Articles by "Kan Uykusu"
Kan Uykusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Binlerce şehit, milyarlarca dolar kayıp. Yıllardır süregelen bu sorunun elbette, tarihi, siyasal, sosyal, ekonomik onlarca nedeni var. Bu sorunlar yıllardır tartışılıyor. Ancak biz bu tartışmaları girmeyeceğiz. Hakkari Bölgesi’nde1993-1995 yıllarında yaşananları ele alacağız. Bir komutan ve binlerce Mehmetçiğin mücadelesini onların ağzından okuyacağız. Ancak 1993 yılına gelmeden PKK nedir? Ne zaman nerede kuruldu? Ve en önemlisi kimlerin desteğiyle nasıl gelişme gösterdi? Bu süreçteki önemli kilometre taşlarını hatırlayalım. PKK 27 Kasım 1978’de Diyarbakır Fisköy’de kuruldu. İlk PKK grubu 1980’de topraklarımıza girdi. İlk silahlı eylemde başarısız oldular. 1984 ve 1985’te PKK büyük darbe aldı. Militanlarının yarısını kaybetti. Apo, silahlı tüm unsurları Kuzey Irak’a çağırdı. Örgüt 1991 Birinci Körfez Savaşı’nda en büyük atılımını yaptı. Olağanüstü miktarda silah ve mühimmat elde etti. Örgüte büyük katılım oldu. Silahlı Kuvvetler cumhuriyet tarihinin en büyük opearyonlarından birini Kuzey Irak’a yaptı. PKK büyük darbe yedi. Apo ateşkes ilan etti. PKK bu süreyi toparlanarak geçirdi. 1993 yılının mayıs ayı geldiğinde 33 asker kurşuna dizildi. Bingöl’den gelen haber şok etkisi yarattı. Silahsız 33 asker kurşuna dizilmişti. Kamuoyu ayaktaydı. Bölgede süratle yeni tedbirler alınması gerekiyordu. Ağustos ayı TSK için tayin ve terfi ayıydı. Ancak o günlerde karargahtan dışarıya yansımayan ciddi bir sıkıntı vardı. Kara Kuvvetleri bölgesinde tayin ve terfi bekleyen 80 tuğgeneral vardı. Kamuoyuna yıllar sonra yansıyan bilgilere göre Hakkari’ye tayin edilmek istenen bazı generaller çeşitli mazeretler ileri sürüyordu. 22 Haziran 1993 günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş’in kapısından bir tuğgeneral değil bir Kurmay Albay girdi. O Kurmay Albay Osman Pamukoğlu’ndan başkası değildi. İşte Kan Uykusu yazı dizimizin gerçek öyküsü böyle başladı...33 günde 40 askerim sehit düstü

Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş Osman Pamukoğlu’na 22 Haziran 1993’te Hakkari Komando Tugayı’nı komuta etme görevini verdi. Pamukoğlu’nun göreve başladığı ilk dönemde 33 gün içinde 40 askeri şehit düştü. Durum sandığından da vahimdi...

Genelkurmay Başkanı Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, 22 Haziran 1993 günü Kurmay Albay Osman Pamukoğlu’nu çağırttı. Güreş Paşa sıkıntılıydı. Içeride başkaları da vardı. Mayıs ayında Bingöl’de 33 askerin otobüsten alınıp şehit edilmesiyle ilgili ve tabii bilinemeyen başka sebepler, komutanın gergin olduğunu açıkça gösteriyordu. Pamukoğlu geldi. Paşa, “Seni Hakkari’ye gönderelim” dedi. “Emredersiniz” cevabını aldı. Güreş Paşa “Ne zaman katılırsın?” diye sordu. Pamukoğlu”hemen katılırım” yanıtını verdi.

Osman Pamukoğlu birkaç günlük hazırlığın ardından 29 Haziran 1993 günü Hakkari’ye ulaştı. Bölgede son bir ay içinde çatışmalar hiç olmadığı kadar şiddetlenmiştir. Osman Pamukoğlu Hakkari Dağ ve Komando Tugayı’nı ağustos ayında teslim alacaktır. Ancak bu sürede olan bitene şahit olma fırsatı bulur. Tablo, Osman Pamukoğlu açısından vahimdir:

HER GÜN TAARRUZ VARDI

“33 günde 40 şehit verdik. Ve çok karşı hareket yapamadığımızdan 40 kaybın karşılığı olarakta bir şey alabilmiş değildik. Temmuz boyunca olan şuydu ki her gece iki karakol, iki veya üç köy ve mezra kesinlikle ya taarruz ediliyor ya taciz ediliyordu.”


