Articles by "Mehmet Eymür"
Mehmet Eymür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KEMÂL KAPLAN
31 Kasım 2015

Tarihin akışı içinde bilinen kahramanlar her zaman ön planda olmasına rağmen, olayların perde arkasında az bilinen ve tarihe mâl olmayan şahsiyetler, geçmişin sisleri içinde kaybolmuştur. Tarihi değiştiren olaylara imza atmış olsalar dahi  kimse bilmez.

Cumhuriyet tarihinin en tartışmalı zaman dilimi içinde yer alan 1950-1960 DP hükümeti dönemi, kendine münhasır olaylar ve şahsiyetler açısından zenginlik arz eder.
Başbakan Adnan Menderes ve diğer DP'lilerin çapkınlığı ve yaşadığı yasak aşklar, çeşitli insanların türemesine sebep olmuştur.  (Menderes'in Ayhan Aydan ve Suzan Sözen ile yaşadığı ilişkilerin yanında, TBMM başkanı Refik Koraltan'ın imam nikahlı eşi olduğu söylenen Sevim Çağlayan ile de ilişki kurduğu bilinmektedir.)

Biz bu şahıslardan biri olan, ARİF HANOĞLU'na değineceğiz.

 Hanoğlu'nu tanımak 10 yıllık DP iktidarındaki ilişkileri anlamamız açısından bize ipuçları veriyor.

Arif Hanoğlu 1938 yılında deniz subayı iken, görevli olduğu Gölcük'te küçük kızların müstehcen fotoğraflarını çekmesiyle adı duyulur. 1944 yılına kadar görev aldığı yerlerde bazı kadınlarla yaşadığı ilişkiler, donanma içinde artık barınmasına olanak vermediği için istifa eder.

Hanoğlu, 1945 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün ünlü 2. Şube'sinde çeşitli birimlerde görev alır. Burada adı çeşitli yolsuzluklara karışınca, Mersin'e tayin edilir.

1950 yılında Demokrat Parti iktidarından sonra emniyetten ayrılarak, politikaya atılan Hanoğlu, DP'nin İstanbul ilçe yönetimlerinde görev aldığı esnada, hükümetin ileri gelenleriyle tanışarak ilişkiler geliştirmiştir. (DP Kadıköy ilçe başkanlığı, Beyoğlu DP ilçe teşkilatı ikinci başkanlığı,  Erenköy, Çengelköy DP ocak başkanlığı yapmıştı.)

Arif Hanoğlu, dört kez evlenmişti. (Eşleri: Ayşe Baysan, Hurşide Bileda, Nahide Sarıca, Altan Karındaş) 

Bebek'te satın aldığı Villa Hanzade, dönemin melodram ve erotik filmlerinin çekildiği yer olarak ün yapmıştı.
Hanoğlu'nun cumhurbaşkanı Cemâl Gürsel dahil pek çok siyasi ile ilişkisi vardı.
Yassıada  Mahkemeleri'ni  takip ederek, Cumhuriyet Gazetesi'nde izlenim yazıları yazan Yaşar Kemâl, 1 Aralık 1960 tarihindeki gazete nüshasında,  "DP Albümü" başlıklı yazısında Arif Hanoğlu'ndan da bahsediyor:

Mahkeme başkanı dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Zeki Şahin'in kurduğu ilişkileri hayretle sıralarken, Şahin'e soruyor: "Buralara gelmek için sizin ne tahsiliniz, ne de mevkiiniz müsait, nasıl oluyor bu?"
Şahin cevaplıyor: "İlâhi Sayın Başkan. Şu DP idarecilerini bilmez gibi konuşuyorsun. Daha dün gazetelerde fotoğrafı çıktı, sayın Cumburbaşkanı Celâl Bayar seksüel prodüktör Arif Hanoğlu'yla dizdize değilmi idi?

Hanoğlu kartvizitinde kendini tanımlamak için 'seksüel prodüktör' ibaresini  kullanıyordu.



Fuhşa teşvik, öldürmeye teşebbüs ve şantaj iddiası ile bir süre önce tevkif edilen Arif Hanoğlu, dün İkinci Ağır Ceza Mahkemesinde başlıyan duruşması sonunda, iki bin lira nakdi kefaletle tahliye olunmuştur. (23 Haziran 1961 Hürriyet)


UÇKUR DENGESİ

Politikacıların uçkur düşkünlüğü, arz-talep dengesinin diğer ucundaki isimlerin yıldızını parlattı.

Tuncay Özkan, Bir Gizli Servisin Tarihi adlı kitabında bu yıldızlardan söz ediyordu:
"O zamanlar tıfıl bir gazinocu olan Fahrettin Aslan, hangi milletvekili nerede, kiminle yatmış, ne yapıyor, ne konuşuyor, ne iş yapıyor gibi bilgilerin bulunduğu dosyaları, İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'a* iletir. Gökay da bunları başvekil Adnan Menderes'e gönderirdi."

Eski MİT'çi Mehmet Eymür de, ATİN adlı web sitesinde 2003 yılında Mehmer Ağar'ı anlattığı, 'Ağar Roman' adlı dizi yazısında Fahrettin Aslan için şunları söylemişti:
"Fahrettin Aslan İstanbul polisine yabancı bir isim değildi. İstanbul Asayiş Şubesinde kalınca bir dosyası vardı. Küçük yaşlarda homoseksüellikten, daha sonraki yıllarda ise randevu evi işletmek, fuhuş gibi nedenlerle çeşitli kereler gözaltına alınmıştı. Bilahare Gazinoculuğa başladı ve “Gazinocular Kralı” lakabını aldı. O artık güçlü kişilere yaptığı servisler ve yerüstü ile yeraltı arasındaki aracılığı sayesinde cemiyette saygın bir yer elde etmiş ve 'Fahrettin Bey' diye anılıyordu. Saygın kişi olunca İstanbul Emniyeti’ndeki dosyası da kayboluverdi."



 * Fahrettin Kerim Gökay 33. derece Mason, Gül ve Haç Teşkilatı üyesi ve Manevi Cihazlanma Derneği kurucularındandır. Lionsların en büyük ödülü, 'Fahrettin Kerim Gökay' adıyla verilir.




