Articles by "gnostik"
gnostik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HEPSİ VE DAHA FAZLASI 2019'DA KİTAPÇILARDA...


- DÜNYANIN EN ÖNEMLİ MİSTİZM MERKEZLERİNDEN BİRİ OLAN İSTANBUL'DA BUGÜNE KADAR YAŞAMIŞ GİZEMLİ İNSANLARIN KALDIĞI EVLERİ, 
- GNOSTİK HRİSTİYAN-MÜSLÜMANLAR'IN AYİN MEKANLARINI, 
- GÜL VE HAÇ ÖRGÜTÜ, MANEVİ CİHAZLANMA ÖRGÜTÜ GİBİ YAPILANMALARIN MEKANLARINI, - - HERMETİZM-OKÜLTİZMLE UĞRAŞAN GÜRCİYEV, SEBOTTENDORF'UN YAŞADIĞI EVLERİ ZİYARET EDECEĞİZ. 
- BATINİ TARİKATLARA YAPILACAK SEYAHATLERLE, BUNLARA AİT BİLGİLERİ GERÇEK MEKANLARDA ÖĞRENECEĞİZ. 
- İSTANBUL'UN PAGAN GEÇMİŞİNE DE GİDECEK KUTSAL NOKTALARI ÖĞRENECEĞİZ. 
- ANADOLU'DA YAŞAYAN KELTLER'İN TORUNLARI BUGÜN İSTANBUL'DA NEREDE TOPLANIYOR?
- BEKTAŞİ-HURUFİ-RUFAİ-MELAMİ TARİKATLARI NASIL VE KİMLER TARAFINDAN KURULDU?
- GNOSTİK HRİSTİYANLAR VE GNOSTİK MÜSLÜMANLARIN KURDUĞU ÖRGÜTLER.
- GNOSTİK MÜSLÜMANLARIN DOKTRİNİ OLAN İHVAN- SAFA AKIMININ GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU.
- İSMAİLİ DAİLERİN TÜRKİYE FAALİYETLERİ.

BAMBAŞKA BİR MACERAYA HAZIR OLUN. PEK YAKINDA...

Gelişmeleri sosyal medya üzerinden takip edebilirsiniz.

İSTANBUL'DA MİSTİK BİR MACERA FACEBOOK GRUP: 
https://www.facebook.com/groups/1089491867849313/

MİSTİK MACERAYA KONU OLAN BAZI BAŞLIKLAR


ATATÜRK CROWLEY'İN TÜRKİYE GÜNLÜĞÜ
- Dünyaca ünlü okültist Aleister Crowley'in oğlu olan Atatürk Crowley Türkiye'ye ne zaman geldi?
- Türkiye'de bir dönem boyunca hangi okulda öğrenim gördü.
- Türkiye'de kimlerle görüştü?
- İstanbul'da hangi evde yaşadı?
- Babası ona neden 'ATATÜRK' ismini verdi? 



MİMAR SİNAN'IN KAFATASI NEREDE?

- 1935 Yılında çıkarılan kafatası neden yerine konmadı. Kimler engel oldu?
- Kafatasını kimler nerede muhafaza etti?
- 2017 yılında kafatası nerede bulunuyor?
- 9 Nisan 2016'da dönemin başbakanı AHMET DAVUTOĞLU kafatasının bulunacağına dair söz vermişti.
- Davutoğlu araştırma yaptırırken hangi engelle karşılaştı?
- Her şeyden önemlisi Mimar Sinan'ın kafatasını ÖZEL yapan şey neydi?






SÜLEYMAN MABEDİNİN SÜTUNLARI HANGİ TEKKEDE?

Yahudiler'e göre Süleyman Mabedi'nin girişinde olduğuna inanılan kutsal Jakin-Boaz sütunları tüm Yahudi kaynaklarında ve Mason tapınaklarında bulunuyor.

- İstanbul'da bir tekkenin bahçesine bu sütunları neden dikmişler? 
- Kimler dikmiş? 
- Sonrasında bu sütunları kim kırdırmış?




TEKKEYİ KAPATIP MEYHANEYE GİDEN ŞEYH
- Büyük dedesi ünlü bir batıni tarikatın şeyhi idi. 
- Babasının öldüğü gün tekkeye kilidi vurdu.
- "Meyhaneye içmeye gidiyorum." Dedi. 
- Yıllarca GALATASARAY'da top koşturdu. Bu adam kimdi? 
- Bugün hangi ünlü MUSEVİ işadamının karısının dedesidir. 
- İkibin yıldır saklı kalan mistik taşları oğlu nasıl buldu? Hayatı nasıl değişti?





 ORTODOKS-RUFAİ ŞEYHİ GÜRCİYEV NEREDE YAŞADI?

İşgal yıllarında Rusya'dan İstanbul'a  gelerek RIZA NUR dahil dönemin pek çok önemli şahsiyetinin intisap ettiği ORTODOKS-RUFAİ şeyhi olarak ün yapan Georgi Gurdjieff (Gürciyev);

- Hangi evde yaşadı? 
- Hangi örgütlerle nerede toplantılar yaptı? 
- Gnostik ayinleri nerede düzenledi? 
- Gürciyev'in müridleri kimlerdi?
- İstanbul'da bugün kimler onun açtığı yoldan gidiyor?
- Yıllar sonra dünyaca ünlü bir korku filmi yönetmeni çektiği filmde Gürciyev'in hâlâ yaşadığını imâ etti.



HİTLER'İ 'HİTLER' YAPAN ADAMIN TÜRKİYE MACERALARI
- THULE örgütünü kuran ve HİTLER'i Alman Nasyonel Sosyalist İşçi Partisi'nin başına getiren Alman Asıllı TÜRK VATANDAŞI RUDOLF VON SEBOTTENDORF Türkiye'de nerede yaşadı?
- SEBOTTENDORF nerede ve kimden Türkçe ve Kur'an eğitimi aldı? Nasıl Bektaşi oldu?
- Nazi Ordusu'ndaTÜRKİSTAN ALAYLARI'nın kurulmasını sağlayan ENVER PAŞA'nın kardeşi NURİ KİLLİGİL ile nasıl tanıştı?
- Ünlü araştırmacı HALİD ÖZKUL'un dayısı iş adamı REMZİ DENKER ile ilişkisi neydi?
- SEBOTTENDORF hangi ünlü işadamının dedesi ile TÜRK-CERMEN BİRLİĞİ adlı tarikatı kurdu?




