Articles by "Güven Erkaya"
Güven Erkaya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


KEMÂL KAPLAN
Şubat 2011

Geçmişte uzun dönem kullanılan bir deyim vardı. “Vehbi Koç kadar zengin miyim ki...” Türkiye’de zenginlik, fabrikatörlük akla gelince ilk isim Vehbi Koç idi. Sabancı ondan sonra gelirdi. Başkent olduktan sonraki ilk yıllarında, kasabadan şehre dönüşen Ankara’da, bakkal dükkanında başlamıştı Vehbi Koç’un ticari macerası... Eski bir televizyon programında o yılları şöyle anlatmıştı kendi şivesiyle: “Çok güçcüktüm o zaman, babamın bakkal dükkanında çıraklık yapardım. Yerleri süpürür, temizlik işlerine bakardım. Dükkanı yeni açmıştık. Birkaç tekerlek kaşar almış dolaba koymuştuk. Aradan biraz zaman geçmiş, kaşarlarda güçcük güçcük kurtlar peydah oldu. Babamla beraber kurtları temizlemek için peynirleri delik deşik etmiştik. Peynirleri satan tüccar durumu öğrenince bize çok güldü. Oysa o kurtlar peynirin yağı oluyormuş daha sonra öğrendik...”
Bakkal dükkanından, ülkenin en büyük sermaye grubu olan Koç Holding’i Vehbi Koç inşaa etmiş, yıllarca aldığı doğru kararlarla holdingi büyütmeye devam ettirmişti.

Uzun yıllar sonra yaşlanmış, sağlık sorunları baş göstermişti. Bayrağı devretme zamanı gelmişti. Oğlu Rahmi Koç göreve hazırdı. Holding yönetimi oğlana emanet edildi. Baba inzivaya çekildi.
Rahmi Koç, babasının aksine her zaman medya önünde olmuş, sosyete dünyasının aranan simaları arasında yer almıştı.

Rahmi Koç 90'lı yıllarda, Türkiye Aleyhinde yıkıcı faaliyetleriyle bilinen Fener Rum Patriği 
Bartholomeus'un elini öptüğünde büyük tartışmalar yaşanmıştı.


                                                                                                                                                                                    

90’lı yıllarda Rum Patrikhanesi’nin hamisi gibi davranmaya başlayan Rahmi Koç, Rum Patriği Bartalemeus’un elini öperken görüntülendiğinde ise kıyametler kopmuştu. Ticari başarılarından ziyade, siyasi çıkışlarıyla basında yer almaya başlayan Koç, özellikle sağ basının hedefi haline geldi.

2000’li yıllarda da holding yönetimini daha fazla devam ettirmek istemeyip, oğlu Mustafa’ya devrederek, tekneyle dünya turuna çıktı.

2005 yılında görüştüğüm ve Koç Holding’de önemli görevler üstlenmiş olan biri. Rahmi Koç’la ilgili şunları anlatmıştı: “Babası Vehbi Koç gibi, ticari bir zekâya sahip değildi. İlgi duyduğu alanlar, onun holdingde yanlış kararlar almasına neden oluyordu. En iyisini yaptı, Mustafa’ya devretti işi”

Rahmi Koç, özellikle değerli tablolar ve tarihi eserlere olan ilgisiyle de gündeme geliyor, Koç Holding çeşitli tarihi kazılara sponsor oluyordu.
Tuzla açıklarında bulunan adasını iddialara göre, tarihi eserlerle doldurmuştu. Koç sosyeteye bu adada görkemli davetler veriyordu.

Bir gazeteci arkadaşım, Rahmi Koç’un Tuzla açıklarında bulunan adasıyla ilgili haber yapmıştı.
Haberde, adada birçok tarihi eser saklandığı, Rahmi Koç’un ülkenin çeşitli yerlerindeki kazılarda bulunan bazı eserleri adasını süslemek için kullandığı iddia ediliyordu.

Strateji Dergisi'nde beraber çalıştığımız esnadaTuncay Güney bir gün, “Marmara Denizi’nde Rahmi Koç’un bir adası var. Bana onun fotoğrafları lazım” demişti.

"Hayırdır ne yapacaksın fotoğrafları."
"Lazım."
"İyi de..." "MİT istiyor." "Senden mi? "Evet." "Neden?"
"Nereden bileyim. Demek ki gerekiyor." 
"İyi de ülkenin koskoca istihbarat teşkilatı neden kendi halletmiyor? Veya bugüne kadar ellerinde yokmuy muş da şimdi istiyorlar?
"Kemâl hocam. Olmaz mı? Elbette vardır. Fakat son durum için yeniden istiyorlar. Kendileri
çekemez mi? Çekemezler... Herhangi bir görevli gitse ve yakalansa, kimliği açığa çıksa..."
"Ne olur?"
"Adanın üzerinden uçak veya helikopter bile uçuramıyorlar. Anlaşmaları varmış."
"Anlaşma mı? kiminle?"
 "Rahmi Koç ile..."
 "Nasıl bir anlaşma. Ada Türkiye sınırları içinde değil mi?"
"Bilemem. Adayı fotoğraflamak gerek."
"Kolay iş."
 "Kolay mı? Oooo Kemâl hocam, aştın kendini."
"Kolay derken gidip çekeceğiz manasında söylemedim. Çekilmişi var."
 "Neee gerçekten mi?"
"Evet."
 "Nerede? Kimde?"
  "Birkaç yüz dolara alırım fotoğrafları."
"Ok. Ne zaman alırsın."
"Ne zaman istersen."

Geçmişte aynı gazetede çalıştığımız, “Koç Adası” haberini yapan arkadaşla hemen irtibat kurdum. Fotoğrafların kendisinde bulunduğunu, ne yapacağımı sordu. Soru sormamasını, kaç paraya satacağını sordum. Sanırım 200 dolara gidip fotoğrafları aldım.

Tuncay’a götürdüğümde keyfine diyecek yoktu. Dialara bir bir bakıp, hemen ofisten ayrıldı.
Ertesi gün döndüğünde, o kadar keyifli değildi. “Fotoğraflar yetersiz bulundu. Yeniden çekilmesi gerekiyormuş.”

 "Tüh."
"Nasıl çekeceğiz?"
 "Bizim arkadaşlar, tekne kiralayıp gitmişlerdi. Teleobjektifli fotoğraf makinası bul gerisi kolay."

İki gün sonra, Tuzladaydık. Bir balıkçı tekenesiyle anlaştık. Adamlar adaya yaklaşmak istemiyorlardı. “Adaya yaklaşmayın, Ateş açarız” diye megafonla anons yapıyorlarmış.
İyi korkutmuşlar balıkçıları. Adaya yaklaşmaya başlayınca, Tuncay fotoğraf makinasını bana verdi.

 "Kemâl hocam, iyi kareler yakala."
"Gazeteci olduğumu unutuyorsun. Sen hiç merak etme, işim bu."

Hava puslu olduğu için kaliteli görüntü almak güç oluyordu. Balıkçılar da adaya fazla yaklaşmak istemiyorlardı. Tuncay daha fazla para teklif edince iş değişti. Adada bir kör nokta olduğunu, oraya yaklaşılsa bile kimsenin görmediğini söyleyen kaptan, adanın arka tarafına dümen kırdı.
“Burası kayalık olduğu için, herhangi bir güvenlik tedbiri almamışlar. Bizim oltacılar oranın balığı bol olduğu için, gidip avlanıyorlar. Kimse görmeden...”

Tuncay’a dönerek;

"Adaya buradan çıkabiliriz. Ne dersin çıkalım mı?"
  "Delimisin sen? Milyar verseler çıkmam."
 "Korkuyor musun?"
"Evet. Ayıp mı? Korkuyorum."
 "Ben çıkabilirim."
  "Başına iş açma. Gayet güzel fotoğraflar çektik. Gidelim artık."
 "Sen bilirsin."

Dört makara film harcamış, İyi iş çıkarmıştık... Fotoğraflar 4-5 gün Tuncay’ın masasının üzerinde durdu. İlk getirdiğim fotoğrafları zaman kaybetmeden yerine ulaştıran Tuncay bunlar için acele etmiyordu. Nedenini sorduğumda, “Onlar alacak” dedi.

Ertesi gün, daha önceden MOSSAD için çalıştığını söylediği biri geldi. Tuncay fotoğrafları ona verdi. Şaşırıp kaldım...

O dönemde Rahmi Koç, çok önemli bir konuda odak noktası olmuştu. İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın özerk bir yönetim tarafından yönetilmesi gerektiğini savunuyordu. Rahmi Koç kurduğu, Deniztemiz Derneği’ne (TURMEPA) bununla ilgili bir proje hazırlattığını söylüyordu.

3 Ekim 1997 tarihli Milliyet Gazetesi konuyu sekiz sütuna manşet atarak gündeme taşımıştı: BOĞAZ’A ÖZERKLİK.

Rahmi Koç haberde,  "Çanakkale ve İstanbul Boğazı'na tek yönetim şart" diyordu.
Haberin ilerleyen satırlarında Koç şunları söylüyordu:

“İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının tek bir idare altında toplanması gerekiyor, bu konu üzerinde çalışıyoruz. Bu çok önemli çünkü şimdiki düzenlemede çok kişi karışıyor boğaz geçişlerine, her kafadan bir ses çıkıyor. Özel bir kuruluş istemiyoruz, özerk bir kuruluş istiyoruz. Eğer bunu yapabilirsek, gerek Birleşmiş Milletler bünyesindeki İnternational Maritime Organization'a (IMO) gerek de dünyanın büyük sigorta şirketlerine, petrol ve nakliye şirketlerine tek bir muhatap olacaktır, bu da çok iyi Türkiye bakımından”
...........
“Ve bir de politik boyutu var biliyorsunuz. Montreux Anlaşması'nda Boğazlar açık deniz sayılıyor, onun için bu projeyi hazırladığımızda Dışişleri Bakanlığı'na gideceğiz, askerlere gideceğiz, devlet ve askeri erkana anlatacağız bunu, ikna edeceğiz, yanlış tarafımız varsa onlar söyleyecekler, biz de düzelteceğiz, fakat kanun olarak Meclis'e gittiği zaman herhangi bir tepki gelmemesini arzu ediyoruz. Bütün parti başkanlarına da gidip anlatacağız”

Rahmi Koç’un projesine en büyük destek 28 Şubat’ın önemli komutanlarından Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’dan gelmişti.
Erkaya 30 Ağustos 1997’de emekli olunca, apar-topar büyükelçi ünvanı verilmiş. Yeni kurulan hükümetin başbakanı olan Mesut Yılmaz’a, (ne rastlantıdır ki) Boğazlardan Sorumlu Başbakanlık Başdanışmanı olarak atanmıştı.

Güven Erkaya aynı zamanda Rahmi Koç’un kurduğu Koç Üniversitesi’nde de mütevelli heyetine seçilmişti.
Rahmi Koç ile siyasi görüşü örtüşen ve Koç’un projelerinin devlet katında itibar görmesi için çalışan Erkaya, Yunanistan’a yaranmak için Koç ile adeta yarışıyordu.

Erkaya Yunanistan’a jest olsun diye hazırladığı bir raporda, “EGE ORDUSU KALDIRILSIN” diyerek haddini aşıyordu.

Mesut Yılmaz’dan sonra başbakan olan Bülent Ecevit döneminde de başbakanlık başdanışmanlığı görevini sürdüren Erkaya, hazırladığı raporla Türkiye gündemine bomba gibi düşecekti: 22 Mayıs 2000 tarihli Sabah Gazetesi’nin haberine göre, Ecevit’e “Gizli Aksiyon Planı” sunan Erkaya, plana göre Yunanistan’a iyi niyet(!) göstergesi olarak Ege Ordusu’nun kaldırılmasını ön görüyordu. Haber siyasi ve askeri çevrelerde şok etkisi yarattı.

Sabah Gazetesi’nde yapılan röportajda Erkaya, Yunanistan’ın karasularını 6 mile indirmesini taahhüt etmesi için iyi niyet göstergesi olarak önce bizim adım atmamız gerektiğini ve Ege Ordusu’nun kaldırılması gerektiğini söyleyerek, görüştüğü Yunanlılar sayesinde de bunu test ettiğini şu cümlelerle açıklıyordu:

"Çeşitli vesilelerle bir araya geldiğim Yunanlı meslektaşlarım ve Yunanlı hukukçular nezdinde kişisel görüşlerim olarak ileri sürülerek test edilmiştir. İleri sürdüğüm gayriresmi nitelikli görüşlerimin, büyük ilgi gördüğünü de tespit etmiş bulunuyorum"

Uğur Mumcu suikastı zanlısı olarak tutuklanan Abdullah Argun Çetin, 23 ay cezaevinde yattıktan sonra olayla ilgisi bulunmadığı gerekçesiyle serbest bırakıldı. Çetin mahkemede başka ülke adına ajanlık yaptığını da itiraf etmişti. Aksiyon Dergisi 2000 yılının ağustos ayında Çetin’le röportaj yapmış, Argun Çetin Güven Erkaya’yla ilgili ilginç iddialarda bulunmuştu:

“28 Şubat’ın mimarı Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’dır. Güven Erkaya MİT’e başkan olacaktı, ama yapamadılar. Şaibeli bir kanser teşhisi önünü kesti. Mesut Yılmaz Başbakan’dı o dönemde. Boğazlar’dan sorumlu danışman yaptılar. Yılmaz’a bastırdılar. Ama MİT’in içinde asker—sivil çatışması vardı. Siviller asker istemediği için engel oldular. Bunun üzerine Güven Erkaya’nın ağzını kapatabilmek için bayağı geniş yetkilerle Boğazlar’dan sorumlu danışman yaptılar. Ama asli görevi Tansu Çiller’in 1996’da yapmaya çalıştığı Amerika’daki FBI ve diğer istihbarat birimleri gibi birbirinden ayrı çalışan iç istihbarata dönük birimin başında olmaktı. Boğazlar danışmanlığı işin kamuflajı idi. Fakat ömrü vefa etmedi”

Güven Erkaya, “Ege Ordusu Kaldırılsın” dedikten 32 gün sonra, 24 haziran 2000’de ölmüştür. Ölüm nedeni olarak kanser gösterilmiştir.

Rahmi Koç, Güven Erkaya’nın ölümünden 3 yıl sonra, Koç Holding Yönetim Kurulu başkanlığından ayrıldı. Kendini tekne gezilerine verdi. Bugün Koç’un 'Boğazlara Özerklik' veya Erkaya’nın 'Ege Ordusu Kaldırılsın' projelerinden kimse söz etmiyor. Koç konuyla ilgili herhangi bir açıklama veya yorumda bulunmadığı gibi ortalarda da görünmüyor.
Koç Adası Kuş bakışı.

(Yukarıda okuduğunuz metin KÖSTEBEK - MİT JİTEM VE MOSSAD ÜÇGENİNDE TUNCAY GÜNEY İLE 240 GÜN ADLI KİTABIMDAN ALINMIŞTIR)