Soğukkk. 
Bir şubat günü... Mermer zemin soğuğun azametini daha bir arttırıyor. Kalabalık sessiz... Sessiz kalabalıklar mecazen ziyadesiyle görülür, pratikte az.

Askeri erkân, vali, belediye başkanı, eski ve yeni istihbaratçılar, bazı politikacılar, bazı gazeteciler kalabalığı oluşturan zevattı. Tayyip Erdoğan'ın 'Selâtin Camii' tanımlamasıyla açtığı Ataşehir Mimar Sinan Camii avlusu bizi mermer sütunlarıyla sarmalıyordu.



Tanışalı 18-19 yıl olmuştur. MİT'in tarihte deşifre ettiği tek ajanı Mahir Kaynak'la ilk irtibatım telefonla idi, bir haber hakkında görüş almıştım. Haber kaynağının ayağına gidemezsen telefon açar, telefonu bir kayıt cihazına bağlar, sorular sorar cevapları alır oturur kasedi çözersin. Haberci için hızlı haber yapma tekniği...

Geçen zaman içinde şahsen tanışma fırsatı bulmuş, bilgi, birikim ve öğütlerinden ziyadesiyle faydalanmıştım. Ketum olan istihbaratçıların aksine Kaynak, bilgi paylaşımında sakınca görmezdi. Öldürülme riski olmasına rağmen, oturduğu apartmanda hiçbir güvenlik önlemi olmadığı gibi, girişteki zilde de adını yazmaktan geri durmamıştı. Bu onun meydan okumasıydı. 

Köstebek adlı kitabı yazmayı planladığımda kendisine danışmış: "Bir süre bekle, sisler bir aralansın" öğüdünü dinleyip, Ergenekon Operasyonu'ndan birkaç yıl sonra kitabı kaleme almıştım. Önsöz yazmasını istediğimde ise, kitabı okumuş sonra, MİT'in adının bulaştığı Tuncay Güney vakıası için, "Beni bu işe bulaştırma, on kitap yaz onuna da önsöz yazayım" demişti. Güney'in MİT ilişkisi hakkında benim bilmediğim bilgilere muhakkak vâkıftı. Paylaşmada cömert dediysem istisnaları olurdu elbette...

Bir defasında, "Hocam, çalıştığınız kurum sizi deşifre etti. Zor günler geçirdiniz. Üniversitede öğrenciler tarafından yuhalandınız. Özellikle 90'larda itibar tazelediniz. Yorum, teori ve öngörülerinizi insanlara anlatacak TV programları yaptınız. Bu misyonu kendinize siz mi yüklediniz? Neyi amaçlıyorsunuz?" demiştim. "Bilgimin zekâtını veriyorum. Bir oyun oynuyorum ama sonu belli. Biliyorum ki ben kaybedeceğim. Lakin iyi oynamalıyım." diye cevaplamıştı.

Şubat soğuğunda bizi mermer avluya hapseden musalla taşındaki tabutun içinde yatan Mahir Kaynak idi. İlk defa gittiğim Mimar Sinan camine ezan sesiyle girdim. Musalla taşındaki Kaynak'ın yanına usulca yaklaşıp, merhuma bir fatiha gönderdim. Dirilerin acısını paylaşmak için taziye kuyruğuna girdim. Kızı Deniz hanımın, damat ve tanımadığım torunlarından sonra, eşi Şükran hanımın elini öperek başsağlığında bulundum ve diğer çocuklarıyla...

Cenaze törenlerinde enteresan insan manzaraları olur. Merhum hakkında konuşulanların yanında, sık görüşemeyen ahbaplar için iyi bir buluşma yeridir. Ayaküstü hoş-beşlerle hasret giderilmeye çalışılır, randevu sözleri alınır. Bunları yaparken üzüntülü çehrenizi bozmayacak, asla kahkaha atmayacak, küçük gülümsemelerle işi geçiştireceksiniz.

Mahir hocanın cenazesinde de değişen bir şey yoktu.

Cenaze namazına saf tutarken, çelenkler dikkatimi çekti. Süleyman Demirel, eski harbiyeli olduğu için TSK, büyükşehir belediye başkanı, vs.lerin içinde "müsteşar" yazılı bir çelenk gözden kaçmıyordu. Gözden kaçmıyordu çünkü en ortada en görünen yerdeydi. Bir an durumu çözemedim. Sonra "aptallığım atmosferin kasvetinden" avuntusuyla, çelengi MİT'in gönderdiğini anladım. İyi de neden "MİT müsteşarlığı" veya "MİT müsteşarı Hakan Fidan" veya sadece "Hakan Fidan" yazmıyordu. Absürd ve kaba buldum. Kimin fikriydi. Yoksa teamüller mi böyleydi. Anlamsız, mantıksız davranışlara "teamül" kulbu takılması uygarlık nasipsizliğinden herhalde.

En popüler, en çok konuşan, kalbi herkese açık istihbaratçı Mahir hocayla bir güzel helâlleştik. Son görevimizi ifâ ettik. 

Allah rahmet etsin.
 






İki tarihi dava  ERGENEKON ve BALYOZ.

Birinde asker, sivil, emniyetçi karışık bir menü içinde insanlar çete kurmak, faili meçhuller ve en az bir düzine suçlama ile yargılanıyorlar. Diğerinde ise, açık-net anlaşılır bir suçlama var: “Darbe girişimde bulunmak” Balyoz’da karar verildi. Tartışmaları, yankıları halen sürüyor. Ergenekon’da yargılama 20 yıl daha sürse mahkemenin işin içinden çıkacağını sanmıyorum.

Özellikle Balyoz’da dava son aşamalara geldiğinde, içerideki paşalarla, dışarıdaki paşalar arasındaki tansiyon artmıştı. Hilmi Özkök ile Aytaç Yalman’ın açıklamaları, dikkatleri çekmenin yanında bazı ipuçları taşıyordu.

PKK’nın ve Suriye iç savaşının yarattığı gergin gündemi bir tarafa bırakır da, bakış açımızı genişleterek biraz da birkaç yıl öncesi yaşananların ışığında, Türkiye’yi satır aralarından okursak, ortaya son derece ilginç manzaralar çıkacaktır.

Hep birlikte, tüm ayrıntılarıyla Türk siyasi tarihine damgasını vuracak davaların miladına bir yolculuk yapalım. Bu yolculuk klişe ve asla sıkıcı olmayacak. Son derece ilginizi çekecek, hatta bazen eğlenceli bile olacak…

ÖRGÜTÜ DEŞİFRE ÇALIŞMALARI

90’lı yılların başı. Şüpheli siyasi ölümler ve faili meçhuller tavan yapıyor. PKK’yı ise tutabilene aşk olsun. Ülke koalisyonlara emanet. Ekonomi Allah’a…

1998 yılında ilk defa Ergenekon ismini Tuncay Güney’den duyduğumda, JİTEM, Kontrgerilla, TİT gibi efsaneleri duymuş ve ziyadesiyle okumuştum. Çok şaşırmamış olmakla beraber, anlattıklarının ilgimi çekmemesi imkânsızdı.

Can Dündar ve Celal Kazdağlı Ergenekon’u 1999 yılında kısmen deşifre ederek kitaplaştırdılar. Onlara bu ismi, Erol Mütercimler vermişti. Kazdağlı’ya göre, Mütercimler bu örgütü ortaya çıkarmak için dört yıl uğraşmıştı. Eski deniz binbaşısı Mütercimler Ergenekon’un tutuksuz sanıkları arasında.

2001 yılında ise Aksiyon Dergisi Ergenekon’u daha da deşerek, ‘Sivil Ergenekon’ adıyla, tüm yapılanmayı veriyordu. Ondan önce Fehmi Koru Yeni Şafak’ta Ergenekon’u peş peşe iki gün yazdı.

Bu verilerden anlaşılacağı gibi, 90’lı yılların sonundan itibaren birileri Ergenekon’u ifşa etmeye başlamıştı.
Oysa Susurluk kazasında çözülür denen örgüt, gücünü korumuştu. Dönemin başbakanı Erbakan, “tırı, vırı” dese de, halefi Mesut Yılmaz’ın, “siyasi kariyerime de mâl olsa sonuna kadar gideceğim” açıklaması başlangıçta heyecan yaratmış, sonra bu lafın içinin boş olduğu görülmüştü. Mehmet Ağar ise en anlamlı açıklamayı yapmıştı Susurluk için, “Altında kalırız”

Susurluk’ta çözülmeyen Ergenekon, birkaç yılda ne olmuştu da adeta kendi kendini çözmeye karar vermişti. Kendi kendini diyorum, çünkü ilerleyen satırlarda bunun ne anlama geldiğini daha iyi anlayacaksınız.

HANGİ ERGENEKON?

2006 yılında başlayan Ergenekon Operasyonu’nun, 2001’de Tuncay Güney’in verdiği ifadeden yola çıkıldığı ortaya atıldı. Yani davanın fitilini Tuncay Güney ateşledi gibi duruyor.
Tuncay 2001’deki ifadesinin ardından bana gelmiş ve emniyete düştüğünü, kurtulmak için de, bildiğini ve bilmediğini(!) anlattığını, polislerin anlatılanlar karşısında dumura uğradıklarını söylemişti.
Tuncay’ı sorgulayan ve ifadeleri özel deposunda saklayan emniyetçi Adil Serdar Saçan da, daha sonra aynı davadan tutuklanacaktı.

Tuncay’ın ifadesinden bir yıl sonra, Bu defa da emekli MİT’çi Mehmet Eymür de, kendine ait web sitesi olan atin.org’da, Ergenekon’u afişe ediyordu.

Şunun altını çizmek istiyorum: Devletin derin yapılanması olduğu iddia edilen, siyasi faili meçhul cinayetlerin müsebbibi, darbe planlayan, kısaca devletin içinde gayri resmi bir devlet yapılanması olduğu iddia edilen Ergenekon adlı örgütün, çeşitli defalar, çeşitli kişilerce afişe edilmesinden örgüt herhangi bir rahatsızlık duymadığı gibi, önlem de almıyor. Şaşırtıcı!

Mehmet Eymür’ün atin.org adlı internet sitesinde Ergenekon’u deşifre etme şekline bakınca ortaya farklı bir tablo çıkacak. Önce bu yazıdan bazı alıntıları okuyalım.

Ergenekon
 4/6/2002 - 00:56 - Atin

 …..
İnternet’te yayın yapan ‘Ergenekon’ Sayfası veya ‘Gerçek Ergenekon’ isimli web sitesi Ergenekon yapılanması ile ilgili şu haber ve yorumlara yer vermiş:
“NATO uzantısı eski ‘derin devlet’ yapılanmasının yerine geçmek üzere(!) ulusalcı/milliyetçi yeni Ergenekon, toplantılara başladı.
Sitemize gelen bilgilere göre, eski ‘derin devlet’in operasyon birimleri ilk toplantısını haziran ayı içerisinde Akdeniz sahillerinde lüks bir otelde toplanarak yaptı”
“Yeni oluşumun başında, eski(!) bir MİT daire başkanı bulunuyor. Başbakanlık danışmanlığı da yapan MİT’ci lider, eski teşkilata benzer bir yapılanmaya gidilmesini savunurken, daha üst seviyelerden bağımsız bir organizasyonun kurulmasının “rica” edildiği ileri sürüldü”
“MİT eski Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay’ın da bu oluşumda görevlendirildiği ancak, grubun eski elemanlarının Alpay’a güvenmediği hatta Alpay’ın da katıldığı bir toplantıya yüzlerinde kar maskesiyle katıldıkları bildirildi”

…...

Toplantıya katılanlardan aldığımız bilgiler ve organizasyonda görev aldıklarını duyduğumuz kimselerin genel karakterlerinden hareketle, Ergenekoncuların henüz, Ergenekon ismi üzerinde dahi karara varamadıklarını söyleyebiliriz.

.....

Bizim kanaatimiz, ABD’nin bu yapılanmayı bir süre izleyeceği, bağımsız bir çizgide gitmede ısrar ederse içerdeki adamları vasıtasıyla bunu deşifre edeceği yönündedir.
Yeniden yapılanma sürecinde, askeri otoritelerin bunun Anti Amerikan bir görünüm kazanmasını en azından şimdilik istemedikleri, bu yönde yapılacak yayınları dezenformasyon şeklinde sunma kararında olduklarını analiz ediyoruz.

Özellikle Ergenekon’un siyasi kanadı, topluma en itici gelen gruplar eliyle yürütülmektedir. Gariptir ki, küçük bir azınlıktan gayri kimseye de güven duymamaktadır.
Aynı site “Perinçek’in Türkçüleri” bölümünde ise şöyle demiş:
“Periçekgiller’in Milliyetçi - Ulusalcı - Tarikatçı sacayağı önümüzdeki günlerde bol bol gündeme gelecek”
Maocu - Türkçü - Tarikatçı - Kemalist ittifakı. Ergenekon yine yanlış ellerde!

Ergenekon ideali tekrar hayata geçirilmeye çalışılırken, bu oluşumun bağlanacağı üst kurum konusu muallâkta kaldı.
“Adını ben verdim/ Yaşını Allah versin” demekle olmayacağı anlaşılan Ergenekon’un, ABD güdümlü eski “derin devlet”in devamı mı olacağı, yoksa tamamen milliyetçi/ulusalcı yeni bir kimlikle mi kurulacağı konusundaki belirsizlik sürüyor.

Her ne kadar bağımsızlık teziyle kurulsa ve Avrasya heveslilerini heyecanlandırsa da, kazın ayağı göründüğü gibi değil.
Ergenekon’un operasyon timinin başında başbakanlık danışmanlığı da yapan meşhur bir istihbaratçı var. Bugünlerde Mikdat Alpay’ı da yeni oluşuma pazarlama gayretlerinin sürdüğünü duyuyoruz.
Ergenekon’un siyasi kanadı ise Maocu-Türkçü-Tarikatçı kimliklerine bürünen kesimlerin birbirlerine tutkallanması tavsayınca kendisini daha net ortaya koyacak.
Önce Yeni Hayat ve Aydınlık, sayfalarını birbirlerine açarak paslaşmaya başladı. Ardından birlikte paneller düzenlediler. Son safhada yanlarına Azerbaycan’dan profesörlük ünvanlı Kadiri Şeyhi Haydar Baş’ı da aldılar.

Fikir babalığını Atilla İlhan’ın yaptığı oluşumun operasyonel komutanı; Emekli Albay Hüseyin Mümtaz. Mümtaz, Yeni Mesaj’daki köşesinde şöyle buyuruyor:
“Aynı TBMM hükümetinin Kurtuluş Savaşı esnasında Kuvayı Milliye’yi canlandırmak için Anadolu’ya gönderdiği -İrşad Heyetleri- gibi.. Yeni Mesaj - Meltem TV ekibine, Yeni Hayat’a, Aydınlıkçılar’a, Hürriyet’ten Mümtaz Soysal, Cumhuriyet’ten Erol Manisalı’ya ve açıktan olmasa da - askere - büyük görev düşüyor...”

…..

Anlaşılan ‘Gerçek Ergenekon’ Ergenekon’la ilgili gelişmelerden ve Perinçek’in bu organizasyon içinde bulunmasından pek memnun değil.
Enterasan gelişmeler değil mi? “Ciya” düşmanı Perinçek Ergenekon’da...
 
 VELİ PAŞA CADDESİ

Ergenekon davasında iki kilit isim dikkati çekiyor. Veli Küçük ve Doğu Perinçek. Diğer isimler bu ikilinin etrafında toplanıyor.

Yukarıda alıntı yaptığımız yazıda Eymür, Anlaşılan ‘Gerçek Ergenekon’ Ergenekon’la ilgili gelişmelerden ve Perinçek’in bu organizasyon içinde bulunmasından pek memnun değil.” Diyerek gerçek Ergenekon’u işaret ediyor.
Ayrıca, “ABD’nin bu yapılanmayı bir süre izleyeceği, bağımsız bir çizgide gitmede ısrar ederse içerdeki adamları vasıtasıyla bunu deşifre edeceği yönündedir” diyerek de, Ergenekoncuları uyarıyor. Nitekim 2006 yılında operasyon başladığında Eymür’ün uyarısı gerçekleşecekti.

Bunu kanıtlayan bir başka veri ise; 10 Ağustos 2010 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Sedat Ergin’in köşe yazısında, eski Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman Balyoz’la ilgili şu açıklamayı yapıyordu: “Bilgim dahilinde olan her hususta açık ve net emirler vermişimdir. Verdiğim emirleri de daima takip etmişimdir. Benim hizmet anlayışımda yapılan her güzel faaliyet mükâfatlandırılır. Yapılan her yanlış da cezalandırılır. Yaşanan bu olayları da bu çerçeve içinde görmek gerekir. Bu olayda gereken yapılmıştır.”

Operasyonlar başladıktan sonra görüştüğüm Tuncay Güney de, aynı konuyu gündeme getirerek, “ABD veya batıda Ergenekon Operasyonu’na kimse bu ismi kullanmıyor. Onlar buna ‘Ördek Çavuş Operasyonu’ diyorlar. İtaat etmeyen, emre karşı gelenlere yapılıyor bu operasyon” demişti.

Aşağıdaki bilgileri ilk defa burada okuyacaksınız.

Ergenekon davasının bir numaralı ismi emekli tuğgeneral Veli Küçük, Bilecik Gölpazarı ilçesi’nin Türkmen Köyü’ndendir. Eski genelkurmay başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ise, Gölpazarı Kurşunlu Köyü’nden Bozüyük’e göçen bir ailenin oğludur.

Gölpazarı’nda üç önemli cadde vardır. En büyük caddenin adı: Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu Caddesi, bunlardan Türkmen Köyü’ne giden yolda bulunan caddenin adı: Veli Paşa Caddesi, bir diğeri ise: Orgeneral Aytaç Yalman Caddesi’dir.

Ergenekon’da yol haritası…

Aytaç Yalman ve Hüseyin Kıvrıkoğlu Encümen-i Daniş üyesidir. (Kara Kuvvetleri Komutanı ve bir sonraki genelkurmay başkanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun kuzenidir)

Üyeleri tarafından düşünce kuruluşu olarak tanımlanan Encümen-i Daniş, onbeş günde bir Moda Deniz Kulübü’nde toplanıyor. Üyeleri arasında, emekli paşalar, eski siyasetçiler, emekli diplomatlar ve profesörler bulunuyor.