İÇİNDE HALA PERS KANI BULUNAN YILANLI SÜTUNUN SIRRI
Yunan şehir devletlerinin birleşerek PERS ordusunu mağlup ettikten sonra 3 başlı olarak yaptırılan ve içine Pers askerlerinin kanı doldurulan YILANLI SÜTUN'un, başlarından bir tanesi Arkeoloji Müzesi'nde, İKİ YILAN BAŞI KAYIP. (Günümüzde Sultanahmet Meydanı'nında bulunan Yılanlı Sütun başsız bulunuyor. Heykel Yunanistan-Delfi'deki Apollon Tapınağı'nda bulunuyordu. İstanbul Roma Başkenti olunca heykel At Meydanı'na kondu. Tüm Osmanlı minyatürlerinde Yılanlı Sütun üç başlı olarak resmedilmiş.)

- Sütundaki yılan kafaları, ne zaman kimler tarafından çalındı? 
- Nerede muhafaza ediliyor? 
- Kimler Ne için kullanıyor? 
- PAGANLARIN yılan başı ile ne işi olabilir?






KEMÂL KAPLAN
14 Temmuz 2016

Uzun yıllar boyunca sadece bir kez gittiğim ünlü Bülbüldere Mezarlığı'na geçenlerde bir kez daha gitmeyi planlamıştım. Bu defa yanıma duayen gazeteci sevgili dostum; BÜLENT KAVUK'u da almayı kafama koymuştum.

Üsküdar'da buluştuğumuzda henüz bundan haberi yoktu. "Çay-kahve, sohbet şahane" derken, yaklaşık yarım kilometre uzağımızdaki mezarlıktan söz etmeye başladım.
Konuya matuf mezarlığa kimlerin gömüldüğünü biliyor olmasına rağmen, bugüne kadar gitmeye gerek duymamıştı.

Mezar taşlarının mimarisinden söz edip, biraz daha ballandırınca, ikna oldu. Selman-ı Pak Caddesi'nden seğirttiğinizde, yokuşun orta yerinde, Selanikliler Sokağı'nın girişinde mezarlık bizi bekliyordu.

İlk gittiğimden bu yana neredeyse 20 yıl oluyordu. Zihnimde kalanlarla, bugünü karşılaştırmaya yeterli veri olmadığını fark edince, yeni geliyormuş psikolojisiyle daha rahat hissettim kendimi.
Malum mezarlık, bilindiği gibi Sabetayistler'in büyük çoğunlukta olduğu bir kabristan.
Bu mezarlıkla ve mezar taşlarıyla ilgili bugüne kadar bilen de, bilmeyen de, çeşitli iddialar ortaya attı. Mezarlığın sabetayistlere ait olduğu elbette doğru. Lakin mezarların büyük çoğunluğu üzerindeki iddialar bana göre spekülatif.

Neden mi?

Bülbülderesi'ndeki mezarlar ile Müslüman mezarları karşılaştırılıyor. Müslüman mezarlarının sade ve gösterişsiz olduğu, oysa Bülbülderesi'ndekilerin gösterişli ve pahalı oldukları söyleniyor.
Böyle bir tez ortaya koyanlar sanırım hiç Osmanlı mezarlığına gitmemişler.
Muazzam taş işçiliği, lahit mezarlar, mezar taşlarındaki şaheserlerle Osmanlı mezarlıkları birer sanat eseri tarlası.

Bülbülderesi de, bundan farklı değil. Osmanlı mezar mimarisinin biraz farklılaşmış halini görmeniz mümkün. Her mezar birer sanat eseri.

Sabetayistler'in Yahudi olarak nitelendirilmesi ve bu mezarlara buna göre anlam verilmesi de, ayrı bir talihsizlik. Çünkü Sabetayistler, Yahudiler tarafından dışlanmış bir topluluktur. Gelenekleri ve din algıları Yahudilerden çok farklıdır. Yahudiler'in yas tuttuğu günlerde onlar bayram yapar. Dini gün ve bayramları, Sabetay Sevi'nin yaşadığı olaylara göre şekillenir.

İnsanları din veya millet olarak değil de, ahlak ve vatanseverlikleriyle değerlendirmek bana daha uygun gibi geliyor. Rum, Ermeni, Yahudi veya Sabetayist veya Türk veya Kürt kim olursa olsun, münferit veya organize, vatana ihanet ediyorsa, biri diğerinden daha fazla zararlı olamaz.

BİR SABETAYİSTİN KABRİSTAN ZİYARETİ

Mezarlığın derinliklerine doğru ilerliyoruz. Yazın kavurucu sıcaklığından çok uzakta, mezarlıktan daha yaşlı ağaçların gölgesi altında, gözümüz bir kabristanın kenarına oturmuş kırklı yaşlarda bir kadına ilişiyor. Kadın gözlerindeki yaşları mezar taşına siliyor. Yerden aldığı toprağı kabre doğru üflüyor, bir taraftan da, kabrin baş ucunda bulunan cep telefonundan Kur'an sesleri geliyordu.

Alışılmışın çok dışında bir kabir ziyareti gözlerimizin önünde cereyan ediyordu.

Kadının rahatsız olacağı kaygısıyla, mezarlık yokuşunu tırmanmaya devam ettik.

İMAM İLE KIBLE KRİZİ

Dar bir yolu süpüren görevliye selam verip, Hasan Tahsin için dikilen anıtın yerini sorduk. Sonra sohbet başladı. Mezarlığın bakımından, mezar taşlarının kıble yönünde olmamasına kadar bir çok konuda, bir sürü mevzu anlattı bize.

Mezarlığın büyük kısmında, bir kabir içinde birden fazla mevta yatıyor. Çeşitli zamanlarda, aynı aileden kişiler, üst üste gömülmüşler. mezarlar ilk yapıldığında, mezartaşları dikilirken kıble esas alınmamış. Mezarlığın tamamı böyle. İlk gömülenler ne şekilde gömülmüş bilemiyoruz. Lakin günümüzde, eski mezarın içine yeni biri gömüleceği zaman, mezar açılıyor. Defin işlemini gerçekleştirecek kimseler, mevtanın baş kısmı mezartaşının olduğu kısma getirince, imam itiraz ediyor. Çünkü mezartaşı kıbleye bakmıyor. İmamın müdahalesiyle mevta kıbleye doğru, mezartaşına ayakları gelecek şekilde gömülüyor. İmam gidince mezar açılıp, mevta tekrar baş, mezartaşına gelecek şekle getiriliyor mu, bilmiyorum.


