahâ önce Necef âlimi ile görüşmüşdün) dedi.
Ben de peki dedim. Zîrâ, dahâ önce, Necefdeki şî’anın en büyük âlimi ile görüşmüş ve ona ba’zı husûslar sormuşdum. İşte, onun benzerinin yanına yaklaşdım ve dedim ki:
(Hocam, sünnî ve mütaassıb olduğu için, hükûmete harb açmamız câiz olur mu?)
Biraz düşündükden sonra, (Hayır, sünnî olduğu için hükûmete harb açmamız câiz değildir. Zîrâ, bütün müslimânlar kardeşdirler. Ancak onlar, ümmete zulm ve işkence yaparlarsa harb açabiliriz. Biz onu yaparken, emr-i bil ma’rûf ve nehy-i anil-münker şartlarına uygun olarak hareket ederiz. Zulmü bırakdıkları zemân, elimizi onlardan çekeriz) dedi.
Ben, (Hocam, yehûdî ve hıristiyanların necs olmaları ile alâkalı görüşünüzü alabilir miyim?) dedim.
(Evet onlar necsdirler. Onlardan uzak durmak lâzımdır) dedi.
(Niçin) dedim.
Cevâben, (Bu, hakârete karşı misillemede bulunmakdır. Zîrâ onlar, bizi kâfir bilirler ve Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmı tekzîb ederler. Biz de, buna karşı misillemede bulunuyoruz) dedi.
Ona dedimki: (Hocam, temizlik îmândandır değil mi? Öyleyse niçin, (Sahn-ı şerîf) [Hazret-i Alînin türbesinin etrâfı], cadde ve sokaklar temiz değildir? Hattâ, ilm medreseleri bile, temiz sayılmaz).
Cevâben: (Evet, hakîkaten temizlik îmândandır. Fekat ne yapalım, şî’îler, temizliğe ehemmiyyet vermeyince, böyle olur) dedi.
Nâzırlıkdaki bu adamın cevâbları, Necefdeki şî’î âliminin cevâblarına tıpa tıp mutâbık idi. Bu adamın Necefdeki âlime bu kadar uygunluğu, beni hayretler içinde bırakdı. Bir de üstelik bu adam farsça biliyordu.
Sekreter: (Şâyed sen diğer dört kişinin aslları ile de görüşmüş olsaydın, şimdi onlarla da görüşebilir ve onların da asllarına ne kadar mutâbık olduğunu görebilirdin) de-di.
Ben dedim ki: (Şeyh-ul-islâmın da nasıl düşündüğünü biliyorum. Çünki, benim İstanbuldaki hocam Ahmed efendi, Şeyh-ul-islâmı bana iyice anlatmışdı.)
Sekreter: (O zemân buyur, onun da nümûnesi ile görüşebilirsin) dedi.
Şeyh-ul-islâmın benzerinin yanına yaklaşdım ve ona dedim ki:
(Halîfeye itâ’at etmek farz mıdır?),
(Evet vâcibdir. Allaha ve Peygambere itâ’at etmek farz olduğu gibi, bu da vâcibdir) dedi.
(Bunun delîli nedir?) dedim.
Cevâben dedi ki: (Cenâb-ı Allahın bu âyetini duymadın mı? (Allaha, Onun Peygamberine ve sizden olan ülül emre itâ’at ediniz)[1].)
Ben, (Allah bize, askerine Medîneyi yağmalamayı halâl eden ve Peygamberimizin torunu Hüseyni öldüren halîfe Yezîde ve içki içen Velîde itâ’at etmeği emr eder öyle mi?) dedim.
Cevâbı şuydu: (Oğlum, Yezîd Allah tarafından Emîr-ül-mü’minîn idi. Hüseyni öldürmeği emr etmedi. Sen, şî’îlerin yalanlarına inanma! Kitâbları iyi oku! Hatâ yapdı. Sonra tevbe de etdi. Medîne-i münevvereyi yağmalamayı halâl edişinde isâbet etmişdir. Çünki, Medîne halkı azıp bâgî olmuş ve itâ’ati bırakmışdı. Velîde gelince, evet o fâsık idi. Halîfenin yapdıklarını taklîd değil, islâmiyyete uygun olan emrlerine itâ’at etmek vâcibdir.)
Bunları hocam Ahmed efendiye de, dahâ önce sormuş ve az bir fark ile aynı cevâbları almışdım.
Sonra, sekretere dedim ki, (Bu benzer kimseleri hâzırlamanın hikmeti nedir?)
Bana: (Biz bu üsûl ile sultânın ve şî’î olsun, sünnî olsun, müslimân âlimlerinin düşünce kâbiliyyetlerini öğreniyoruz. Siyâsî ve dînî mevzû’larda, onlar ile mücâdele etmemize yardımcı tedbîrler bulmağa çalışıyoruz. Meselâ, düşman askerlerinin hangi tarafdan geleceğini bilirsen, ona göre hâzırlanır ve askerlerini uygun yerlere yerleşdirirsin ve onu perîşân edersin. Fekat, onun ne tarafdan saldıracağını bilmezsen, askerlerini her tarafa gelişigüzel dağıtır ve mağlûb olursun. Aynen öyle, müslimânların, dinlerinin ve mezheblerinin hak olduğuna dâir getirecekleri delîlleri bilirsen, onların delîllerini çürütebilecek karşı delîller hâzırlaman mümkin olur ve o karşı delîllerle onların akîdelerini sarsabilirsin) dedi.
Sonra, adı geçen temsîlî beş adamın askerlik, mâliye, meârif ve dînî sahâlarla alâkalı aralarında geçen mütâle’a ve plânların netîcelerini ihtivâ eden, bin sahîfelik bir kitâb verdi. (Okudukdan sonra getirirsin) dedi. Ben de, kitâbı alıp eve götürdüm. Üç haftalık ta’tîlim içinde, başdan sona kadar dikkat ile mütâle’a etdim.
Kitâb, çok hayret edilecek cinsdendi. Zîrâ, ihtivâ etdiği mühim cevâblar ve ince mütâle’aları sahih gibiydi. Kanâatimce, temsîlî beş adamın cevâbları da, asllarının cevâblarına yüzde yetmişden fazla mutâbık idi. Zâten sekreter de, dahâ önce, cevâbların yüzde yetmiş nisbetinde isâbetli olduğunu söylemişdi.
Bu kitâbı okudukdan sonra, devletime olan i’timâdım biraz dahâ artdı ve Osmânlı İmperatorluğunun bir asrdan dahâ az bir zemân içinde yıkılması plânlarının hâzırlandığını yakînen anladım. Sekreter, bana dedi ki:
(Buna benzer diğer odalarda, şu anda sömürdüğümüz veyâ sömürmeyi plânladığımız devletler için de, böyle masalar vardır.)
Sekretere, (Bu kadar titiz ve muktedir adamları nerden buluyorsunuz?) dedim.
Cevâben: (Bütün dünyâ ülkelerindeki ajanlarımız, devâmlı bize ma’lûmât veriyorlar. Gördüğün bu temsîller, işlerinde mütehassısdırlar. Tabîîdir ki, sen falanca adamın bildiği bütün özel bilgilerle donatılırsan, onun gibi düşünebilir ve onun verdiği hükmleri verebilirsin. Zîrâ, artık sen, onun nümûnesi mesâbesindesin) dedi.
Sekreter, sözüne devâm ederek, (Bu, Nezâretimizin sana söylememi emr etdiği birinci sır idi.İkinci sırrı da bir ay sonra, bin sahîfelik kitâbı iâde etdiğinde söyliyeceğim) dedi.
Ben kitâbı, kısm kısm başdan sonuna kadar i’tinâ ile okudum. Bu sâyede, Muhammedîlerle alâkalı ma’lûmâtım artdı. Onların nasıl düşündüğünü, onların za’îf noktalarını, kuvvetli noktalarını, ayrıca, kuvvetli noktalarını za’îf nokta hâline getirmenin üsûllerini iyice öğrenmiş oldum.
(dipnot)
[1] Nisâ sûresi, âyet: 59
*************************
Kitâbın kayd etdiği, müslimânların za’îf noktaları şunlardır:
1- Sünnî-şî’î ihtilâfı, Pâdişâh ve halk ihtilâfı[1], Türk-Îrân ihtilâfı, aşîretler ihtilâfı, âlimler ile devlet arasındaki ihtilâf[2].
2- Çok az bir istisnâ ile, müslimânlar câhildirler[3].
3- Ma’neviyyatsızlık, bilgisizlik ve şu’ûrsuzluk[4].
4- Temâmen dünyâyı bırakıp, sâdece âhiret ile meşgûl olmaları[5].
5- Hükümdârların diktatör ve zâlim olmaları[6].
6- Yollar emniyyetsiz, nakliyyât ve seyâhatin kesik oluşu[7]
7- Her sene onbinlerce kişiyi ölüme götüren veba, kolera gibi hastalıklara karşı tedbirsizlik ve sağlığa önem vermemeleri[8].
8- Şehrlerin virâneliği ve su şebekelerinin yokluğu[9].
