Maverâ-yı Kafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti’nin dağıldığı 26 Mayıs 1918 tarihinde Batum’da bulunan Osmanlı murahhaslarına müracaat eden Ermeni heyeti başkanı M. Alexandre Khatissoff (Khatisyan:Hatisyan), üyeler Rouben Kadjaznouni, Mikael Papadjanoff (Papadjanian) barış projesi istediklerini bildirmişlerdi. Kendilerine cevap verilmemesi üzerine 30 Mayıs 1918 tarihinde Osmanlı murahhası Halil Bey’e müracaat eden Ermeni murahhasları 72 saat geçmesine rağmen kendilerine cevap verilmediğini hatırlatarak barış antlaşması yapma konusundaki taleplerini tekrarladılar. Ermeniler bir yandan Osmanlı temsilcilerine müracaat ederken diğer yandan Brest-Litovsk Antlaşması’nda öngörülen sınırları aşan Osmanlı Devleti’ne karşı Almanya’dan yardım istiyorlardı. Almanlardan olumlu bir cevap alamayan Ermeni heyeti 3 Haziran 1918 tarihinde doğrudan Vehib Paşa’ya müracaat ederek barış antlaşması yapma talebi ile birlikte Osmanlı Devleti’nin Erivan’a temsilci atamasını ve olağan ilişkilerin başlamasını istediklerini bildirdiler. Bu temaslar neticesinde varılan uzlaşma üzerine 4 Haziran 1918 tarihinde Osmanlı Devleti ile Ermenistan arasında bir protokol imzalandı. Böylece Osmanlı Devleti, Kafkaslarda kurulan Ermenistan Cumhuriyeti’ni bağımsız bir devlet olarak tanıdı. Buna karşılık Ermenistan Cumhuriyeti de Osmanlı Devleti’ni ve toprak bütünlüğünü önkoşulsuz olarak tanımış oluyordu. .......Ermenistan Cumhuriyeti’ni, İtilaf Devletlerinden çok daha evvel Osmanlı Devleti’nin tanıması son derece önemli idi. Bu sıralarda Çarlık taraftarlarını destekleyen İtilaf Devletleri, müttefikleri Rusya’da iç savaş sona ermeden Ermenistan’ın bağımsızlığını tanımaya yanaşmıyorlardı. İngilizler, Çarlık Rusya’ya karşı bir Ermenistan fikrini dahi kendileri açısından müdafaaya lüzum görmemiş, Ermenilerin taleplerine karşı, “ne yapalım toplarımız Ararat dağına kadar varmıyor” diye mukabele etmişlerdi. Büyük devletlerin ihtiraslarını gören “mutedil” Ermeniler Osmanlı Devleti ile birlikte hareket etmenin en güvenilir tercih olacağını sonunda anlamışlardı. Tüm bunlardan öte Ermenistan Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk devlet, Osmanlı Devleti olmuştu ........... İlk etapta büyük devletler tarafından tanınmayan Ermenistan Hükûmeti üyeleri Tiflis’te bulunuyorlardı. Tiflis’ten Erivan’a taşınamayan ilk Ermeni Hükûmeti, 17 Haziran 1918 tarihinde Güney Kafkasya’daki Alman birliği komutanı Von Kress’in temsilen iki Alman subayı ile Vehip Paşa’nın görevlendirdiği bir Osmanlı subayı eşliğinde, üzerinde Osmanlı bayrağı dalgalanan araçlarla Erivan’a nakledildi ............ Yine 1 Ağustos 1918 tarihinde Ermenistan Cumhuriyeti meclisi açıldığında sadece Osmanlı temsilcileri, Ermenistan’ı tanıyan bir ülkenin temsilcisi olarak açılışta hazır bulunmuşlardı. Almanya, Avusturya, İran ve Ukrayna mümessilleri Ermenistan’ı henüz tanımadıkları hâlde açılışa katılmışlardı. İtilaf Devletleri ise Ermenistan’ı tanımadıklarından Ermenistan’a temsilci göndermemişlerdi. Bu nüans tarafların meseleye bakış açılarını gayet net bir şekilde gösteriyordu. ........ Yapılan protokolünün ardından zaman zaman yaşanan karşılıklı güvensizliklere rağmen Osmanlı Devleti ve Ermenistan arasındaki ilişkiler Mondros Mütarekesi’ne kadar son derece normal bir seyir izledi. Olağan diplomatik ilişkiler kuruluncaya kadar Osmanlı Devleti ve Ermenistan Cumhuriyeti, karşılıklı olarak birbirlerinin başkentlerine siyasî ve askerî temsilciler atadılar .......... Ermenistan temsilcileri, her fırsatta Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olmasından dolayı Osmanlı Devleti’ne karşı memnuniyetlerini dile getirerek dostluğa dayalı sağlam ilişkiler kurmak istediklerini açıkladılar. Talat Paşa’nın başında olduğu ve İttihatçılardan oluşan Osmanlı Hükûmeti’nin de söylem ve eylemleri bu doğrultudaydı. Bu durum iki ülke arası ilişkilerde kısa bir süreliğine de olsa “bahar havası” estirdi. Taraflar ellerindeki esirleri iade ederek çatışma ortamından kalan bir meseleyi daha bertaraf ettiler. Mali darboğazda olan Osmanlı Devleti, iaşe sıkıntısı yaşayan Ermenistan’a az da olsa iaşe yardımında bulunarak manevi destek sağlamaya çalıştı ............ 20 Eylül 1918 tarihinde Hatisyan, Hariciye Nazırı Ahmed Nesimi Bey’e Ermenistan’daki durum hakkında Ermenistan Cumhuriyeti Hükûmeti tarafından onaylanan bir bildiriyi sundu. Bildirinin en dikkat çekici özelliği, Ermenistan’ın izleyeceği dış politika ve Osmanlı Devleti ile ilişkileri hakkında fikir vermesiydi. Ermenistan Hükûmeti, dışta Osmanlı Devleti ile barışı sağlamlaştırmak ve yakın komşuluk ilişkileri geliştirmek, işgal edilen Ermeni topraklarının tahliyesini sağlamak ve göçmenlerin dönüşü ile ilgili sorunları çözmek istediğini vurguluyor, Azerbaycan ve Gürcistan’la olan sınır meselelerini dostça çözmek ve etnik temelde demokratik tedbirler almak istediğini de özellikle belirtiyordu ....................... Almanya ile Osmanlı Devleti arasında bir protokol imzaladı (23 Eylül 1918). Buna göre; Almanya ve Osmanlı Devleti, Bakü-Tiflis demiryolu hattının ve Bakü-Tiflis petrol sahalarının idaresi olmak üzere Kafkasya’da yeni bir yapı kurulması konusunda uzlaşmaya vardılar. Ayrıca Osmanlı Devleti, Azerbaycan ve Ermenistan’da bulunan kuvvetlerini geri çekecekti. Bu protokolün ilginç tarafı; Osmanlı Hükûmeti, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ı müstakil devletler olarak tanımak arzusunda olduğunu beyan ettiği hâlde Almanya Hükûmeti sadece Gürcistan’ı tanıyor, diğerlerini tanımadığı için “teessüf eylediğini” bildiriyordu. Ermenilerin şikâyetlerini dile getiren ve sözde onların haklarını savunduklarını iddia eden Almanların, Ermenistan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanımaya bile yanaşmadıkları açıkça görülüyordu ........... Mondros Mütarekesi gereği Güney Kafkasya’da bulunan Yakup Şevki Paşa, Hükûmetinden aldığı talimata uygun olarak ordusuna Bakü, Tebriz, Gürcü ve Ermeni topraklarından, Dağıstan ve Azerbaycan’dan çekilme talimatı verdi ............. İngilizlerin Kafkasya’ya ulaşmasından sonra Ermeniler faaliyetlerine hız verdiler. Başlarında İngiliz zabitleri olduğu hâlde Ermeniler, Kafkasya’da Osmanlı hududuna asker yığıyorlardı. Ermeni komiteleri de yine başlarında İngiliz zabitleri bulunduğu hâlde Müslüman köylerine tecavüz ve taarruz ediyorlardı. Asayiş ve sükuneti ihlal eden bu hareketler için Osmanlı Hükûmeti, İtilaf mümessilleri nezdinde teşebbüslerde bulunarak ordunun kendini müdafaa etmek zorunda kalacağını beyan etti. 27 Kasım 1918 tarihinde 9. Ordu Kumandanı Yakup Şevki Paşa tarafından Harbiye Nezareti’ne gönderilen şifrede, “Ermenilerin bir taraftan Müslümanlara eziyet ederken diğer taraftan Avrupa efkârını Türklük aleyhine çevirmek için vâveylâ kopardıkları” vurgulanmıştı. Ermenilerin “vahşi ve bâğiyâne hareketlerinin de günden güne arttığını” vurgulayan Şevki Paşa, Osmanlı ordularının terk edecekleri arazide yaşanacak felâketlerin önünü almak amacıyla bir İtilâf heyetinin bölgede nezaret görevini üstlenmesini ve bu tarihe kadar bölgenin Osmanlı ve Ermeni kuvvetlerinin müşterek işgali altında kalmasını, son olarak da ilkbaharda bu bölgedeki Müslümanların İran, Azerbaycan veya Osmanlı Devleti’ne hicretlerini önermekteydi. Van Valisi de Ermenilerin Van’a inmek için hazırlık yaptıklarını, iki İngiliz zabitinin tahtı riyasetinde top ve mitralyözle mücehhez altı bin civarında Ermeni’nin, Van’a geçmek için yol verilmesini istediklerini olumsuz cevap alınca da “biz başka yollardan geçeriz” diyerek tepki gösterdiklerini, bu kuvvetlerin Nahçıvan ve civar Müslüman köyleri zabt ettiklerini ve beş yüz kişilik bir Ermeni müfrezesinin de aynı şekilde ilerlemek istediğini ancak Müslümanlar tarafından gördükleri şiddetli mukabele karşısında geri döndüklerini vurgulayarak kafî gelmeyen perişan jandarma efradı ile bir iş görmek mümkün olamayacağını bu nedenle gönüllülerle şehri müdafaaya çalışacağını bildirmekteydi. Kars’ta Şura-yı Millîye’nin dağıtıldığı ve Garbanof isminde bir Ermeni vali tayin edilerek Ermenilerden mürekkeb bir müfrezenin şehre geldiği, Oltu, Sarıkamış ve Kağızman’a küçük İngiliz müfrezeleri ulaştığı Ardahan ve civarında Gürcülerin hareketlerinin İngilizler tarafından engellendiği ve Rusya’dan Trabzon’a Rum muhacirleri nakledildiği vs. haberler alınmaktaydı. Ermenistan’ın bağımsızlığının birinci yıl dönümü olan 28 Mayıs 1919 tarihinde Ermenistan Hükûmeti Osmanlı topraklarının katılımıyla “birleşik Ermenistan” kurulduğunu ilân etti. Akabinde Ermenilerin Osmanlı hududu civarına asker yığmaları ve bazı mahallere yönelik tecavüzleri üzerine Meclis-i Vükelâ, İngiltere İstanbul Yüksek Komiserliği nezdinde temasta bulunmaya karar verdi. Hariciye Nezareti’nin temasa geçtiği İngiltere İstanbul Yüksek Komiserliği bu konuda gerekli tahkikatın yapılması amacıyla bölgede bulunan İngiliz memurlarına talimat vereceğini bildirdi. Diğer yandan da Osmanlı Hükûmeti mülkî ve askerî yetkililerden meselenin “kemal-i dikkat ve itinayla tahkik edildikten sonra mübalağasız bir şekilde bildirilmesini” istedi. Hariciye Nezareti 25 Ağustos 1919 tarihinde İstanbul İtilaf Yüksek Komiserlerine, Ermenilerin, Erzurum, Kars, Ardahan ve Batum’dan huduttaki Müslümanlara saldırdıklarını ve keyfî olarak bazı şahısları tutukladıklarını izah ederek bu konuda gerekli tedbirlerin alınmasını istedi. Ancak işgalleri siyaseten engellemeye yönelik bu çalışmalar sonuç vermedi. Anadolu’da Osmanlı Hükûmeti otoritesinin zayıflaması üzerine kontrolden çıkan Ermenilere karşı askerî ve mülkî yetkililer yeni arayışlara başladılar. 8 Temmuz 1919 tarihinde 15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa İngiliz Kaymakamı Rawlinson’a müracaat ederek Kars’ta Ermenilerin yaptıkları zulümden bahsetti. (Kazım Karabekir Paşa “Ermenilerin, Müslüman ahaliden ileri gelenleri haps ve tebid ettiklerini, yüzü mütecaviz Müslüman’ı Osmanlı tebaası diyerek derdest ederek sürgüne yolladıklarını ve Müslümanlara ait hayvanların itlaf edildiğini, İslam delikanlılarının toplanarak gaib edildiğini ve sekiz şahsın katledildiğini bildirilmekteydi. Şükrü Çavuş isminde bir şahsın idam edildiği, tekalif-i harbiye adı altında para ödemek istemeyenlerin üzerine 300 süvari, 300 piyade tarafından makineli tüfek ve topla ateş açıldığı da belirtilerek Ermenilerin her geçen gün artmakta olan mezalimine son verilmesi istirham edilmekteydi. Bilhassa Osmanlı hududu dışında kalan Müslüman köyler Ermeni çetelerinin baskınına maruz kalıyor ahali Osmanlı ordusunun hakimiyeti altındaki bölgelere iltica ediyordu”.) “Hudut mıntıkasında ve hududun Ermenistan tarafında tedkîkâtda bulunan dolayısıyla Ermenilerin, Müslümanlara yaptıkları vahşice mezalimi ve Müslümanları imha harekâtını gören İngiliz Mümessili Rawlinson'un 25 Temmuz 1919 tarihinde İstanbul İngiliz Umûmî Karârgâhı’na gönderdiği telgrafında Oltu'dan Bayezid hududuna kadar olan cephede Ermenilerin katliâm yapmakta oldukları belirtilmiş ve artık hiçbir kontrole tâbi‘ olmayan zulümkâr Ermeni milletinin te’dîbi için acilen müttefik kuvvetleri talep edilmişti”. Bu vahşeti İngiliz mümessillerinin raporundan anlamak son derece önemli idi. Ermeniler dünya kamuoyunun desteğini alabilmek adına, ahvali olduğundan farklı ve yanlış bir tarzda tasvir ediyorlardı. Ermenistan Başbakanı Hatisyan 13 Ağustos 1919 tarihinde Newyork Herald gazetesine verdiği bir demeçte, Türk, Kürt ve Tatar kuvvetlerinin Ermenistan’a hücum hazırlığında olduklarını iddia ediyordu. Hatisyan bu organizasyonun başında Kazım Karabekir Paşa ve Türk zabitleri bulunduğunu ileri sürmekteydi. Buna karşılık Kazım Karabekir Paşa, hududun öte tarafıyla doğrudan doğruya münasebat ve alakalarının bulunmadığını ifade ettikten sonra “Kafkasya hakkında tam malumata sahip olmamakla beraber, Ermeni mezaliminden kaçan Müslümanların akrabalarının, onları kurtarmak için harekete geçtiklerini” durumun bundan ibaret olduğunu ve yabancı neşriyatın gerçeği aksettirmediğini bildirmişti. Ermenileri haber kaynağı olarak kullanan İstanbul İngiliz Yüksek Komiserliği olayı olduğundan farklı aksettirerek, Oltu civarında müsademeler olduğunu ve “Bayazid’le Karakilise arasında Kürtlerin Ermenilere hücum etmek üzere Osmanlı zabitanı tarafından tahrik edildiğini” ileri sürüyor ve gerekli önlemlerin alınmasını istiyordu. Oysa bundan kısa bir süre önce gerek Beyazid Mutasarrıflığı’ndan gerekse muhtelif merkezlerden alınan istihbarat Kafkasya ahalisindeki Ermenilerin Müslüman ahaliye karşı saldırı ve tecavüzatta bulunduğunu açıkça gösteriyordu. Ermenilerin kuvvetli bir piyade kıtaatının Karaurgan’ın 15 kilometre şarkındaki köylere taarruz ederek Müslüman ahaliyi katl ve hicrete mecbur bıraktıkları, eşya ve iaşelerini yağma ettikleri istihbar alınmıştı. Pasinler Kaymakamlığı da 4 Ağustos 1919 tarihinde Ermenilerin mühim miktarda top ve mitralyöz ile mücehhez olarak İslam köylerinde arama yaparak silah topladıklarını, karşı gelenleri tutukladıklarını, Müslümanları katl ve imha ettiklerini bildirmekteydi. 14 Ağustos 1919 tarihinde Van Valisi; Ermeni katliamından kurtulabilen Erivan Müslümanlarından külliyetli miktarda muhacir geldiğini, bunların büyük bir kısmının sadece canlarını kurtarabildiklerini ve yardıma muhtaç olduklarını beyan etmişti. Ermenilere bırakılan yerleri teslim almaya gelen komutan M Minyayusof?, Sarısadık havalisinde yaşayan Müslümanlara karar vermeleri için iki gün süre vererek “Kadınlarınıza ve çocuklarına merhamet edip tabiiyetimize geçmeniz için murahhaslarınızı gönderiniz. Ermenistan Cumhuriyeti, Düvel-i Muazzama tarafından tanınmıştır. Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan arasında dostça yaşamak için antlaşmaya varılmıştır. Tabiiyetimizi kabul ederseniz canınızı ve malınızı bağışlarım, aksi takdirde hanelerinizi ve emvallerini topçu ateşiyle mahvetmeye mecbur kalacağım. Şeklinde beyanatta bulunmuştu. Gümrü civarındaki Ermenilerin İslamlara harb etmek üzere hazırlık yaptıkları, on beş ila kırk yaşına kadar efradın silah altına celb edildiği, Aras çayı civarındaki Ermeni köylerinin harbe hazırlık olmak üzere peyderpey tahliye edilmekte olduğu 9. Ordu Kumandanlığı’ndan istihbar alınmıştı. Bu durumda yeniden kan dökülmesini men edecek tedbirlerin alınması ve gerekli talimatların gönderilmesi Harbiye Nazırı tarafından teklif edildi. Bunlara karşın Amerikan Yüksek Komiserliği, Kuva-yı Millîye’ye mensub bazı şahısların Kafkasya hududunda Ermenilere tasallut etmekte olduklarını iddia etmekteydi. İstanbul Hükûmeti, bilhassa sulh konferansında Osmanlı Devleti aleyhine bir neticeye varılmasına neden olacağını düşündüğünden hudut muhafazasıyla görevli olanların bu tür hareketlerin kaçınmaları için talimat vermişti İtilaf Devletleri, San Remo Konferansı’nda aldıkları kararları Batı’dan Yunanlıları Doğu’dan Ermenileri harekete geçirerek Türk milletine kabul ettirmeye çalıştılar. Bu durumda Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’ne bağlı kuvvetler Ermenilerle karşı karşıya kaldılar. Yukarıda izah edildiği üzere Ermenilerin Doğu Cephesi’nde Müslüman ahaliye yönelik mezalimi her geçen gün artıyordu. 1920 yılı Haziran ayında Ermeniler Oltu’daki Türk mahallî yönetimine karşı geniş çaplı bir saldırı başlatarak bölgedeki Müslümanlara karşı katliâma giriştiler. Sivas Kongresi’nden sonra Mustafa Kemal Paşa, Tan gazetesi muhabiri ile yaptığı mülakat sırasında Ermenilerle ilgili fikirlerinin sorulması üzerine Erzurum, Bitlis, Van çevresinde çok az Ermeni yaşadığını ve Osmanlı hududları dışında müteşekkil bir Ermenistan devletini memnuniyetle karşılayacaklarını ifade etmişti. Ancak Ermenilerin mezalimlerine ilaveten 1920 yılı başlarından itibaren Kafkasya sınırına yığınak yapmaları üzerine TBMM’ne harekâttan başka seçenek kalmadı. Kazım Karabekir Paşa’nın kumandasında başlayan harekât karşısında Sovyetlerden ve İtilaf Devletlerinden yardım almaya çalışan Ermeniler hedeflerine ulaşamayarak mütareke istemek zorunda kaldılar. 