Yapımında Selanikliler'in de yardımda bulunduğu FEVZİYE HATUN CAMİİ

FEV(Y)ZİYE CAMİİ, FEYZİYE MEKTEBİ VE SELANİKLİLER

Bülbüldere Mezarlığı, Selman-ı Pak Caddesi ile Selanikliler Sokağının kesiştiği yerde başlıyor. Sokağın adı 'Selanikliler'. Mübadele ile gelen Selanikliler'in yoğunlukta yaşadığı bir bölge imiş burası. Şimdiki popülasyon değişmiş bilgim yok.

Mezarlıktan önce sokağın girişinde bir cami var. Mezarlığa gömülecek bazı cenazeler, taht misali musalla taşında bu caminin avlusunda duruyor, bir namazlık süre boyunca. Caminin ismi 'Fevziye Hatun Camii'

İsmi görünce, "Burası da Sabetayist camisi mi?" diye sorası geliyor insanın. Biraz araştırınca, cami arazisini Fevziye isminde bir hanımın bağışladığını öğreniyoruz. Caminin yapımı için Selanikli ahaliden yardım toplanmış.

Bu isim neden Sabetayistleri andırıyor. Çünkü meşhur'Feyziye Mektebleri'nin kurucuları Sabetayist. 'Fevziye' adı bazı kaynaklarda 'v' bazılarında 'y' ile geçiyor.

Feyziye Mektebi ilk Selanik'te kuruluyor. Balkan Harbi'ne kadar her şey yolunda giderken, Yunan işgali, okul yöneticilerinin İstanbul'a gelmesine sebep oluyor. okul aynı isimle önce Beyazıt'ta, bina yetersiz kalınca da, Nişantaşı'nda bir konak kiralanarak oraya naklediliyor.

Okul daha sonra Işık Lisesi adını alıyor. Feyziye'den Işık'a geçerken, Atatürk'ün onayı da alınmış. Okulun web sitesinde öyle yazıyor.

Okul 'Feyziye Mektepleri Vakfı' adı altında vakıf idaresinde ve Işık Üniveristesi de bu vakıf tarafından kurulmuş.

ATATÜRK'ÜN ÖĞRETMENİ ŞEMSİ EFENDİ

Şemsi Efendi Atatürk'ün ilkokula gittiği okulun adı olmakla birlikte, okulun kurucusunun adını taşıyor. Eğitimci Şemsi Efendi'yi özel kılan şey, eğitim de yenilikler uygulaması. Aynı zamanda Atatürk'ün de öğretmeni olduğu var sayılıyor.

Şemsi Efendi birden fazla okul kuruyor ve hiçbiri uzun soluklu olmuyor. Feyziye Mektebi, Şemsi Efendi'den aldığı ilhamla kuruluyor. Şemsi Efendi'nin Sabetayist olduğu söylense de, asıl adının Şimon Zvi olduğunun iddia edilmesi, İnsanı ikileme düşürmüyor değil. Zira Sabetayistler Türk ismi kullanırlar. Şemsi Efendi'nin gerçek ismi Şimon Zvi ise, o Sabetayist değil Yahudi olabilir.

Şemsi Efendi Selanik'teki Feyziye Mektebi'nde de görev yapıyor. Abdülhamid ve Mehmet Reşad'dan 'Mecdiye' ve 'Maarif' nişanları alıyor. Selanik'in Yunan işgalinden sonra İstanbul'a geliyor. Göçmen öğretmenler yarı maaşlı taşra okullarında görev yaparken, o İstanbul'da Maarif Müfettişi olarak görevlendiriliyor. 
Eyüp'te ikamet ediyor. 1917 yılında öldüğünde Bülbüldere Mezarlığı'na defnediliyor. Eyüp nere? Üsküdar nere?...

Mezarlığı dolaşırken Şemsi Efendi'nin mezarını görmemek mümkün değil. Mermer kapaklı mezarında iki mezar taşı var. Biri Arap harfleriyle ve yazılar epey silinmiş. Diğeri sonradan dikildiği anlaşılan Latin harfleriyle yazılmış ve üzerinde fotoğrafı mevcut.


Atatürk'ün öğretmeni Şemsi Efendi'nin kabri.


SABETAYİZM İHANET ÇEMBERİ Mİ?

Sabetay Sevi inananları  ile 'Müslüman olduk' dedikten sonra, Museviliği de çarpıtarak yaşadıkları söyleniyor. Gerek Osmanlı'da, gerekse Türkiye Cumhuriyetinde 'Müslüman' muamelesi gördüler. Her iki ekalliyete de mensup olmadıkları söylenen bu topluluğun aslında ne olduğu tam olarak biliniyor sayılmaz. Kapalı bir topluluğun, inancını kendi içinde yaşayan insanlar hakkında hâl böyle olunca, komplo teorilerinin üretilmesi kaçınılmaz.

Laik cumhuriyetin faşizan tutumları karşısında, Sabetayistlerin inançlarını kolayca yaşadıkları için Osmanlı'yı savundukları söylenir. İslamcılar yerine, Sabetayistlere karşı olan güruhun, daha çok Kemalistler olduğu da dile getirilmektedir. Cumhuriyetle birlikte Sabetayistler'in milliyetçi kimlikle karşımıza çıkması da var olma mücadelesinin bir refleksi olsa gerek.

1950'li yıllara kadar içe kapalı bir yaşam tarzı sergrileyen Sabeteyistler, DP hükümetinde kendilerine fazlasıyla yer bulmuşlar ve cemaat dışı evlilikler büyük bir hızla yayılmaya başlamıştır.

Ülkemizde genel kanı Sabetayistler'in Yahudi ve Mason işbirlikçisi olduğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milleti aleyhine faaliyetler sürdürdüğü yönünde. Irkı ve inancı ne olursa olsun. Haini durduracak sadece vatan sevgisi ve yüksek ahlak olduğu kanısındayım. Sabetayizmin genel öğretisinde, 'vatana ihanet' olduğunu doğrusu düşünmüyorum.

Lakin şu gerçeği ilave etme gereğini fazlasıyla duyuyorum: Bazı İslami tarikat ve düşünce akımlarının içinde Sabetayist, Yahudi ve Hristiyan unsurların olduğunu unutmamak gerekiyor. Özellikle ülkemizde 'Batıni' olarak adlandırılan mezheplerin bir kısmında bu yapılanmalar mevcut.