Her gece karakol baskını

Emekli Jandarma Albay Sarızeybek’e göre bir komutanın iki seçeneği vardır: Ya iki sene boyunca risk almayıp tayininizi bekler oturursunuz. Ya da terörle mücadele edersiniz

O dönemde hemen her gece yaşanan karakol baskınlarına dair en çarpıcı örnek Aktütün karakolu baskınıydı. Emekli Jandarma Albay Erdal Sarızeybek o sırada Şemdinli’de görevliydi ve karakolun baskına uğrayacağını biliyor ve bekliyordu:

“Muhabereciler koşarak geldi, komutanım dedi Aktütün bölük komutanı sizi acele telsize çağırıyor. Zaten öyle diyince biz bir olay olduğunu anladık, telsize geldik. Kemal üstteğmenimiz vardı, “Komutanım teröristler Aktütün’e saldırıyor” dedi.

HELİKOPTERLE SALDIRI

Karayolu ile Aktütün’e gitmek yaklaşık 5 ila 6 saat. Tabii yolda mayınlama var, pusu var taktikleri gereği. Bu tür çatışmalarda mutlaka takviye gelecek yolları mayınlıyorlar ve pusu kuruyorlar. Yoksa alan çatışmasına giderken yolda hem mayına bastık hem pusuya düştük. Ama sonra kurtulduk, devam ettik görevimizi yaptık. O zaman da düşündüm karayolu ile gitsek 6 saat. 6 saatte zaten çatışma bitmiş olacak. Ben muhafızlarımı alıp komando tabur komutanlığının helikopter pistine gittim, ama karayolundan takviye kuvveti Veysel teğmenki o da sonradan bir çatışmada şehit oldu Allah rahmet etsin. O karayolundan takviye gitti biz komando taburunun helikopter pistine gittik. Ben muhafızlarımla, 5 kişi yada 4 kişiydik. Helikoptere bindik. Bu Ulaş 1 helikopteriydi. Az sayıda personeli nakletmek için, zaten Aktütün’e yaklaştığımızda helikopteri kobra sansınlar diye helikopterden el bombası atmaya başladık yere ki o patlamalarla bir silahlı helikopter olduğunu düşünsünler diye.

22 ŞEHİT BİRDEN

Zaten bölüğe inemedik çünkü çatışma tamamen bölüğün etrafındaydı. Yaklaşık 200-300 metre mesafede helikopter bizi bıraktı. Teröristler köyün içinde bazı evleri kendilerine mevzi teşkil etmişler evlerin içerisinden roketle ve makineli tüfekle bölüğe ateş ediyorlardı. O anda sevki idare gibi bir şey düşünemedik. Çünkü ateş bölüğün zaten içerisindeydi. Hemen biz de mevziiye girdik, çatışmaya fiilen katıldık. Çatışma yaklaşık orada da 5 saat sürdü. Takviye kuvvetler çabuk geldi. Hem polis özel harekât timleri, hem jandarma özel harekat timleri. Gerekli mukavemeti gösterdik, çatıştık. Orada da teröristler çok büyük zayiat verdi ama ben teröristlerin zayiatına aldırmıyorum. Orada da 22 tane şehit verdik”

Şehit her gün veriliyor,her yerde baskın ve pusu yenebiliyor,yollar gündüz gözüyle kesiliyordu. O dönemde Şemdinli’de görev yapan Erdal Sarızeybek’e göre bu şartlarda görev yapan güvenlik görevlilerinin iki seçeneği vardı:

“Birinci seçenek şudur; işte ben birlik Komutanıyım, emrime verilmiş askerler var, bunların hiçbirisi şehit olmasın, kışlasından dışarı çıkmasın, üstler de ne yapıyorsa yapsın, ben hiç şehit vermeden iki senemi doldurayım, buradan gideyim. İkinci seçenek şudur; PKK terör örgütü TC’nin varlığına ve bekasına gerçekten bir tehdittir, bu tehdit yok edilmeden halkımız huzur içerisinde yaşayamaz. O halde elimdeki mevcut tüm kuvvetlerle bu teröristler neredeyse onları arayıp bulacağım ve yok edeceğim. Birinci seçeneğin şahsi olarak bir ikbal duygusu içerisinde iseniz size riski yoktur. İki sene orada kalırsınız, iki sene sonra tayininiz çıkar batıya gelirsiniz, batıdaki arkadaşlarınızı da övünçle anlatırsınız. Dersiniz ki ben iki sene çok tehlikeli bölgelerde kaldım, hiç şehit vermedim ve döndüm. Ama sizin iki sene kaldığınız dönemde terörist örgüt tüm sorumluluk bölgenizde yapılanmıştır, eleman temin etmiştir, yollarınıza pusu kurmuştur, halkı öldürmüştür, size dokunmamıştır. Güçlenmiştir. Siz iki sene sonra oradan ayrıldığınızda sizin yerinize gelen komutan terörle mücadeleye kalktığı anda karşısında olması gerekenden daha güçlü bir tehditle karşı karşıya kalacak, belki daha çok şehit verecektir. Aslında o verilen şehitler sizin günahınız değil sizden önce terörle mücadele etmemiş olan kişilerin günahıdır.

Emekli Kıdemli Piyade Binbaşı Serhat Karadeniz’in Hakkari’ye tayini Osman Pamukoğlu ile aynı dönemdedir. Onun gözlemleri de Pamukoğlu’ndan pek farklı değildir. Üstüne üstlük o canlı bir olaya şahit olur: “Katılışımın 3’üncü gecesi filandı tabura. Tabura harekat merkezinde oturup çalışıyoruz bir telefon geldi yakınımızda ki bir köyde bir PKK grubunun yurtiçinden geldikleri, yorgun oldukları, içlerinde yaralılar olduğu, aç oldukları, bitkin oldukları ve İran’ a doğru; malum o dönemde İran’da kamplar vardı, İran’daki kamplarına doğru gittiklerini öğrendik. Hemen operasyon hazırlamam gerekiyordu. Ama tugaya haber vermemiz gerekiyor dediler. Tugaydan haber bekleyecektik. Yani insiyatif kullanılmıyor o anda. Daha sonra bu PKK grubu, 3 tane köy var, 2’nci köyden haber geldi. Birinci köyden geçip 2’nci köye gelmişler. E hadi birşeyler yapalım tugaydan emir gelmesin bekliyoruz. Derken 3. köye geldiler biz hala emir bekliyoruz. Ve bunlar köyü terk ederekten İran istikametine doğru gittiler yani o gece biz benim görüşüme göre büyük bir fırsat kaçırmış olduk.


Askerinizi kaybederseniz amiriniz hesap sorar

Jandarma Albay Erdal Sarızeybek riski olmayan ve pasivize olmak anlamına gelen birinci seçeneği anlattıktan sonra ikinci seçeneği anlatıyor:İkinci seçenek çok risklidir. Eğer ki siz gelecek düşünüyorsanız gerek sivil makam gerek askeri makam hep terfi edeyim, bir koltuk sahibi olayım diyorsanız bu sizin için büyük bir risktir. Neden? Birliklerinizle araziye çıkabilirisiniz, terörü yok etmek için. Olur ya bir gün pusuya düşebilirsiniz. Olur ya dışarı çıkardığınız bir tim çok güçlü bir terörist grubu ile karşı karşıya kalabilir, siz şehit verebilirsiniz. O zaman üzerinizdeki amir size neden şehit verdiğinin hesabını sorarsa... Yani niye dışarı çıktın, niye terörle mücadele ettin, otursaydın ya kışlanda bu şehit olmazdı derse işte sizin o ikbal duygunuz biter, geleceğinizde biter. Ama sizin üzerinizdeki komutan bu terör örgütü milletimize bir tehdittir, sen de elindeki bütün güçleri yok edeceksin, gerekirse sen de öl diyen kapasitede bir insansa, riski göze alan bir insansa işte o zaman siz başarırsınız.
İkiyaka Dağları’ndaki operasyon KOD ADI KİRPİ Osman Pamukoğlu görevi resmen devraldı ve komutası altındaki 1000’e yakın subay ve astsubayı karargaha çağırdı. Çok açık emirler verdi. Birlikler savunma pozisyonundan çıkacak ve derhal saldıracaktı. Nizami harbin klasik yönetmeleri derhal terk edilecek, gayri nizami harp taktikleri benimsenecekti... İlk taarruz emrini de hemen verdi. Hedef İkiyaka Dağları’ndaydı...PKK’nın yurtiçindeki en büyük kamplarından biriydi... Operasyonun kod adı Kirpi oldu

Osman Pamukoğlu, harekatın ruhunu şöyle anlatıyor: “Eğer çok acemice yaparsanız, gece sıkıştığını hissederse 2 askerin arasında 50 metre mesafe olsun arasından geçer, yılan gibi giderler. Bir yanlış tüfek patlaması, binlerce askerden birinin farkına varmadan bir kayayı vadinin tabanına düşürmesi her şeyi bitirebilir. Bir şey daha bitirir. Eğer tedbir almazsanız yanlışlıkla bir asker o günkü koşullarla ‘Anne beni 1 hafta arama’ derse Yüksekova’da Kayseri’ye o operasyon bitmiştir. Hepsini hesaplayacaksınız.”