Encümen-i Daniş’in tarihi Osmanlı Devleti’ne kadar dayanıyor. 1851 yılında kurularak bir bilim kurumu gibi çalıştığı söyleniyor. Encümen-i Daniş’i İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Menderes döneminde görüyoruz. Menderes’e aleni olarak bazı tavsiyelerde bulunduğuna dair veriler mevcut.

Encümen-i Daniş’in Başkanı eski TBMM Başkanı Necmettin Karaduman, 22 Ocak 2009 tarihinde CNN Türk’te yayımlanan röportajında, bakın ne diyor: “Derin devlet var ve hep var olacak”  

Aslında her şey orta yerde cereyan ediyor. Komplo teorisi üretmeye gerek yok. Bize sadece parçaları birleştirmek kalıyor.

Ergenekon tutuklamalarıyla derin devletin bittiği, Balyoz’dan sonra ise artık Türkiye’de darbe yapılamayacağına dair genel bir kanaat oluştu.

Şunu çok açık bir dille ifade etmek gerekiyor.

Encümen-i Daniş yasama organı, Ergenekon ise yürütme organıdır. Ergenekon davasında tutuklu olanlarla Ergenekon çökmüş değildir. Daha zinde ve itaatkâr olarak göreve devam etmektedir.

Balyoz ise, Encümen-i Daniş’e rağmen darbe planı yapan bir grup itaatsiz askerdir.

Tüm bu tutukluların hepsi suçlu, hepsi örgüt mensubu mudur, hepsi isyancı mıdır derseniz; kurunun yanında yaş da yanmıştır.

Özellikle Balyoz davası kararından sonra, Encümen-i Daniş gücüne güç katmıştır.

Fakat Ergenekon tutukluları, bu durumu hazm edemiyorlar. Ders almak bir yana, isyan bayrağı hala açılı duruyor. Zira ellerinde bazı kozlar var, bu kozlardan biri de PKK. Sanırım yargılamanın karar sürecinde kozlarını masaya koyacaklar.

Şunu kimse dile getirmemekte ve denklemi kuramamakta veya göz ardı etmektedir: Türkiye Cumhuriyeti’nde hiçbir siyasi irade, hiçbir generali askeri lojmanda, gece yarısı karısının yanında yatarken alıp tutuklayamaz. Bırakın onu eski genelkurmay başkanının tutuklandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu adamlar hakikatten kamuoyuna yansıyanların dışında, bizim de bilmediğimiz çok büyük itaatsizliklere imza atmış olmalılar.

ENCÜMEN-İ DANİŞ’İN GÜCÜ

8 Mayıs 2008 tarihinde Aktüel dergisinde yayınlanan röportajda Encümen-i Daniş başkanı Necmettin Karaduman, grubu şöyle tanıtıyor:
“Mazisi 1940'ların sonuna uzanan, 50 yıllık bir düşünce kuruluşu. 15 günde bir Moda Kulübü'nde toplanır, memleket meselelerini görüşürüz. Toplantılar basına kapalı. Ne konuştuk, ne kararlar verdik, duyurmayız çünkü politikanın içinde fazla gözükmek istemeyiz. Ama çok önemli gördüğümüz meseleleri, rapor halinde başbakana, cumhurbaşkanına ve Meclis başkanına göndeririz. İçimizde siyaset adamları, eski büyükelçiler, eski genelkurmay başkanları var. 30 kişiyiz. Toplantılara üyelerin katılma zorunluluğu yok ama genelde herkes katılır.”

Karaduman grubun etkinliğini, gücünü ve ulaşabildiği noktayı şöyle dile getiriyor:
“Encümen-i Daniş bir konuda rapor hazırlıyorsa, bu ciddiye alınır. Cumhurbaşkanları arayıp teşekkür ediyor. Mesela dış politika üzerine bir rapor gönderdiğimiz Ahmet Necdet Sezer'den teşekkür almıştık. Hangi makama gönderirsek, o konu hakkında artık bir şeyler yapmaları gerektiğini bilirler.” 

Karaduman devletin kurumlarına da nüfuz edebildiklerini ise şu cümlelerle dile getiriyor: “Bazen de konuyla daha ilgili olduğunu düşündüğümüz tek bir makama gönderiyoruz.”

Ergenekon operasyonlarının tüm hızıyla sürdüğü günlerde, içinde birçok emekli general ve genelkurmay başkanını barındıran bir kurulun başkanı olan Karaduman, operasyonlardan kurulun şikayetçi olmadığını ise şöyle anlatıyordu: “Henüz Cumhurbaşkanı Gül'e rapor göndermemizi gerektirecek seviyede bir şeyler olmadı. Yoksa, şahsıyla ilgili değil. Aksi bir durum doğarsa, hemen bugün rapor göndeririz, hiç şüpheniz olmasın.”

(İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu Ergenekon’dan gözaltına alınıp daha sonra serbest bırakılınca 19 Nisan 2008 tarihinde Hürriyet Gazetesi’ne bir teşekkür ilanı vermişti. İlanda teşekkür ettiği isimler arasında Necmettin Karaduman da bulunuyordu.)

Devletin cumhurbaşkanı, başbakanı ve resmi kurumlarına hangi yetkiyle rapor gönderiyorsunuz diye soran yok. Sorulunca “biz düşünce kuruluşuyuz” diyorlar. Peki bir düşünce kuruluşu, talep edilmeden cumhurbaşkanına nasıl rapor sunar. Haydi iyi niyetli olarak sundular diyelim. Devletin diğer resmi kurumlarına, örneğin Yargıtay’a, Danıştay’a hangi sıfat ve yetkiyle rapor sunabiliyorlar?

Öküz altında buzağı arayan, Ergenekon savcıları da, o buzağıyı daha çok ararlar…

Medya dahil, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla, “Demokratikleşiyoruz” naraları atan ve halkı bu yönde maniple eden aydınlara ithaf olunur.















ERGENEKON AMA HANGİSİ?

Çok şey bilen adam: Mehmet Eymür, 2000 yılında Tuncay Güney’i deşifre ettikten 2 yıl sonra da Ergenekon’u tefe koyuyordu. Eymür yine ATİN adlı sitesinde 2002 yılında, Fehmi Koru’nun Yeni Şafak Gazetesi’ndeki yazısından yola çıkarak, Ergenekon’u deşifre ediyordu. Eymür ‘Ergenekon’ adlı yazısında çok çarpıcı detaylar ortaya koyuyordu. Yazının yayınlandığı yıllarda çok da dikkate alınmaması bir yana, bugün yazıyla ilgili çözümleme yapıldığında, Ergenekon’un ne olduğu veya ne olmadığı konularına açıklık getiriyor.
Tarihin en büyük davası olarak başlayan ve çözümden ziyade karmaşaya dönen davada yargılanan sanıklarla ilgili Eymür 2002 yılında, önemli açıklamalarda bulunmuş. Mehmet Eymür, bugün yargılanan ve Ergenekon örgütü üyesi olmakla suçlananların gerçek Ergenekoncu olmadığını savunuyor. Eymür’ün bu iddiası dengeleri alt üst edecek cinsten olmasına karşın;
Belki de; Gerçek Ergenekon Yapılanması konjonktür gereği, içinde barındırdığı Amerikan karşıtlarını, iktidar muhaliflerini temizleme kararı almış olabilir.
Belki de; günümüze kadar gizli kalmayı başarmış Ergenekon Örgütü, 12 yıldan beri kamuoyuna deşifre oluyordu. Çeşitli defalar Ergenekon’la ilgili haberler yapılmıştı. İsmi medyada yıpratılmaya başlayan örgüt gizli kalamayacağını anlayınca, aynı zamanda ABD’nin de isteğiyle; bir operasyon kararı alarak içinde bulunan muhalifleri temizliyor olabilir.
Ergenekon operasyonunu desteklesin veya desteklemesin herkesin en çok merak ettiği konu örgütü kimin yönettiği yani bir numaranın kim olduğudur. 2010 yılına gelindiğinde, ne medyanın ne de kamuoyunun artık bir numara merakının kalmadığı görülüyor. Herkesin ortak görüşü; operasyonda eksik ayaklar olduğu konusu ise artık tartışılmıyor veya üzeri örtülüyor.
28 Şubat’ın efsane polisi Batı Çalışma Grubu’nu deşifre eden Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Bülent Orakoğlu, 20 Nisan 2009 tarihinde Taraf Gazetesi’nden Neşe Düzel’e verdiği röportajda Ergenekon Operasyonu’nun eksik ayaklarının olduğunu ifade ederek, örgütü yönetenler hakkında da ipucu veriyordu.
Önce Bülent Orakoğlu’nun Taraf Gazetesi’nde yayınlanan röportajına bir göz atalım. Daha sonra Mehmet Eymür’ün 2002 yılında yazdığı ‘Ergenekon’ adlı yazısını aynen vereceğim.
“Kamu kuruluşları arasında yargı ve polis bacağı eksik. En önemlisi parlamento bacağı çok eksik. Türkiye’deki Gladio dünyadaki Gladioların en girift ve en ketum olanı. Bunu İtalyan savcı da, İtalyan Gladiosunun bir numarası olan eski Cumhurbaşkanı Francesca Cossiga da söyledi. Bir de sadece bizde ve Almanya’da Gladio kaldı”
……
“…İtalya’da operasyonu yapan savcı, Türkiye’deki yapının çok farklı olduğunu söyledi. Çünkü her yerde Gladio komünizm tehlikesine karşı kurulmuş ve aşırı sağdan oluşmuş. Türkiye’de ise hem aşırı sol hem aşırı sağ, hem Kürtçüler hem de İslamcılar kullanılıyor. Dört eğilimden insanlar bu örgütün içine alınıp Türkiye’nin içini karıştırmak, istikrarsızlaştırmak ve darbeye sürüklemek için kullanıldılar”
“Bir numara devamlı değişiyor. Örgütün en üstünde kurul var. Kurulun yönlendirdiği bazı insanlar, farklı zamanlarda bir numara olarak seçilebiliyor. Kurulun üstüne gidilemez. Çünkü bariyerler var. İtalya’da bile kurula gidilemedi. Orada kurulun seçtiği bir numaranın cumhurbaşkanı olduğu ortaya çıktı”
…..
Mehmet Eymür 2002 yılında Ergenekon yapılanması hakkında bilgi verirken, aslında 2000 yılından itibaren yapılanma içine giren bir örgütten bahsediyordu. Adı da: Ergenekon… Oysa bize anlatılanlar, Ergenekon’un Türkiye’nin NATO’ya alınmasından sonra kurulduğu hatta örgütün İttihat ve Terakki’ye kadar uzanan köklü bir yapısı olduğuydu. O zaman bize sunulan Ergenekon hangisi? Aşağıda Eymür’ün yazısını da okuyunca İki farklı Ergenekon ortaya çıkıyor. Kafalar daha çok karışıyor.