KÜLLERİ TEKKEYE GÖMÜLEN ADAM

Bülbülderesi'nden birkaç yüz metre ileride de, en az bu mezarlık kadar spekülasyona sebep olan ÖZBEKLER TEKKESİ yer alıyor. Amacımız mezarlıktan sonra tekkeyi tetkike gitmek olmakla beraber, yorgunluğumuz oraya gitmemize mani oldu. Yoksa yazının devam eden satırlarını tekkeye ayıracaktım. Olmadı...

Cesedi  ABD'de yakılarak, kör bir imam nezaretinde Özbekler Tekkesi'ne gömülen şeyh torununun hikayesi de bir başka makaleye kaldı.


Mezartaşındaki iki birleşen el, kaynaklarda mason biraderlerin kardeşliğini temsil ediyor.
İlginç mezarlardan biri.
Mükemmel taş işçiliği örneklerinden biri.
Ünlü İpekçi ailesi de bu kabristan da bulunuyor. 
Mezartaşında masonik pergel ve açı simgesi

.

Bir aile kabristanı. Lakin ortada tek bir kabir görünüyor. Bunun altında bir oda mı var. Yoksa aile fertleri tek bir çukura mı gömülmüş meçhul.



Kabrin alt kısmında bir makina resmi var. Sanırım burada yatanın mesleğini yansıtmak için kullanılmış.


İzmir işgalinde Yunan askerine ilk kurşun atan gazeteci Hasan Tahsin'in mezarlıkta bulunan anıtı. Yunan'a canı pahasına kurşun sıkan Sabetayist Hasan Tahsin'in hain olduğunu iddia edebilir miyiz?



Mezartaşındaki şimşek ve telgraf telleri mevtanın mesleğini belirtiyor.



Eski mezartaşlarındaki kitabeler 'zair' (ziyaretçi) olarak başlıyor. Birçok mezartaşında fotoğraf mevcut.
Yukarıda başörtülü bir Sabetayiste ait mezar.











































































Avrupa'da 1618-1648 yılları arasında 30 yıl süren mezhep savaşları sonrasında 20 milyondan fazla protestan öldürülür. Vestfelya Anlaşması'yla Avrupa rahat bir nefes almaya başlarken, sekülerizm ilk tohumlarını atarak, Vatikan'a karşı yeraltında bir savaş başlatılır.
O tarihlerde İtalya'da Vatikan aleyhinde mektuplar elden ele dolaşır. Bu yazılarda Vatikan'ın halkı kandırdığı ve sömürdüğünden söz edilir, mektupların altındaki imza ilginçtir: "BİR TÜRK CASUSU MAHMUT"  

Mektuplar Vatikan tarafından büyük tepkiyle karşılanır. Yazarın bulunması için çalışma başlatılır. Muhalif bir rahip olan Molinas tutuklanır ve öldürülür.

Fakat mektuplar bu defa Fransa'da ortaya çıkar. 1700'lü yılların başından itibaren ise İNGİLTERE'de. mektuplarda İngiliz parlamentosunda yaşanan tartışmalara bile yer verilir. Bu mektupları kimin yazdığı merak konusu olmasına rağmen müsebbisi ortaya çıkmaz. Cezalandırılması içten bile değildir. Yazar Osmanlı İmparatorluğu'na da aynı imzayla mektuplar gönderir. İngilitere'de ve Avrupa'da yaşanan haksızlıkları bir bir anlatarak, Osmanlı'nın Avrupa politikasında dikkate alacağı hususlardan haber verir.

2007 yılında İngilizler DANIEL DEFOE'nun tüm eserlerini topluca yayınlayınca gerçek ortaya çıkar. Dafoe'nun eserlerinin 6. cildini bu mektuplar oluşturur.
Çok daha ilginci DEFOE'nun dedeleri Osmanlı toprağı olan ROMANYA'da yaşamıştır. Osmanlı tarafından sürgün edilen bir ailenin üyesidir Defoe. Osmanlı' da bu "Def-i Husumet" diye adlandırılır. Yazarın soyadı da "DEF ETMEK" kökünden gelir.

DEFOE'nun ailesi dört kuşaklık zamandan sonra bile Osmanlıca konuşmayı bırakmaz ve DANIEL'e Osmanlıca öğretir. Defoe da Gnostik Hıristiyan ve okültistir.




Roma'yı yağmalayan Bugünkü İrlanda ve İskoçyalılar'ın ataları olan KELTLER'in kralı KRAL OFFA, MS 7. Yüzyıl'da döktürdüğü sikkenin üzerinde "LAİLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RESULALLAH" yazıyordu.


İlk İngiltere kralı Offa'nın bastırdığı sikke

Pagan olan KETLER'in tek tanrı arayışında başlangıçta Hristiyanların Tanrı-İsa-Kutsal ruh üçlemesi tatmin etmemişti. Müslüman misyonerlerden Kelime-i Şehadet'in sırrını (yani tek tanrı, tek ilah) öğrenince onlara bu inanç daha tutarlı geldi.

Britanya Adası'nda birliği sağlayarak ilk İNGİLTERE KRALI ünvanı alan,  Kelt asıllı kral OFFA bu inancı paralara kazımakta behis görmemişti. Nitekim 6 asır sonra KELT soyundan gelen İngiltere Kralı I. John da, papa tarafından aforoz edilince MÜSLÜMAN olmak için Endülüs hükümdarı Nasır'a heyet gönderecek, Nasır bunun samimi olmadığını düşününce TÜM İNGİLTERE'NİN İSLAMİYETE geçişi mümkün olmayacaktı.

Daha da enteresanı M.Ö. 700'lü yıllarda Anadolu'ya gelen ve orada bir medeniyet kuran KELT kabileleri geldikleri GALLER'deki başkentlerinin adı TURKIJE* idi. (Türkiye okunur) Henüz Anadolu ismi telaffuz edilmezken, KELTLER yaşadıkları doğu Ege ve Orta Anadolu'yu kapsayan bölgeye GALATEA adını verdiler. (Zaman içinde GALATYA olarak anılmaya başladı. Romalılar Keltlere; “Galli” diyorlardır.

İstanbul'un fethine kadar Roma içinde GALATALILAR varlıklarını sürdürdüler. Bir kısmı Konstantinopolis'a gelip, bugünkü Galata semtine yerleşti.
İncil'de Aziz Pavlus'un Galatyalılara yazdığı mektuptan da söz edilir.

TAPINAK ŞOVALYESİ MÜSLÜMAN OLUYOR

I. John'un Endülüs'e gönderdiği 3 kişilik heyetten biri geri dönmeyerek müslüman olur. Kendisi aynı zamanda tapınak şovalyesi olan bu zad, bir süre sonra da Selahaddin Eyyubi'nin torunuyla evlenir. Bu kişi gizli bir şovalye örgütü kurmuştur. İhvan-ı Safa (İhvan-üs Safa/Halis Kardeşler) bir düşünce akımı olmakla beraber, buna bağlı bir kol olan DAİ'lik teşkilatı günümüze kadar faaliyet göstermiştir. Gaziantep ve Kilis yöresinde DAİ soyadını kullananlar mevcut. İslamı yaymakla görevli Müslüman Misyonerlerdir ve batınidirler. 

II. Abdulhamid'in Büyük Britanya Şeyhülislamı ilan ettiği Abdullah Quilliam 
Kelt soyundan geliyordu.
 ATATÜRK CROWLEY KİMDİR?

19. Yüzyıl'da doğan ve İngiltere'de ilk cami ve İslam merkezini açan Abdullah Quilliam (1856-1932)
Kelt'dir. Quilliam müslüman olduktan sonra İslamiyete yaptığı hizmetlerden dolayı, 1893 yılında II. Abdülhamid tarafından Britanya Adaları ŞEYHÜLİSMAN'ı olarak görevlendirilmiştir.
Quilliam okültist ve ezoterik bilimlere meraklıdır. Çok yakın arkadaşı Aleister Crowley ise 33. dereceden mason ve Altın Şafak Hermetik Cemiyeti adlı gizli teşkilatın kurucusudur. Abdulhamid Han tüm bu bilgilere sahip olmasına rağmen, Quilliam'ı siyaseten Şeyhülislam yapmış; dünya üzerindeki gelişmelere bakıldığında Abdulhamid'in siyasi zekası bir kez daha bu olayda zuhur etmiştir.

Quilliam yaşamı boyunca İngiltere'de 600 den fazla insanın Müslüman olmasını sağlamış. Küçük oğlu Ahmed Galatasaray Lisesi'nde yatılı okumuştur.

Quilliam'ın yakın arkaşı Aleister Crowley, "batıya doğu mistizmini tanıtmıştır.
 “Dünyanın En Kötü Üne Sahip Adamı” “Yaşamış En Gizemli Adam” ve “The Beast 666” olarak ün salmış  Crowley de KETL'dir.

Aleister Crowley 1937 yılında doğan oğlunun adını, ATATÜRK koymuştur: ATATÜRK ALEİSTER CROWLEY.

Aleister Crowley mistik, okülltist ve gnostik bir KELT'tir.
Atatürk Crowley

SARI SAÇLI MAVİ GÖZLÜ ADAM İNGİLTERE TAHTINA NASIL GÖZ DİKTİ? -ATATÜRK CROWLEY HAKKINDA HİÇBİR YERDE YAYINLANMAMIŞ BİLGİLER VE FOTOĞRAFLAR: 
ATATÜRK CROWLEY KİMDİR? | KAOSTA KAPIŞMA

Baba Crowley, THELEMA adlı bir öğretinin kurucusudur. Crowley'e Aiwass adında bir varlık tarafindan yazdırıldığı söylenen  "Liber AL vel Legis" adlı kitap Thelema'nın kutsal kitabı niteliğindedir.
Thelema’ya MAJI(2) hakimdir. Maji büyüden farklı olarak dünyevi arzular için kullanılmaz. İnsanı ruhsal olarak geliştiren ve tanrıya yaklaştıran ilimdir.

Atatürk Crowley babası gibi depdebe yerine, daha mütevazı bir hayat sürmüştür. Atatürk babasının izinden giderek Maji ile ilgilenmiş, babası gibi defalarca Türkiye'yi ziyaret etmiştir.


 BESMELE YAZILI HAÇ

Kelt Kralı Offa'nın bastırdığı ve üzerinde Kelime-i Tevhid yazılı altın sikkeden başka, bir de üzerinde BESMELE yazılı KELT HAÇI bulunuyor.
Para ve Haç'dan 19. yüzyıla kadar çok az kimsenin haberi olmuş. 1875 yılında Philippe Gardner adlı bir antikacı KELT HAÇI'nı sergilenmek üzere British Museum'a veriyor.

Haç mücevherlerden oluşuyor. Ve tam orta yerinde BİSMİLLAHİRRAHMANİRAHİM yazılı. Haç müzenin, takı ve mücevherler bölümüne kaydediliyor. Ancak İngilizler haçı SERGİLEMİYOR. Haç halen British Museum'da bulunmakta.

1965'li yıllara kadar Keltler'in ayin yaptığı Yerebatan Sarnıcı.

YEREBATAN SARNICI'NDA KELT AYİNİ

Sultanahmet'teki Yerebatan Sarnıcı'nda iskele üzerinde yürüyüp, sarnıcın dip tarafında doğru gidince, bir sütuna kaide olarak yerleştirilen ters bir MEDUSA başı bulunuyor.
Sarnıcın eskiden bu bölümü kapalı idi. 90'larda açıldı.
Bu Medusa başının ters konmasının özel bir sebebi var. Romalılar burana gizemli ve karanlık güçlerin bulunduğuna inanmışlar bu nedenle Medusa başını ters koymuşlar. Medusa'ya dokunulduğunda titreştiği söyleniyor.

Şimdi sıkı durun.

Kelt rahipleri yani Druidler her yıl Yerebatan Sarnıcı'na gelerek, burada ayin düzenlemişler. 1965'li yıllara kadar bu sürmüş. 3 gün arka arkaya süren ayinler sarnıcın o kısmı kapalı olduğu için kimse tarafından görülmemiş. Oraya nasıl girdiklerini ise Türkiye'deki İhvan-ı Safa mensuplarına sormak gerek.
Druidler için karanlık kutsaldır. Aydınlığın anası olarak kabul edilir. Bu ayinler Druidler için kutsal olan “Altındal” ile yapılır. Altındal; ökse otundan çıkarılan bir ağaç dalıdır.

KELTLER VE TÜRKİYE

Keltler'in Türkiye ile olan bağları 2 bin 700 yıl öncesine dayanıyor. Avrupa'dan Anadolu'ya gelen Keltler burada bir medeniyet kuruyor. Yukarıda kısaca söz etmiştik. Ve halen Kelt ırkından gelen insanlar yaşıyor Anadolu'da... (Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi arkeologları, Ankara'nın göç almamış köylerinde Keltler'in hala yaşadıklarını kanıtlamışlardır.)
Bugünkü Keltler (İrlanda, İskoçya, İngiltere), Protestan ve GNOSTİK(3) Hıristiyanlardır. Katoliklerin Teslis inancını reddederler. Bugün sayıları çok az olan ve Güneydoğu ile Suriye'de yaşayan Yezdaniler (Yezidiler) aynı inanca sahiptir.
Keltler zaman içinde Katoliklerle mücadele etmek amacıyla çeşitli tarikatlar ve örgütler kurmuşlardır. Bunlardan biri de meşhur GÜL VE HAÇ örgütüdür.

İhvan-ı Safa akımı etrafında toplanan İsmaililer, Hurifiler, Melamiler, Rufailer, vs. de GNOSTİK MÜSLÜMANLARDIR. Bunlar Sünni inancın aksine, Batıni yani inançlarını içte yaşamayı savunurlar. Kur'an ayetlerinin bir zahiri, bir de batıni anlamı olduğuna inanırlar. Klasik İslam öğretisinin sıradan insanlar için olduğunu, batıniliğin daha yüksek bir anlayışa sahip olduğunu kabul ederler.

İslamiyet'in Anadolu'ya yayılmasından sonra burada kalan bazı KELTLER, müslüman oluyor. Fakat bunların batıni olduğu söyleniyor. Keltler'in kurduğu CABİRİLİK(4) bugüne kadar tüm gnostik/okültis/ezoterik örgütlerin ana ekseninde bulunuyor. Cabiriler Yahudilerle ve Vatikan ile en çok mücadele etmiş bir teşkilat.

Kafalar iyice karıştı değil mi?

Benimde...

Keltler'in, İslam'la ilişkisi 1400 yıldır mevcut. Bunların içinde Müslüman olanlar da var. Hristiyan Keltler ise Protestandır.
Anadolu'daki Keltler ile Avrupa'da yaşayan Keltler birleşerek, MÖ 387'de Roma İmparatorluğu'nu ağır bir yenilgiye uğrattılar. Roma'ya giren Keltler şehri yağmalayıp, sonra çekildiler.
Ankara'da ilk yerleşim kuran Keltler'dir. Bugünkü Ankara isminin türetildiği Ankyra kelimesinin “durduran” anlamında Galatlar/Keltler tarafından verildiği söylenir.

Keltler ile Türkler'in o günlerden bugüne ilişkisi sürmüştür.

Durum biraz karışık olmakla beraber; İslam gnostikleriyle, Hristiyan gnostiklerinin kurdukları teşkilatlar, her dönem ilişki içinde olmuş, bunlara mason locaları ve sabeteyistler olarak bilinen Avdetiler de dahildir.

Gül ve Haç Kardeşliği ile İhvan-ı Safa'nın, Tapınakçılar ile Manevi Cihazlanma Derneği'nin ilişkileri her zaman iç içedir.

Gül ve Haç Örgütü bir zamanlar büyük toplantılarını İzmir ve İstanbul'da (Teşvikiye İzmir Palas Apartmanı) yapmıştır. Hatta uzun bir süre İstanbul onlara başkentlik de yaptı.

Not: Bu yazı merhum araştırmacı-yazar AYTUNÇ ALTINDAL'ın yaptığı araştırmalardan faydalanılarak yazılmıştır. 

(1)Britanica'nın İrlanda için hazırlanan ciltlerinde mevcut. Bilgiler İrlanda Devlet Arşivlerinden alınmış.

(2) Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz  dünyaca ünlü araştırmacı-yazar AYTUNÇ ALTINDAL'ın, MAJI konusunda önemli çalışmaları bulunmaktadır. Altındal da batıni ve Gnostik müslümandır.
 
(3)Gnostisizm; Antik Mısır ezoterizmini, Antik Yunan ezoterizmini (Platon, Pisagor), İbrani geleneklerini, Zerdüştçülüğü, bazı Doğu geleneklerini ve dinlerini, Hıristiyanlığı eklektik bir tutumla sentezleyen, birçok tarikâtın benimsediği mistik felsefeye verilen genel addır.

(4)Helen, Yahudi, Roma, Antik Mısır, Sümer, Babil, Hint ve Çin 'Geleneklerinden' fuzyon yoluyla taşınmış ögeler vardı. Ancak en güçlü etki Anadolu ve Orta Doğu coğrafyasından gelmişti. Baküs, Ceres, Cybele ve Eleusis, Samothrace kültürlerindeki okültik, hermetik, ezoterik, alşimist uygulamalar bir sentez halinde belirli bir tarikat/örgüt tarafından günümüze kadar intikal ettirilmişti. Bu gizli tarikat 'Cabiriler' adıyla tanınmıştı.
1888 yılında bu kültürün tapınağına ve tanrılarının izine ulaşılabildi. Thebes'de yapılan kazılarda Cabiri kültürünün tanrılarından biri olan ve Heredot tarafından 'En Güçlü Büyücü' diye tanımlanan Caberios'un heykeli bulunmuştur. Gizli Geleneğin, Yahudi Kabalizmi dahil her yönüyle uğraşan ve sadece soyluların, zenginlerin ve bilim adamlarının üye olabildikleri ilk 'Açık' Gnostik-Hıristiyan tarikat ve locaları 1767'den itibaren peş peşe açılmaya başlandı. Bunlar tamamen Cabiri Geleneğine uygun, en eski kültür ve kült uygulamalarının taşıyıcıları oldukları bilinen özel örgütlerdi.



KEMÂL KAPLAN
18 Kasım 2013

17 kasım gecesi hayatını kaybeden Aytunç Altındal, Türkiye'nin hatta dünyanın, alanında en önemli ismiydi. Melami eğitimi alan Altındal kendi deyimiyle Havass'tan(*) (çift 't' ile) idi 70'li yıllarda Cağaloğlu'nda kurduğu yayınevinin adını da “Havass” koymuştu.

Mayalar, İnkalar, piramitler, eski medeniyetler derken, gizli örgütler ve okültizme merak salmıştım. 15-16 yaşlarındaydım. Kardeşim ve arkadaşım Mehmet ile kütüphane ve sahaflar çarşısının yolunu çok arşınlamıştık. Aytunç Altındal'ın kitaplarıyla o yıllarda tanıştım. Hatta bir keresinde Türk Ocağı'ndaki sohbetine katılmıştım.