Hakkari Dağ ve Komando Tugayın’a bağlı birlikler dört bir yandan gelerek İkiyaka Dağları’nı kuşatır ve operasyon başlar....

Çatışmaya ilk olarak Serhat Karadeniz’in taburu girer... Fakat operasyon o kadar farklı planlanmıştır ki PKK grubu beklemediği bir taktik anlayışla karşılaşır...

PKK MÜCADELE ETMEZ

Serhat Karadeniz taktiksel anlayışın farkını şöyle anlatıyor: “Onlar çok mücadele etmezler. Onlar bir yeri savunmak amacında değillerdir. Onların amacı sadece silahlı propaganda yapmaktır. Bize birazcık ateş ettikten sonra kendi kaçma bölgelerine kaçmaya çalıştılar. Öyle enteresan bir şey oldu ki, bilardo masasındaki bilardo topu gibi nereye doğru gittiyse bantlara çarpıp top döner. Hangi yöne gittiyse öbür tabura çarptılar, şaşkına dönmüş bir şekilde bulundukları mevzileri korumaya çalıştılar. Akşama doğru yaptıkları keşiflerine göre en zayıf buldukları yerden çemberi kırıp kaçmaya çalıştılar. Çemberi kırarak kurtulduklarını zannettiler ama arkada ikinci çembere takıldıklarında ne kadar hata ettiklerini gece vakti anladılar. Ama iş işten geçmişti. ikinci çemberi de geçenler üçüncü çembere takıldıklarında hele hele çok büyük bir sükutu hayale uğramışlardı.”

YÜKSEKOVA BASKINI

İkiyaka Operasyonu devam ederken Genelkurmay Başkanı, Osman Paşa ile görüşmek ister... Osman Paşa Ankara’yla görüşebilmek için dağdan Yüksekova’ya iner... Ancak bu sırada Yüksekova’da silahlar patlamaya başlar. O sırada birlikte olan Osman Pamukoğlu yoğun ateş altında kalır,

“Saat 22.30 civarında birden gök gürler gibi üzerimize yağmur gibi mermi, bomba yağmaya başladı. Fakat taburda 100 küsur asker var. Her yerden bize ateş ediyorlar. Biz özel teknikler kullanarak susturduk. O gece şehrin içinde kalan askerlik şubesini basmaya kalkmışlar. Fakat oradaki askerler ellerinde tüfeklerle PKK’lıları girerken kapıda vurmuşlar. O gece kamu binalarına topyekûn saldırdılar. 15 Ağustos 1993 tam bir silahlı kalkışmaydı.

KARAKOLDAN ATEŞ 

28 Eylül gecesi karargah hareketlidir...

Harekat ve istihbarat şube müdürleri komutanın odasına çağırılır... Osman Pamukoğlu kabartma haritadan hedefi gösterir... Hedef bu kez PKK’nın Avaşin adını verdiği Mezi Karyaderi kampıdır... Kamplar Türkiye-Irak sınırının güneyindedir. Harekat sızma şeklinde yapılacaktır. Plan Genelkurmay’a gönderilir. 6 gün sonra harekata onay gelir.

Yalnız onayla birlikte çok ilginç bir bilgi notu gelir. Genelkurmay’dan gelen bilgi notu şudur: “Operasyona katılacak birliklerimiz Irak’ın derinliklerine doğru ilerlerken bölgedeki Barzani’ye bağlı karakollardan istihbarat ve kılavuzluk desteği alabilecektir.”

ATEŞ YİYORUM!

Birlikler gece yürüyüşünde ilerlerken Osman Pamuokuğlu telsizden bir çağrı alır. “Tabur Komutan’ı beni aradı. Ben de şeydeyim, oradayım, Hakantepe’de. Saat 2 civarıydı hatırladığım kadarıyla. Komutanım durum böyle. Bize mihmandarlık yapacak karakollar normal karakol. Bize ateş açıyor. Nasıl olur, bir yanlışlık olmasın yani? Komutanım yani ateş açıyor biz bağırdık, söyledik, çağırdık kim olduğumuzu falan, yani normal çatışıyoruz. Şimdi ne yapsın Binbaşı? Sen onu müttefikin gibi görüyorsun. Dost gibi. Binbaşının tereddüt etmesi normal. O karakolun Barzani karakolu olduğu belli. Onun karakolu. Oradan ateş edince tereddüt edersiniz.”

Ancak karargahta tereddüt kısa sürer. Osman Paşa telsizi eline alır ve talimat verir. “Karakolu yerle bir edeceksiniz. Belli bir süre sonra komutanım dedi, PKK’lılar. Burada Barzan’a ait hiçbir şey yok. Bunlar 1.5 yıldır bu karakoldalarmış.”

Birliklerin sızması devam eder ve Sıcak temas sağlanır. Ancak yüzlerce PKK’lı olması gerekirken çatışmanın şiddetinde bir tuhaflık vardır.

Kamp toparlanır, Ancak operasyon hedeflenenden çok zayıf geçmiştir. Bu durum Osman Paşa’yı şüphelendirir. Ancak bir türlü çözemez. Bu zayıflığın nedeni sonraları tamamen bir tesadüf eseri ortaya çıkar.



Ankara’dan gelen parayla Kuzey Irak’tan silah aldık

TERÖRLE mücadele artık savunarak değil saldırarak yapılmaya başlanmıştı. Erdal Sarızeybek, çatışma şartları gereği Hakkari bölgesinde silah envanterinin nasıl şekil değiştirdiğini çok çarpıcı bir anısıyla bakın nasıl anlatıyor.

“92’de biz 89 mm’lik Bazuka diye tabir ettiğimiz, iki tane borunun birbiriyle iç içe geçmesi ile kurulan, 89 mm’lik roketatar kullanıyorduk. Bu roketatar manyeto ile çalışıyordu. Tetiği çektiğinizde eğer akım sağlıklı bir şekilde rokete giderse patlıyordu. Bizim roketatarlarımızın imal tarihinin eski olması nedeniyle, herhangi bir olayda kullanıldığı zaman en az üç mermiden iki tanesi kullanılmıyordu. O tarihte teröristlerde RPG-7 diye tabir edilen Rus ve Çin yapımı roketatar vardı. Bu roketatarın özelliği neydi? Tek parçaydı. Mermiyi dışardan veriyordunuz namluya ve tetiği çektiğinizde patlıyordu. Dolayısı ile biz teröristlere bir tane roket atarken, onlar bize aynı anda 10 tane birden roket atıyorlardı.

TÜFEKLER ATEŞ ALMIYOR

Aynı şey makineli tüfekler için de geçerliydi. Bizde MG3 diye tarif ettiğimiz makineli tüfeğimiz vardı. Bu makinemizin bir aksayan özelliği, toz olduğu zaman, ki arazi de yoğun toz, namluya bu girdiği zaman mermi tutukluk yapıyordu. Teröristlerde hangi silah vardı? Biksi denilen Rus ve Çin yapımı makineli tüfek vardı. İsterseniz çamurun içine atın, isterseniz tozun içine, hiç tutukluk yapmadan ateş ediyordu.

Çatışmadan sonra, rahmetli Özal ve Eşref Bitlis alana geldi. Biz teröristlerden elde ettiğimiz silahları oraya serdik. Aradaki farkı da anlattık. “Evladım ne istiyorsun?” diye bana sordukları zaman dedim ki, “Sayın Komutanım, bize para verin, biz de Irak’tan silah alalım.”

“Peki” dediler. Parayı gönderdiler ve biz Irak’tan silahları aldık. Ve biz elimizdeki bütün silahları depoya kaldırdık. Kuzey Irak’tan alınan silahlarla kendimizi savunma durumuna geçtik.”



Hakkari Dağları hallac pamuğu gibi atılır

OPERASYONLAR Hakkari Dağları’nı hallaç pamuğu gibi atmaya başlamıştır... Ancak işin bir de Mehmetçik boyutu vardır... Özellikle batıdan doğuya giden asker ne görüyor? Ne hissediyor? Ne yiyor? Ne içiyordu?

Fırat Utku, İstanbul’dan gönüllü gider. “İlk defa kafama dank etti. O zamana kadar ben doğuda da hizmet veriririm diye düşünüyordum. O gün ne kadar zor bir şeye kalkıştığımı anladım. 10 saat yürüdük. Oniki bir gibi yola çıktık. Ertesi gün 10’a kadar yürüyüş yaptık. Bir dağın tepesine o arada mevzilendik. O yürüyüşü hiç unutmuyorum.”