Ergenekon
 4/6/2002 - 00:56 - Atin

Yenişafak gazetesi köşe yazarlarından Taha Kıvanç 30 Nisan 2001 tarihinde “Hayaller gerçek galiba” başlığı altında bir yazı yazdı.
Yazı, Taha Kıvanç’ın eline geçen İstanbul, 29 Ekim 1999 tarihli, “Ergenekon: Analiz- Yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi” ile ilgiliydi.
Taha Kıvanç, yazı ile ilgili aldığı tepkiler üzerine ertesi gün, 1 Mayıs 2001’de köşesinde aynı konuya devam etti. “Deli saçması sanmayın” başlıklı yazısında şöyle diyordu:
“Sanki ben çıkarmışım gibi, dün, bütün gün, “Bu Ergenekon da nereden çıktı?” sorusuna cevap vermek zorunda kaldım. Bazısı onu ‘mâlî’ amaçlı bir örgütlenme sanmış; bazılarıysa, MHP’nin iktidarda bulunmasıyla irtibatlandırmış... Oysa, “Yeniden kurulsun” diye hakkında rapor hazırlanan Ergenekon çok kapsamlı, bir partiyle irtibatı bulunmayan ‘devleti yapılandırma’ amaçlı bir örgüt...
Bilen biliyor, devlet içinde aynı adı taşıyan güçlü bir örgüt geçmişte vardı. Deniz kuvvetlerinden ayrılan Erol Mütercimler, “Ben ilk kez 1980’de varlığından haberdar olmuştum” demişti Ergenekon için... Can Dündar ile Celal Kazdağlı, belgeleri konuşturarak, ‘Ergenekon’ adıyla bir kitap (İmge Yayınları, Ankara) bile yazdılar...”
Taha Kıvanç, esas ismi ile Fehmi Koru’ya en büyük tepki, zamanın Mao’cu, PKK yandaşı terörist örgütü, şimdinin ise ordu yanlısı, Kuva’yı Milliyeci, Kemalist kuruluşu Aydınlık grubundan geldi.
6 Mayıs 2001 tarih ve 720 sayılı Aydınlık Gazetesinde Hikmet Çiçek, “CIA’nın ‘Ergenekon’ yaygarasında Fehmi Koru başı çekti. Bütün bunlarla birlikte, piyasaya ‘Ergenekon’ dedikoduları da sürülüyor. Bilindiği gibi Can Dündar Türkiye SüperNATO’sunun (Kontrgerilla) ‘Ergenekon’ adıyla kurulduğunu anlatan kitap yazdı. Anlaşılıyor ki, ABD Türkiye’de kurdurduğu SüperNATO’ya bu adı koymuş veya bu adın konmasına izin vermiş. ...Türkiye ve Türk Ordusu büyük bir tertiple karşı karşıya. CIA, SüperNATO ve MİT şeflerinin işbirliğiyle Orduyu yıpratma kampanyası her alanda sürdürülüyor. Psikolojik savaşta sözde dosyalar ve raporlar imal ediliyor. “Ergenekon” hikayeleri de bu tertibin bir parçası” diye Fehmi Koru’ya hücum etti.
Bu telaşlı tepkiye; bir bölümünü Fehmi Koru’nun yayınladığı, daha geniş bir şekilde de Aksiyon Dergisi’nin yer verdiği (Aksiyon 12 Mayıs 2001 / Sayı: 336 Harun Odabaşı - Sivil Ergenekon başlıklı yazı) “Ergenekon: Analiz - Yeniden yapılanma, yönetim ve geliştirme projesi” başlıklı ve “Emir ve tensiplerinize...” hitabıyla biten raporu, “bizzat Doğu Perinçek’in kaleme aldığı ve Ergenekon’un yeniden yapılanmasında önemli fonksiyonlar yüklendiği” söylentileri mi neden oldu acaba?
İnternet’te yayın yapan ‘Ergenekon’ Sayfası veya ‘Gerçek Ergenekon’ isimli web sitesi Ergenekon yapılanması ile ilgili şu haber ve yorumlara yer vermiş:
“NATO uzantısı eski ‘derin devlet’ yapılanmasının yerine geçmek üzere(!) ulusalcı/milliyetçi yeni Ergenekon, toplantılara başladı.
Sitemize gelen bilgilere göre, eski ‘derin devlet’in operasyon birimleri ilk toplantısını haziran ayı içerisinde Akdeniz sahillerinde lüks bir otelde toplanarak yaptı”
“Yeni oluşumun başında, eski(!) bir MİT daire başkanı bulunuyor. Başbakanlık danışmanlığı da yapan MİT’ci lider, eski teşkilata benzer bir yapılanmaya gidilmesini savunurken, daha üst seviyelerden bağımsız bir organizasyonun kurulmasının “rica” edildiği ileri sürüldü”
“MİT eski Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay’ın da bu oluşumda görevlendirildiği ancak, grubun eski elemanlarının Alpay’a güven mediği hatta Alpay’ın da katıldığı bir toplantıya yüzlerinde kar maskesiyle katıldıkları bildirildi”
Biz Ergenekoncular’ın ulusal olmasını beklerken, 11 Eylül’deki Amerikan kâbusu sonrasında bu ekibin patronları tarafından büyük ölçüde yine ABD’nin hizmetine tahsis edildiği haberi geldi. Uzun süredir harçlık bile alamayan ekibin yeniden düzenli aylığa bağlandığı ileri sürüldü.
Toplantıya katılanlardan aldığımız bilgiler ve organizasyonda görev aldıklarını duyduğumuz kimselerin genel karakterlerinden hareketle, Ergenekoncuların henüz, Ergenekon ismi üzerinde dahi karara varamadıklarını söyleyebiliriz.
...Bizim kanaatimiz, ABD’nin bu yapılanmayı bir süre izleyeceği, bağımsız bir çizgide gitmede ısrar ederse içerdeki adamları vasıtasıyla bunu deşifre edeceği yönündedir.
Yeniden yapılanma sürecinde, askeri otoritelerin bunun Anti Amerikan bir görünüm kazanmasını en azından şimdilik istemedikleri, bu yönde yapılacak yayınları dezenformasyon şeklinde sunma kararında olduklarını analiz ediyoruz. Aydınlık dergisinin bu maksatla, aşağıda metnini okuyacağınız haberi ve “Ergenekon kuruldu” şeklindeki haber ve yorumları CIA dezenfarmasyonu şeklinde sunmaktadır.
Aslında Aydınlık Grubu’nun bir taraftan Süper NATO’yu deşifre etmeye çalışırken(!) diğer taraftan Ergenekon’u savunması da bu çerçevede anlam kazanmaktadır.
Özellikle Ergenekon’un siyasi kanadı, topluma en itici gelen gruplar eliyle yürütülmektedir. Gariptir ki, küçük bir azınlıktan gayri kimseye de güven duymamaktadır.
Aynı site “Perinçek’in Türkçüleri” bölümünde ise şöyle demiş:

“Periçekgiller’in Milliyetçi - Ulusalcı - Tarikatçı sacayağı önümüzdeki günlerde bol bol gündeme gelecek”
Maocu - Türkçü - Tarikatçı - Kemalist ittifakı. Ergenekon yine yanlış ellerde!
Ergenekon ideali tekrar hayata geçirilmeye çalışılırken, bu oluşumun bağlanacağı üst kurum konusu muallâkta kaldı.
“Adını ben verdim/ Yaşını Allah versin” demekle olmayacağı anlaşılan Ergenekon’un, ABD güdümlü eski “derin devlet”in devamı mı olacağı, yoksa tamaman milliyetçi/ulusalcı yeni bir kimlikle mi kurulacağı konusundaki belirsizlik sürüyor.
Her ne kadar bağımsızlık teziyle kurulsa ve Avrasya heveslilerini heyecanlandırsa da, kazın ayağı göründüğü gibi değil.
Ergenekon’un operasyon timinin başında başbakanlık danışmanlığı da yapan meşhur bir istihbaratçı var. Bugünlerde Mikdat Alpay’ı da yeni oluşuma pazarlama gayretlerinin sürdüğünü duyuyoruz.
Ergenekon’un siyasi kanadı ise Maocu-Türkçü-Tarikatçı kimliklerine bürünen kesimlerin birbirlerine tutkallanması tavsayınca kendisini daha net ortaya koyacak.
Önce Yeni Hayat ve Aydınlık, sayfalarını birbirlerine açarak paslaşmaya başladı. Ardından birlikte paneller düzenlediler. Son safhada yanlarına Azerbaycan’dan profesörlük ünvanlı Kadiri Şeyhi Haydar Baş’ı da aldılar.
Fikir babalığını Atilla İlhan’ın yaptığı oluşumun operasyonel komutanı; Emekli Albay Hüseyin Mümtaz. Mümtaz, Yeni Mesaj’daki köşesinde şöyle buyuruyor:

“Aynı TBMM hükümetinin Kurtuluş Savaşı esnasında Kuvayı Milliye’yi canlandırmak için Anadolu’ya gönderdiği -İrşad Heyetleri- gibi.. Yeni Mesaj - Meltem TV ekibine, Yeni Hayat’a, Aydınlıkçılar’a, Hürriyet’ten Mümtaz Soysal, Cumhuriyet’ten Erol Manisalı’ya ve açıktan olmasa da - askere - büyük görev düşüyor...”
Ergenekon’un dayandığı ana tezler;
Ulusal Bağımsızlık, IMF karşıtlığı (hatta AB muhalifliği), Anti- Amerikancılık, Amerika’nın dışlandığı bir Avrasya Stratejisi, Yeniden Kuva-yı Milliye hareketi... çerçevesindedir.
Atatürkçü Düşünce dernekleri, ve eski Marxist organizasyonlarla içli dışlı çalışan bu grup, kimi zaman da Alevilik’i yalnızca bir kültür olarak yutturmaya çabalayan “ateist fakat mezhepçi” bazı derneklerle de işbirliği yürütmektedir.”
Anlaşılan “Gerçek Ergenekon” Ergenekon’la ilgili gelişmelerden ve Perinçek’in bu organizasyon içinde bulunmasından pek memnun değil. pek memnun değil...
Enterasan gelişmeler değil mi? “Ciya” düşmanı Perinçek Ergenekon’da...
Sedat Peker’in başını çektiği “Öz Türkler” veya Peker’in tanımıyla Pantürkizm (Turancılık) hareketinin gövde gösterisinin, “Ergenekon’un yeniden yapılandığı” söylentisi ile eş zamanlı olması ilginç.
Anlaşılan Türkler bundan böyle, “Öz Türkler” ve “Üvey Türkler” diye ikiye ayrılacak...
İstanbul Hilton Oteli’nde 22 Mayıs Akşamı yapılan “Öz Türkler” gününe, diğer bir tarifle Sedat Peker’in beyninde sembolize ettiği ismiyle “Birleşik Türk Devletleri”nin kuruluşuna, bir çok ünlü şahsiyetin yanısıra eski Kara Kuvvetleri Komutanı ve Genel Kurmay Başkanlığı adayı Muhittin Fisünoğlu’nun katılması günün en dikkat çeken haberleri arasındaydı.
Biliyorsunuz Orgeneral Muhittin Fisunoğlu (E) -Emekli Paşaların kartvizitleri böyle oluyor- Hayyam Garipoğlunun Sümerbank’ı na da, farkında olmadan “Yönetim Kurulu Üyesi” olmuştu.
Hilton’daki davete de yine Mehmet Ali Yılmaz ve Atilla Yıldırım davet edince farkında olmadan gitmiş ama, kapıdan içeri girince manzarayı anlamış. “Olmamam gereken bir yerdeydim. Ama ne var ki, bir kere içeri girmiş bulundum. Hemen dönüp çıkamadım.” diyormuş.
Muhittin Fisunoğlu’nun referans gösterdiği ve yemeği birlikte yediğini söylediği Mehmet Ali Yılmaz, Dündar Kılıç’ın eski iş ortağı, yeraltı dünyasının işlerini takip eden bir politikacı. Atilla Yıldırım da, Alaattin Çakıcı’nın işlerini takip eden ve birçok kere gözaltına alınan ikinci sınıf bir mafya babası.
Vah paşam vah...
Paşa, herhalde Sedat Peker’den bir sitem aldı ki “Peker’i tanımaktan pişman değilim” diye düzeltme yapmak zorunda kaldı.
Kendi çizgileri ile “gönüllü zaptiye memuru anlamında” onurlu bir külhanbeyi olan Türkçü-Turancı Sedat Peker’in Aydınlık gibi ipleri kimin elinde olduğu belli olmayan bir organizasyonla yakınlık kurmasının izah edilecek bir yanı yok.
Biliyorsunuz Sedat Peker, 19 Mayıs’ta Aydınlık’a büyük bir ilan vermişti.
Çok profesyonelce düzenlenmiş web sitesi için ise söyleyecek bir söz yok.

Bizce, düşüncesi ne olursa olsun, arkasında kim olduğu belli olan siteler, fikri gelişme ve değişik bir şeyler öğrenme açısından yararlı.
Esasında legal platformlar içinde, “milliyetçi” duygularımızın kamçılanmasına ve tepkilerimizi açıkça beyan eden bireyler haline gelmemize ihtiyaç da var.
Ancak, “Birleşik Türk Devletlerinin” kurulması, devlet içinde “Ergenekon” gibi illegal bir yapılanmaya gidilmesi fikirlerini ise, tehlikeli atılımlar.

Hele hele, Perinçek gibi ajan-provakatörlerin içinde bulunduğu oluşumlar hiç bir zaman Türkiye’ye fayda getirmez.
………

(KEMAL KAPLAN- KÖSTEBEK / JİTEM MİT VE MOSSAD ÜÇGENİNDE TUNCAY GÜNEY İLE 240 GÜN- STİGMA 2010)