9- İdârenin âsîlere, bâgîlere karşı âciz oluşu, ölçüsüzlük ve o kadar övündükleri Kur’ânın kanûnlarını yok denebilecek
kadar az tatbîk etmeleri[10].
10- Ekonomik çöküntü, fakîrlik ve geri kalmışlık.
11- Nizâmî bir ordunun olmayışı, silâhsızlık ve silâhların
klâsik ve çürük oluşu[11].
12- Kadın haklarının çiğnenmesi [12].
13- Çevre sağlığının ve temizliğin yokluğu[13].
(dipnot)
[1] Bu söz çok yanlışdır. Pâdişâha itâ’at etmek farz olduğunu yukarıda kendi de yazmışdır.
[2] Bu da iftirâdır. Osmânlı devletinin âlimlere verdiği kıymet ve i’tibâr, Osmân gâzînin vasiyyetnâmesinde uzun yazılıdır. Bütün pâdişâhlar, âlimlere en yüksek mevkı’leri vermişlerdir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdîyi, hasedcileri, ikinci Mahmûd hâna şikâyet ve i’dâmını taleb etdikleri zemân, (âlimlerden devlete zarar gelmez) dediği ve talebi red etdiği meşhûrdur. Osmânlı sultânları, âlimlere ev, erzak ve bol maâş verirlerdi.
[3] Binlerce Osmânlı âliminin, din, ahlâk, îmân ve fen üzerindeki kitâbları, dünyâca bilinmekdedir. En câhil sanılan köylüler, dinlerini ve ibâdetlerini ve san’atlarını iyi bilirlerdi. Bütün köylerde câmi’ler, mektebler, medreseler vardı. Buralarda, okuma, yazma, din ve dünyâ ilmleri öğretilirdi. Köylü kadınlar, Kur’ân-ı kerîm okurlardı. Köylerde yetişdirilen âlimler ve Evliyâ pek çokdu.
[4] Osmânlı müslimânlarının ma’neviyyâtı çok kuvvetli idi. Millet, şehîdlik derecesine kavuşmak için, cihâda koşardı. Her nemâzdan sonra ve Cum’a hutbelerinde, din adamları halîfelere, devlete düâ eder, herkes âmîn derdi. Hıristiyan köylüleri okuma yazma bilmez, dinden, dünyâ bilgilerinden habersiz, papazların yalanlarını, efsânelerini din sanırlar. Şu’ûrsuz, hayvan sürüsü gibidirler.
[5] İslâmiyyet, hıristiyanlıkda olduğu gibi, din ile dünyâyı ayırmamışdır. Dünyâ işleri ile meşgûl olmak da ibâdetdir. Peygamberimiz: (Hiç ölmiyecek gibi dünyâ için, yarın ölecekmiş gibi de, âhiret için çalışınız!) buyurdu. Hâlbuki, İncîlde, dünyâ için çalışmak men’ edilmekdedir.
[6] Hükümdârlar, ahkâm-ı islâmiyyeyi tatbîk etmek için baskı yaparlardı. Avrupadaki krallar gibi zulm yapmazlardı.
[7] Yollar o kadar emniyyetli idi ki, Bosnadan kalkan bir müslimân, Mekkeye kadar râhat ve parasız gider, yolda, köylerde, yir, içer, geceler, hediyyeler alırdı.
[8] Her yerde hastahâneler, şifâhâneler vardı. Napolyonu bile Osmânlılar tedâvi etdi. Bütün müslimânlar, (Îmânı olan, temiz olur) hadîs-i şerîfine uyarlar.
[9] Bu iftirâlara cevâb vermeğe bile değmez. Delhî sultânı, Fîrûz şâh 790
[m. 1388] de vefât etdi. Bunun yapdırdığı 240 kilometrelik, geniş su yolunun suladığı bahçeler, bostanlar, İngiliz işgâli zemânında çöl hâline geldi. Osmânlı mi’mârîsinin, bakıyyeleri bile, şimdi turistlerin gözünü kamaşdırmakdadır.
[10] Osmânlıları, fransız krallarının pisliklerini Sen nehrine döken generallerin madalya almaları gibi sanıyorlar.
[11] 726 [m. 1326] senesinde tahta çıkan Orhan gâzînin kurduğu nizâmî orduyu ve Yıldırım Bâyezîd hânın 799 [m. 1399] da Niğboluda büyük haçlı ordusunu mağlûb eden mükemmel ordusunu bilmiyor mu?
[12] İngilizlerin ticâretden, san’atdan, silâhdan ve kadın haklarından haberleri yok iken, Osmânlılarda bunların a’lâsı vardı. İsveç ve Fransız krallarının Osmânlılardan yardım istediklerini de inkâr edebilirler mi?
[13] Sokaklar tertemizdi. Hattâ, tükrükleri temizlemek için bile vazîfeliler vardı.
*************************
Kitâb, (Müslimânların za’îf noktaları) olarak, zikr etdiği yukarıdaki maddelerden sonra, müslimânları, dinleri olan İslâmiyyetin maddî ve ma’nevî üstünlüğünden câhil bırakmanın lâzım olduğunu tavsiye ediyordu.
Ayrıca, islâmiyyet hakkında, şu bilgilere de yer veriyordu:
1- İslâm, birlik ve berâberliği emr edip, tefrikayı yasaklıyor. Kur’ânda, (Topyekün Allahın ipine sarılın)[1] deniliyor.
2- İslâm şu’ûrlanmağı ve bilgi edinmeği emr ediyor. Kur’ânda, (Yeryüzünde dolaşın)[2] deniliyor.
3- İslâm, ilm öğrenmeği emr ediyor. Bir hadîsde, (İlm öğrenmek, her erkek ve kadın müslimâna farzdır) deniliyor.
4- İslâm, dünyâ için çalışmağı emr ediyor. Kur’ânda,
(Onlardan ba’zıları, Ey Rabbimiz bize dünyâda da âhiretde de güzeli nasîb eyle)[3] deniliyor.
5- İslâm, istişâreyi emr ediyor. Kur’ânda, (Onların işleri, aralarında müşâvere iledir)[4] deniliyor.
6- İslâm, yol yapmağı emr ediyor. Kur’ânda, (Yeryüzünde yürüyün)[5] deniliyor.
7- İslâm, müslimânlara sıhhatlarını korumalarını emr ediyor. Bir hadîsde, (İlm dörtdür: 1) Dînin muhâfazası için fıkh ilmi, 2) Sıhhatin korunması için tıb ilmi, 3) Lisânın muhâfazası için sarf ve nahv ilmi, 4) Vaktlerin bilinmesi için astronomi ilmi) deniliyor.
8- İslâm, i’mârı emr ediyor. Kur’ânda, (Allah yeryüzündeki her şeyi sizin için yaratmışdır)[6] deniliyor.
9- İslâm, nizâmı emr ediyor. Kur’ânda, (Her şey hesâblı, nizâmlıdır) deniliyor[7].
10- İslâm, ekonomide kuvvetli olmağı emr ediyor. Bir hadîsde, (Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyân için, yarın ölecekmiş gibi de, âhiretin için çalış) deniliyor.
11- İslâm, çok kuvvetli silâhlarla mücehhez bir ordu kurmayı emr ediyor. Kur’ânda, (Onlara karşı gücünüzün yetdiği kadar kuvvet hâzırlayın)[8] deniliyor.
12- İslâm, kadınların haklarına ri’âyeti ve ona kıymet vermeği emr ediyor. Kur’ânda, (Erkeklerin meşrû’ sûretde kadınlar üzerinde (hakları) olduğu gibi, kadınların da, onların üzerinde (hakları) vardır)[9] deniliyor.
13- İslâm, temizliği emr ediyor. Bir hadîsde, (Temizlik îmândandır) deniliyor.
(dipnot)
[1] Âl-i İmrân sûresi, âyet: 103
[2] Âl-i İmrân sûresi, âyet: 137
[3] Bekara sûresi, âyet: 201
[4] Şûrâ sûresi, âyet: 38
[5] Mülk sûresi, âyet: 15
[6] Bekara sûresi, âyet: 29
[7] Hicr sûresi, âyet: 19
[8] Enfâl sûresi, âyet: 60
[9] Bekara sûresi, âyet: 228
********************************
Kitâbın, bozulmasını, yok edilmesini emr etdiği kuvvet noktaları da şunlardır:
1- İslâm, ırk, dil, örf, âdet ve milliyetçilik teassubunu ortadan kaldırmışdır.
2- Fâiz, ihtikâr, zinâ, içki ve domuz eti yasakdır.
3- Müslimânlar, sımsıkı bir şeklde âlimlerine bağlıdırlar.
4- Sünnî müslimânlar Halîfeyi Peygamberin vekîli olarak kabûl eder. Allaha ve Peygambere gösterilmesi lâzım olan hurmeti, ona da göstermenin farz olduğuna inanırlar.
5- Cihâd farzdır.
6- Şî’î müslimânlara göre, gayr-ı müslim olan bütün insanlar ve sünnî müslimânlar necsdirler.
7-Bütün müslimânlar, İslâmın biricik hak din olduğuna îmân ederler.
8- Müslimânların çoğu, yehûdî ve hıristiyanların Arab yarımadasından çıkarılmasının farz olduğuna inanırlar.
9- İbâdetlerini, meselâ (nemâzı, orucu, haccı...) çok güzel bir şeklde edâ ederler.
10- Şî’î müslimânlar, İslâm memleketlerinde kiliselerin inşâsının harâm olduğuna inanırlar.
11- Müslimânlar, İslâm akîdesine sımsıkı bağlıdırlar.
12- Şî’î müslimânlar, (Humüs)ün ya’nî ganîmetin beşde birinin âlimlere verilmesini farz bilirler.
13- Müslimânlar, çocuklarını öyle büyütüyorlar ki, ecdâdlarının yolundan ayrılmaları mümkin değildir.
14- Müslimân kadınlar, o kadar güzel örtünüyorlar ki, onlara fesâdın bulaşması kâbil değildir.
15-Müslimânları her gün beş def’a biraraya getiren, cemâ’at nemâzları vardır.
16- Onlara göre, Peygamber, Alî ve sâlihlerin kabrleri mukaddes olduğu için, oralarda da toplanırlar.
17- Peygamberlerinin neslinden gelen [Seyyid ve şerîf ismi verilen] ler Peygamberi hâtırlatır ve müslimânların gözünde, Onun canlı kalmasını te’mîn ederler.
18-Müslimânlar toplandıkları zemân, vâizler, onların îmânlarını kuvvetlendirir ve ibâdete teşvîk ederler.
19- Emr-i bil-ma’rûf [iyiliği emr etme] ve nehy-i anilmünker [kötülükden men’ etme] farzdır.
20-Müslimânların çoğalması için, evlenmek ve birden fazla kadın nikâh etmek sünnetdir.
21-Müslimân için, bir insanı İslâma getirmek, bütün dünyâya sâhib olmakdan dahâ iyidir.
22- Müslimânlar arasında, (Kim hayrlı bir yol açarsa, onun sevâbına ve o yolda giden her insânın kazandığı sevâblara nâil olur) hadîsi meşhûrdur.
23-Müslimânlar, Kur’âna ve hadîslere çok büyük hurmet gösterirler. Onlara tâbi’ olmanın, Cennete girmeğe biricik sebeb olduğuna inanırlar.
********************************
Kitâb, müslimânların kuvvetli noktalarını bozup, za’îf noktalarını yaymağı tavsiye ediyor ve bunu yapabilmek için, gerekli yolları sıralıyor.
Za’îf noktaları yaymak için şunları tavsiye ediyor:
1- Cemâ’atlerin, aralarına adâvet sokup, sû’i zannı aşılıyarak, ihtilâfı teşvîk eden kitâblar neşr etmek sûretiyle, ihtilâfları yerleşdirmek.
2- Mekteblerin açılmasını, kitâbların neşr edilmesini men’ etmek, yakılması ve yok edilmesi mümkin olan din kitâblarını yakmak ve yok etmek. Din adamları hakkında muhtelif iftirâlar uydurmakla, müslimânları, çocuklarını dînî mekteblere vermekden vazgeçirerek, câhil kalmalarını te’mîn etmek.[Bu yol, islâmiyyete büyük zarâr vermekdedir.]
3-4- Onların yanında Cenneti övüp, dünyâ hayâtını te’mîn etmekle mükellef olmadıklarını söylemek. Tesavvuf halkalarını genişletmek. (Zühd)ü tavsiye eden Gazâlînin (İhyâ-ül-ulûmiddîn)i, Mevlânânın (Mesnevî)si ve Muhyiddîn-i Arabînin eserleri gibi kitâbları okumağı teşvîk etmekle, şu’ûrsuz kalmalarını te’mîn etmek[1].
5- Hükmdârları zulm ve diktatörlük yapmağa teşvîk etmeliyiz: Siz Allahın yeryüzündeki gölgesisiniz. ZâtenEbû Bekr, Ömer, Osmân, Alî, Emevîler ve Abbâsîlerin herbiri, kaba kuvvet ve kılınçla işbaşına gelmişler ve tek başlarına hükmranlık etmişlerdir. Meselâ, Ebû Bekr, Ömerin kılıcı ile ve Fâtımanın evi gibi, itâat etmeyenlerin evini yakmakla, iktidâra gelmişdir[2]. Ömer de, Ebû Bekrin tavsiyesi ile halîfe olmuşdur. Osmân ise, Ömerin emri ile devlet başkanı olmuş. Alîye sıra gelince, o da, eşkıyânın seçmesi ile devlet reîsi olmuşdur. Muâviye de, kılınçla işbaşına gelmişdir[3]. Sonra, Emevîlerde de hükümdârlık babadan oğula geçerek devâm etmişdir. Abbâsîlerde de, aynı olmuşdur. Bunlar, İslâmdaki hükmrânlıkların cebrî ve diktatörlük olduğunun delîlidir, demeliyiz.
6- Adam öldürenleri i’dâm etmek maddesini kanûnlardan çıkarmak. [Adam öldürmeğe, eşkiyâlığa karşı tek çâre i’dâm cezâsıdır. İ’dâm cezâsı olmadıkca, anarşi, eşkiyâlık önlenemez.] Yol kesici ve hırsızları cezâlandırmakdan hükûmeti alıkoymak ve yol kesicileri silâhlandırarak, bu işi yapmalarını teşvîk etmek ve yolların emniyyetsizliğini devâm etdirmek.
7- Şu şeklde, onların hastalık içinde yaşamalarını sağlayabiliriz: Her şey Allahın kaderi ile olur. Tedâvînin iyileşmede hiçbir te’sîri yokdur. Allah Kur’ânda, (Rabbim beni yidirir ve içirir. Hasta olduğum zemân da, O bana şifâ verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek Odur)[4] dememiş mi? Öyleyse, Allahın irâdesi dışında kimse, ne şifâ bulur ve ne de ölümden kurtulur[5].
8- Zulm yapılmasını te’mîn için şunları söyleyebiliriz: İslâm, ibâdet dînidir. Onun devlet işleriyle hiçbir alâkası yokdur. Bunun için, Muhammed ve Halîfelerinin, ne nâzırları ve ne de kanûnları vardı[6].
9- İktisâdî çöküntü de, bahsi geçen zararlı işlerin tabîî bir netîcesidir. Mahsûlâtı çürütmek, ticâret gemilerini batırmak, çarşıları yakmak, bendleri, barajları yıkıp zirâat sâhalarını ve sanâyi’ merkezlerini su altında bırakmak ve içme suyu şebekelerine zehr katmak suretiyle tahrîbâtı artdırabiliriz[7].
10- Devlet adamlarını, [kadın ve spor gibi] fitneye ve parçalanmağa sebeb olacak arzûlara ve içki, kumar, rüşvete ve hazîne mallarını, kendi şahsî işlerinde harcamaya alışdırmak, vazîfelileri bu işleri yapmağa teşvîk edip, bize hizmet edenleri mükâfatlandırmak lâzımdır.
Sonra kitâb, şu tavsiyelerde bulunuyor: Bu işlerle vazîfeli ingiliz câsûslarını, gizli ve açık olarak korumak, onlardan müslimânların eline geçenleri kurtarmak için, her çeşid masrafı yapmak lâzımdır.
11- Fâizin her şeklini yaymak lâzımdır. Zîrâ fâiz, millî ekonomiyi harâb etdiği gibi, müslimânları, Kur’ânın ahkâmına karşı gelmeğe de alışdırır. Zîrâ insan, bir kanûnun bir maddesini ihlâl edince, artık diğer maddelerini de ihlâl etmesi kolay olur. Onlara, fâizin kat kat olanının harâm olduğunu, çünki Kur’ânda, (Fâizi kat kat olarak yimeyin)[8] denildiğini ve binâenaleyh fâizin her şeklinin harâm olmadığını söylemek lâzımdır[9].
12- Âlimlere kötü isnâdlarda bulunup, aleyhlerine âdî ithâmlar uydurarak, müslimânların onlardan soğumalarını te’mîn etmek lâzımdır. Câsûslarımızın bir kısmını, onların kıyâfetine sokacağız. Sonra, bunlara kabîh, çirkin işler yapdıracağız. Böylece bunlar, âlimler ile karışmış olacak ve her âlimden şübhe edilecek. Bu câsûsları, El-Ezhere, İstanbula, Necef ve Kerbelâya sokmak zarûrîdir. Müslimânları âlimlerden soğutmak için mektebler, kolejler açacağız. Bu mekteblerde, rûm ve ermeni çocuklarını, müslimânlara düşman olarak yetişdireceğiz. Müslimân çocuklarına da kendi ecdadlarının câhil olduklarını aşılayacağız. Bu çocukları, Halîfe ve âlimler ve devlet adamlarından soğutmak için, onların hatâlarını, kendi zevkleri ile meşgûl olduklarını, Halîfenin câriyelerle vakt geçirip, halkın malını kötü yollarda kullandığını, hiçbir işte Peygambere uymadıklarını aşılayacağız.
13-İslâmın, kadına hakâret etdiğini yaymak için, (Erkekler kadınlar üzerinde hâkimdirler)[10] âyetini ve (Kadının temâmı şerdir) hadîsini söyleyeceğiz[11].
14- Pislik, susuzluğun netîcesidir. Suyun artdırılmasına mâni’ olmağa çalışmalıyız.
(dipnot)
[1] Tesavvuf kitâblarının medh etdikleri (Zühd), dünyâ işlerini terk etmek değildir. Dünyâya düşkün olmamakdır. Ya’nî, islâmiyyete uygun olarak çalışıp kazanmak ve kullanmak, ibâdet yapmak gibi sevâbdır.
[2] Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alînin “radıyallahü anhüm” halîfe olacaklarına, hadîs-i şerîflerde işâretler vardır. Fekat hiçbirinin vakti açık bildirilmemişdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bu işi, Eshâbının seçmesine bırakmışdı. Halîfe seçmekde, Eshâbın ictihâdları üç dürlü oldu. Halîfelik, akrabâya verilmesi lâzım olan bir mîrâs malı değildi. En önce müslimân olup, başkalarını da îmâna getiren ve Peygamberimizin imâm yapıp arkasında nemâz kıldığı ve berâber hicret etdiği Ebû Bekri seçmek uygun idi. Ba’zıları hazret-i Alînin evine gel-di. İçlerinden Ebû Süfyân (Elini uzat! Sana bî’at edeyim. İstersen, heryeri suvârî ve piyâde ile doldururum) dedi. Hazret-i Alî, bunu kabûl etmedi ve (Müslimânları parçalamak mı istiyorsunuz? Evden çıkmamam, halîfe olmak için değildir. Resûlullahın ayrılığı beni çarpdı. Çılgına döndüm) dedi. Mescide geldi. Herkesin yanında, Ebû Bekre bî’at eyledi. Ebû Bekr de, (Halîfe olmak istemedim. Fitne çıkmasın diye, çâresiz kabûl etdim) dedi. Alî de, (Halîfe olmağa, sen dahâ lâyıksın) dedi. Hazret-i Alînin, o gün, Ebû-Bekri öven sözleri (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbımızın ikinci kısm, 23. cü maddesinde yazılıdır. Hazret-iÖmer, hazret-i Alîyi evine kadar uğurladı. Hazret-i Alî, (Resûlullahdan sonra, bu ümmetin en üstünü Ebû Bekr ve Ömerdir) derdi. Şî’îlerin yalanlarına, iftirâlarına aldananlar, müslimânların bugünkü hâle düşmesine sebeb oldu. İngilizler, bu fitneyi hâlâ körüklemekdedirler.
[3] Hazret-i Muâviye, hazret-i Hasenin bî’at etmesi ile, meşrû’ halîfe oldu. (Hak Sözün Vesîkaları) kitâbını okuyunuz!
[4] Şuarâ sûresi, âyet: 79-80-81.
[5] İngilizler, müslimânları aldatmak için, âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere yanlış ma’nâ veriyorlar. Tedâvî olmak sünnetdir. Allahü teâlâ, ilâclarda, şifâ yaratmışdır. Peygamberimiz ilâc kullanmağı emr etdi. Şifâyı veren, her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Fekat, herşeyi sebeblerle yaratmakda, sebeblere yapışmamızı emr etmekdedir. Çalışıp,sebebleri arayıp, bulup, kullanmamız lâzımdır. (O bana şifâ verir) demek, şifâ verici sebebleri verir demekdir. Çalışıp, sebebleri aramak emr olundu. Peygamberimiz, (Erkeklerin de, kadınların da, çalışıp, ilm öğrenmeleri farzdır), bir kerre de, (Allahü teâlâ, çalışıp kazananları sever) buyurdu.
[6] İbâdet, yalnız nemâz, oruc, hac değildir. Dünyâ işlerini, Allahü teâlâ emr etdiği için ve islâmiyyete uygun olarak yapmak hep ibâdetdir. Fâideli işleri yapmak için çalışmak çok sevâbdır.
[7] Kendilerine medenî diyen ve insan haklarını dillerinden düşürmiyen ingilizlerin müslimânlara karşı hâzırladıkları vahşete, zulmlere bakınız!
[8]Âl-i İmrân sûresi, âyet: 130
[9]Ödünc verirken, vakt ta’yîn edilmez. Edilirse, fâiz olur. Belli zemân sonra, aynı mikdâr ödemesi şart edilirse, hanefîde bu da fâiz olur. Fazlasını ödemesi sözleşilirse de, fâiz olur. Bu fâizde, bir dirhem bile fazla ödemeği şart etmek büyük günâhdır. Veresiye satışda ise, ödeme vaktinin bildirilmesi lâzımdır. Ödeme vakti gelince, ödeyemediği için, ödenecek mikdâr ve ödeme zemânı artdırılırsa, buna (Mudâ’af fâiz) denir. Yukarıdaki âyet-i kerîme, ticâretdeki bu mudâ’af fâizi bildirmekdedir.
[10] Nisâ sûresi, âyet: 34
[11]Hadîs-i şerîfde, (İslâmiyyete uyan kadın, Cennet ni’metlerindendir. Hislerine uyan, islâmiyyete uymayan kadın şerdir) buyuruldu. Kız olsun, dul olsun, evli olmıyan fakîr kadına babası bakmağa mecbûrdur. Bakmazsa habs olunur. Babası yoksa veyâ fakîrse, zengin mahrem akrabâsı bakacakdır. Bunlar da yoksa, hükûmet ma’âş bağlıyacakdır. Müslimân kadının, çalışıp kazanmağa hiç ihtiyâcı yokdur. İslâm dîni, kadının bütün ihtiyâclarını erkeğin sırtına yüklemişdir. Erkeğin bu ağır yüküne karşılık, mîrâsın hepsinin yalnız erkeğe verilmesi lâzım iken, Allahü teâlâ, kadınlara burada da ihsânda bulunarak, erkek kardeşlerinin yarısı kadar mîrâs almalarını emr buyurmuşdur. Zevc, zevcesini, evin içinde veyâ dışında çalışmağa zorlayamaz. Kadın arzû ederse ve zevci izn verirse, erkek bulunmıyan yerlerde, mestûre olarak çalışması câiz ise de, kazandığı kendi mülkü olur. Hiç kimse, bunları ve mîrâsdan eline geçeni ve mehrini kadından zorla alamaz. Kendisinin ve çocukların ve evin herhangi bir ihtiyâcına sarf etmesi için zorlanamaz. Bunların hepsini zevcin alıp getirmesi farzdır. Komünist memleketlerde, kadın da, erkeklerle birlikde, buğaz tokluğuna, hayvanlar gibi, en ağır işlerde zorla çalışdırılıyor. Hür dünyâ dedikleri hıristiyan memleketlerde ve islâm ülkeleri denilen ba’zı arab memleketlerinde, (Hayât müşterekdir) denilerek, kadınlar da, fabrikalarda, tarlalarda, ticâretde, erkekler gibi çalışıyorlar. Çoğunun, evlendiklerine pişmân oldukları, mahkemelerin boşanma da’vâları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık görülmekdedir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mübârek ağzından çıkan sözler üç kısmdır: Birincisi, kelimeler de, ma’nâları da, Allahü teâlâdan gelmişdir. Bu sözlere (âyet-i kerîme), hepsine (Kur’ân-ı kerîm) denir. (Size gelen her iyi, fâideli şeyi, Allahü teâlâ dileyip göndermekdedir. Her fenâ, zararlı şeyi, nefsiniz dilemekdedir. Hepsini, Allahü teâlâ yaratıp göndermekdedir) sözü, (Nisâ) sûresinin 78. ci âyetidir. İkincisi, kelimeleri Peygamberimizden, ma’nâları Allahü teâlâdan olan sözleridir. Bu sözlerine (Hadîs-i kudsî) denir. (Nefsinizi düşman biliniz! Çünki o, bana düşmandır) sözü hadîs-i kudsîdir. Bu düşmanlık, nefsinemrlerine uymamakdır. Üçüncüsü ise, kelimeleri de, ma’nâları da, Peygamberimizdendir. Bunlara (Hadîs-i şerîf) denir. (İslâmiyyete uyan kadın, Cennet ni’metlerindendir. Nefsine uyan kadın, şerdir) sözü hadîs-i şerîfdir. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, (Müsâmerât) kitâbının birinci cildinde, bu hadîs-i şerîfi îzâh etmekdedir. İngiliz câsûsu, hadîsin baş tarafını saklayıp, yalnız sonunu bildiriyor. Bütün dünyâ kadınları, islâm dîninin kendilerine verdiği kıymeti, râhatı, huzûru, hürriyyeti ve boşanma hakkına mâlik olduklarını bilmiş olsalar, hemen müslimân olurlar ve islâmiyyetin her memlekete yayılması için çalışırlar. Fekat, ne yazık ki, bu hakîkatleri anlıyamıyorlar. Allahü teâlâ, bütün insanlara, islâm dîninin ışıklı yolunu, doğru olarak öğrenmek nasîb eylesin!
********************************
Londradaki müstemlekeler nezâretinin hâzırladığı kitâbda,islâmiyyeti yok etmek için, yapılacak şeyler yazılıdır.
Bu kitâb, câsûslar vâsıtası ile gizlicedağıtılmakdadır.Müslimânların kuvvetli noktalarını tahrîb etmek için de,şu tavsiyelerde bulunuyor:
1- Müslimânların arasında, ırkçılık, milliyyetçilik taassubunu körükliyecek ve onların dikkatlerini, İslâmiyyetden evvelki kahramanlıklarına çekeceksiniz. Mısrda Firavunluğu, Îrânda Mecûsîliği, Irâkda Bâbilliliği, Osmânlılarda Attilâ ve Cengiz zemânını [vahşetini] ihyâ edeceksiniz [Kitâbda bu husûsda uzun bir cedvel vardı].
2- Şu dört şeyi, gizli ve âşikâr yaymak lâzımdır:
İçki, kumar, zinâ ve domuz eti [ve spor kulüplerinin birbirleri ile kavgaları].
Bu işi yapmak için, İslâm memleketlerinde yaşayan hıristiyan, yehûdî, mecûsî ve diğer gayr-i müslimlerden a’zamî derecede istifâde etmek ve bu iş için çalışanlara Müstemlekeler nezâretinin bütçesinden bol mâaş bağlamak lâzımdır.
Bunun için, siyâsî fırkaların ve spor kulüplerinin çoğalmasını sağlayacağız. Partileri ve kulüpleri birbirlerine düşman yapacağız. Birbirleri ile uğraşacaklar, din kitâbı okumağa, dinlerini öğrenmeğe vakt bulamıyacaklardır.
Avladığımız kimselere günlük gazete, dergi çıkartacağız. Gazetelerini, dergilerini, bol para ile, menfeatlar ile besleyeceğiz. Satın aldığımız kimseleri, kurtarıcı, kahraman gibi ismlerle medh etdireceğiz.
İslâm dînini ve ahkâm-ı islâmiyyeye bağlı olan idârecileri kötületeceğiz. Din terbiyesinin kaynağı olan âile yuvalarını yok edeceğiz. Bunun için, spor, güreş ismi altında, avret mahalleri, edeb yerleri açık kız ve oğlan resmleri neşr ederek, gençleri fuhşa, livâtaya, cinsî sapıklığa sürükliyeceğiz. İslâm ahlâkını bozunca, islâmiyyeti yok etmek kolay olur.
Çok câmi’ yapacağız. Fekat, câmi’lerde, hocaları değil, misyonerleri ve mezhebsizleri konuşduracağız. İslâm müziği ismi altında, çalgıları, şarkıları, radyoları câmi’lere sokacağız.
Câmi’leri birer tuzak olarak kullanacağız. Câmi’lere giden ve kadınları örtünen devlet memûrlarını ve subayları, câsûslarımız tesbît edecek, bunlar, vazîfelerinden uzaklaşdırılacaklardır.
Ahkâm-ı islâmiyyeye uyan gençler, üniversitelere alınmıyacak, girmiş olanların diploma almaları engellenecekdir. Sekreter, bu bilgileri gizli tutmamızı, Necdli Muhammedden de saklamamızı sıkı tenbîh etdi.
Ben de bu hâtıralarımı mahkemeye vererek, elli seneden evvel açılmamasını vasıyyet etdim.
[Şunu iyi bilmelidir ki, câmi’, kubbesi, minâresi olan binâ demek değildir. İçinde hergün beş kerre, cemâ’at ile nemâz kılınan binâ demekdir. Nemâzdan evvel veyâ sonra, bu cemâ’ate va’z vermek de câizdir.Va’z, ehl-i sünnet i’tikâdında olan bir müslimânın, ehl-i sünnet âlimlerinden birinin, bir kitâbına bakarak okuduğu veyâ ezberden söylediği bir sözünü açıklaması demekdir. Mezhebsizlerin, ingiliz câsûslarının ve misyonerlerin konuşmalarına va’z denmez, nutuk ve konferans vermek denir. Câmi’lerde nutuk ve konferans vermek ve bunları dinlemek câiz değildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin her sözü, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerin tefsîrleri, îzâhlarıdır.]
3- Cihâdın muvakkat bir farz olduğunu, vaktinin son bulduğunu telkîn edeceksiniz.
4- Şî’îlerin kalblerinden, kâfirlerin necs olduğu fikrini çıkaracaksınız. Kur’ânda, (Kendilerine kitâb verilenlerin yiyeceği sizin için halâl olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlar için halâldir)[1] denildiğini, Peygamberin Safiyye isminde yehûdî ve Mâriye isminde hıristiyan bir hanımı olduğunu, Peygamberin hanımının necs olamayacağını söyleyeceksiniz[2].
5- Müslimânlara, Peygamberin, İslâmdan kasdının mutlak din olduğunu ve bu dînin yehûdîlik ve hıristiyanlık da olabileceğini, sâdece İslâm dîninin olmadığı inancını aşılıyacaksınız. Bunun delîli de şudur diyeceksiniz: Kur’ân, her dînin mensûblarına müslimân diyor. Meselâ Yûsüf Peygamberin, (Beni müslimân olarak öldür)[3], İbrâhîm ve İsmâ’îl Peygamberlerin de, (Ey Rab[bimiz, bizi kendine müslimân kıl ve zürriyyetimizden ken-dine müslimân bir ümmet getir)[4], Ya’kûb Peygamberin ise, oğullarına, (Ancak ve ancak müslimân olarak ölünüz)[5], dediklerini nakl ediyor.
6- Kilise yapmanın harâm olmadığını, Peygamber ve Halîfeleri onları yıkmadığını, bil’aks onlara hurmet gösterdiğini ve Kur’ânda, (Allah insanların bir kısmını diğeriyle def’ etmeseydi [savmasaydı], manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allahın adı çok zikr edilen câmi’ler yıkılıp giderdi[6] denildiğini, İslâmın ibâdethânelere hurmetkâr olduğunu, onları yıkmadığını, yıkanlara mâni’ olduğunu çokça söyleyeceksiniz.
7-(Yehûdîleri Arab yarımadasından çıkarınız) ve (Arab yarımadasında iki din olmaz) hadîsleri hakkında, müslimânları şübheye düşürecek ve (Bu iki hadîs doğru olsaydı, Peygamberin, biri yehûdî, biri de hıristiyan hanımı olmazdı ve Necran hıristiyanları ile anlaşma yapmazdı)[7] diyeceksiniz!
8- Müslimânları, ibâdetlerinden men’ etmeğe çalışacak ve (Allah insanların ibâdetlerine muhtâc değildir) diyerek, onları ibâdetlerin fâideleri hakkında tereddüde düşüreceksiniz[8]. Hacca gitmek ve cemâ’at ile nemâz kılmak gibi, onları bir araya getiren ibâdetlerden men’ edeceksiniz. Aynı şeklde, câmi’lerin, türbelerin ve medreselerin inşâsına ve Kâ’benin ta’mîrine mâni’ olmaya çalışacaksınız.
9- Harbde düşmandan ganîmet olarak alınan malın beşde birinin [Humusun], âlimlere verilmesi husûsunda, şübhelendirecek ve bunun ticâret kazancıyla bir alâkasının olmadığını îzâh edeceksiniz. Sonra, (Humus, Peygambere veyâ Halîfeye verilir, âlime verilmez. Zîrâ âlimler, onunla evler, serâylar, hayvanlar ve bahçeler alıyorlar. Bunun için, (Humus)u onlara vermek câiz değildir) diyeceksiniz!
10- Müslimânların akîdelerine bid’atler sokup, İslâmı gericilik ve terör dîni olmakla ithâm edeceksiniz. İslâm memleketlerinin geri kaldığını, sarsıntılara mâruz kaldığını söyleyecek ve böylece onların İslâma olan bağlılıklarını za’îfletmiş olacaksınız. [Hâlbuki müslimânlar, dünyânın en büyük, medenî devletlerini kurdular. Dîne bağları gevşedikce, küçüldüler.]
11- Çok mühimdir! Çocukları babalarından uzaklaşdırıp, büyüklerinin dînî terbiyelerinden mahrûm kalmalarını sağlayacaksınız. Onları, biz yetişdireceğiz. Binâenaleyh, çocuklar babalarının terbiyelerinden kopdukları an, akîdeden, dinden ve âlimlerden kopmağa mahkûm olacaklardır.
12- Kadını tahrik edip, örtüsünü açmasına sebeb olacaksınız. Sebeb olarak da, örtü gerçek İslâmî bir emr değildir. Abbâsîler zemânında ihdâs edilmiş bir âdetdir.Bunun için, insanlar Peygamberin zevcelerini görüyorlardı ve kadın bütün işlere katılıyordu diyeceksiniz. Kadını açdıkdan sonra, gençleri ona karşı tahrîk edip, her ikisinin arasında fesâd hâsıl olması için çalışacaksınız! Müslimânlığı yok etmek için, bu iş, çok te’sîrlidir. Evvelâ, bu işi gayr-ı müslim kadınlara yapdıracaksınız. Sonra, müslimân kadın kendiliğinden bozulup, bunların yapdığını yapacakdır[9] .
13- Câmi’ imâmlarının fâsık olduklarını iddiâ edip, onların hatâlarını açıklayarak ve her vesîle ile onlarla, arkalarında nemâz kılan cemâ’atleri arasına kin ve adâvet sokarak, cemâ’at ile nemâz kılmağı ortadan kaldıracaksınız.
14- Peygamberin zemânında olmadığı ve bid’at olduğu gerekçesiyle, türbelerin hepsinin yıkılması lâzımdır diyeceksiniz. Ayrıca Peygamber, Halîfeler ve sâlihlerin kabrleri hakkında, şübheye düşürerek, onları ziyâret etmekden men’ edeceksiniz. (Peygamber, annesinin yanında, Ebû Bekr ile Ömer (Bakî’) kabristânında medfundurlar. Osmânın kabri mechûldür. Hüseynin başı (Hannâne)de defn edilmişdir. Cesedinin defn edildiği yer ma’lûm değildir. (Kâzımiyye)deki kabrler de, iki halîfenin kabridir. Peygamberin âlinden Kâzım ve Cevâdın kabrleri değildir. Tusdaki ise, Ehl-i beytden Rızânın değil, Hârunun kabridir. Samarrâdaki Abbâsîlerin mezârlarıdır. Ehl-i beytden Hâdî, Askerî ve Mehdînin kabri değildir. Müslimân memleketlerde bulunan bütün türbe ve kubbelerin yıkılmasının farz olduğu gibi, (Bakî) mezârlığını da, yerle bir etmek lâzımdır) diyeceksiniz!
15- Seyyidlerin, Peygamberlerin soyundan geldikleri husûsunda insanlar tereddüde düşürülecek. Seyyid olmayanlara siyâh ve yeşil sarık giydirilerek, seyyidlerin diğer insanlarla karışmaları te’mîn edilecek. Böylece, insanlar bu husûsda şaşırıp, Seyyidler hakkında sû-i zanda bulunacaklar. Din adamlarının ve Seyyidlerin sarıklarını çıkaracaksınız ki, Seyyidlerin soyu gayb olsun ve din adamları insanlardan hurmet görmesin[10]
16- Şî’îlerin mâtem yerlerinin yıkılmasının farz olduğu, zîrâ bid’at ve dalâlet olduğu, Peygamber ve Halîfelerin zemânında mevcûd olmadığı söylenecek. İnsanları oralara girmekden men’ etmek, Vâizleri azaltmak ve Vâizlerle mâtem yerleri sâhiblerini vergiye bağlamak lâzımdır.
17- İngiliz kitâbında yazılı şeylerden biri, bütün müslimânlara hürriyyet sevgisini behâne ederek, (Herkes dilediğini yapabilir. Emr-i bil-ma’rûf ve nehy-i anil münker ve İslâm ahkâmının öğretimi farz değildir) diyeceksiniz! [Hâlbuki, islâmiyyeti öğrenmek ve öğretmek farzdır. Müslimânların birinci vazîfesidir.] Ayrıca, onlara şunu da aşılayacaksınız: (Hıristiyanlar kendi dinleri, yehûdîler de kendi dinleri üzeredirler. Kimse kimsenin kalbine girmez. Emr-i ma’rûf ve nehy-i anil-münker halîfeye âiddir.)
18- Müslimânların çoğalmasına mâni’ olmak için, doğum sınırlandırılacak ve birden fazla evliliğe mâni’ olunacak. Evlenmeğe ba’zı şartlar konulacak. Meselâ, denilecek ki: Arab Îrânlıyla, Îrânlı arabla, Türk arabla evlenemez.
19- İslâmın yayılması ve müslimân olmıyanlara öğretilmesi fe’âliyyetleri kat’î sûretde men’ olunacak. İslâmın yalnız arabların dîni olduğu fikri yayılacak. Gerekçe olarak, Kur’ânda, (Bu senin ve kavmin için bir zikrdir) denildiği söylenecek.
20-Hayr müesseselerinin hudûdları daraltılacak ve devlete âid bir hâle getirilecek. Öyle olacak ki, kişi câmi’, medrese ve bunlara benzer hayr müesseseleri yapamaz hâle getirilecekdir.
21- Müslimânları Kur’ân hakkında şübheye düşürecek ve içinde noksanlık ve fazlalık bulunan tahrîf edilmiş Kur’ân tercemeleri hâzırlayıp, diyeceksiniz ki:
(Kur’ân bozulmuş. Birbirini tutmuyor. Birinde bulunan âyet diğerinde bulunmuyor). Yehûdî, hıristiyan ve bütün gayr-i müslimleri tahkîr eden ve cihâdı, emr-i bil-ma’rûfu ve nehy-i anil-münkeri emr eden âyetleri çıkaracaksınız[11] .
Kur’ânı diğer lisanlara meselâ türkçe, farsça, hindçe vs. dillere çevirip, Arab memleketleri hâricinde arabî okunmasına mâni’ olacaksınız ve yine Arab memleketleri dışında (Ezân), (Nemâz) ve (Düâlar)ın arabî yapılmasını önleyeceksiniz.
Aynı şeklde, hadîsler hakkında da müslimânlar tereddüde düşürülecek. Kur’âna yapılması plânlanan, terce-me, tenkîd ve tahrîfin, hadîslere de uygulanması gereklidir.
Hakîkaten, okuduğum (İslâmı nasıl yıkabiliriz) ismli bu kitâb, çok mükemmel idi. İleride yapacağım çalışmalar için, emsâlsiz bir rehber idi. Sekretere kitâbı iâde edip, memnûniyyetimi ifâde etdiğimde, bana, (Bilmiş ol ki, bu meydânda, sen yalnız değilsin. Yapdığın işi yapan pekçok adamlarımız var. Bu işi yapmak için, şimdiye kadar nâzırlığımız beşbinden fazla adam vazîfelendirmiş bulunmakdadır. Nâzırlık bu sayıyı yüzbine çıkarmağı düşünüyor. Bu sayıya ulaşdığımız zemân, müslimânların hepsine hâkim olacak ve bütün İslâm memleketlerini ele geçirmiş olacağız) dedi.
Dahâ sonra, sekreter şunları söyledi: (Sana şunu müjdelerim ki, nezâretimizin bu programı gerçekleşdirmesi için, en fazla, bir asrlık bir zemâna ihtiyâc vardır. Biz o günleri görmesek bile, muhakkak çocuklarımız görecekdir. Şu darbımesel ne kadar da güzeldir, (Başkasının ekdiğini yidim. Öyleyse, ben de başkaları için ekiyorum). İngilizler, bunu yapdığı zemân, bütün hıristiyan âlemini memnûn etmiş ve onları oniki asrlık felâketden kurtarmış olacakdır).
Sekreter sözlerine şöyle devâm etdi:
(Asrlarca devâm eden (Ehl-i salîb) muhârebeleri [Haçlı seferleri], hiçbir fâide sağlayamamışdır. Kezâ, Moğollar [Cengiz orduları] da, İslâmın köklerini kazımak için birşey yapmış sayılmaz. Çünki onların yapdığı iş, ânî, plânsızdı. Düşmanlıklarını ortaya koyacak, askerî işler yapıyorlardı. Bunun için, çok çabuk yoruldular. Fekat şimdi, hükûmetimizin değerli idârecileri, İslâmı çok ince bir plân ve uzun bir sabrla içden yıkmak için çalışıyorlar. Askerî güc kullanmamız da lâzımdır. Fekat bu iş, son merhalede, ya’nî İslâmı yiyip bitirdikden ve her tarafından balyozlayıp, bir dahâ toparlanamaz, bizimle savaşamaz hâle geldikden sonra gelir).
Sekreter sözlerini şöyle bitirdi:
(İstanbuldaki büyüklerimiz, çok akllı ve zekî imişler, ki bizim plânımızın aynını uygulamışlar. Ne yapmışlar: Muhammedîlerin arasına sokulup, onların çocukları için, medreseler açmışlar. Kiliseler inşâ etmişler. Onların arasında, içkiyi, kumarı, fıskı, fesâdı [ve futbol kulüplerine parçalanmalarını] çok güzel bir şeklde yaymayı başarmışlar. İslâm gençliğini, dinleri hakkında şübheye düşürmeğe, kendi hükûmetleri ile aralarına münâkaşa ve muhâlefet sokmağa, her tarafda fitneyi yaygınlaşdırmağa, âmirlerin, müdîrlerin, devlet adamlarının evlerini hıristiyan kadınları ile doldurarak, ahlâklarını bozmağa çalışmışlardır. Biz de, bu şeklde hareket ederek, onların kuvvetlerini kıracağız, dinleri ile olan irtibâtlarını sarsacağız, ahlâklarını ifsâd edeceğiz. Birlik ve berâberliklerini yok edeceğiz. Sonra, ânî bir harb başlatıp, İslâmınköklerini kazıyacağız[12].)
(dipnot)
[1] Mâide sûresi, âyet: 5
[2] İngilizin yehûdî dediği hazret-i Safiyye müslimân olmuşdu. Mısrlı olan Mâriye ise, Resûlullahın mübârek zevcelerinden değildir. Câriye idi.Bu da müslimân oldu. Cenâzesinin nemâzını, halîfe Ömer “radıyallahü anh” kıldırdı. Ehl-i sünnet i’tikâdına göre, hıristiyan kadın, câriye de olur. Zevce de olur. Şî’îlerin inandıkları gibi, kâfirlerin kendileri necs değildir. İ’tikâdları olan küfr necsdir.
[3] Herhangi bir Peygamberin Allahü teâlâdan getirdiği bilgilere inanmağa (Îmân) denir. Îmân edilecek bilgiler iki kısmdır: Yalnız inanılacak bilgiler. Hem inanılacak, hem de yapılacak bilgiler. Birinci kısm bilgiler, îmânın aslı olup, altı dânedir. Her Peygamberin bildirdiği îmânların aslları aynıdır. Bugün islâm düşmanlarının, ilerici diyerek hayran kaldıkları, benzemeğe çalışdıkları, bütün yehûdîler, hıristiyanlar, dünyâdaki fen adamları, devlet adamları, kumandanların hepsi, âhirete, ya’nî öldükden sonra tekrar dirilmeğe, Cennete, Cehenneme inanıyorlar. Kendilerine ilerici diyen ve onlara benzemeğe özenen din câhillerinin de, bunlar gibi inanmaları îcâb etmez mi? Peygamberlerin dinleri, ya’nî emr ve yasak edilen bilgileri aynı değildir.Îmân edip, islâmiyyete tâbi’ olmağa (İslâm) denir. Dinleri başka olduğu için, her Peygamber zemânındaki islâm, birbirlerinin aynı değildir. Her Resûl gelince, yeni bir (İslâmiyyet) gelmiş, eski Peygamberler zemânlarındaki islâmlıkların hükmleri kalmamışdır. Son Peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın getirdiği islâm, kıyâmete kadar devâm edecekdir. Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresinin 19 ve 85. ci âyetlerinde, yehûdîlere ve hıristiyanlara eski islâmlıklarını bırakmalarını emr ediyor. Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmıyanların, Cennete giremiyeceklerini, Cehennemde sonsuz yanacaklarını bildiriyor. İbrâhîm, İsmâ’îl ve Yûsüf ve Ya’kûb peygamberler, kendi zemânlarında mu’teber olan islâmı istediler. O müslimânlıklar ve kiliselere gitmek, şimdi mu’teber değildirler. Bu husûsda, arabî (El-envâr) kitâbımızın sonundaki, Zerkânînin (Mevâhib) şerhinde tafsîlât vardır. Câmi’ulezher müderrislerinden Muhammed Zerkânî Mâlikî 1122 [m. 1710] da vefât etdi.
[4] Bekara sûresi, âyet: 128
[5] Bekara sûresi, âyet: 132
[6] Hac sûresi, âyet: 40
[7] 59. cu sahîfede, 2. ci hâşiyeye [dip nota] bakınız!
[8] İbâdetler, Allahü teâlâ emr etdiği için yapılmakdadır. Evet, Allahü teâlâ, kullarının ibâdetlerine muhtâc değildir. Fekat kullar, ibâdet yapmağa muhtâcdırlar. Kendileri, akın akın kiliseye gidiyorlar. Müslimânların
câmi’lere gitmelerine mâni’ oluyorlar.
[9] Hicâb ya’nî tesettür, örtünme âyeti gelmeden evvel, kadınlar örtünmezler, Resûlullaha gelip, bilmediklerini sorar, öğrenirlerdi. Resûlullah birinin evine gitse, kadınlar da gelir, oturur, dinler, istifâde ederlerdi. (Beydâvî)de ve (Buhârî)nin tefsîr bâbında bildirildiği gibi, hicretden üç sene sonra, (Ahzâb) ve beş sene sonra (Nûr) sûrelerindeki hicâb âyetleri gelip, kadınların yabancı erkekler yanında, oturmaları, bunlarla konuşmaları yasak edildi. Bundan sonra, Resûlullah, kadınların bilmediklerini, mübârek zevcelerinden sormalarını emr eyledi. Kâfirler, hicâb âyetinin sonra geldiğini, kadınların sonra örtündüklerini söylemiyerek, müslimânları aldatıyorlar.Resûlullahın mübârek zevcesi Ümm-i Seleme “radıyallahü anhâ” diyor ki, mübârek zevcelerinden Meymûne “radıyallahü anhâ” ile birlikde Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanında idik. İbn-iÜmm-i Mektûm “radıyallahü anh” izn isteyip içeri girdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunu görünce, bize (Perde arkasına çekiliniz!) buyurdu. (O a’mâ değil midir? Bizi görmez) dedim. (Siz de mi körsünüz? Onu görmez misiniz?) buyurdu. Ya’nî, o kör ise de, siz kör değilsiniz ya, buyurdu. Bu hadîs-i şerîfi, imâm-ı Ahmed ve Tirmüzî ve Ebû Dâvüd “rahime-hümullahü teâlâ” bildirdiler. Bu hadîs-i şerîfe göre, erkeğin yabancı kadına bakması harâm olduğu gibi, kadının da yabancı erkeğe bakması câiz değildir. Mezheb imâmlarımız “rahimehümullahü teâlâ”, bu husûsdaki diğer hadîs-i şerîfleri de bildirerek, kadının yabancı erkeklerin avret yerlerine bakmaları harâmdır dediler. Bunu yapmak kolaydır. Böyle kolay olan emrlere ve yasaklara (Ruhsat) denir. Kadının, erkeklerin başlarına, saçlarına bakması mekrûhdur. Bundan sakınmak güçdür. Güç olan şeyleri yapmak da (Azîmet) olur. Erkeğin kadın için avret yeri, diz ile göbek arasıdır dediler. Görülüyor ki, ezvâc-ı tâhirat “radıyallahü teâlâ anhünne” ve Eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm” azîmet ile amel ederler, ruhsatlardan da sakınırlardı. İslâmiyyeti içerden yıkmak istiyen (Zındık)lar, hicâb âyetleri gelmeden önce, kadınların örtünmediklerini ileri sürerek, (Peygamber zemânında kadınlar örtünmezlerdi. Şimdi gördüğümüzkadınların, umacı gibi örtünmeleri o zemân yokdu. Hazret-i Âişe başı açık gezerdi. Şimdiki örtünmeği, sonradan, yobazlar, fıkhcılar uydurdu) diyorlar. Bu sözlerinin yalan ve iftirâ olduğunu, bu hadîs-i şerîf açıkca göstermekdedir. Allahü teâlânın emrlerini ve yasaklarını bildiren dört hak mezheb, erkeklerin (avret yeri)ni, ya’nî bakması ve başkasına göstermesi harâm olan uzvlarını, birbirlerinden farklı olarak bildirmişlerdir. Her müslimânın, bulunduğu mezhebin bildirdiği avret yerini örtmesi farzdır. Başkasının avret yerine bakmak harâmdır. (Eşi’at-ül-leme’ât) kitâbındaki hadîs-i şerîflerde: (Erkek erkeğin ve kadın kadının avret yerine bakmasın) buyuruldu. Hanefî mezhebinde, erkeğin erkek için ve kadının kadın için avret mahalli, diz ile göbek arasıdır. Kadının yabancı erkek için avret mahalli, ellerinden ve yüzünden başka, bütün bedenidir. Kadının saçları da avretdir. Avret yerine şehvetsiz de bakmak harâmdır.
(Bir kadını görürseniz, yüzünüzü ondan ayırınız! Ansızın görmek günâh olmaz ise de, tekrâr bakmak günâh olur). (Yâ Alî! Uyluğunu açma! Ölü veyâ diri, hiç kimsenin uyluk yerine bakma!) (Avret yerini açana ve başkalarının avret yerine bakana, Allah la’net eylesin!)
(Kendini bir kavme benzeten onlardan olur). Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, ahlâkını, işlerini veyâ elbisesini, islâm düşmanlarına benzeten onlardan olur. Modaya, ya’nî kâfirlerin kötü âdetlerine uyanlar, harâmlara (güzel san’at) ismini takanlar ve harâm işliyenlere san’atkâr diyenler, bu hadîs-i şerîfden ibret almalıdırlar.
(Kimyâ-yı se’âdet)de diyor ki, (Kadınların, kızların, başı, saçı, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları harâm olduğu gibi, ince, süslü, dar, hoş kokulu elbise ile çıkmaları da harâmdır. Böyle çıkmalarına izn veren, râzı olan anası, babası, zevci, kardeşi de, onun günâhına ve azâbına ortak olurlar.) Ya’nî Cehennemde birlikde yanacaklardır. Tevbe ederlerse afv olunurlar. Allahü teâlâ tevbe edenleri sever.
Müslimân olduğunu söyliyen bir kimsenin, yapacağı her işin, islâmiyyete uygun olup olmadığını bilmesi lâzımdır. Bilmiyorsa, bir Ehl-i sünnet âliminden sorarak veyâ bu âlimlerin kitâblarından okuyarak öğrenmesi lâzımdır. İş, islâmiyyete uygun değil ise, günâh veyâ küfrden kurtulamaz. Hergün hakîkî tevbe etmesi lâzımdır. Tevbe edilen günâh ve küfr, muhakkak afv olur. Tevbe etmezse, dünyâda ve Cehennemde, azâbını, ya’nî cezâsını çeker. Bu cezâlar, kitâbımızın muhtelif yerlerinde yazılıdır.
Erkeklerin ve kadınların nemâzda ve heryerde örtmesi lâzım olan yerlerine (Avret mahalli) denir. Avret mahallini açmak ve başkasının avret mahalline bakmak harâmdır. İslâmiyyetde avret mahalli yokdur diyen, kâfir olur. İcmâ’ ile, ya’nî dört mezhebde de avret olan bir yerini açmağa ve başkalarının böyle avret mahalline bakmağa halâl diyen, ehemmiyyet vermiyen, ya’nî azâbından korkmıyan kâfir olur. Kadınların avret yerini açmaları ve erkekler yanında şarkı söylemeleri ve mevlid okumaları böyledir. Erkeklerin diz ile kasıkları arası, Hanbelî mezhebinde avret değildir.(Ben müslimânım) diyen kimsenin, îmânın ve islâmın şartlarını ve dört mezhebin icmâ’ı, ya’nî söz birliği ile bildirdiği farzları ve harâmları öğrenmesi ve ehemmiyyet vermesi lâzımdır. Bilmemesi özr değildir. Ya’nî, bilip de inanmamak gibidir. Kadınların yüzlerinden ve ellerinden başka yerleri, dört mezhebde de avretdir. İcmâ’ ile olmıyan, ya’nî diğer üç mezhebden birine göre avret olmıyan bir yerini, ehemmiyyet vermiyerek açan kâfir olmaz ise de, kendi mezhebine göre, büyük günâh olur. Erkeklerin diz ile kasık arasını, ya’nî uyluğunu açmaları böyledir. Bilmediğini öğrenmesi farzdır. Öğrenince hemen tevbe etmeli ve örtmelidir.
[10] 123.cü sahîfedeki dipnota bakınız!
[11] İngilizler, bu çalışmalarında muvaffak olamadı. Çünki, Kur’ân-ı kerîmi değişdirilmekden Allahü teâlâ korumakdadır. İncîli de koruyacağına söz vermemişdir. Bunun için, uydurma İncîller yazıldı. Bunlar bile zemânla değişdirildi. Bunlarda, ilk değişikliği Bolüs [Pavlos] ismindeki bir yehûdî dönmesi yapdı. Her asrda, bilhâssa, İstanbuldaki Roma imperatorlarının birincisi olan Kostantinin 325 de İznikde topladığı 318 papaz, büyük değişiklik yapdılar. 931 [m. 1524] de, alman papazı Luther Martin, (protestan) mezhebini kurdu. Romadaki Papaya tâbi’ olan hıristiyanlara (katolik) denildi. Katoliklerle protestanların birbirlerini öldürmeleri, Sen Bartelemi ve İskoç cinâyetleri ve engizisyon mahkemelerindeki fâcialar, hıristiyan târîhlerinde de yazılıdır. 446 [m. 1054] de, İstanbul papazı Mihael Kirolarius, Papadan ayrılarak, (Ortodoks) kilisesini kurdu. Mîlâdın 571 senesinde ölen Ya’kûb, (Süryânî) fırkasını, 405 de ölen Maron, Sûriyede (Maronî) fırkasını, Amerikalı Şarl Russelin de, 1872 de (Yahova şâhidleri) fırkasını kurdular.
[12] İngilizler, islâmiyyeti imhâ etmek için hâzırladıkları, yirmibir maddeyi, iki büyük, Hindistân ve Osmânlı islâm devletini yıkmak için tatbîk etdiler. Hindistânda, (Vehhâbî), (Kâdıyânî), (Teblîg-ı cemâ’at), (Cemâ’at-i islâmiyye) gibi bozuk islâm fırkaları meydâna getirdiler. Sonra ingiliz ordusu, Hindistânı kolayca işgâl edip, koca islâm devletini yok etdi. İslâm âlimlerini zindanlarda, ölüme terk etdi. Sultânı da habs edip, iki oğlunu parçaladılar. Asrlardan beri, muhâfaza edilen zî-kıymet eşyâyı, nâdîde, güzîde hazîneleri yağma ederek, gemilerle Londraya taşıdılar. Hind sultânlarından Şâh-ı cihânın, 1041 [m. 1631] de, zevcesi Ercümend beygüm hanımın Agradaki kabri üzerine yapdırdığı (Tac-mahal) ismindeki türbenin dıvarlarından çaldıkları elmâs, zümrüd, yâkut gibi kıymetli taşların yerleri, şimdi çamur ile sıvalıdır. Bu çamurlar, ingiliz vahşetini, dünyâya i’lân ediyorlar. Çaldığı bu servetleri, İslâmiyyeti yok etmek için kullanmakdadırlar. Bir islâm şâirinin dediği gibi, (Zâlimin zulmü varsa, mazlûmun da Allahı var!) adâlet-i ilâhiyye tecellî ederek, ikinci cihân harbinde, cezâlarını buldular. Almanların İngiltereyi işgâlinden korkan, ingiliz zenginleri, kilise mensûbları ve devlet, nezâret adamlarının çoluk çocukları, onbinlerce islâm düşmanı, gemilerle Amerikaya kaçarlarken, almanların, (Graf von spee) ve benzeri iki harb gemisinden bırakdıkları miknatisli mayınlar, bu gemileri batırdı. Atlas okyânûsunda boğuldular. Harbden sonra, Newyorkdaki (Birleşmiş milletler insan hakları) merkezinin aldığı karâr ile, bütün dünyâdaki müstemlekelerini terk etdiler. Müstemlekeler nezâretinin, asrlarca sömürdüğü geçim kaynaklarının çoğunu gayb etdiler. Britanya adasında mahsûr kaldılar. Gıdâ maddeleri ve mühim ihtiyâc eşyâsı vesîkaya bağlandı. 1948 de, genelkurmay başkanı Sâlih Omurtak pâşa, bir ziyâfetde , (Londrada, resmî müsâfir olduğum hâlde, sofradan hep doymadan kalkardım. Avdetde, İtalyada, bol makarna yiyerek, doyabildim) dediğini işitdiğim için yazıyorum. O sofrada pâşanın tam karşısında oturuyordum. Bu sözü, hâlâ kulağımda çınlamakdadır.
Senâüllah-ı Dehlevî “rahmetullahi aleyh” (Mâide sûresi)nin seksenikinci âyet-i kerîmesini tefsîr ederken buyuruyor ki, (Muhyissünne Hüseyn Begavî, nasârânın hepsinin müşrik olmadığını bildirdi. Çünki, şirk, ülûhiyyet sıfatı isnâd ederek, ona hurmet etmeğe, ya’nî (ibâdet etmeğe) denir. Müşrikler, yehûdîler gibi, müslimânlara şiddetli düşmandır. Müslimânları öldürürler, memleketlerini, mescidlerini tahrîb ederler. Kur’ân-ı kerîmi yakarlar.) İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh” üçüncü cild, üçüncü mektûbda buyuruyor ki, (Allahü teâlâdan başka bir şeye ibâdet edene, tapınana müşrik denir. Bir Peygamberin dînine tâbi’ olmıyan kimse müşrikdir). Şimdi, dünyâdaki hıristiyanların hepsi, Muhammed aleyhisselâma inanmadıkları için, kâfirdirler. Bunlarınçoğu Îsâ tanrıdır veyâ üç tanrıdan biridir dedikleri için, müşrikdirler.Îsâ, Allahın kulu ve Peygamberidir diyenleri, (Ehl-i kitâb)dır. Hepsi, İslâmiyyete ve müslimânlara düşmanlık yapıyorlar. Hücûmlarını ingilizler idâre etmekdedir.
Hıristiyânların şimdi, onbir süâl uydurarak, bütün islâm memleketlerine götürdüklerini, 1412 h.=1992 m. senesinde haber aldık. Bengladeşdeki islâm âlimleri, bunlara cevâb yazarak, papazları rezîl etmişlerdir. İstanbuldaki (Hakîkat Kitâbevi)miz, (El-Ekâzîb-ül-cedîde-tül-Hıristiyâniyye) ismindeki bu cevâbları, (Es-sırât-ul-müstakîm) kitâbı ile birlikde basdırıp, bütün dünyâya göndermekdedir...(devamı için)
*****************************************
Diğer bölümler:
Diğer bölümler:
*****************************************
Post A Comment:
0 comments: