Articles by "kawa"
kawa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

YIL: 1994
İstanbul'a kış geç geldiği gibi yaz da geç gelir, haziran ayı olmasına rağmen sabahları epey serin olurdu. Terzi Nuri o sabah diğerlerinin aksine daha da erken kalkmıştı. Sabahın ilk saatlerinde yeni uyumaya başlaması, Beyoğlu'nun en sevdiği yanıydı.

Geceden yorgun sokakların güneş ışığından döşeklerinde, çöpçülerin süperge sesleriyle uyuması Nuri'yi öteden beri mest ederdi.

Bir sabahçı kahvenin önünde durdu. Ocakta mesaiyi devralan topal Mustafa, yeni demlediği çayını önce kendi tadıyordu her zaman ki gibi. Kapı önünde duran Nuri'ye el ederek, "Gelsene abi ne dikiliyorsun."

Aklı yine geceden bir mevzuya takılı kalmış Nuri, gülümser gibi dudağını kıvırıp gözlerini kısarak baktı ve "Ula topal bir çay ver ama geceden kalmış olmasın." Mustafa'nın en titizlendiği konuydu sabah sabah damarına basıyordu.

Mustafa altı gibi mesaiye başlar önceki ocakçıdan kalma çay varsa hepsini döker, yerine kendi bildiği usûlde demler, ardından da bir bardak illâ içerdi test bâbında.

Bir an diklenecek oldu Nuri'nin fütursuz tavrına, sonra anladı onunla maytap geçtiğini, kafasını sallayarak tezgâhın üzerindeki bardağı doldurmaya başladı demlikteki tavşan kanını.

İçeride gececi üç taksici oturmuş poğaça eşliğinde çaylarını yudumlarken, bir taraftan da tv deki sabah haberlerini takip ediyorlardı pür dikkat. İlk kadın başbakanımız Çiller kürsüden yine haykırıyordu. "Bu terör ya bitecek ya bitecek." Şoförlerden biri elindeki bardağı sertçe vurdu tabağa, "Nah bitecek. Bacı yine atıp tutuyor. Hep aynı martaval Özal da böyle demişti."

Kapının yanındaki masaya oturan Nuri'nin bu defa gülümsemesi hissediliyordu. Televizyona bakarak, gülümsemesini bir süre devam ettirdi.

Eski ama, sıkı bir KAWA'cıydı o. Terörün kitabını yazardı. Türkiye'de neyin ne olduğunu çok önce çözmüştü. Dönek devrimciler, dönek İslamcılar, dönek dönekleri çokça görmüş hüp diye içine çekmişti hepsini.

Mustafa çayını masaya bırakırken, "Ulan Nuri yine provake edecektin beni ama erken uyandım. Yemem artık." Nuri arkasından "hasstir lan" dedi. Mustafa ardına bakmadan kralığına; ocağa doğru yaklaştığında, kafasını çevirmeden, "Yemezler" diye tekrarladı.

Nuri, Yaşar Kemâl ile yıllar önce gelirlerdi bu kahvehaneye, o zaman Mustafa yoktu. Süleyman diye Malatyalı bir hemşehrisi vardı. Malatya'dan da tanıyordu zaten. Süleyman bir gün "ben gidiyorum" deyip çekip gitmiş, bir daha haber de alınamamıştı.

Nuri masaya bıraktığı gazetenin sayfalarına göz gezdirirken-her zaman böyle yapardı. Önce tüm sayfalara bir göz atar,  başa döner ondan sonra ilgisini çeken haberleri okurdu-bir taraftan da çayını karıştırmaya başladı.

Orta sayfaların birinde, orta büyüklükte bir ilan vardı. "Amerika'ya gidecek usta terziler..."
"Hııı Amarika terzi arıyor demek ki" diye mırıldandı. Çayıyla beraber haberler de bitmişti. cebinden çıkardığı bozuklukların içinden çay parasını çıkarıp bardağın yanına bıraktı. "Mustafa kolay gele" deyip bir sıçramayla dışarı çıktı.

O gün atölyede Amerika'nın aradığı terzileri düşündü. Birkaç yüz milyon nüfusu olan bir ülkede terzi mi yoktu. Diyelim ki yoktu. Başka yer yok muydu da,  Türkiye'den arıyorlardı. Kafasına iyice takıldı.

Gece bunu düşündü. Ertesi gün atölyede düşünmeye devam etti. Bir an kendisinin gidebileceğini de düşündü. Amerika'ya gitme fikri kafasında daha büyük yer kaplıyordu artık. Yıllarca emperyalist şeytana lanet okumuşlardı meydanlarda.  "Türkiye'deki kötülüklerin ana kaynağı. Faili meçhul cinayetlerin çıkış noktası görülen, kontgerilla, Seferberlik Tetkik Kurulu, Özel Harp Dairesi, ABD beslemesi" diye geçirdi aklından.

Yıllarca öğretileriyle amel ettiği Marx'ın, Mao'nun düşmanıydı ABD. Terzi Nuri nasıl giderdi Amerika'ya. "Katil ABD" derken, nasıl olacaktı bu iş. ABD halkını düşündü. Hepsi emperyalizmi savunuyor olamazdı. ABD devletinin politikaları, halka mâl edilemezdi.

Yine de...

Her şey değişmişti. 70'lerin 'devrim' ruhu yok olmuştu. Damarlarındaki devrim kanını kaybetmemiş olsa da, daha bir ağar akıyordu artık. Komünist devrimin bayrağını sallayıp, ön safta yürüyenler, artık kapitalizmin yumuşak kucağında oturuyordu. Omuz omuza verdiği, uğrunda ölümü göze aldığı insanlar devrimden söz etmiyorlardı eskisi gibi. Bir Anka kuşunun sırtına binmiş Kaf Dağı'na gitmişti devrim.

İlânda ABD'ye gidecek terziler için bir sınav yapılacağı sınavın Etap Marmara Oteli'nde olacağı yazıyordu. Tarih: 25 Haziran 1994.

İki gün kalmıştı. Yeni Dünya yeni bir hayat demek olabilirdi. Kararını verdi. Sınava gidecekti.
Taksim Meydanı'na geldiğinde bir kez daha sordu kendine, elli metreden daha az kalmıştı otele.
"Tamam" deyip devam etti yürümeye. Sınavın yapılacağı salona girince, etrafında Türkiye'nin tanınmış terzilerini gördü. Sınava eşlik edeceklerdi. Mülakatlar, uygulamalar... sınav bittiğinde yorgun düşmüştü. İki yüz kadar aday vardı. Lakin on kişi alınacaktı. İlk ona giremeyeceğini düşünmek daha rahatlatıcıydı. Karar vermiş olmasına rağmen yine de korkutuyor, ürkütüyordu Amerika onu.

Aradan bir aydan fazla zaman geçti. Zaten ümidi kesmişti. Bir telefon durumu farklı hâle getirdi. Amerikan Konsolosluğu'ndan aramışlar. Sınavı geçmiş, görüşme için konsolosluğa çağırıyorlardı Nuri'yi.

Ertesi gün Tepebaşı'ndaki konsolosluğa gitti. Kapıya  kimliğini verdi. Girişe alıp bir süre bekletildi. Birkaç telefondan sonra iki Amerikan deniz piyadesinin nöbet tuttuğu kapıdan sivil giyimli bir memur gelerek Nuri'ye yol gösterdi. Ana binada girdikleri bir odada masanın yanındaki sandalyeye oturmasını istediler. 

Yıllarca önünde gösteri yaptıkları binanın içinde olduğuna inanamıyordu.

"Bir el bombası olsaydı yanımda" diye iç geçirdi. Dünya halklarına en büyük zulmü vermiş bir devletin resmi bir binasında olmak heyecan vericiydi. Eylem yapamaması ise acı verici. Saçmaladığını anlaması uzun sürmedi. "Sen kendini ne sanıyorsun ulan. Adamların ülkesine çalışmaya gideceksin. Belki de onların vatandaşı olacaksın. Kimsin lan sen Nuri" diye kendini azarladı.

Uzun sarı saçları mavi gözleriyle bir güzellik belirdi açık kapının ardından.

"Amanın Amerikan kızları bu kadar güzel ise keşke daha önce gitseydim."

Genç kadın elini uzatarak, aksansız Türkçesi ile "Nuri bey hoşgeldiniz."

"Türkmüş. Belki de melez."

Kadın masanın diğer ucundaki koltuğa oturdu. Elinde iki dosya vardı. Gri ve kırmızı renkli.
Nuri'ye dönerek, Amerika ve Amerika'da yaşamı kısaca özetledi. Bir pencere açtı Nuri'nin kafasında Amerika'ya dair. Ama bu pencereden gördükleri, önceden bildiklerini yalanlıyordu. Amerikan rüyası tadında bir film izliyordu pencerede. Kısa süren seanstan sonra, kadın sarı saçlarını arkaya atarak, masa üzerinde duran iki dosyadan gri olanını açtı.

Dosya içinden aldığı fotoğrafları masaya serdi. Nuri'nin kısık gözleri şimdi fal taşıydı. CIA işini iyi yapmıştı. Nuri'nin bir eylemde Amerikan bayrağını yakarken çekilmiş dört kare fotoğraf duruyordu karşısında.

Kadın ılımlı bir ses ile "bu siz misiniz?"

"Evet"

"Sınavı geçtiniz. Amerika'ya çalışmaya gideceksiniz. Fakat bu önemli engeli aşmanız gerek."

Şaşırıp kaldı bizimki.

"Na, na, nasıl?"

"Amerikan devletinden özür dileyerek."

"Anlamadım."

"Özür dileyeceksiniz. Sonrasında çalışma izni verilecek ve Amerika'ya gideceksiniz. Samimiyetinize Amerikan hükümeti inanıyor."

Ne diyeceğini bilemedi. Özrü şimdi mi dileyecekti. Yoksa bir tören mi yapılacaktı. Nasıl yani?

"Nuri bey burada özür dilemeniz, Amerikan hükümeti tarafından ciddiye alınacak."

Demek ki bu güzel gözlü kadına özür dilemesi, Amerika biletiydi. Şaka mı bu?

Nuri'nin kendini toparlaması kısa sürdü.

"Siz dünyaya yaptığınız zulûmlerden dolayı özür dileyin ben de sizden özür dileyeyim."

Kadının yüzü kızardı, bir an mavi gözlerini kaçırarak pencereye doğru baktı. Hiçbir şey söylemeden yeniden mavi gözler Nuri'nin gözlerine kilitlendi.

Nuri tatlı-sert bir ses tonuyla; "Sizden, özür dileyemiyeceğim için özür dilerim." deyip koltuktan kalkarak, onu getiren görevlinin beklediği kapıya yöneldi.


Yukarıdaki anlatılanlar NURİ KAYMAZ'ın yayınlanmamış hatıratından alınmıştır.)

DİKKAT: TÜM HAKLARI SAKLIDIR. Yazının izinsiz olarak BİR KISMI VEYA TAMAMININ her türlü ortamda kullanılması, 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri kanunu gereğince yasaktır. Sanal ortamda sadece link verilerek paylaşılabilir.




KEMÂL KAPLAN
28 Ağustos 2015

1976'da DDKD (Devrimci Demokrat Kültür Derneği)'nden ayrılan bir grup KAWA Yayınevini kurar. Örgütün adı da KAWA olur. KAWA Maoist fikirleri benimseyen Kürtçü bir örgüt olarak, PKK'dan çok daha güçlü bir yapılanma içine girmiştir. Henüz silahlı eylem yapılmamış, örgütsel yapılanma devam etmektedir. Örgütün silahlı kanadı Kızıl Peşmergeler çok sonra örgüt içinde oluşturulmuştur. (1979 yılında)

Yayınevinin çıkardığı KAWA adlı derginin yazı işleri müdürü olan Müfit Bayram, aynı zamanda örgütün lider kadrosunda yer almaktadır.

Müfit Bayram ve Muhtar kod adlı Mehmet Polat örgüt içinde aynı kıza aşıktır. Fakat yasak bir tutkudur onların ki, zira KAWA prensipleri, örgüt içinde kadın-erkek ilişkisini men etmiştir. Hatta Örgüt mensupları dışarıda bile çapkınlık yapamazdı. Alkol kullanmaları bile yasaktı. Kawacı Nuri Kaymaz'ın aktardığına göre, bir gün örgüt toplantısına alkollü gelen biriyle örgüt tüm bağlantılarını koparımıştır.

Biz yeniden bu yasak aşka ve KAWA'nın bu aşk yüzünden dağılma hikâyesine dönelim.

Müfit ve Muhtar örgüte silah sağlamak için, İstanbul'daki bir askeri birlikte, vatani görevini yapan bir asker ile anlaşır. Asker, birlikten çaldığı 4-5 adet G-3 piyade tüfeğini iki kişiye teslim eder. Akabinde asker yakalanır ve konuşur. Müfit ve Muhtar göz altına alınır.

Bu arada iki kişinin aşık olduğu kız aslında Müfit'i sevmektedir. Muhtar durumu bir türlü kabullenmek istemez.

Müfit ve Muhtar sorgulanır, bir süre cezaevinde kalıp, delil yetersizliğinden tahliye olurlar. Aşkına karşılık bulamayan Muhtar için bir fırsat doğmuştur. Herkese Müfit'in sorguda konuştuğunu söyler. Örgüt ile Müfit arasında bir uçurum doğmuştur. Müfit'in çok önemli bir görevi daha vardır. Adıyaman kırsalında yeni yeni eğitimlere başlayan KIZIL PEŞMERGE'nin örgüt içindeki bağlantısı Müfit'tir. Müfit, Nuri Kaymaz'a direktifleri verir. Nuri Adıyaman'a gider bunları Kızıl Peşmerge'ye bildirir.

Örgüt içinde böylesine kilit bir rolü olan Müfit'e herkes bir gammazcı ve bir köstebek olarak bakar. İpler iyice gerilir. Müfit'e son derece bağlı olan Kızıl Peşmerge ile KAWA'nın arasında da bir kopma yaşanır.

Bir süre sonra, polis KAWA merkezine baskın yaparak, örgütün lider kadrosunu yakalar. KAWA çökerken, Müfit'in konuşmadığı anlaşılır. Muhtar aşkı için örgüte ihanet etmiş, kuvvetle muhtemel sorguda öten Muhtar olmuştur.

Gözaltından kurtulanlar her biri bir başka yere dağılır. Müfit ve sevgilisi yurt dışına çıkarak evlenirler. (Halen mutlu bir beraberlikleri bulunuyor.)

Muhtar Fransa'ya kaçıyor. Orada uyuşturucu ticaretine bulaşıyor. Daha sonra fidye için bir çocuk kaçırıyorlar. Fransız polisinin yaptığı operasyon sonucu Muhtar hayatını kaybediyor.
KAWA'nın diğer lider kadrosu, Suriye'nin Türkiye sınırında bulunan Kamışlı şehrine gidiyor. 12 Aralık 1980 tarihinde bir baskınla KAWA'nın tüm kadrosu öldürülüyor.

Çocuk ve kadınların da öldürüldüğü baskını, Suriye tarafından dönemin Hafız Esad rejimine bağlı güçler ile Türkiye tarafından özel bir timin operasyon yaptığı, bu operasyonun başında Veli Küçük'ün olduğu timin içinde ise Cem Ersever'in bulunduğu söyleniyor.

Genel kanı; KAWA'nın çökertilmesi ile PKK'ya zemin hazırlanmıştır. KAWA'nın yok edilmemesi durumunda PKK'nın gelişmesi mümkün değildir. 

Kızıl Peşmerge'nin sonunu daha önce yazmıştım. Lakin okumayanlar için kısaca onu da özetleyeyim: KAWA'ya yapılan baskın 12 Eylül'le başlıyor. Kızıl Peşmerge dağda olduğu için 12 Eylül'den haberleri yok. Nitekim KAWA ile Kızıl Peşmerge arasındaki tek irtibat Nuri Kaymaz. İstanbul, Adıyaman arasında mekik dokuyor. Dikkatleri çekmemek için bu iki şehir arasında memleketi Malatya'yı kullanıyor. Her defasında Malatya'ya sonra Adıyaman'a gidiyor. 12 Eylül'de Nuri Malatya'dadır. Ne yapacağını bilemez. Bir-iki hafta bekler. Merkez çökmüştür. Adıyaman'a gider durumu anlatır. Kızıl Peşmerge'yi dağıtır. İçlerinden bir kısmı Kamışlı'ya gider.

(Yukarıdaki anlatılanlar NURİ KAYMAZ'ın yayınlanmamış hatıratından alınmıştır.)

DİKKAT: TÜM HAKLARI SAKLIDIR. Yazının izinsiz olarak BİR KISMI VEYA TAMAMININ her türlü ortamda kullanılması, 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri kanunu gereğince yasaktır. Sanal ortamda sadece link verilerek paylaşılabilir.




Nuri Kaymaz, Güney Han'ın önünde eski günleri yâd ediyor. 
Güney Han'ın ikinci katında Yılmaz Güney 'Güney Dergisi'ni çıkarıyordu.


YIL: 1979
Beyoğlu Hüseyin Ağa Camii yan sokağında bugünkü Atıf Yılmaz Caddesi'nde, tarihi Hacı Abdullah Lokantası'nın tam karşısındaki Güney  iş hanının ikinci katında Yılmaz Güney, 'Güney Dergisi'ni çıkarıyordu.

Dergi girişimlerine 1974 yılında cezaevinde başlayan Yılmaz Güney ideolojik ve edebi bir yayın ortaya çıkararak, kendi fikir ve düşüncelerini kaleme alma fırsatı bulmuştu. Derginin yazı işleri müdürü Nihat Behram idi.

KAWA mensubu olan Nuri Kaymaz, sık sık Güney Dergisi'ne gidiyor, yayınlanması için yazılar ve şiirler getiriyordu. Yılmaz Güney hapisteydi.

Zaman içinde Nuri Kaymaz, KAWA toplantılarında Yılmaz Güney'den söz etmeye başladı. KAWA yöneticileri Güney'in örgüte davet edilmesini tartışmışlardı. Öyle ya, Yılmaz Güney'in KAWA'ya katılması örgütün popülaritesini bariz arttıracaktı.

Kaymaz'a Yılmaz Güney ile KAWA yöneticilerinin buluşturulması görevi verildi. Genç KAWA'cı Ağa Camii'nin köşesini heyecanla dönerken, bir taraftan da endişeliydi. Henüz 16 yaşında olan Nuri'yi ciddiye almayabilirlerdi. Cami avlusunun yanından geçerken, müezzin öğle ezanını yanık yanık okumaya başladı. İstiklâl Caddesi keşmekeş ve hengâmeye teslim olmadığı yıllardı. Sükûnetin hakimiyeti, ünlü semtin her yerinde hissediliyordu.

Genç Nuri, ezanla irkildi. KAWA her ne kadar Maoist örgüt ise de, İslâm peygamberinin dünyayı etkisi altına alan devrimleri tartışılırdı. Güney Han'ın merdivenlerini tırmanırken, Nuri Kaymaz endişelerinin yok olduğunun farkına bile varmamıştı.

Birer ikişer çıktığı merdivenler onu önemli bir arabuluculuğa ulaştıracaktı. Durumu Nihat Behram'a anlattı. Behram, cezaevine ziyarete giderken, Nuri'nin de gelmesini istedi. Nuri Güney'i ilk gördüğünde heyecandan kekelemeye başladı. Oldukça kibar olan Güney, Kafasında canlandırdığı karaktere uymuyordu.

KAWA yöneticileri, Güney ile birkaç kez görüşmeye gitmişlerdi. Bir sonuç alamamış olmalarına rağmen, görüşme Yılmaz Güney için son derece verimkârdı. Zira bir müddet sonra 8-10 KAWA'cı Yılmaz Güney saflarına geçti.



 * (Nuri Kaymaz'ın anılarından...)


DİKKAT: Yazının izinsiz olarak her türlü ortamda kullanılması, 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri kanunu gereğince yasaktır. Sadece link verilerek paylaşılabilir.

KEMAL KAPLAN
11 Temmuz 2015

Sistem adalet üzerinde işlemiyorsa, halk adalete olan inancını kaybetmişse, ortada ters giden bir şeyler var ise, düzeltmek devlet eliyle olmuyorsa, toplum içindeki başka refleksler devreye girer veya istismara açık bir düzen peydah olur.

1979 yılında Fatsa'da olanlar bundan başkası değildi. 80 darbesi öncesinde ülkenin her alanına yayılan kaos, halkı pes ettirmiş, karaborsacıya, vurguncuya peşkeş çekilen vatandaş bir kurtuluş yolu ararken, Terzi Fikri yetişmiştir Fatsalı'nın imdadına...

1938 yılında Fatsa'nın Kabadağı köyünde doğan Fikri Sönmez, ilkokuldan sonra terzi çırağı olarak başladığı meslek yaşamı onu bambaşka bir mecraya yönlendirecekti. Arkadaşlarının etkisiyle Türkiye İşçi Partisi'ne üye oldu. Aktif siyasete başlayarak Dev-Genç kadroları içinde yer aldı. 1970'lerde Mahir Çayan'ın Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'ne katıldı.

Sönmez, Maltepe Cezaevi'nden kaçan Mahir Çayan ve arkadaşlarının Karadeniz'e geçmelerini sağlamak ve eylemlerinde yardımcı olduğu gerekçesiyle, THKP-C davasında 2 yıl tutuklu olarak yargılandıktan sonra, 1974 affıyla serbest kalır.

Terzi Fikri siyasetten uzak kalmaz. 1979 yılında ölen Fatsa belediye başkanı yerine, yeni başkanlık için ara seçim yapılır. Fikri Sönmez bağımsız olarak seçime girer. CHP, AP ve MSP'yi arkasında bırakarak seçimi kazanır. İlk iş olarak Halk Meclisi kuran çiçeği burnunda belediye başkanı, Fatsa'yı özelliklerine göre 11 bölgeye ayırır. Başkanın sloganı; "Çamura, rüşvete ve karaborsaya son"dur. Ekonomik ve siyasi keşmekeşten bunalan halk Terzi Fikri'nin etrafında toplanır.
İki ayda bir halk toplantıları yapılır. Halkın belediye yönetimine katılımı sağlanır. Halktan seçilen kişilerden oluşturulan komiteler belediyenin hizmetlerini denetler.

Fatsa'nın en büyük sorunları çamurlu yolları, kanalizasyon sisteminden kaynaklanan haşere ve mikropların yaydığı salgın hastalıklar, kumar, rüşvet ve yolsuzluklardır. Türkiye genelinde olduğu gibi halk şekeri, yağı ve sigarayı karaborsacıların insafıyla temin edebiliyordu.  Komitelerde genel belediye sorunlarının yanı sıra içki, kumar ve kadına evde uygulanan şiddet ele alınıyordu.
Bugünün ütopyası 'DEVRİM' sessiz-sedasız, Fatsa'da gerçekleşmişti. 8 ay gibi kısa bir sürede gerçekleşen 'komün' düzeni, merkezi otoritenin dikkatinden kaçtı mı sandınız. Bugün çokça duyduğumuz 'paralel yapı', adına yakışır bir şekilde Fatsa'da zuhur etmişti.  

Fatsa Komünü, sıradan halk için bir kurtuluş gibi olmasına rağmen, komüne karşı gelen, Dev-Yol eylemlerine iştirak etmeyen veya sağ görüşlüler için ızdırap olmuştur. Komün hiçbir karşı düşünce ve eyleme izin vermemiş, şiddetli şekilde bastırma yöntemleri kullanmıştır. İşkence, darp ve ölümler halkın sindirilmesinde etkili olmuştur.

DARBE ÖNCE FATSA'YA GELDİ

Ankara sisteme çomak sokan bölgeye operasyonu geciktirmedi. 11 Temmuz 1980'de ilçeye lokal darbe yapıldı. Bu aslında 12 Eylül provasıydı. Operasyonu Kenan Evren bizzat yönetti. Sokağa çıkma yasağı konuldu. Evler bir bir arandı. 400'e yakın kişi tevkif edildi. Tutuklu yargılama yıllar sürdü. Terzi Fikri 4 Mayıs 1985 tarihinde cezaevinde öldü. Ölüm nedeni kalp krizi olarak açıklandı.

