Articles by "Doğu Perinçek"
Doğu Perinçek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


Rahmetliyi tanıma fırsatım olmamıştı. Lakin oğlu Aslan Alptekin ile tanışmış, İsa Yusuf Alptekin'in 'Doğu Türkistan' mücadelesini birinci dereceden öğrenme fırsatım olmuştu. 90'lı yıllar dünyadaki Müslüman halkların yoğun zulme uğradığı yıllardı. Bosna, Çeçenya, Doğu Türkistan, Arakan, Cezayir... Türkiye'deki Müslümanlar daha bir hassasiyetle hareket ediyor, cuma namazı çıkışları eylemsiz, tepkisiz geçmiyordu. Bugünlerin aksine...

2007 yılında İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez, TBMM'de yaptığı konuşmasında, savaşların tankla, topla değil, artık ekonomik olarak yaşandığını söylediğinde, eski datayı perçinlemiş olduk. Evet ekonomik savaş her yerde, her alanda sessiz fakat etkili ve yıkıcı bir şekilde devam ediyor.

Doğu Türkistan mücadelesi, Türkiye'de artık telaffuz edilmiyor. Belki de bir 'mücadele' kalmadığı için. Son günlerde Çin'in, Doğu Türkistan'daki Uygur Türkleri'ne yaptığı işkence ve zulümler 'Uygur meselesi'ni yeniden gündeme getirdi. Sosyal medya Çin zulmünü gösteren videolar ve insanların beddua dolu yorumlarıyla doldu taştı.

Halk olarak ne yapabiliriz bu duruma. Çin'e nasıl dur diyebiliriz: 'Eylem yapmak', 'Çin konsolosluğuna siyah çelenk bırakmak', 'sokakta bir Çin'li turist bulup dövmek', Uygur meselesine bir katkı sağlar mı?

 Belki sağlar?...

1995'de  Sultanahmet'te açılan Doğu Türkistan Parkı'na dikilen 'gök bayrak' ve Türkistan anıtı Çinliler'i rahatsız etmiş, Türkiye Cumhuriyeti'ne bir nota göndererek, parkın kapatılmasını istemişlerdi. Parkın içinde Alptekin'e yakınlığı ile bilinen Esat Kabaklı'nın Türkistan yemeklerinin hazırlandığı lokanta tarzı bir yeri vardı. 'Türkistan Aşevi' diyorlardı.
Çin resmi kayıtlarında, Türkistan bölgesi 'Sincan-Uygur Özerk Bölgesi' olarak geçiyor. 'Doğu Türkistan' tanımı Çin'in tepkisini çekiyor. Parkın kaldırılması için uzun süre baskı yapılmıştı.

90'ların ikinci yarısından sonra Şehzadebaşı'ndaki Damat İbrahim Paşa Medresesi'nin avlusunda bulunan Doğu Türkistan Vakfı'na yolum düştükçe uğrar, Aslan Alptekin ve vakıf müdürü ile sohbet ederdim. Vakfa gelen çok sayıda Türkistanlı sohbete iştirak ederdi. Hepsi Türkiye'de doğmuş ve büyümüş insanlardı. Çin zulmünü, baba ve dedelerinin naklettiklerinden öğrenmişlerdi. vakfa gide-gele onların içinden bir kısmının ticaretle uğraştığını, Tahtakale'de dükkân işlettiklerini ve ÇİN MALI ürünler getirip sattıklarını HAYRET ve NEFRET duyguları içinde öğrendim. Bir daha vakfa uğramadım.

Sosyal medyada Çin'e lanet okuyanların ÇİN MALI kullanmama hassasiyetleri bulunduğunu düşünmek istiyorum.

DEVLET BAHÇELİ'NİN MİLLİYETÇİLİĞİ

Türkistan meselesine Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükümetleri Özal hariç açıktan destek vermemişlerdir. Türkiye içinde ve dışında mücadelenin desteklenmesi örtülü ödenekten yapılır, Çinli dostlarımızla(!) ilişkimizi sıcak tutmaya çalışırız.

Üçlü koalisyon döneminin başbakan yardımcısı MHP lideri Devlet Bahçeli 2000 yılında Türkiye'yi ziyaret eden Çin devlet Başkanı Jian Zeming'e, devlet nişanı verdi. Yetmedi Bahçeli 2002 yılında Çin ziyaretinde, Zeming'e bu defa ALTIN TABANCA hediye etti. Tabanca ne anlama geliyor: "Daha çok Uygurlu öldürün. Bizden size açık çek" mi demek oluyor. Anlamadım.
Doğu Türkistan televizyonlarında olayın görüntüleri aylarca yayınlandı. Bahçeli  söylemlerindeki, "Adriyatik'ten Çin'e Türk yurdu"na rahmet okutmuş oldu.

