Articles by "basın tarihi"
basın tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster





Geçtiğimiz günlerde Vakit/Akit Gazetesi’nde Cengiz Çandar’a ve Ali Bayramoğlu’na yönelik çok ciddi iddialar ortaya atıldı.  Söylenenlerin doğruluğunu haberi veren gazeteye endeksli olarak değerlendirmek gerekiyor. Zira Vakit geçmiş dönemlerde de, birçok insan hakkında hakaret ve iftira dolu haberler yaptığı için milyonlarca lira tazminata mahkûm edilmişti. Türk basın tarihinde Vakit kadar mahkûm edilen başka bir yayın olduğunu zannetmiyorum.

Öncelikle Cengiz Çandar, Ali Bayramoğlu ve aşağıda vereceğim örnekten dolayı Doğu Perinçek’i tanımam… Gözlemlerimden Ali Bayramoğlu’nun; son derece isabetli yorumları, entelektüel bir duruşu ve saygın bir kişiliği olduğunu, Cengiz Çandar’ın; çok uzun yıllardır yazarlığı ve liberal görüşü, Turgut Özal’a danışmanlığı, zaman zaman Amerikan eğilimi olduğunu, Doğu Perinçek’in ise; eskiden devrimci, solcu, maocu gibi eğilimleri bulunurken, bugün ateşli bir Atatürkçü oluşu… gibi sınırlı bilgilere sahip olmakla beraber, tüm insanlar gibi onların da kişilik haklarının korunması gerektiğine inanıyorum.

Yazmanın son derece güçleştiği ülkemizde, yazarken böyle bir açıklama yapmak ve yanlış anlaşılmaktan kaygılanmak yazar için Çin işkencesinden farksız.

Adını defalarca değiştirmiş olmasına rağmen söz konusu gazete için ‘Vakit’ ismini kullanacağım. Çünkü gazetenin doğuşu ve misyonu bu isim üzeredir.

Vakit Gazetesi ve ona bağlı internet sitesi Cengiz Çandar için kısaca, “PKK için çalışıyor” diyor. Ve bununla ilgili bir belge yayınlıyor. Ali Bayramoğlu’na ise, Ermeni asıllı…

Adanalı olmamakla birlikte o bölgede çok kullanılan bir söz vardır: “Bakmaz kıçının samsağına, çıkar dağın yükseğine” Vakit için cuk oturan bir söz.

**********

Vakit’in yayınladığı Cengiz Çandar belgesi ve Çandar’ın başına gelenlerin bir benzeri de 1998 yılında yaşanmıştı.

Olayı Köstebek-Tuncay Güney ile 240 gün adlı kitabımdan alıntıyla anlatmayı daha uygun gördüm. (Sayfa70/71):

“…Bunların içinde en ilginç olanı PKK itirafçılarıydı. Çeşitli dönemlerde çıkarılan “eve dönüş” yasalarından faydalanmış olan bu insanlar, ne yapacaklarını bilemez durumda etrafta adeta serseri mayın gibi dolaşıyorlardı. İşleri yoktu. Devlet onların itiraflarından yararlanmış sonra da ortada bırakmıştı. Kimi bazı mafya gruplarının avı olmuş, kimi de “nasıl para kazanırız”ın peşine düşmüştü. Tuncay bunları nerede tanımış, nasıl tanışmış bilmiyordum.
İtirafçıların içinde adını hatırladığım tek kişi Sami Demirkıran’dı. Demirkıran enteresan biriydi. İlginç tavırları ve yaşama bakışı vardı. Uzun yıllar PKK’nın dağ kadrosunda yer almıştı. Televizyonlarda da o dönem boy gösteren Demirkıran, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e kafayı takmıştı. Sebebi neydi? Perinçek’ten ne alıp-veremediği vardı? Bilmiyorum.
Aydınlık grubuyla aramızın iyi olmasına, Tuncay’la beraber Aydınlık’a sık sık ziyaretler yapmamıza rağmen, Tuncay’da Demirkıran’ın dolduruşuna gelmiş. Perinçek’e kumpas hazırlamışlardı.
Sami bir gün Doğu Perinçek aleyhine hazırladığı mektubu, bize getirdi. Mektup, PKK’nın sözde sorumlularından biri tarafından yazılmış ve Perinçek’in örgüte verdiği destekten dolayı teşekkürü içeriyordu. Altında bir de PKK’nın mührü vardı. Tuncay mektubu okuduktan sonra, “Harika süper yazmışsın” dedi.
Demirkıran, “Mektubu Ankara’ya götüreceğim. Nuh Mete Yüksel’e vereceğim. Perinçek görsün bakalım” dedi.

Sami’nin anlattığına göre, dönemin Ankara DGM başsavcısı olan Nuh Mete Yüksel’le arası çok iyiydi. Perinçek’in mektup sayesinde tutuklanacağından emindi.

Nuh Mete Yüksel, Sami Demirkıran’ın verdiği mektuba istinaden, Perinçek’i tutuklatmış, 24 Eylül 1998 tarihinde cezaevine giren Doğu Perinçek 10 ay cezaevinde yatmıştı.
Ülkemde iftira kampanyaları çok kolay tutar. “Çamur at izi kalsın” değil “Çamur at, nasıl olsa yapışır, üzerinde kalır” anlayışı hâkim.”

Doğu Perinçek bugün hangi davadan yargılanırsa yargılansın, görüşlerine, ideolojisine katılsam da, katılmasam da, geçmişte yukarıda okuduğunuz olaydan dolayı iftiraya uğramıştır. Sezar’ın hakkını Sezar’a…

Bugün Cengiz Çandar’ın başına da gelen aynı şey olabilir. Çünkü haberin yayınlandığı gazetenin bu konuda sicili bozuktur.

**********



“Bakmaz kıçının samsağına, çıkar dağın yükseğine” sözüne gelelim.

12 Eylül 1993 tarihinde yayın hayatına ‘Beklenen Vakit’ olarak başlayan gazete, 19 yıllık geçmişi boyunca, nefret, ayrıştırma, hedef gösterme ve iftira suçlarını binlerce kez işlemiştir. Bunlarla ilgili hatıram pek fazladır.

Bir örnek vermek gerekirse:

1995 yılında öldürülen Gümüşhane baro başkanı Ali Günday’ın ölümü: Vakit'e Ali Günday'ın, duruşmaya başörtülü avukatların girmesini engellediği yönünde haberler gelir. Cahit İkbal müstearlı kişi başlar haberi döşemeye ilk gün haber yayınlanır. Bunun üzerine Ali Günday gazeteye telefon eder haberi yapan kişiyle görüşmek ister, Cahit İkbal telefona çıkmaz. Olayları anlatan fakslar çeker fakat nafile. Vakit gazetesinin yaptığı haberler nedeniyle galeyana gelen İzzet Kıraç isimli bir meczup kılıklı herif, Osmaniye’den kalkar İstanbul’a gazeteye gelir, Kıraç aleyhine haberleri yapan Cahit İkbal müstear isimli kişiyle görüşür. Cahit İkbal (adı bende saklı) Kıraç'a gazı vermiş, Ali Günday'ın Ebu Cehil olduğunu, onunla savaşmak gerektiğini söylemiştir. Zaten dolmuşa binmeye müsait olan İzzet Kıraç, bundan sonra Gümüşhane’ye gidip baro başkanını öldürmüştür.

Taktik şudur: Vakit hedef gösterdiği kişi veya kuruluşla ilgili haber yaparken haberin içinde hedefin açık adresini verir. Bu uygulama birçok defa tutar ve gazete okuyucularının hedefe ulaşmasını sağlar. Sonuç; eylem, taciz veya cinayete kadar uzanır.

Gazete, haklarında iftira ve yalan haber yapanların açtıkları davaların neredeyse tamamını kaybetmiştir. Milyonlarca kira tazminat ödemesi gerekirken, sürekli isim ve adres değiştirir. Künyelerindeki sorumlu kişiler asgari ücrete çalıştırdıkları gariban, kimsesi olmayan tiplerdir.
Bunlardan bazılarını çok sıkıştıkları zaman yurtdışına bile kaçırmışlar ve orada p.ç gibi ortada bırakmışlardır.
‘312 general davası’nı kaybetmişler, generallere tazminat ödemek için gazete, “Ey Müslümanlar, biz bu parayı ödeyemeyiz. Bankada vadeli paralarınızın faizlerini bize gönderin, bu ödemeleri onlarla yapalım” demişlerdir.
Sonuçta kaç lira geldi ve bunların ne kadarını generallere ödediler veya ödemediler mi, sorulması lazım gelir. Merak konusu…

Kendilerini İslam’ın savunucusu ve bayraktarı gören bir gazete, Kur’an (Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların tâ kendileridir. [Nahl 105]) hükmünü yerine getirmiyorsa durup düşünmekte fayda var.

Haberlerdeki uydurma profesörlerin açıklamaları, müstear imzalı haberler, künyedeki adresle gazete merkezinin adresinin farklı olması, yapılan haberler neticesinde insanların öldürülmesi, bazı kuruluşların bombalanması, provokasyona yönelik bir yayın politikası, gazete patronunun kendini saklaması (Balçiçek İlter’in programına çıkıp milyonların yüzüne baka baka, yalan söyleyip, gazete patronunun bir başkası olduğunu söyledi), tüm bunların illegal bir gazete görünümü vermesi gazetenin güvenilirliğini şüpheye düşürmektedir.

Saklanmalar, yalanlar neden? Nedir bu gazetenin ardındaki sır?

Türk basın tarihinde, adını bu kadar çok değiştiren, yaptığı yalan ve iftira dolu haberler yüzünden yüzlerce davayı kaybederek milyonlarca lira tazminat ödeme cezasına çarptırılan ve bunları ödemeyen başka bir basın kuruluşu biliyorsanız Allah rızası için söyleyin de öğrenelim.