KİM KAHRAMAN OLUR?

Türkiye'deki sosyalistlerin-komünistlerin en büyük hayâli ülkede bir devrimle sisteme el koymaktır. 45 yaşındayım. 80'lerde çocukken de duyardım, halen duymaktayım bu ülküyü... Devrimin en büyük sembollerinden biri de Deniz Gezmiş'tir. Yaldızlı sözlere; "Denizler..." diye başlanır. 1 mayıslarda flamalarda Deniz dalgalanır, tişörtler üzerindeki Deniz, İstiklal Caddesi'ni arşınlar durur.
Nedense, dava için banka soyan ardından idam edilen kahraman olur da, bugüne kadar kimsenin başaramadığı DEVRİM'i halkın omuzlarında gerçekleştiren bir TERZİ kahraman olamaz yurdumda.

GAZİ HALK MAHKEMELERİ

Yazının başında demiştik ya; "halkın umudu bitmişse..." diye. Fatsa gibi olmasa da, günümüz bir nevi komün yapılanması da Gazi Mahallesi'nde uzun yıllardır devam ediyor. 10 yıl kadar önce duyduğum zaman inanamamıştım. Sonra araştırdım, eğer doğruymuş. Gazi Mahallesi'nde bazı durumlarda Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının işlemediği bir adalet mekanizması mevcut: Gazi Halk Mahkemeleri.
Halk, hatta esnaf aralarındaki sorunları Halk Mahkemelerine götürerek çözme yoluna gidiyor. Mahkemenin aldığı kararın bağlayıcılığı var.
Duyduğum bir örnekle devam edeyim: Gazi Mahallesi'nde bir esnaf diğerine borç veriyor. Ödeme günü geçtiği halde borçlu parayı ödemiyor. Gidiyor Halk Mahkemesi'ne, durumu anlatıyor. Mahkeme borçluyu da çağırıyor. Sonra ikisini birden dinliyor. Borçlunun parayı ödemesine karar veriliyor. Ödeme süresi veriliyor. Fakat borçlu bu süre içinde de ödemeyi yapmıyor. Alacaklı durumu mahkemeye bildiriyor. Mahkeme "borçlunun cezalandırılmasına..."  diye hükmü veriyor. Birkaç gün sonra Alibeyköy Barajı kırsalında borçlu kolu bacağı kırılmış şekilde bulunuyor.

Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerine inancın ölçüsü, Halk Mahkemelerinin gördüğü davalardır . Aylarca, yıllarca mahkeme salonlarında 'adalet' arayan halkın, çözüm için aradığı alternatif yolda kaybolması muhtemeldir.
Mevcut yapıların Okmeydanı, Küçükarmutlu ve Gülsuyu'nda da olduğunu biliyorum. Geçtiğimiz yıllarda sol örgütlerin Gülsuyu'nda uyuşturucu çetelerine karşı mücadele başlattığını medyadan takip ettik. Bu memleketin uyuşturucuyla mücadele edecek kolluk kuvveti yok mu? Var ise yeterli mi değil? Veya mücadelesi mi yetersiz?

HİZBULLAH VE PKK ÖRNEKLERİ

Devletin PKK ile mücadele amacıyla kurdurduğu söylenen HİZBULLAH da kendi kanunlarını koymuş, bölgede uygulama alanı bulmuştu. 90'larda ortaya çıkarılan mezar evler bunun ürünüydü.

Aynı yolu PKK da denemiş ve başarılı olmuştur. Zamanında PKK'nın da 'kurtarılmış bölge' tanımı içine giren yörelerde, kanun koyucu ve uygulayıcı olarak icralarda bulunduğunu biliyoruz.

DEVLET OTORİTESİNİN BULUNMADIĞI VEYA KANUNLARIN HALK NEZDİNDE YETERSİZ GÖRÜLDÜĞÜ DURUMLARDA, HALKIN DEVLETTEN ÜMİDİNİ KESTİĞİ ANLARDA, ADALETİN BAŞKA MECRALARDA ARANMASI KAÇINILMAZ.

'BÜYÜK SARAYLAR' YAPTIRARAK BÜYÜK DEVLET OLUNMADIĞI ANLAŞILDIĞINDA 'BÜYÜK DEVLET' OLMA YOLUNDA BİR MERHALE KAT ETTİK DEMEKTİR.

TERZİLER HEP DEVRİMCİ Mİ OLUR?

Terzi Fikri'yi tanımak için yaşımız yeterli olmasa da, bir başka devrimci TERZİ NURİ'yi tanımakla müşerrefim. Yahu terziler de hep devrimci mi olur? sorusu aklınıza gelecektir. Belki de mesleki deformasyon(!)...

Terzi Nuri Kaymaz da adeta 'terzilerin milli görüşü' diyebileceğimiz siyasi görüş olan DEVRİMCİ bir ağabeyimiz. Kendisi eski KAWA ve onun askeri kanadı olan KIZIL PEŞMERGE mensubu idi.

'Örgüt' ve 'dava' meselelerinden ağzı çokça yanmış olan Terzi Nuri'nin maceralarını önümüzdeki haftalarda blog yazılarım arasında bulabileceğinizi temenni ediyorum.


PKK'DAN ÖNCE ONLAR VARDI

12 Eylül öncesi ve sonrasında hiçbir kayıtta geçmeyen, hiçbir kitap ve hatıratta yer almayan bir örgütten söz edeceğim. Dünya bu örgütü ilk defa buradan öğrenecek.

1979 yılında kurulan ve adını bir Kürt mitolojisindeki DEMİRCİ KAWA'dan alan KAWA örgütü içinde, silahlı kanat olarak KIZIL PEŞMERGE adı altında bir yapılanma oluşturuldu.
Kızıl Peşmergelerin eğitimi için Adıyaman kırsalında bir bölge belirlendi. İlk grup 35-40 kişi civarındaydı. Bunların askeri eğitimini K. Irak'ta Barzani kamplarında eğitim görmüş biri üstlendi. Kadro çekirdek bir kadroydu. İlk ekip eğitildikten sonra bunlar da kendi ekiplerini eğitecekler, böylelikle hücre yapılanması oluşacaktı.

KIZIL PEŞMERGELER'in İstanbul'daki merkez KAWA ile irtibatı Fırat Güney kod adlı Nuri Kaymaz sağlıyordu. Kaymaz İstanbul'dan aldığı talimatları, Adıyaman'daki kampa iletiyordu.

Fırat Güney 1980 yılının sonbaharında İstanbul'dan aldığı talimatları, Adıyaman'a götürürken, önce memleketi Malatya'ya ailesini ziyarete gider. takvimler 12 EYLÜL'ü gösteriyordu. Sabah uyandığında postal seslerini duymakta gecikmedi.

Kızıl Peşmerge kırsalda olduğu için cuntadan haberdar olması birkaç günlerini aldı. Ne yapacaklarını bilemeden öylece beklemeye başladılar.

Bu esnada KAWA'nın İstanbul'daki merkezi çökertilmişti. Kızıl Peşmerge kırsalda öylece kalakaldı. Fırat Güney'den hiçbir haber de yoktu.
Birkaç hafta sonra Fırat Güney kampa geldi. Silah ve paraların gömülmesini söyleyerek, kampın boşaltılmasını sağladı.

Hiçbir eylem yapmadan dağılan Kızıl Peşmerge üyelerinin büyük çoğunluğu yurt dışına kaçtı. (Halen orada yaşıyorlar.)

Gömülen silah ve paraları 90'lı yıllarda askeri bir operasyon sırasında tesadüfen buldu. Fakat buranın terk edilmiş bir PKK kampı olduğunu sanıyorlardı.
Kızıl Peşmerge hiçbir polis, MİT veya adli kayıtlara girmeden hayalet bir örgüt olarak, başlamadan bitti.

PKKdan önce KIZIL PEŞMERGE vardı.....

Kamışlı'da öldürülen KAWA militanları


KAWA'YA NE OLDU?

Dağılan KAWA'nın lider kadrosundan yakalanmayanlar, Nusaybin'le komşu olan Suriye'deki Kamışlı şehrine kaçarlar. Kürtler'in çoğunlukta yaşadığı Kamışlı, bugün Suriye Kürtleri'nin merkezi durumundadır. 12 Aralık 1980'de 15 KAWA mensubunun bulunduğu eve düzenlenen saldırı sonucu herkes öldürülür.

Saldırının Türkiye'den gelen özel bir ekibin operasyonu olduğu kuvvetle muhtemeldir. Sonraki yıllarda  bu operasyon timinin içinde dönemin Nusaybin Tabur Komutanı Binbaşı Veli Küçük, Cem Ersever, Levent Ersöz, Atilla Uğur, Cemal Temizöz ve Aytekin Özen olduğu iddia edilmiştir.

Daha büyük bir iddia ise:Türk timine istihbarat sağlayan Nusaybinli bir gruptan söz ediliyor. Bu grubun daha sonra PKK'nın içinde yer aldığı söyleniyor. KAWA'nın yok edilerek, kontrollü bir Kürt örgütünün kurulması ve Kürt ayrılıkçılarının bu örgüte kanalize edilmesi sağlanıyor.

Tahmin edebileceğiniz gibi bu örgüt elbette PKK'dır.

30 yıllık PKK gerçeğini değerlendirirken, KAWA ve KIZIL PEŞMERGE'nin mutlaka ele alınması ve araştırılması gerekiyor. KAWA'nın Kürt örgütlenmeleri içindeki rolü, etkisi ve misyonu bilinmeden, PKK'nın nasıl ortaya çıktığı ve nasıl palazlandığını doğru anlamak mümkün olamaz.

Birçok Kürt aydınının PKK'nın devlet içinden beslendiği ve Kürt bağımsızlığını temsil etmediği, Abdullah Öcalan, Cemil Bayık, Şendin Sakık, Murat Karayılan gibi isimlerin yıllardır devletle işbirliği içinde olduğunu, KAWA'nın yok edilmesindeki PKK parmağını, anlatan pek çok yazıya internet üzerinden erişimin engellenmiştir.

DEMİRCİ KAWA KİMDİR?

İran ve Kürtler'in ortak mitoloji kahramanıdır. İki efsane de birbiriyle benzerlik gösterir.

Kaynaklara göre çeşitlilik göstermesine rağmen, Asur Kralı olarak anılan zalim kral DEHAK, halkına zulmü devlet politikası haline getirir. Halk zulüm altında inlerken, Dehak'ın beyninde ortaya çıkan ur onu acılar içinde kıvrandırmaya başlar. Bir türlü hastalığına çare bulamaz. Nihayet doktorlar ortaya bir fikir atarlar. Dehak'ın hastalığına çare genç veya çocukların beyninin Dehak'ın kafasına sürülerek hastalıktan kurtulabileceğidir.

Dehak'ın acısını dindirmek ve hastalığına şifa amacıyla halkın en küçük çocukları her gün kurban edilir. Halk bu zulme artık dayanamaz duruma gelmiştir. Sıra Demirci KAWA'nın küçük oğluna gelmiştir. Kawa halkı örgütler, silah imal eder ve 20 martı 21'e bağlayan gece krala karşı ayaklanma başlar. O gece kralın sarayına girilir. Kral öldürülür. Ülkenin her yerinde ayaklanma devam eder. Direnişçiler birbirleriyle dağlarda yaktıkları ateşlerle haberleşir. Sonunda ayaklanma zaferle sonlanır. Halk yakılan bu ateşlerin etrafında dans etmeye, eğlenmeye başlar.

İşte bu nedenle Kürtler 21 Mart'ı başkaldırı günü olarak kutlarlar. Demirci Kawa'nın giydiği sarı, kırmızı ve yeşil renkli iş elbisesi de Kürtler'in flama ve giysilerinde sıkça kullandığı renklerdir.

KAWA örgütünün amblemi üzerinde DEMİRCİ KAWA resmedilmiş.

NURİ KAYMAZ HAİN Mİ?

Küçük yaşta Malatya'dan İstanbul'a gelerek Kürt oluşumlar içinde yer aldı. Marx'ı, Mao'yu bu oluşumların içinde öğrendi. Kendi değer yargılarıyla, komünizmi bir potada eritti. KAWA'ya katıldıktan sonra, Kızıl Peşmerge ile KAWA arasındaki tek bağlantı oldu. 1980 darbesiyle Maocular'ın, Leninciler'in liberal ve demokrat çizgide yer almasıyla kapitalizmin bir halkası haline gelmeleri Nuri Kaymaz'da hayal kırıklığı yaratsa da, o yolundan dönmemesine rağmen, hiçbir oluşumda artık etken rol oynamadı.

Sol doktrinlerle, evrensel insani değerleri hazm ederek, ne solun ne de sağın anlayabileceği nev-i şahsına münhasır bir insan oldu. İnsanların iki yüzlülüğü ve kirlenmişliği karşısındaki tutumunu hiç değiştirmedi.

Tarihin doğru bilinmesi ve doğru anlaşılmasına gönülden inandığı için KIZIL PEŞMERGE'yi gün yüzüne çıkardı. Örgütün tarih sahnesinde yerini almasını sağladı. Bu tutumundan dolayı bazı çevrelerce hainlik suçlamasıyla karşı karşıya kaldı.

Her ne kadar yukarıda Kızıl Peşmerge hakkındaki veriler (şimdilik) kısıtlı kalsa da, Nuri Kaymaz olmasaydı; Kızıl Peşmerge'den kimsenin haberi olmayacaktı.
Türkiye tarihinin hakim otorite tarafından maniple edildiği gün gibi aşikâr iken, Nuri Kaymaz'ın Kızıl Peşmerge'yi 35 yıl sonra deşifre etmesi, tarihe düşülen bir nottur ve çok önemlidir.

Gönül ister ki, Kızıl Peşmerge gibi Türkiye'nin bilinmeyen tarihi hakkında daha fazla araştırma yapılsın.

Nuri Kaymaz'ın tarihe düştüğü notu alarak, sayfalar dolusu hale getirmek de genç kuşak araştırmacılara verdiğimiz görev olsun.


(Bu yazı 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu tarafından gerek cezai gerekse hukuki yönden korunmaktadır. İzin alınmadan yazılı, görsel veya dijital ortamda yayınlanması, bir bölümünün alıntı yapılması yasaktır.)