DOĞU PERİNÇEK'İN ÇİN'E HİZMETİ BİTMEZ

Mesleğe başladıktan sonra Beyoğlu Deva Çıkmazı'ndaki İşçi Partisi binasına basın toplantılarını takip etmek için giderdim. (Tuncay Güney'le tanıştıktan sonra ikinci adresimiz oldu). Doğu Perinçek'in açıklamalarını Mao posterleri ve Çin bayrakları altında, "Neredeyim?" karmaşası içinde dinlerdim. Perinçek evrim geçirip Ulusalcı-Atatürkçü olmadan önce, Çin bayrağı altında bir gün şu açıklamayı yapmıştı. "Kontgerilla, Çin'deki Uygurları örgütlüyor. Çin'de bir isyan başatılması planlanıyor." diyerek, Türkiye'yi ihbar etmiş, Doğu Türkistan davasına ihanet etmiştir.

İşçi Partisi ve Aydınlık'ın ileri gelen isimlerinden ADNAN AKFIRAT, Türk-Çin İş Geliştirme ve Dostluk Derneği Başkanı'dır. Dernek merkezi Nispetiye Aytar Caddesi Başa Sokaktadır. Akfırat Ergenekon davası sırasında Çin'e kaçmıştır.

İHANET HER YERDE

Ekonomik ve siyasi savaşı her zaman Çin kazanmıştır. Gırtlağımıza kadar Çin malına gark olmuşken Türkistan davasından söz etmemiz biraz tuhaf olmuyor mu?

Türkistanlılar'ın yoğun yaşadığı Kayseri'de Erciyes Üniversitesi'ne'Çin dili ve edebiyatı bölümü' açmak ne kadar Çin'in zaferi ise, Çin’in Jinan şehrini Marmaris ile kardeş yaparak, Marmaris'e Çin Parkı açmak zaferin katmerlisidir.

SÖYLEMDEN EYLEME GEÇİLMEDİĞİ TAKDİRDE BİR DAVANIN KAZANILMASI MÜMKÜN MÜDÜR?


2015 yılında Marmaris'in Atatürk Caddesi'nde açılan ÇİN PARKI 
büyük protestolara sebep olmuştu.




İki tarihi dava  ERGENEKON ve BALYOZ.

Birinde asker, sivil, emniyetçi karışık bir menü içinde insanlar çete kurmak, faili meçhuller ve en az bir düzine suçlama ile yargılanıyorlar. Diğerinde ise, açık-net anlaşılır bir suçlama var: “Darbe girişimde bulunmak” Balyoz’da karar verildi. Tartışmaları, yankıları halen sürüyor. Ergenekon’da yargılama 20 yıl daha sürse mahkemenin işin içinden çıkacağını sanmıyorum.

Özellikle Balyoz’da dava son aşamalara geldiğinde, içerideki paşalarla, dışarıdaki paşalar arasındaki tansiyon artmıştı. Hilmi Özkök ile Aytaç Yalman’ın açıklamaları, dikkatleri çekmenin yanında bazı ipuçları taşıyordu.

PKK’nın ve Suriye iç savaşının yarattığı gergin gündemi bir tarafa bırakır da, bakış açımızı genişleterek biraz da birkaç yıl öncesi yaşananların ışığında, Türkiye’yi satır aralarından okursak, ortaya son derece ilginç manzaralar çıkacaktır.

Hep birlikte, tüm ayrıntılarıyla Türk siyasi tarihine damgasını vuracak davaların miladına bir yolculuk yapalım. Bu yolculuk klişe ve asla sıkıcı olmayacak. Son derece ilginizi çekecek, hatta bazen eğlenceli bile olacak…

ÖRGÜTÜ DEŞİFRE ÇALIŞMALARI

90’lı yılların başı. Şüpheli siyasi ölümler ve faili meçhuller tavan yapıyor. PKK’yı ise tutabilene aşk olsun. Ülke koalisyonlara emanet. Ekonomi Allah’a…

1998 yılında ilk defa Ergenekon ismini Tuncay Güney’den duyduğumda, JİTEM, Kontrgerilla, TİT gibi efsaneleri duymuş ve ziyadesiyle okumuştum. Çok şaşırmamış olmakla beraber, anlattıklarının ilgimi çekmemesi imkânsızdı.

Can Dündar ve Celal Kazdağlı Ergenekon’u 1999 yılında kısmen deşifre ederek kitaplaştırdılar. Onlara bu ismi, Erol Mütercimler vermişti. Kazdağlı’ya göre, Mütercimler bu örgütü ortaya çıkarmak için dört yıl uğraşmıştı. Eski deniz binbaşısı Mütercimler Ergenekon’un tutuksuz sanıkları arasında.

2001 yılında ise Aksiyon Dergisi Ergenekon’u daha da deşerek, ‘Sivil Ergenekon’ adıyla, tüm yapılanmayı veriyordu. Ondan önce Fehmi Koru Yeni Şafak’ta Ergenekon’u peş peşe iki gün yazdı.

Bu verilerden anlaşılacağı gibi, 90’lı yılların sonundan itibaren birileri Ergenekon’u ifşa etmeye başlamıştı.
Oysa Susurluk kazasında çözülür denen örgüt, gücünü korumuştu. Dönemin başbakanı Erbakan, “tırı, vırı” dese de, halefi Mesut Yılmaz’ın, “siyasi kariyerime de mâl olsa sonuna kadar gideceğim” açıklaması başlangıçta heyecan yaratmış, sonra bu lafın içinin boş olduğu görülmüştü. Mehmet Ağar ise en anlamlı açıklamayı yapmıştı Susurluk için, “Altında kalırız”

Susurluk’ta çözülmeyen Ergenekon, birkaç yılda ne olmuştu da adeta kendi kendini çözmeye karar vermişti. Kendi kendini diyorum, çünkü ilerleyen satırlarda bunun ne anlama geldiğini daha iyi anlayacaksınız.

HANGİ ERGENEKON?

2006 yılında başlayan Ergenekon Operasyonu’nun, 2001’de Tuncay Güney’in verdiği ifadeden yola çıkıldığı ortaya atıldı. Yani davanın fitilini Tuncay Güney ateşledi gibi duruyor.
Tuncay 2001’deki ifadesinin ardından bana gelmiş ve emniyete düştüğünü, kurtulmak için de, bildiğini ve bilmediğini(!) anlattığını, polislerin anlatılanlar karşısında dumura uğradıklarını söylemişti.
Tuncay’ı sorgulayan ve ifadeleri özel deposunda saklayan emniyetçi Adil Serdar Saçan da, daha sonra aynı davadan tutuklanacaktı.

Tuncay’ın ifadesinden bir yıl sonra, Bu defa da emekli MİT’çi Mehmet Eymür de, kendine ait web sitesi olan atin.org’da, Ergenekon’u afişe ediyordu.

Şunun altını çizmek istiyorum: Devletin derin yapılanması olduğu iddia edilen, siyasi faili meçhul cinayetlerin müsebbibi, darbe planlayan, kısaca devletin içinde gayri resmi bir devlet yapılanması olduğu iddia edilen Ergenekon adlı örgütün, çeşitli defalar, çeşitli kişilerce afişe edilmesinden örgüt herhangi bir rahatsızlık duymadığı gibi, önlem de almıyor. Şaşırtıcı!

Mehmet Eymür’ün atin.org adlı internet sitesinde Ergenekon’u deşifre etme şekline bakınca ortaya farklı bir tablo çıkacak. Önce bu yazıdan bazı alıntıları okuyalım.

Ergenekon
 4/6/2002 - 00:56 - Atin

 …..
İnternet’te yayın yapan ‘Ergenekon’ Sayfası veya ‘Gerçek Ergenekon’ isimli web sitesi Ergenekon yapılanması ile ilgili şu haber ve yorumlara yer vermiş:
“NATO uzantısı eski ‘derin devlet’ yapılanmasının yerine geçmek üzere(!) ulusalcı/milliyetçi yeni Ergenekon, toplantılara başladı.
Sitemize gelen bilgilere göre, eski ‘derin devlet’in operasyon birimleri ilk toplantısını haziran ayı içerisinde Akdeniz sahillerinde lüks bir otelde toplanarak yaptı”
“Yeni oluşumun başında, eski(!) bir MİT daire başkanı bulunuyor. Başbakanlık danışmanlığı da yapan MİT’ci lider, eski teşkilata benzer bir yapılanmaya gidilmesini savunurken, daha üst seviyelerden bağımsız bir organizasyonun kurulmasının “rica” edildiği ileri sürüldü”
“MİT eski Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay’ın da bu oluşumda görevlendirildiği ancak, grubun eski elemanlarının Alpay’a güvenmediği hatta Alpay’ın da katıldığı bir toplantıya yüzlerinde kar maskesiyle katıldıkları bildirildi”

…...

Toplantıya katılanlardan aldığımız bilgiler ve organizasyonda görev aldıklarını duyduğumuz kimselerin genel karakterlerinden hareketle, Ergenekoncuların henüz, Ergenekon ismi üzerinde dahi karara varamadıklarını söyleyebiliriz.

.....

Bizim kanaatimiz, ABD’nin bu yapılanmayı bir süre izleyeceği, bağımsız bir çizgide gitmede ısrar ederse içerdeki adamları vasıtasıyla bunu deşifre edeceği yönündedir.
Yeniden yapılanma sürecinde, askeri otoritelerin bunun Anti Amerikan bir görünüm kazanmasını en azından şimdilik istemedikleri, bu yönde yapılacak yayınları dezenformasyon şeklinde sunma kararında olduklarını analiz ediyoruz.

Özellikle Ergenekon’un siyasi kanadı, topluma en itici gelen gruplar eliyle yürütülmektedir. Gariptir ki, küçük bir azınlıktan gayri kimseye de güven duymamaktadır.
Aynı site “Perinçek’in Türkçüleri” bölümünde ise şöyle demiş:
“Periçekgiller’in Milliyetçi - Ulusalcı - Tarikatçı sacayağı önümüzdeki günlerde bol bol gündeme gelecek”
Maocu - Türkçü - Tarikatçı - Kemalist ittifakı. Ergenekon yine yanlış ellerde!

Ergenekon ideali tekrar hayata geçirilmeye çalışılırken, bu oluşumun bağlanacağı üst kurum konusu muallâkta kaldı.
“Adını ben verdim/ Yaşını Allah versin” demekle olmayacağı anlaşılan Ergenekon’un, ABD güdümlü eski “derin devlet”in devamı mı olacağı, yoksa tamamen milliyetçi/ulusalcı yeni bir kimlikle mi kurulacağı konusundaki belirsizlik sürüyor.

Her ne kadar bağımsızlık teziyle kurulsa ve Avrasya heveslilerini heyecanlandırsa da, kazın ayağı göründüğü gibi değil.
Ergenekon’un operasyon timinin başında başbakanlık danışmanlığı da yapan meşhur bir istihbaratçı var. Bugünlerde Mikdat Alpay’ı da yeni oluşuma pazarlama gayretlerinin sürdüğünü duyuyoruz.
Ergenekon’un siyasi kanadı ise Maocu-Türkçü-Tarikatçı kimliklerine bürünen kesimlerin birbirlerine tutkallanması tavsayınca kendisini daha net ortaya koyacak.
Önce Yeni Hayat ve Aydınlık, sayfalarını birbirlerine açarak paslaşmaya başladı. Ardından birlikte paneller düzenlediler. Son safhada yanlarına Azerbaycan’dan profesörlük ünvanlı Kadiri Şeyhi Haydar Baş’ı da aldılar.

Fikir babalığını Atilla İlhan’ın yaptığı oluşumun operasyonel komutanı; Emekli Albay Hüseyin Mümtaz. Mümtaz, Yeni Mesaj’daki köşesinde şöyle buyuruyor:
“Aynı TBMM hükümetinin Kurtuluş Savaşı esnasında Kuvayı Milliye’yi canlandırmak için Anadolu’ya gönderdiği -İrşad Heyetleri- gibi.. Yeni Mesaj - Meltem TV ekibine, Yeni Hayat’a, Aydınlıkçılar’a, Hürriyet’ten Mümtaz Soysal, Cumhuriyet’ten Erol Manisalı’ya ve açıktan olmasa da - askere - büyük görev düşüyor...”

…..

Anlaşılan ‘Gerçek Ergenekon’ Ergenekon’la ilgili gelişmelerden ve Perinçek’in bu organizasyon içinde bulunmasından pek memnun değil.
Enterasan gelişmeler değil mi? “Ciya” düşmanı Perinçek Ergenekon’da...
 
 VELİ PAŞA CADDESİ

Ergenekon davasında iki kilit isim dikkati çekiyor. Veli Küçük ve Doğu Perinçek. Diğer isimler bu ikilinin etrafında toplanıyor.

Yukarıda alıntı yaptığımız yazıda Eymür, Anlaşılan ‘Gerçek Ergenekon’ Ergenekon’la ilgili gelişmelerden ve Perinçek’in bu organizasyon içinde bulunmasından pek memnun değil.” Diyerek gerçek Ergenekon’u işaret ediyor.
Ayrıca, “ABD’nin bu yapılanmayı bir süre izleyeceği, bağımsız bir çizgide gitmede ısrar ederse içerdeki adamları vasıtasıyla bunu deşifre edeceği yönündedir” diyerek de, Ergenekoncuları uyarıyor. Nitekim 2006 yılında operasyon başladığında Eymür’ün uyarısı gerçekleşecekti.

Bunu kanıtlayan bir başka veri ise; 10 Ağustos 2010 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Sedat Ergin’in köşe yazısında, eski Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman Balyoz’la ilgili şu açıklamayı yapıyordu: “Bilgim dahilinde olan her hususta açık ve net emirler vermişimdir. Verdiğim emirleri de daima takip etmişimdir. Benim hizmet anlayışımda yapılan her güzel faaliyet mükâfatlandırılır. Yapılan her yanlış da cezalandırılır. Yaşanan bu olayları da bu çerçeve içinde görmek gerekir. Bu olayda gereken yapılmıştır.”

Operasyonlar başladıktan sonra görüştüğüm Tuncay Güney de, aynı konuyu gündeme getirerek, “ABD veya batıda Ergenekon Operasyonu’na kimse bu ismi kullanmıyor. Onlar buna ‘Ördek Çavuş Operasyonu’ diyorlar. İtaat etmeyen, emre karşı gelenlere yapılıyor bu operasyon” demişti.

Aşağıdaki bilgileri ilk defa burada okuyacaksınız.

Ergenekon davasının bir numaralı ismi emekli tuğgeneral Veli Küçük, Bilecik Gölpazarı ilçesi’nin Türkmen Köyü’ndendir. Eski genelkurmay başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ise, Gölpazarı Kurşunlu Köyü’nden Bozüyük’e göçen bir ailenin oğludur.

Gölpazarı’nda üç önemli cadde vardır. En büyük caddenin adı: Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu Caddesi, bunlardan Türkmen Köyü’ne giden yolda bulunan caddenin adı: Veli Paşa Caddesi, bir diğeri ise: Orgeneral Aytaç Yalman Caddesi’dir.

Ergenekon’da yol haritası…

Aytaç Yalman ve Hüseyin Kıvrıkoğlu Encümen-i Daniş üyesidir. (Kara Kuvvetleri Komutanı ve bir sonraki genelkurmay başkanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun kuzenidir)

Üyeleri tarafından düşünce kuruluşu olarak tanımlanan Encümen-i Daniş, onbeş günde bir Moda Deniz Kulübü’nde toplanıyor. Üyeleri arasında, emekli paşalar, eski siyasetçiler, emekli diplomatlar ve profesörler bulunuyor.

Encümen-i Daniş’in tarihi Osmanlı Devleti’ne kadar dayanıyor. 1851 yılında kurularak bir bilim kurumu gibi çalıştığı söyleniyor. Encümen-i Daniş’i İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Menderes döneminde görüyoruz. Menderes’e aleni olarak bazı tavsiyelerde bulunduğuna dair veriler mevcut.

Encümen-i Daniş’in Başkanı eski TBMM Başkanı Necmettin Karaduman, 22 Ocak 2009 tarihinde CNN Türk’te yayımlanan röportajında, bakın ne diyor: “Derin devlet var ve hep var olacak”  

Aslında her şey orta yerde cereyan ediyor. Komplo teorisi üretmeye gerek yok. Bize sadece parçaları birleştirmek kalıyor.

Ergenekon tutuklamalarıyla derin devletin bittiği, Balyoz’dan sonra ise artık Türkiye’de darbe yapılamayacağına dair genel bir kanaat oluştu.

Şunu çok açık bir dille ifade etmek gerekiyor.

Encümen-i Daniş yasama organı, Ergenekon ise yürütme organıdır. Ergenekon davasında tutuklu olanlarla Ergenekon çökmüş değildir. Daha zinde ve itaatkâr olarak göreve devam etmektedir.

Balyoz ise, Encümen-i Daniş’e rağmen darbe planı yapan bir grup itaatsiz askerdir.

Tüm bu tutukluların hepsi suçlu, hepsi örgüt mensubu mudur, hepsi isyancı mıdır derseniz; kurunun yanında yaş da yanmıştır.

Özellikle Balyoz davası kararından sonra, Encümen-i Daniş gücüne güç katmıştır.

Fakat Ergenekon tutukluları, bu durumu hazm edemiyorlar. Ders almak bir yana, isyan bayrağı hala açılı duruyor. Zira ellerinde bazı kozlar var, bu kozlardan biri de PKK. Sanırım yargılamanın karar sürecinde kozlarını masaya koyacaklar.

Şunu kimse dile getirmemekte ve denklemi kuramamakta veya göz ardı etmektedir: Türkiye Cumhuriyeti’nde hiçbir siyasi irade, hiçbir generali askeri lojmanda, gece yarısı karısının yanında yatarken alıp tutuklayamaz. Bırakın onu eski genelkurmay başkanının tutuklandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu adamlar hakikatten kamuoyuna yansıyanların dışında, bizim de bilmediğimiz çok büyük itaatsizliklere imza atmış olmalılar.

ENCÜMEN-İ DANİŞ’İN GÜCÜ

8 Mayıs 2008 tarihinde Aktüel dergisinde yayınlanan röportajda Encümen-i Daniş başkanı Necmettin Karaduman, grubu şöyle tanıtıyor:
“Mazisi 1940'ların sonuna uzanan, 50 yıllık bir düşünce kuruluşu. 15 günde bir Moda Kulübü'nde toplanır, memleket meselelerini görüşürüz. Toplantılar basına kapalı. Ne konuştuk, ne kararlar verdik, duyurmayız çünkü politikanın içinde fazla gözükmek istemeyiz. Ama çok önemli gördüğümüz meseleleri, rapor halinde başbakana, cumhurbaşkanına ve Meclis başkanına göndeririz. İçimizde siyaset adamları, eski büyükelçiler, eski genelkurmay başkanları var. 30 kişiyiz. Toplantılara üyelerin katılma zorunluluğu yok ama genelde herkes katılır.”

Karaduman grubun etkinliğini, gücünü ve ulaşabildiği noktayı şöyle dile getiriyor:
“Encümen-i Daniş bir konuda rapor hazırlıyorsa, bu ciddiye alınır. Cumhurbaşkanları arayıp teşekkür ediyor. Mesela dış politika üzerine bir rapor gönderdiğimiz Ahmet Necdet Sezer'den teşekkür almıştık. Hangi makama gönderirsek, o konu hakkında artık bir şeyler yapmaları gerektiğini bilirler.” 

Karaduman devletin kurumlarına da nüfuz edebildiklerini ise şu cümlelerle dile getiriyor: “Bazen de konuyla daha ilgili olduğunu düşündüğümüz tek bir makama gönderiyoruz.”

Ergenekon operasyonlarının tüm hızıyla sürdüğü günlerde, içinde birçok emekli general ve genelkurmay başkanını barındıran bir kurulun başkanı olan Karaduman, operasyonlardan kurulun şikayetçi olmadığını ise şöyle anlatıyordu: “Henüz Cumhurbaşkanı Gül'e rapor göndermemizi gerektirecek seviyede bir şeyler olmadı. Yoksa, şahsıyla ilgili değil. Aksi bir durum doğarsa, hemen bugün rapor göndeririz, hiç şüpheniz olmasın.”

(İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu Ergenekon’dan gözaltına alınıp daha sonra serbest bırakılınca 19 Nisan 2008 tarihinde Hürriyet Gazetesi’ne bir teşekkür ilanı vermişti. İlanda teşekkür ettiği isimler arasında Necmettin Karaduman da bulunuyordu.)

Devletin cumhurbaşkanı, başbakanı ve resmi kurumlarına hangi yetkiyle rapor gönderiyorsunuz diye soran yok. Sorulunca “biz düşünce kuruluşuyuz” diyorlar. Peki bir düşünce kuruluşu, talep edilmeden cumhurbaşkanına nasıl rapor sunar. Haydi iyi niyetli olarak sundular diyelim. Devletin diğer resmi kurumlarına, örneğin Yargıtay’a, Danıştay’a hangi sıfat ve yetkiyle rapor sunabiliyorlar?

Öküz altında buzağı arayan, Ergenekon savcıları da, o buzağıyı daha çok ararlar…

Medya dahil, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla, “Demokratikleşiyoruz” naraları atan ve halkı bu yönde maniple eden aydınlara ithaf olunur.




















Geçtiğimiz günlerde Vakit/Akit Gazetesi’nde Cengiz Çandar’a ve Ali Bayramoğlu’na yönelik çok ciddi iddialar ortaya atıldı.  Söylenenlerin doğruluğunu haberi veren gazeteye endeksli olarak değerlendirmek gerekiyor. Zira Vakit geçmiş dönemlerde de, birçok insan hakkında hakaret ve iftira dolu haberler yaptığı için milyonlarca lira tazminata mahkûm edilmişti. Türk basın tarihinde Vakit kadar mahkûm edilen başka bir yayın olduğunu zannetmiyorum.

Öncelikle Cengiz Çandar, Ali Bayramoğlu ve aşağıda vereceğim örnekten dolayı Doğu Perinçek’i tanımam… Gözlemlerimden Ali Bayramoğlu’nun; son derece isabetli yorumları, entelektüel bir duruşu ve saygın bir kişiliği olduğunu, Cengiz Çandar’ın; çok uzun yıllardır yazarlığı ve liberal görüşü, Turgut Özal’a danışmanlığı, zaman zaman Amerikan eğilimi olduğunu, Doğu Perinçek’in ise; eskiden devrimci, solcu, maocu gibi eğilimleri bulunurken, bugün ateşli bir Atatürkçü oluşu… gibi sınırlı bilgilere sahip olmakla beraber, tüm insanlar gibi onların da kişilik haklarının korunması gerektiğine inanıyorum.

Yazmanın son derece güçleştiği ülkemizde, yazarken böyle bir açıklama yapmak ve yanlış anlaşılmaktan kaygılanmak yazar için Çin işkencesinden farksız.

Adını defalarca değiştirmiş olmasına rağmen söz konusu gazete için ‘Vakit’ ismini kullanacağım. Çünkü gazetenin doğuşu ve misyonu bu isim üzeredir.

Vakit Gazetesi ve ona bağlı internet sitesi Cengiz Çandar için kısaca, “PKK için çalışıyor” diyor. Ve bununla ilgili bir belge yayınlıyor. Ali Bayramoğlu’na ise, Ermeni asıllı…

Adanalı olmamakla birlikte o bölgede çok kullanılan bir söz vardır: “Bakmaz kıçının samsağına, çıkar dağın yükseğine” Vakit için cuk oturan bir söz.

**********

Vakit’in yayınladığı Cengiz Çandar belgesi ve Çandar’ın başına gelenlerin bir benzeri de 1998 yılında yaşanmıştı.

Olayı Köstebek-Tuncay Güney ile 240 gün adlı kitabımdan alıntıyla anlatmayı daha uygun gördüm. (Sayfa70/71):

“…Bunların içinde en ilginç olanı PKK itirafçılarıydı. Çeşitli dönemlerde çıkarılan “eve dönüş” yasalarından faydalanmış olan bu insanlar, ne yapacaklarını bilemez durumda etrafta adeta serseri mayın gibi dolaşıyorlardı. İşleri yoktu. Devlet onların itiraflarından yararlanmış sonra da ortada bırakmıştı. Kimi bazı mafya gruplarının avı olmuş, kimi de “nasıl para kazanırız”ın peşine düşmüştü. Tuncay bunları nerede tanımış, nasıl tanışmış bilmiyordum.
İtirafçıların içinde adını hatırladığım tek kişi Sami Demirkıran’dı. Demirkıran enteresan biriydi. İlginç tavırları ve yaşama bakışı vardı. Uzun yıllar PKK’nın dağ kadrosunda yer almıştı. Televizyonlarda da o dönem boy gösteren Demirkıran, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e kafayı takmıştı. Sebebi neydi? Perinçek’ten ne alıp-veremediği vardı? Bilmiyorum.
Aydınlık grubuyla aramızın iyi olmasına, Tuncay’la beraber Aydınlık’a sık sık ziyaretler yapmamıza rağmen, Tuncay’da Demirkıran’ın dolduruşuna gelmiş. Perinçek’e kumpas hazırlamışlardı.
Sami bir gün Doğu Perinçek aleyhine hazırladığı mektubu, bize getirdi. Mektup, PKK’nın sözde sorumlularından biri tarafından yazılmış ve Perinçek’in örgüte verdiği destekten dolayı teşekkürü içeriyordu. Altında bir de PKK’nın mührü vardı. Tuncay mektubu okuduktan sonra, “Harika süper yazmışsın” dedi.
Demirkıran, “Mektubu Ankara’ya götüreceğim. Nuh Mete Yüksel’e vereceğim. Perinçek görsün bakalım” dedi.

Sami’nin anlattığına göre, dönemin Ankara DGM başsavcısı olan Nuh Mete Yüksel’le arası çok iyiydi. Perinçek’in mektup sayesinde tutuklanacağından emindi.

Nuh Mete Yüksel, Sami Demirkıran’ın verdiği mektuba istinaden, Perinçek’i tutuklatmış, 24 Eylül 1998 tarihinde cezaevine giren Doğu Perinçek 10 ay cezaevinde yatmıştı.
Ülkemde iftira kampanyaları çok kolay tutar. “Çamur at izi kalsın” değil “Çamur at, nasıl olsa yapışır, üzerinde kalır” anlayışı hâkim.”

Doğu Perinçek bugün hangi davadan yargılanırsa yargılansın, görüşlerine, ideolojisine katılsam da, katılmasam da, geçmişte yukarıda okuduğunuz olaydan dolayı iftiraya uğramıştır. Sezar’ın hakkını Sezar’a…

Bugün Cengiz Çandar’ın başına da gelen aynı şey olabilir. Çünkü haberin yayınlandığı gazetenin bu konuda sicili bozuktur.

**********



“Bakmaz kıçının samsağına, çıkar dağın yükseğine” sözüne gelelim.

12 Eylül 1993 tarihinde yayın hayatına ‘Beklenen Vakit’ olarak başlayan gazete, 19 yıllık geçmişi boyunca, nefret, ayrıştırma, hedef gösterme ve iftira suçlarını binlerce kez işlemiştir. Bunlarla ilgili hatıram pek fazladır.

Bir örnek vermek gerekirse:

1995 yılında öldürülen Gümüşhane baro başkanı Ali Günday’ın ölümü: Vakit'e Ali Günday'ın, duruşmaya başörtülü avukatların girmesini engellediği yönünde haberler gelir. Cahit İkbal müstearlı kişi başlar haberi döşemeye ilk gün haber yayınlanır. Bunun üzerine Ali Günday gazeteye telefon eder haberi yapan kişiyle görüşmek ister, Cahit İkbal telefona çıkmaz. Olayları anlatan fakslar çeker fakat nafile. Vakit gazetesinin yaptığı haberler nedeniyle galeyana gelen İzzet Kıraç isimli bir meczup kılıklı herif, Osmaniye’den kalkar İstanbul’a gazeteye gelir, Kıraç aleyhine haberleri yapan Cahit İkbal müstear isimli kişiyle görüşür. Cahit İkbal (adı bende saklı) Kıraç'a gazı vermiş, Ali Günday'ın Ebu Cehil olduğunu, onunla savaşmak gerektiğini söylemiştir. Zaten dolmuşa binmeye müsait olan İzzet Kıraç, bundan sonra Gümüşhane’ye gidip baro başkanını öldürmüştür.

Taktik şudur: Vakit hedef gösterdiği kişi veya kuruluşla ilgili haber yaparken haberin içinde hedefin açık adresini verir. Bu uygulama birçok defa tutar ve gazete okuyucularının hedefe ulaşmasını sağlar. Sonuç; eylem, taciz veya cinayete kadar uzanır.

Gazete, haklarında iftira ve yalan haber yapanların açtıkları davaların neredeyse tamamını kaybetmiştir. Milyonlarca kira tazminat ödemesi gerekirken, sürekli isim ve adres değiştirir. Künyelerindeki sorumlu kişiler asgari ücrete çalıştırdıkları gariban, kimsesi olmayan tiplerdir.
Bunlardan bazılarını çok sıkıştıkları zaman yurtdışına bile kaçırmışlar ve orada p.ç gibi ortada bırakmışlardır.
‘312 general davası’nı kaybetmişler, generallere tazminat ödemek için gazete, “Ey Müslümanlar, biz bu parayı ödeyemeyiz. Bankada vadeli paralarınızın faizlerini bize gönderin, bu ödemeleri onlarla yapalım” demişlerdir.
Sonuçta kaç lira geldi ve bunların ne kadarını generallere ödediler veya ödemediler mi, sorulması lazım gelir. Merak konusu…

Kendilerini İslam’ın savunucusu ve bayraktarı gören bir gazete, Kur’an (Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların tâ kendileridir. [Nahl 105]) hükmünü yerine getirmiyorsa durup düşünmekte fayda var.

Haberlerdeki uydurma profesörlerin açıklamaları, müstear imzalı haberler, künyedeki adresle gazete merkezinin adresinin farklı olması, yapılan haberler neticesinde insanların öldürülmesi, bazı kuruluşların bombalanması, provokasyona yönelik bir yayın politikası, gazete patronunun kendini saklaması (Balçiçek İlter’in programına çıkıp milyonların yüzüne baka baka, yalan söyleyip, gazete patronunun bir başkası olduğunu söyledi), tüm bunların illegal bir gazete görünümü vermesi gazetenin güvenilirliğini şüpheye düşürmektedir.

Saklanmalar, yalanlar neden? Nedir bu gazetenin ardındaki sır?

Türk basın tarihinde, adını bu kadar çok değiştiren, yaptığı yalan ve iftira dolu haberler yüzünden yüzlerce davayı kaybederek milyonlarca lira tazminat ödeme cezasına çarptırılan ve bunları ödemeyen başka bir basın kuruluşu biliyorsanız Allah rızası için söyleyin de öğrenelim.