Ergenlik ilerledikçe ilgi alanları değişiyor....

Gazeteciliğe başladıktan sonra, Aytunç Altındal'la tanışma fırsatı bulmuş, onun ekseninde olduğu birkaç habere imza atmıştım.

Üyesi olduğu oluşum sayesinde, dünyada sayılı insana nasip olan uluslararası bağlantılara sahipti. 'Komplo teorisyeni' olarak ün yapsa da, o bunun öyle olmadığını biliyordu.

En büyük komplo; herkesi ortada bir komplo olmadığına inandırmaktır” Felsefesini iyi bildiğinden, analizlerine yaklaşımın aynı zaviyeden geleceğinin farkındaydı. Doğru bildiği yoldan hiç şaşmadı-sapmadı.

Rahmetli olunca herkes arkasından iyi konuşur diyeceksiniz. Altındal için geçerli değil. Onun milletini ve vatanını nasıl sevdiğini ve olayları milli bir şuurla değerlendirdiğini birçoğu bilir.

Kanser olduğunu duyunca çok üzülmüştüm. Hastalığı üzerindeki şüpheler Altındal için sürpriz değildi. Yıllar önce bile öldürülme tehlikesi altında olduğunu söylemişti.

Hitler'in peşinde

1997 yılıydı. Bir Alman enstitüsünde tanıştığım eski bir nazi askerinin peşindeydim. Adamla tanışmıştım ama bir türlü ilişkimi ilerletemiyordum. Oldukça yaşlıydı. Adı: Reinhard.

Ondan edindiğim bilgilerle önemli haberler yapabilirdim. Günlük gazetelerde çalıştığım esnada, günlük düşünürdüm. Günlük haber yapma telaşı, bakış açımızı daraltırdı.

Reinhard'la olan irtibatı sağladıktan sonra, onunla görüşmelerim devam ederken, Aytunç Altındal'la aynı ip üzerinde yürüdüğümüzü fark ettim. Bir noktada, karşı karşıya geldik. İkimizde farklı yollardan aynı bilgiye ulaşmıştık. Onun yanında esamem bile okunmaz. Benim gibi sıradan bir muhabiri ezip geçmemesi, yüksek ahlâk ve dürüstlüğünün nişanesidir.

Oysa Hitler'le alakalı yaptığı araştırmada, bu bilgi can damarı olacaktı kitabının. Kullanmadı. İnsana ve emeğe olan saygısından...

Meslekte öyle öğrenmemiştik. 'Haber atlatma' diye bir şey vardı. Onun yerinde olsam aynı hassasiyeti gösteremeyeceğimi açık yüreklilikle söylemeyebilirim.

Altındal'ın davranışı öyle etkili oldu ki; yaşlı Naziye verdiğim sözün çok daha fazlasını yaptım. Reinhard, Kur'an a el basarak yemin ettirmişti bana. O ölene kadar verdiği bilgileri yayınlamayacaktım. 2002 yılında ölmesine rağmen, halen bilgileri kullanmış değilim.
Neden mi?
Bilmem.
Belki de henüz zamanı gelmediği için...

Cenazede bir garip adam

Rahmetliğe son görev için Karacaahmet Şakirin Camii'ne gidiyorum.Yoğun katılım var. Ancak on katı daha insan görmeyi ümid ediyordum.
Kalabalık arasında Erol Mütercimler'e (**) gözüm ilişti. Önce kılık ve kıyafeti dikkatimi çekti, sonra davranışları.

"Yahu cenazeye gidiyorsun. Milletin şusuyla, busuyla uğraşıyorsun" diyelibirsiniz haklı olarak...

Mütercimler'de bir tuhaflık vardı veya bana öyle geliyordu. Kalabalığın içinde değil, kenarda duruyordu. Kafasında epey geniş kenarlıklı deve tüyü renginde fötr şapka, aynı renkte pelerin görünümlü palto. İşin ilginci, kasım ayı olmasına rağmen 20 derece sıcak vardı, pastırma sıcakları...

Mütercimler bir musalla taşına rahmetlinin yanına, bir bulunduğu noktaya gidip geliyordu. Cenaze namazı için saf tutulmaya başlandığında arka tarafa gitti. Epey önde olduğum için takip edemedim. Safa katıldı mı, yani cenaze namazı kıldı mı bilemiyorum. Kıldıysa da, o geniş kenarlı şapkayla nasıl tekbir getirdi halen düşünüyorum.

Altındal'ın eski arkadaşlarından Abdurrahman Dilipak kısa bir konuşma yaptı. Altındal'ın vefatından hemen önce görüşmek için haber gönderdiğini, hastaneye gittiğinde ona;  Ben müslümanım, tekbirlerle gömülmek istiyorum”dediğini söyledi. Cemaate baktığınızda, Altındal'ı alkışlarla uğurlayacak topluluğun namevcut olduğunu zaten görebilirdiniz.

Neyse...

Altındal ile aynı anda iki cenaze daha vardı. Hepsinin cenaze namazını kıldık. Altındal omuzlarda, kabristanın içinde yürümeye başladık. Tekbirler eşliğinde, rahmetliye son vazifemizi yapmak üzere..

Karacaahmet İstanbul'un en eski mezarlıklarından biri. Mezarlıkta yer kalmadığı için, yanıbaşındaki arazi kabristan olarak hizmet vermeye başlamış. Yolumuz uzun...

Camiden beri Erol Mütercimler'e kafayı taktım ya; gözüm onda.

Tekbirlere iştirak ediyor. Zaman zaman aynı paralelde yürüyoruz. Göz göze geliyoruz.

Kalabalığın içinde eğreti duruyordu.

Altındal'ı omuzlamak için yoğun talep var. 10-15 metre boyunca bende üzerime düşeni yapıyorum.
Sonunda Altındal'ın defnedileceği kabrin başına geldik. Kabrin üç sıra arkasındayım. Yanıbaşımda Mütercimler, öylesine bir elektrik alıyorum ki; ruhen yaşadığı rahatsızlık bana da sirayet ediyor.
Yüzündeki her zamanki alaycı tebessümle, meraklı bakışları etrafta fink atıyor. Sanki birini arıyor. Ama diğer taraftan da gözüyle kabir temasını kaybetmiyor.

Ayetler okunuyor peş peşe, defin işlemi başlıyor.

Bizimki biraz daha yaklaşıyor. Meraklı gözleri şimdi bir noktaya kenetlenmiş.

Acaba daha önce hiç cenazeye katılmadı” diye geçiyor aklımdan.

Yıllar önce bir arkadaşımın 10 yaşındaki oğlunu toprağa vermiştik. 5-6 yaşlarında kardeşi vardı. Ağabeyi defnedilirken, mezarların arasında koşup oynuyordu. Mütercimler'e bakınca küçük çocuğu onda gördüm adeta.

Kabir kapatılmaya başladı. Kürek kürek toprak. Topraklar...

Mütercimler'den bana ulaşan tarifini yapamadığım enerjinin etkisi devam ediyordu. O da toprak katkısı yapmak üzere kabre yaklaştı. Birkaç kürek darbesinin ardından bir başkası kaptı küreği.

Kenara çekildi Mütercimler, seremoniyi tahkike devam etti.

Son toprak atılana kadar bekledi, bekledi.

Mevsimin en sıcak günlerinden biriydi. Arazi mezarlık için yeni tahsis edildiğinden ağaç yoktu. Üzerimdeki ceket bile fazla gelirken pelerininden Mütercimlerin rahatsız olmadığını gördükçe bana hafakanlar basıyordu. O son derece rahattı.

Sanki paralel bir boyutta, farklı iklim yaşar gibiydi.

Sanki, sanki... Kıyafeti, mimikleri ve yaydığı enerjiyle; sanki Erol Mütercimler, Aytunç Altındal'ın ölümünü tescile gelmiş ruhani bir görevli gibiydi.



AYTUNÇ ALTINDAL'IN MEZARI NEREDE?

17 Kasım 2018

Gerçek adının önce 'AYTUN' olduğunu söyleyen AYTUNÇ ALTINDAL bir mahkemede yaşadığı sorundan dolayı adının sonuna 'Ç' harfi eklettiğini söylemişti. Soyadını ise herkes ALTINDAL olarak biliyordu. Bir televizyon programında soyadının Kelt rahipleri DRUİDlerin ayin sırasında kullandıkları kutsal ALTINDAL'dan geldiğini söylemişti.

Altındal'ın mezarında 2016 yılına kadar mezar taşı bulunmuyordu. Eskiden Melâmi kabirlerinde mezartaşı bulunmadığını bildiğimden durumu yadırgamamıştım. Melâmi anlayışına göre; kabirlerin türbe ve ziyaretgâh olmalarını engellemek ve bu dünyadan tümüyle yok olmak için, mezarlarının bilinmesini istemezler. 

Mezar yerini bildiğimden arada rahmetliyi ziyarete gidiyordum. 2016 yılının bir kış günü, yolum Karacaahmet'e düşmüştü. Onun yanına uğramadan geçemezdim. Kabir başına geldiğimde, bir mezartaşı ve üzerindeki isimler dikkatimi çekti. AYTUNÇ olarak bildiğimiz ismi AYTUN, ALTINDAL olarak bildiğimiz soyadı ise ALTINDAĞ olarak yazılmıştı.

Mezarlık müdürlüğüne giderek durumu izah ettim. Melâmi olmasından mezar taşı istemeyebileceği, konunun aile ile görüşülüp görüşülmediğini sordum. 

Görevli defin defterini açarak rahmetlinin olduğu sayfayı açtı. Defterde isim ve soyisim mezar taşı ile aynıydı. Nüfus kaydında ne ise defterde onun yazacağını bir yanlışlık olmadığını söyleyen görevli, mezar taşlarının yapımının rutin bir şey olup aileye danışılmadığını söyledi.

2016 yılındaki paylaşımımdan ailenin haberi oldu ve durumu izah ettim. Lakin aradan geçen 2 yıl içinde Altındal'ın ailesi bir girişimde bulundu mu? İsim ve mezartaşı konusunda bir gelişme oldu mu tarafıma bildirilmediğinden bilemiyoum. (Ne yazık ki, iki yıldır rahmetliyi ziyarete gidemediğimden mezar taşındaki son durum nedir. Bunu da bizâtihî tespit edemedim.)

Kendi ifadelerinde adının OSMAN AYTUNÇ ALTINDAL olduğunu söyleyen, mezar taşında OSMAN AYTUN ALTINDAĞ yazan 20. yüzyılın en popüler GNOSTİK adamı, giderken arkasında cevaplanması gereken birçok sorunun yanında bir de isim muamması bıraktı.





18 Kasım 2018

Aytunç Altındal'ın kızı Emine Altındal babasının mezartaşında yazılan isimle ilgili bir açıklama gönderdi. Olayda kasıt olduğunu düşünen Emine Altındal, önemli bir iddiada bulunarak, cenaze dışında mezarlığa hiç gitmediğini sebebinin ise,  babasının o mezarda bulunduğuna inanmadığını söyledi. 

EMİNE ALTINDAL'IN AÇIKLAMASI 

Kemal bey, babamın ölüm yıldönümü ile ilgili yazdığınız makaleyi okudum. Orada bazı soru işaretleri var sanırım mezar taşıyla ilgili.  
Şu anda yasal bir süreçten geçtiğimizden ayrıntıları paylaşamıyorum maalesef, ancak orada o isim bilerek yanlış yazıldığı kanaatindeyim. 
Gerçek adı Osman Aytun(ç) Altındal’dır, bunda şüphe olmasın.
Ben açıkçası o kabristana cenazenin dışında bir daha gitmedim, çünkü bize gösterilen mezarlıkta yattığına nedense inanmıyorum ve boş veya tanımadığım birisinin mezarını babam niyetine ziyaret etmek içimden gelmiyor. 
Ancak inşallah yakında bu olaylar bir sonuca varacak ve o zaman kendisinin hak ettiği gibi bir mezarlık yaptırılabilecek sonuçlara göre.  

Sonuç ne olursa olsun, yazınız için teşekkür ederim.

Saygılarımla





* Havass: İlerlemiş, ileri kimseler. Bilginler. Milletine hizmet eden.

** “Ergenekon” adını medyaya ilk sızdıran(!) kişi. Ergenekon davası sanığı. Pek çoklarından farklı olarak tutuksuz yargılandı. 8 yıl ceza aldı. Eski TSK mensubu, akademisyen, stratejist, yazar vs.

DİKKAT: TÜM HAKLARI SAKLIDIR. Yazının ve fotoğrafların  izinsiz olarak BİR KISMI VEYA TAMAMININ her türlü ortamda kullanılması, 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri kanunu gereğince yasaktır. Sanal ortamda sadece link verilerek paylaşılabilir.