İslam öncesi Türklere ait bilgiler M.Ö. 4000-4500 yıl gerilere kadar ulaşmaktadır. Bu köklü bilgiler arasında kadının temel nitelikleri “annelik” ve “kahramanlık”1 olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadın, at binme, silah kullanma ve savaşabilme gücü ile de değerlendirilmektedir. Yine tarih kaynaklarında Türklerin kutsal ve önem verdikleri haklara, “ana hakkı” dedikleri ve bunu da “Tanrı Hakkı” ile eşit tuttuklarını göstermektedir2 . Aile toplumun çekirdeği olarak görüşülmüştür. Aile ne kadar güçlü olursa toplum o derece güçlü olur. Türklerde aileye her zaman önem verilmiş ve aile korunmuştur. Birçok savaşa ve göçe rağmen Türklerin dağılmadan ayakta kalması da güçlü aile yapısına dayanmaktadır. Tarihte birçok topluluk görülmüş, ancak bu topluluklar güçlü bir aile sistemine sahip olamadıklarından dolayı kısa zaman içerisinde dağılıp yok olmuşlardır.
Tek eşlilik Türk ailesinin vazgeçilmez bir özelliğidir3 . Eski Türklerde tek eşli evliliğinin esas olduğu bilinmekle beraber yönetici konumda olanlar ile zengin olan bazı kişilerin ikinci eş aldığını, Çin‟den alınan prenseslere “Konçuy” adını verdikleri görülmektedir4 . Türklerde tarih boyunca evlilik ve aile çok önemli görüldüğünden dolayı bu kurum sağlam temeller üzerine oturtulmuştur. Evlilikler, annenin izni olmadan gerçekleşmemekte ve onun fikrine göre hareket edilmektedir. Evlenecek olan kıza erkek tarafı bugünkü mihrin karşılığı olan “Kalıng” vermek mecburiyetinde idi5 . Aile toplumu ayakta tutan en güçlü kurum olduğundan dolayı günümüzde de olduğu gibi boşanmaya pek hoş bakılmamış ve boşanmaların engellenmeye çalışıldığı bilinmektedir. Orta Asya Türk devletlerinin hepsinde (İskitler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar) kadın önemli hak ve yetkilere sahip bulunmaktadır. Örneğin İskitlerde, her kadının İskit erkekleri gibi savaşçı ve asker olarak yetiriştirilmesi geleneği vardı. Bundan dolayıdır ki İskitli göçebe kadınlar her savaşta erkekleriyle birlikte çarpıştırıyorlardı.6 Türk devletlerinde Türk kadınları bu tür faaliyetleri büyük bir vakar ve haysiyetle yürütmüşlerdir. Hatta bu türlü faaliyetlerde öylesine büyük yetkilerle hareket etmişlerdir ki Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete‟nin hatunu imzalamıştır7 . Hunlar döneminden itibaren kadın-erkek ayrımı yapılmadığı ve kadın erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edildiğinden kadınsız hiçbir iş yapılmazdı. Hatta öyle ki kağanın emirnameleri sadece „Hakan buyuruyor ki‟ ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devletlerin elçileri sadece hakanın huzuruna çıkmazlardı. Elçilerin kabulü esnasında hatunun da hakanla beraber olması gerekirdi8 . Bazen de hatunlar tek başlarına elçileri kabul ederlerdi. Örneğin; Avrupa Hun ülkesine gelen elçiler Attila‟nın eşi Arıg Han tarafından kabul edilerek devlet işleri görüşülebilmektedir9 . Kabul törenlerinde, ziyafetlerde, şölenlerde hatun hakanın solunda oturur. Siyasî ve idarî konulardaki görüşmeleri dinleyerek fikrini beyan eder hatta harp meclislerine bile katılırdı10. Gökalp bu durum “Eski kavimler arasında hiçbir kavim Türkler kadar kadın cinsiyetine hak vermemişler ve saygı göstermemişler” Şeklinde izah edilebilmektedir11. Eski Türk toplumlarında kadının yüksek bir mevkinin bulunduğuna dair genel kanı vardır. Türk mitolojisinde kadın gayet yüksek bir mevkide tasvir edilmektedir. Yaradılış Destanı‟na göre kadın kâinatın yaratılışına sebep olan ilham kaynağı olarak görülmüştür12. Kağanın evlendiği ilk kadın “Hatun” unvanını taşımaktadır. Siyasî hayatta kadın “Hâtun” sıfatıyla devlet bakanının en büyük yardımcısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Çin İmparatorları tarafından Türk Kağan eşlerine Çince “K‟o-tun” Türkçe “Hatun” unvanı verildiği bilinmektedir. Çinlilerce “Hatun” unvanı “Kraliçe-Prenses” anlamında kullanılmıştır. Talas Abidelerinde “Hatun” kelimesi “eş” manasında kullanılmıştır. Eski Türklerde evin sahibi kadındır. Bundan dolayı ev kadını için söylenen en yaygın söz “evci” idi. Göktürkler bu anlamda kadın için “eş” sözcüğünü kullanırken, Osmanlılar “evdeş”, Çağatay Türkleri de “evlik” diyorlardı. Bu sözlerden başka Türkler zevce için eskiden “Eşi, İşler, Yotuz, Egmiş” gibi daha çok unvan olan kelimeleri kullanıyorlardı. Anadolu‟da ise kadın “Başa, Baş Yoldaşı, Bike, Ev Şenliği” gibi kelimelerle anılmaktadır. Kırgızlarda ise evin gerçek sahibesi baş kadın için kullandıkları “Bay Biçe, Bay Beçe” sözü kullanılmıştır13 . Göktürklerde ve Uygurlarda kağanın karısı hatun devlet işlerinde kocasıyla birlikte söz sahibidir. Emirnamelerin yalnız Kağan namına değil kağan ve hatun namına ortaklaşa imza edilmektedir. Aile içinde de kadın yüksek bir mevki sahiptir. Anne olarak çocukların yetiştirilmesi ve evin idaresi ile uğraşılırdı. Ev içerisinde kocasının naibi idi15. Orta Asya Türklerinde Göktürklerin tarihi ve yaşayışı ile ilgili olarak en önemli başvuru kaynağı Orhun Kitabeleri‟dir. VII. yüzyıldan başlayarak Orhun Kitabeleri‟nde devlet işlerini bilen Katunlardan (hatun) söz edilir. Kağanın hanımı olan Hatun da tıpkı Kağan gibi töre ile bu makama oturur ve kağan ile birlikte ülkeyi yönetmektedir. Orhun Kitabeleri‟nde yer yer “Hakan ve Hatunun Buyruğu” sözü ile başlayan ifadeler yer almaktadır. Bu sözler İslam öncesi Türk devletlerinde kadının yönetimde söz sahibi olduğunu göstermektedir. Orta Asya Türklerinde kağan gibi hatun da halktan farklıdır ve özel bir konuma sahiptir. Kutluk Devleti‟nin yöneticileri olan Bilge Kağan ve Kültigin adına dikilen abidelerde hatunun halktan farklı olduğu şu şekilde ifade edilmektedir. “Yukarıda Türk Tanrısı, Türk’ün kutlu ülkesini öyle tanzim etmiş. Türk milleti yok olmasın, millet olsun diye babam İlteriş Kağan ve annem İlbilge Hatunu (Tanrı) halk içerisinden çekip yukarı çıkarmış” 16 . Bu ifadeler Orta Asya Türklerinde kadının siyasî ve toplumsal bakımdan konumunun göstergesidir. Kadınlar arasında zaman zaman devlet siyasetine yön verenler de olmuştur. Örneğin; Sabar (Sibir)‟ların kağanı Balak Han ölünce yerine eşi Boarık Hatun geçmiştir. Boarık hatun yüz bin kişilik Sabar ordusunu yönetmekte ve Bizans imparatoru I. Jüstinianus‟u dize getirdiği bilinmektedir17. Konu ile ilgili bir başka örnek ise II. Göktürk Kağanlarından Bilge Kağan ölünce yerine tahta çıkan oğulları devleti iyi idare edemeyince Tonyukuk‟un kızı olan annesi Po-Fu devlet işlerine müdahale etmeye başlamıştır18. Türk destanlarında ise kadın ilahî bir varlık konumundadır. Erişilip dokunulması, koklanması, kısaca beş duyu ile algılanmasının imkânı bulunmamaktadır. Yaratılış Destanında Tanrı‟ya insanları ve dünyayı yaratması için fikir ve ilham veren "Ak Ana" adında bir kadındır. Oğuz Kağan‟ın ilk karısı karanlığı yararak gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insanüstü varlıklardır. ilk Türk abidelerinden olan Bilge Kağan Kitabesi'nde Kağan: "sizler anam hatun, büyük annelerim,