24 Kasım-2/3 Aralık 1920 tarihleri arasında yürütülen müzakereler neticesinde imzalanan Gümrü Antlaşması ile Türk-Ermeni sınırı çizildi. 2/3 Aralık 1920 tarihinde imzalanan Gümrü Anlaşması’nı TBMM Hükûmeti adına Şark Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa, Erzurum Valisi Hamit Bey ve Erzurum Mebusu Süleyman Necati Bey, Ermeni Hükûmeti adına Hatisyan, A. Külhandanyan ve İ. Gorgoryan imzaladılar. Ancak anlaşmanın imzalandığı gün Erivan’da bir Sovyet Ermeni Hükûmeti kuruldu (2 Aralık 1920). Ohancanyan kabinesinin imzaladığı anlaşma, yürürlüğe girmemesine rağmen Sovyet hükûmeti ve birlikleri fiilen anlaşmaya riâyet ettiler. Böylece Ermeniler Türk toprakları ile ilgili taleplerinden resmen vazgeçmişlerdi. Gümrü Antlaşması’nın imzalandığı gün Ermenistan Hükûmeti bir bildiri yayınlayarak o yılki oturumlarına ara verdiğini ve bütün mülki ve askeri yetkiyi Savaş Bakanlığı’na atanmış olan Dro’ya verdiğini açıkladı. Askeri bir diktator hâline gelen Dro, Erivan’daki Rus temsilcisi Silin ile birlikte bir bildiri yayınlayarak Ermenistan’ın Sovyetleştirildiğini ilan etti. Kızıl ordu gelene dek Ermenistan üzerinde Dro ve Silin yetki sahibi olacaktı. Aynı gün Taşnaklarla Sovyet temsilcisi Regran bir antlaşma imzalayarak Ermenistan Sovyet Hükûmeti’nin komünist ve Taşnak koalisyonunu esas alarak örgütlenmesine karar verdiler. Ayrıca Ermenistan’ın toprak bütünlüğü Rusya tarafından sağlanacaktı. Fakat Kızıl ordunun gelişinden sonra, Sovyetler verdikleri sözleri tutmayarak Ermenistan’a tamamen hakim oldular. Taşnak koalisyonu bir kaç gün içerisinde sona ermişti. 10 Aralık 1920 tarihinde Sovyet Ermenistan’ı Dışişleri Komiseri Bekzadian, BMM Hariciye Vekâleti Vekili Ahmet Muhtar Bey ile Kazım Karabekir Paşa’ya, Ermenistan’la dostluk temelinde ilişkiler kurulabilmesi için Gümrü Antlaşması’nın geçersiz olduğunun ilan edilmesini istedi. Ahmet Muhtar Paşa, “İngiliz emperyaliminin hizmetçisi Taşnakların düşüşünden memnun olduklarını” dile getirerek Gümrü Antlaşması’nı yenilemek istediğini tekrarladı. Bundan sonra mesele Moskova-Ankara arasında çözüme bağlandı. Ruslar çok sayıda Taşnak lideri hapsettiler veya Rusya’ya gönderdiler. 1921 Ocak ayında aralarında Nazarbekian ve Silikov’un da bulunduğu yaklaşık 500 Ermenistan subayı tutuklanarak Azerbaycan’a gönderildi. Şark Cephesi Kumandanlığı Sovyet yönetimi altında bulunan Ermenistan havalisindeki Müslümanlara yeniden mezalime başlandığının istihbar alınması üzerine buna derhal son verilmesini ve devam edildiği takdirde hemen karşılık verileceğini bildirdi. Gerek bu uyarı gerekse Milli Mücadele döneminde Ankara Hükûmeti ile Sovyetler arasındaki iyi ilişkiler nedeniyle ciddi sorunlar yaşanmadı.
DOÇ. DR. ABDURRAHMAN BOZKURT
Post A Comment:
0 comments: