Articles by "Kenan Evren"
Kenan Evren etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ÖPÜCÜKLE KURTULAN DEMOKRASİ 
'French kiss' değil 'Özal kiss'...

Türk siyasetinde adam yetişmemesi, gelecek için en büyük tehlike. Bir siyasetçinin kolay yetişmediği bir ülkede, yetişenler de örnek alınmıyor maalesef.

Türk siyasi tarihinin en renkli siması şüphesiz ki Turgut Özal. Demirel, Erbakan diyenler olsa da, onun bir 'öpücükle' Türkiye tarihini nasıl değiştirdiğini öğrenince sezarın hakkını vereceksiniz.
Sevimli bir adam, müsamahalı, zeki ve iş bitirici...

Ha bir de 'tonton'... Demirel'in politik kurnazlığının yanında, Özal'ın sempatikliği en büyük kozuydu.

**********

Yıl: 1979 Demirel başbakan, Özal DPT müsteşarı. İTÜ'den abi-kardeşler aynı zamanda.
Elbette buhranlı dönemler siyaseten ve ekonomik yönden.

Özal bir dizi ekonomik uygulamalar içeren bir paket hazırlar. Sonradan 24 Ocak Kararları olarak tarihe geçecek paketi, askeri erkana da anlatmak isteyen (neden böyle bir gereklilik duymuş bilemiyorum. Sıkıyönetimden olabilir.)  Özal, Demirel'in izniyle generallere bir brifing verir. Ardından 24 Ocak 1980'de ekonomik paket açıklanır. Özal bir süre sonra yeniden-bu defa kararların yansımalarını sormak amacıyla-generallerle bir araya gelir. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve komutanların memnuniyetlerini görür.

Netekim 12 Eylül gelir çatar. Siyasiler Zincirbozan'a...

Lakin cunta ekonomik paketin aldığı yoldan memnundur ve devam etmesini ister. Kenan Evren, Özal ile görüşmek ister. Özal'a ekonomi paketinin uygulanması için ona başbakan yardımcılığı önerir. Milli Güvenlik Konseyi, başbakan olarak eski CHP Genel Sekreteri Turhan Feyzioğlu'nu görevlendirecektir. Özal Feyzioğlu'nun bulunduğu ortamda, onun başbakanlığındaki bir hükümette bulunmayacağını söyler. Konsey üyeleri, Özal'ı daha önce yakından tanıma fırsatı bulmuşlardır. Onun ekonomik gelişme üzerindeki kararlılığını bilmektedirler. 

"BAŞBAKAN YARDIMCILIĞI TEKLİFİNİ KABUL EDEYİM Mİ ABİ?"

Belki de bu yüzden veya başka sebeple de olabilir. Her nedense, Feyzioğlu yerine Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu başbakan olarak atanır. 
Turgut Özal başbakan yardımcılığı görevi teklif edildiğinde Evren'in müsaadesiyle, Demirel'i telefonla arar ve "Abi bana başbakan yardımcılığı teklif ediliyor. Kabul edeyim mi?" diye sorar. Demirel 'devlet görevi'nin kabul edilmesini söyler.

Özal cunta gölgesindeki hükümetin 1982 yılına kadar 22 ay başbakan yardımcılığını yürütür. Ardından ayrılır.

1982 anayasasından sonra, çok partili demokratik sisteme yeniden geçilecektir. Fakat sadecec MGK'nın onayladığı partiler kurulabilecek ve seçime gidecektir.

**********
Özal gittiği her yerde ondan parti kurmasını isteyenlerle karşılaşıyordu. Eski siyasetçilere parti kurma izni verilmeyecekti. Bunu öğrenen Özal, Demirel'e mesaj göndererek, parti kurmak için kendisinden izin ister. Demirel yeni partinin hazırlıklarını yaptığını arzu ederse Özal'ın kurucu üyeler arasında olabileceğini söyler. Özal eski tüfeklere izin verilmeyeceğini gayet iyi biliyordur.

Kafasına koymuştu bir kere. Evren'in huzuruna çıkıp, parti kurmak istediğini anlatır. Ve onlara bir de açık çek verir. "Uygun görmediğiniz bir durumda, partiyi kapatıp siyaseti bırakırım."

Kenan Evren bu öneri karşısında izni vermemezlik edemezdi.

Özal'ın ANAP'ının yanında, emekli paşa Turgut Sunalp  Milliyetçi Demokrasi Partisi'ni, uzun yıllar Cemal Gürsel, İnönü ve Bülent Ulusu'ya başbakanlık müşavirliği yapan Necdet Calp ise Halkçı Parti'yi kurmuştu.

CUNTADAN GELEN ŞOK

6 Kasım 1983 seçim tarihi olarak belirlendikten sonra, Özal yurt gezilerine soluksuz devam ediyordu. ANAP beklenmeyen bir yükseliş kaydediyordu.

Konsey durumdan oldukça rahatsızdı. Onlara göre seçimleri Turgut Sunalp kazanmalıydı. Eski silah arkadaşına bu amaçla partiyi kurduran onlardı.

4 Kasım'da beklenmeyen bir şey oldu. Kenan Evren TRT ana haber bülteninde, Özal'ı şoke edecek açıklamalarda bulundu.

Evren isim vermeden Özal'ı sert bir şekilde eleştiriyordu. Seçimlere iki günden az bir zaman kalmıştı. Amaç aba altında sopa gösterip, oyların MDP'ne kaymasını sağlamaktı.

Şok dalgası ANAP'a uzandığında herkes seçim günü olacakları merak ediyordu. Özal uykusuz iki gecenin ardından eşi ile seçim sandığının başında kameralar tarafından görüntülendi.

7 Kasım'da artık kesin sonuçlar açıklanmıştı.

Sonuçlar şaşırtıcıydı. ANAP Yüzde 44,5, Necdet Calp liderliğindeki Halkçı Parti yüzde 30.5,  MDP ise yüzde 24.1 oy aldı. Halk Evren'in blöfünü yememişti.

Neticeye göre hükümet kurma görevini Kenan Evren Özal'a vermeliydi. Ancak iki gün önceki konuşması durumu tehlikeye sokuyordu.

Milli Güvenlik Konseyi dilerse, seçimleri iptal edebilirdi. 

Özal seçim gecesi sonuçlar açıklanırken, genel merkezde herhangi bir kutlama yapılmamasını davul-zurnayla halay çekilmemesini istedi. Temkinli olmak, cuntanın tepesini attırmamak gerekiyordu.

GÖREVİ ÖPÜCÜKLE ALDI

Gözler devlet başkanı Kenan Evren'de iken, Özal hiç beklenmeyen ve teammüllerde olmayan bir şey yaptı.

7 Kasım'da Kenan Evren'den randevu istedi. Kamuoyu nefesini tutmuş pür dikkat kesilmişti. Köşkten 8 Kasım için cevap geldi. 

8 Kasım günü köşke çıkan Özal, onlarca flaş patlarken Kenan Evren ile tokalaştığı esnada kolundan tutup kendine çekerek İKİ YANAĞINDAN ÖPTÜ.

Evren emekli olduktan sonra olayı şöyle anlatacaktı: "Benim kimseyle öpüşme adetim yoktur. Bir cumhurbaşkanı önüne gelenle öpüşmez. Ama kolumdan tutup çekince ben de kendimi geri çekmedim."

Özal bu tavrıyla Evren'e herhangi bir sorunun olmadığını, devletin işleyişinin demokratik yollarla devam etmesi gerektiği mesajını, tüm dünyanın karşısında veriyordu.

Sempatisi ve kıvrak zekasıyla ÖZAL, Kenan Evren'in ön yargısını kırmış böylelikle hükümet kurma görevini almış oluyordu.

Bir öpücüğün, ülke kaderinde yaptığı etkiye bakarken, günümüzde her gün onlarca şehit veren bu ülkenin yöneticilerinin ne şekilde bir jestle ülkeyi kaostan kurtarabileceklerini bilemiyorum.





  



KEMÂL KAPLAN
12 Eylül 2012


Bugün 12 Eylül. Çok söz söylenebilir bugün için. Ve söylendi de... Ateşli ve lanetli nutuklar atılabilir. Öncesi ve sonrası analistler tarafından masaya yatırılabilir. Siyasiler için çok iyi malzemedir bugün.
Ölenler anılır. Kalanlar travmalarını anlatır.
32 yıl geçmiş, kabuk bağlamış görünen yaraların bir yerlerinden kan sızıyor hâlâ...

12 Eylüllerde Deniz'den, Mahir'den söz edilir de, Hüseyin abiden söz edilmez. Oysa onlarca, yüzlerce Hüseyin abi hikâyesi var anlatılmayan.

Tarihe not düşmek adına, işte onlardan biri.



**********

Küçüğüm… Yaz sıcağı… Aklımızda sadece oyun var… Okul tatil. Her gün bıkmadan usanmadan sabahtan akşama oyun oyun…

Siyah beyaz TV dönemi,  henüz postal sesi yok tozlu ve Arnavut kaldırımlı sokaklarda, postal sesi yoktu, yok olmasına lakin, onun yerine karanlık basınca koşuşanlar, bekçi düdükleri ve silah sesleri eksik olmuyordu. Bir de evimizin duvarına yazı yazanlara babamın müdahalesi…

Küçük dünyalı, basit hayatlar vardı gecekonduların mesken olduğu sokağımızda, o dönem slogan olmuş ‘işçi sınıfı’ndan oluşuyordu mahalle sakinleri.

Akşam ezanına kadar sokak iznimiz vardı. Hava kararmaya yüz tuttuğunda, “İyi adamın saati bitti. Gecenin hayrından, gündüzün şerri daha iyidir” derdi babam. Bu mantalitesi, rahmetli olana kadar sürdü. Bir travma şeklinde.
Nasıl sürmesin, ne olursa gecenin koynunda cereyan ediyordu. Kahvehaneler taranıyor, sokak çatışmalarında yaralanan/ölen, duvara yazı yazanlar/onları kovalayanlar… Gece başka bir dünyaya bürünüyordu İstanbul. Her gece TRT 20.30 ana haber bülteninde, İstanbul ve Türkiye geneli günlük eylemler, ölü ve yaralı bilançoları verilirdi.

Çocuğuz, idrak edemiyoruz…

Durumun vahametini bir gün Vezneciler’de gördüğüm manzaradan kavramam zor olmamıştı. Vefa Lisesi öğrencileri yürüyüş yapıyordu. Ellerinde pankartlarla slogan atarak yürüyorlardı. Korkmadım desem yalan olur. Bu korku daha çok sanırım şundan kaynaklanıyordu: İlkokul 4 veya 5. sınıftaydım. Eylem yapan çocuklardan sadece birkaç yaş küçüktüm. Kendimi gördüm orada.
Bizim 23 Nisan’da taşıdığımız pankartlara benzemiyordu taşıdıkları. Yanımda babam vardı, manzara karşısında, yanındaki birkaç kişiyle yaptıkları konuşmaya da şahit olmuştum. “Ortaokul çocuklarını zorla sokağa çıkarmışlar, yazık bunlara” diyorlardı. Babamın bana bakarak, endişelendiğini de, görünce korkum büsbütün artmıştı. Kafamda onlarca düşünce oluşmuş, bunları soru haline getirip, sorabilme becerisine sahip olamamıştım.

Çocukların yaşadığı travmalar, uzun yıllar sonra karşısına çıkar ve yakasını bırakmazmış.

Vezneciler’deki manzara, bilinç altımın derinliklerine hızlı bir şekilde inmişti.
Plastik arabalarımızı süsleyip bunlara geçit töreni yaptırırdık. Hüseyin Abi bizden birkaç ev ileride oturan komşumuzdu. Babamla sıkı fıkı gibi görünüyordu. Sık sık babamla takılırdı. Bazı geceler bahçede uzun uzun konuştuklarına şahit olurdum.

Hüseyin Abi babamdan birkaç yaş küçük, evli, biri kız diğeri oğlan iki çocuk babasıydı. Ateşli bir işçi sınıfı üyesiydi. Bir gece babam yine evin duvarına yazı yazıldığını fark etmiş dışarı çıkana kadar, yazıyı yazanlar çil yavrusu gibi kaçışmıştı. “İçlerinden biri Hüseyin’di” dedi babam.
Birkaç gün sonra, Hüseyin Abi ile babamın her zamankinden daha ateşli konuşmalarına tanık oldum. Sonra da bir daha birlikte görmedim onları.

Bu arada babamın eve bir silah getirdiğini hatırlıyorum. Annem çok tedirgin olmuş, babama baskı yaparak silahı götürmesini istemiş, babam tedbir amaçlı olduğunu ileri sürerek, itiraz edip silahı bir süre muhafaza etmişti.

Çok geçmeden sabah kalktığımda babamın evde olduğunu gördüm. Şaşırmıştım. Sadece pazarları evde olurdu. Ne oldu dememe fırsat kalmadan, “Darbe oldu. Sokağa çıkma yasağı var. Sokaklar asker dolu” dedi.

Bana bir şey ifade etmemişti. Darbe ne demek ki? Sokağa neden çıkılmayacak? Eeee bugün sokakta oyun yok mu yani? Eve tıkılıp kaldık iyi mi?

Sokağın girişine askeri jip nezaretinde, bir ekmek arabası gelmişti. Babamla gidip arabanın yanında sıraya girip, ekmek alarak tekrar evin yolunu tuttuk. Vay canına bakkal Rasim amca bile dükkânı açmamış demek. Oysa yaz-kış, yağmur-çamur, haftanın yedi günü açık olurdu sokağımızın bakkalı. O bile kapalıysa…

Televizyon akşamları açıldığı, yani yayın akşam başladığı için, durumu radyodan takip etti babam. Akşam olup, TV yayını başlayınca, 35 yıllık bilindik görüntü karşımıza çıktı. Omuzlarında bir sürü yıldız ve göğsünde madalya gibi acayip şeyler bulunan sert mizaçlı bir adam, neden darbe yaptıklarını anlatıyordu. Daha sonra yurdun dört yayından gelen görüntüler de yayınlanınca, darbenin ne demek olduğunu kavramaya başlamıştım.

Darbenin kaçıncı günüydü bilmiyorum. Sokağa çıkma yasağı kalkmış, memleket normale dönmeye başlıyordu.(!) Babam bir akşam, “Hüseyin’i almışlar” dedi.

Yıllarca Hüseyin abyi görmedik. Eşi bir iş bulmuş evi geçindirmek için elinden geleni yapıyordu. Çocukları okula devam ediyordu. Hayatları normal gibi görünüyordu ama içlerinde ne fırtınalar kopuyordu bilinmez. Bir süre sonra bizim sokaktaki evlerinden taşındılar. Oysa ev onlara aitti. Neden ve nereye gittiler?

Kadıncağız, Hüseyin abiden boşanmış, ama Hüseyin abi hâlâ ortada yok. Kaç yıl geçti. Çook, belki 10 yıl. “Hüseyin hastanedeymiş” dedi babam. Birkaç kez ziyaretine gitti. Ama biz olanlardan haberdar değiliz.

Hüseyin abiyi sokakta gördüm. Şaşırdım, tanımakta zorluk çektim. Emin olamadım. Bende bu arada, ergenliği aşmış gençliğe adım atmıştım.
Selam verdim “Hüseyin abi hoş geldin” dedim. Tanımadı. Durdu. Boş boş baktı gözlerime. Biraz daha durdu. Sonra bir şey söylemeden gitti.

Uzun süre cezaevinde yatmış, orada gördüğü işkenceden dolayı, akli melekelerini yitirmiş. Uzun süre de hastanede tedavi görmüş. Boş bakışları bir süre devam etti. Sonra kendini epey toparladı. Babamla dostlukları kaldığı yerden devam etti. Aradan geçen yıllara ve yaşananlara rağmen sanki hiçbir şey olmamış gibi, sokağımız Hüseyin abiyi yeniden bağrına basmıştı.

Hayatında hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Ailesini kaybetmişti. Rahatsızlığından dolayı çalışamıyordu. Malulen emekli olmuş. Hüseyin abi, halen aynı sokakta, aynı evde tek başına yaşıyor. Çocukları evlenmiş. Hüseyin abinin torunları olmuş. Uzun aralıklarla da olsa, ziyaretine geliyorlarmış. Eşinin hakkında ise herhangi bir malumatım yok.

Ülkemin her köşesinde Hüseyin abi gibi binlerce örnek olduğunu çok iyi biliyorum. 12 Eylül’ün açtığı yaraların kapanmadığı ve o travmayı yaşayan en az iki kuşak bu dünyadan göçmeden de kapanmayacağını da çok iyi biliyorum.

Bir kara bulut,
Bir pranga gönüllerde…
Bir akıl tutulması…