ablalarım, hala ve teyzelerim, prenseslerim..." hitabıyla söze başlamaktadır. En eski Türk inancına göre "han ile hatun" gök ile yerin evlatlarıdır. Kadın burada yedinci kat göktedir. İslam öncesi Türk kadınlarına verilen önem hakkında başka örnekler de verilebilir. Örneğin; henüz İslam olmamış İtil (Volga) Bulgarlarına seyahat eden İbn-i Fadlan kendi eserinde, Türk toplumunda kadınların yeri ve öneminin şaşırtıcı bir durumda olduğunu itiraf etmekte ve bu hayretini gizleyememektedir. Fadlan, hatun‟un hükümdarın yanında oturduğunu, bunun Türklerin âdeti olduğunu, hatun‟a hilat giydirilince hatun‟a ait kadınların, hatunun üzerine gümüş para saçtıklarını, Türk kadınlarının asla erkeklerden kaçmadıklarını haber vermektedir. Yine bir Hazar prensesi olan Çiçekion, gelin olarak Bizans sarayına gittiğinde giydiği elbise saray ve çevresinde moda haline gelmiştir. Fakat daha da önemlisi şudur: İmparator II. Justinianus ve V. Kostantinos, Hazar prensesleri ile evlenmişlerdir. Konstantinos‟un Hazar prensesinden doğan oğlu, tarihte “Hazar Leon” lakabı ile tanınmıştır. Aynı zamanda bu kişi, Hazar hakanının torunu olmaktadır. Bizans imparatorları yaptıkları bu evliliklerle bazı meselelerde Hazarların desteğini almayı düşünmüştür. Hazar Leon‟un karısı İren‟ın daha sonra Augusta veya bir imparator naibi olarak değil, tek başına ve tam selahiyetli “Basileus” kabul ve ilan edilmiştir. İşte bu olay, Hazar Türk kadınlarının Bizans devletine olan siyasi tesirini göstermesi açısından önemlidir19 . Kadına kutsallık katan töreye göre, dövülmesi, horlanması veya itilip kakılması mümkün değildir ki zaten Türk kültüründe ve destanlarında böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlarında kadın daima erkeğinin yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır. Kahramanının yanında savaşan kadın motifi Dede Korkut hikâyelerinde de mevcuttur Dede Korkut hikâyelerinden biri olan "Deli Dumrul hikâyesinde” Dumrul canının yerine can bulma çabasına girince bunu kadınından bulmuş, kadını ona hiç çekinmeden "canını vereceğini" söylemiştir. Ayrıca Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim Dede Korkut hikâyelerinden olan Bamsı Beyrek hikâyesinde yer alan "Banu Çiçek" bunun en güzel örneklerden biridir20. Bir başka örnek ise Selcen Hatun‟dur. Selcen Hatun düşmanların gece kocasına baskın yapmasından korkmaktadır. Kocasını uyarır, savaş başlar. Mücadele esnasında kocasının atı yaralanır. Savaşa hazır bir şekilde kenarda bekleyen Selcen Hatun atını düşmanların üzerine sürer ve düşmanları kılıçtan geçirmeye başlar21. Yine Manas Destanı‟nda ise kahraman Manas‟a zehir verilerek atıldığı çukurdan kurtaran eşi Kanikey Hatun ile oğlu Uruz‟u kurtarmak için düşman ile savaşan Kazan Bey‟in karısı Burla Hatun kadın kahramanlardan bir kaçıdır22
1 Meral Altındal; Osmanlıda Kadın, Altın Kitaplar Yayınevi, Ġnsan ve Toplum Dizisi, İstanbul, 1994, s.9.
2 Muharrem Ergin; Dede Korkut Kitabı, TTK Basımevi, Ankara, 1958, s.27.
3 Bahaettin Ögel; Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Kömen Yayınları, Ankara, 1979, s.179.
4 Ziya Gökalp; Türk Medeniyeti Tarihi, (Hazr. Ġsmail Aka, Kazım YaĢar Kopraman), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ġstanbul,1976, s.142-143; Atalay Yörükoğlu; Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, Özgür Yayınevi, 2. baskı, Ankara 1984, s. 53.
5 Bahaeddin Ögel; Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk. Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1998, s. 256; Aytunç Altındal; Türkiye’de Kadın, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul,1991, s. 37; M. Altındal; Osmanlıda Kadın, s. 10; Osman Turan; Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, Boğaziçi Yayınevi, İstanbul, 1998, s. 132. (Evlenirken başlık verme geleneği çocukluk dönemlerinde Elazığ’daki köyümüzde âdet olarak bulunmaktaydı. Kız çocuğu istenildiği vakit kızın babasına belli bir miktar (ki bunun miktarı kendi aralarında konuşularak belirlenirdi) para verilirdi. Bu verilen paraya Kalıng derlerdi. Bu alınan ve Kalıng adı verilen para boşa harcanmaz gelin adayı kızın çeyiz ihtiyaçlarına harcanırdı: Ahmet Gündüz).
6 Aytunç Altındal; Türkiye’de Kadın, İstanbul, 1991, s. 36.
7 Bahaettin Ögel; “Türk Kültürünün Gelişme Çağları”, DTCF Dergisi, C. VI. Ankara, 1951, s.32.
8 Necdet Sevinç; Eski Türklerde Kadın ve Aile, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1987, s,31.
9 Ali Ahmetbeyoğlu; Avrupa Hun İmparatorluğu, TTK Yay., Ankara,2001,s.151.
10 Gülçin Çandarlıoğlu; Türk Destan Kahramanları, Doğu Kütüphanesi Yayınevi, İstanbul, 1977, s.64.
11 Ziya Gökalp; Türkçülüğün Esasları, ( Hzrl. Mehmet Kaplan), Varlık Yay., İstanbul 1970, s. 35.
12 Abdülkadir İnan, “Türk Mitolojisinde ve Halk Edebiyatında Kadın”, Türk Yurdu, Ankara 1934, C.IV., S. XXII, s.274.
13 Bahaettin Ögel; “Türk Ailesinde Kadın”, Tercüman Kadın Ansiklopedisi, I, İstanbul,1984, s.76. 14 Özkan İzgi; “İslamiyetten Önce Türk Kadınları“,Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara,1975,s.145-155.
15 Ali Erkul; “Eski Türklerde Evlenme Gelenekleri”, Türkler, Yeni Türkiye Yay, Ankara 2002, III, s.61.
16 Muharrem Ergin; Orhun Abideleri, Boğaziçi Yay., Ankara, 1989, s.21,35.
17 İbrahim Kafesoğlu; Türk Milli Kültürü, Ötüken Yay, İstanbul,2007,s.269-270.
18 Ahmet Taşağıl; Göktürkler III, TTK Yay., Ankara,2004,s.56-57.
19 Ceyhan Öztürk; “Türk Kadınının Tarihteki Yeri ve Önemi”, http://www.izedebiyat.com/yazi.asp?id=74855 18.5.2012‟den alınmıştır.
20 Muharrem Ergin; Dede Korkut Kitabı, Boğaziçi Yay, İstanbul, 2001,s.64.
21 M. Ergin; Dede Korkut Destanı, s.122.
22 Abdülkadir İnan; Manas Destanı, MEB Yay., İstanbul, 1972, s.60.
Yrd. Doç. Dr. Ahmet GÜNDÜZ