Nizamettin Tayfur, batıdan doğuya gidenlerdendir... “Gittiğiniz zaman yaşamaya başlıyorsunuz ve yaşadığınızda şunu görüyorsunuz; bildiğiniz gerçeklerin aslında gerçek olmadığını, bildiğiniz yalanların da gerçek olduğunu görmeye başlıyorsunuz. Enteresandır, benim tespitlerimden bir tanesi, çatışmayı çok kötü bir olgu olarak gösteriyor bize biz sivil hayattan baktığımızda. Deriz ki çatışmaya girildi, halbuki bizim yaşadığımız dönemde çatışma korkunç bir şey değil.”

ÇATIŞMA ÇIKSIN DİYE DUA EDERDİK

“Bazen çatışma çıksın diye dua ettiğimiz zamanlar olurdu. 45 gün arazide kaldığımız bir dönemde intikal sırasında bunalıma girip üzerimize ateş açan askerimiz oldu. Baktığınız zaman, bu intikal sırasında yürüyorsunuz yürüyorsunuz, bir süre sonra diyorsunuz ki, keşke şu tepenin ardında bir PKK grubuyla karşılaşayım, çatışmaya gireyim, durayım ve dinleneyim. Bu çok enterasandır, çatışma çıktığında seviniyorsunuz.”
Tüfeklerinizin dipcikleri dahil her şeyi yakın! Osman Pamukoğlu kış şartlarında taarruz etmeyi tercih ediyordu. Bu stratejinin temel mantığı PKK’nın kış aylarında belli noktalarda toplu halde durmasıydı. Bu noktalardan biri de Buzul Dağı’ydı. Burada geçen üç geceden sonra askerlerin donmak üzere olduğunu gören Pamukoğlu Paşa

emir verdi: Gerekirse tüfeklerin dipçikleri dahil hepsini yakın...

Osman Pamukoğlu kış aylarında saldırmayı uygun görüyordu. Bu stratejinin temel mantığı PKK’nın kışın belli noktalarda toplu halde durmasıydı. Bu noktalardan biri de Buzul Dağı’ydı. Sırada PKK’nın Alandüz kampı vardı.Osman Pamukoğlu PKK’nın Alandüz kampına 3500 askerle taarruz etti. “ Buzul Dağı’nı ocak ayında iki komando taburu yürüyerek geçti.

Eksi kırk derecede girdik. Havadan da 1500 komandoyu belli yerlere attık. Ama o akşam hava birden kapattı. Biz çanakta kaldık. Ben dahil. Tam beş gün. Erzaklarımız bitti ve gece kar hiç durmadan yağıyor. Ateş edemiyoruz. Bütün bölge; bütün o yarların üstünde tonlarca kar var. Bir silah patlasa binlerce ton kar hepimizin üzerine düşecek. Bizim erzaklarımız 3 günlüktür. Bitti hepsi. Erzak önemli değil de soğuk. Beşinci gündeyiz. İki buçuk-üç metre kardayız. Karın içindeyiz”

YAKMAK ZORUNDAYIZ

Kar durmadan yağmaktadır. PKK mağaralarda saklanırken o dev çanakta binlerce Mehmetçik kar altında beklemektedir.

İkmal de yapılamadığından askerler hem açlığa hem de soğuğa karşı müthiş bir mücadele vermek zorunda kalır.

Tabur Komutanı Vahap Özkan o saatleri şöyle anlatıyor: Hem doğa ile mücadele ediyorsunuz hem her an düşmanın yapabileceği ters harekete karşı tedbirli oluyorsunuz. Gündüz bulunduğumuz yerde gece; gece bulunduğumuz yerde gündüz bulunmuyorduk. O kara rağmen, tabii işin gizliliği de kalkmıştı, ağaç, dal ne bulursak yakıyorduk. En sonunda Osman Paşa bize tüfeklerimizin dipçiklerini bile yakabileceğimiz emrini verdi.

Osman Pamukoğlu o anı gözleri dolarak anlatıyor: “Emir verdim. Üçüncü geceden sonra bütün arka çantalar ve içindeki teçhizatı hatta gerekirse tüfeklerin dipçikleri dahil hepsini yakın. Başka olacak bir şey yok. Yani yakmak zorundayız. “


ABD uçakları Sikorskyleri vurdu

HAFTALAR sonra Kuzey Irak’a o yılların en kapsamlı harekatı olan “Ejder” düzenlenir. Osman Paşa binlerce Mehmetçikle sınırı geçer ve PKK’nın Irak topraklarındaki kamplarının tamamına, bir kez daha saldırır. Harekat tüm hızıyla sürerken Ankara’dan çok acil bir telsiz mesajı gelir. Genelkurmay Başkanı harekatı Irak topraklarında bizzat yönetmekte olan Osman Paşa’yla derhal görüşmek istemektedir. Pamukoğlu bir helikoptere biner ve şifreli görüşme yapacağı harekat merkezine gelir. Genelkurmay Başkanı çok açık bir emri sıkıntı içinde verir: Osman harekatı durdur. Çünkü İncirlik’ten kalkan ABD uçakları senin harekat yaptığın yerin hemen birkaç kilometre altında Birleşmiş Milletler’e ait Sikorsky helikopterini vurdu...”

KALINAN YERDEN DEVAM

Osman Pamukoğlu şoke olur ama meselenin analizini derhal yapar ve yorumlarını açıklamaktan da çekinmez:

Komutanım, o helikopterlerde silah yok ki. F-16’lar o helikopterleri yere indirmeye mecbur eder. Onlar da iner. Bu olayda bir hata olması mümkün değil. Genelkurmay Başkanı, Osman Pamukoğlu’na harekatı 2-3 gün durdurması talimatını verir.

Osman Pamukoğlu verilen emri harfiyen uygular. Genelkurmay Başkanı’yla yaptığı telefon görüşmesinden sonra askerlerini geri çekmez. Tam 2 gün sonra operasyona kaldığı yerden tüm hızıyla devam eder...


Timin tamamı öldü sandılar

1993-1995 yılları arasında Hakkari Dağ ve Komando Tugayı’na bağlı birlikler sorumluluk bölgelerinde ve çevrelerinde ne kadar tehdit unsuru varsa tamamına ve sürekli saldırmaktadır. Osman Pamukoğlu’nun askeri stratejiye ve taktik anlayışa getirdiği farklılığın izlerine belki de en çok komutası altındaki Mehmetçiğin anılarında rastlamak mümkün.

9.5 SAAT SICAK ÇATIŞMA

Nizamettin Tayfur, Osman Pamukoğlu’nun emrindeki yüzlerce timden birinin komutanıdır. Bakın girdiği çatışmalardan birini nasıl anlatıyor:

“150 kişilik bir PKK grupla karşılaştık. Bölük komutanım tim komutanlarını toplayarak bir strateji belirledi. Bu 150 kişiyi ateş altına alabilmek için bulundukları tepenin kenarında kayalık bir bölge var, buraya bir timin görevlendirilmesi söz konusuydu. Görevi ben aldım. Dolayısıyla gitmemiz gereken 60 metrelik bir kayalık bölge vardı. O bölgeye gidip konuşlanıp PKK’lıları çapraz ateşe tutacaktık. Ben önden 3. kişi olarak çıktım. Önde 2 askerim çıktı arkalarından ben çıktım. İntikaller tamamen ip şeklinde. Aramızda 3-4 adım olmak suretiyle bir sıra dizim şeklinde intikal ettik.

Bölgeye giderken işin verdiği heyecanla biz kendimizi olması gerekenin daha ötesinde bir bölgede bulduk. Ve PKK grubu tarafından sarıldığımızı gördük. O çatışma tam 9.5 saat sürdü ve tek bir askerimi kaybetmeden çıktık. Sonradan öğreniyoruz. Arkadaki bölükte kalan çocuklar-eyvah, bir timin tamamını kaybettik gözüyle bakmışlar. Ümidi kesip ruhlarımıza Fatiha okumuşlar.”

Elbette tüm çatışmalar zaiyatsız atlatılmıyordu. Fakat o süreçte yaşananlar içindeki en acı olay Mordağlarda yaşanan kanlı bir pusuydu. Serhat Karadeniz’in komutasındaki 4. Tabur operasyondan dönerken PKK’nın pususuna düşer:

“Gündüz 11 civarıydı araçlara bindik. Öğlen saat bir gibi telsizlerin çekmediği yerde bize pusu kurulmuştu. Ben 4. araçtaydım. 8. araca aşağı yukarı 3-4 tane roket düştü saat öğlen birdi. Telsizle haber vermeye çalıştık. Mümkün değildi, çekmiyordu. Demek ki buradaki grup telsizin orada çekmediğini bilecek kadar o bölgeye hakimdi. Demek ki Van bölgesinden gelen bir grup Yüksekova’ya taciz için geçmiş ve bölgesine geri dönmüştü. Bunların arkasını kesmeden onlar çemberin dışına çıkmışlardı. Bizden daha hızlı hareket etmişlerdi. Sonra çemberin dışından bizim hareketimizi izlediler dönüşümüzü beklediler çünkü tek bir yol var çok üzülerek söylüyorum o araçta bulunan timden 14 kişiyi de orada şehit verdik.”

TAMAMI YOK EDİLDİ

Osman Pamukoğlu, pusuya düşen taburu ziyarete gider. Askerlerin psikolojisi harap vaziyettedir. Arkadaşlarını kaybeden askere söz verir, “Size pusu kuran bu hainleri en kısa sürede mutlaka bulacağız ve tamamını yok edeceğiz.” Nitekim sözünü aynen yerine getirir.

“Biz bu grubu takip ettik. Hakkari Karadağ üzerine geldiler. Bir ağ kurduk. Ağın kapalı kısmı Van, Hakkari karayolundaydı. Bu ağı Karadağ’a kadar sürdük. 3500 metreye sürdük. İkindiye doğru çarpışma çıktı. Karşımıza Karadağ zirvesinde çıktılar ağı hareket ettirmedik. Hava karardı çatışma saat 22.00 civarı kesildi. Ama hareket ettirmedik ağı. Hava tam kararınca hiç alakası olmayan 2. Tabur’u Hakkari Geçitli üzerinden Karadağ arasına çıkardık. Sabah gün ağarırken o 60 kişi 2. Taburun 5. Bölüğü’nün namlularının ucuna çıktılar. Bunlar bize pusu kuran Başkale grubuydu. Ben de askerlere söz vermiştim. Bu pusuyu kuranları bulacağız demiştim. Tamamı yok edildi.”


Göğsümden kör kursunu cıkarmayın

26 EKİM gecesi Çukurca Üzümlü Karakolu baskına uğrar. Çatışma sabaha kadar sürer. 10 askerimiz şehit düşer. 17 PKK’lı öldürülmüştür. Osman Paşa birkaç hafta sonra Üzümlü’nün bir kez daha saldırıya uğrayacağı istihbaratını alır ve karakola 2 jandarma özel harekat timi gönderilmesini emreder. Bu timler 12 Aralık günü karakolu basmaya gelen 100 kişilik bir PKK grubu ile sıcak çatışmaya girer. Jandarma Komando Zekeriya Gözyuman bu çatışmada göğsünden tek kurşunla vurularak şehit düşer. Bir gün sonra Gözyuman ailesinin Adapazarı Akyazı’daki evlerinin kapısını bir üsteğmen çalar.

HER ŞEY BAĞLANDI KALDI

Kapıyı Zekeriya’nın babası açar.”Şimdi onlar beni görünce böyle kilolu milolu, zaten hasta olduğumu duymuşlar. Demişler biz buna diyemeyiz, kalpten malpten gider. Neyse sonra anlattılar. Oğlun şehit düşmüş Allah sabırlar versin. İşte şöyle olmuş böyle olmuş... Bitti her şey bağlandı kaldı.”

Evde herkes feryat etmekte ağlamaktadır. Bir tek kişi son derece metanetlidir. Anne Asiye Gözyuman acı haberi aylar önce bizzat şehit düşen oğlundan almıştır aslında.

ANNE RÜYASINDA GÖRDÜ

“Anne, ben şehit düşeceğim dedi. Ağlamayacaksın dedi. Ben de dedim ki, oğlum bak dedim sen ana olsan ben de oğlun olsam sana böyle anlatsam nasıl olur dedim. Gurur duyarsın gurur dedi. Öyle gitti. Sonra yedinci ayda ben bir rüya gördüm. Beyaz sakallı bir ihtiyar bana dedi ki başına bir felaket gelecek ağlamayacaksın. Okudu, sabredeceksin dedi. Başıma ne gelecek? Çünkü hiç aklıma gelmiyor benim oğlum şehit düşer diye. O gün saat 2’de de işte astsubay ile teğmen geldiler. Bize söyleyemiyorlar. Ağabeyimi çağırdılar yukarıdan. Ben anladım tabii. İçeri gittim ağabeyim bayılmış. ‘Zekeriya şehit mi düştü yoksa?’ dedim. ‘Gurur duyacaksın ağabey’ dedim. ‘Ben şehit annesi oldum. Vatan sağolsun’dedim.”10 gün sonra Zekeriya Gözyuman’ın şahsi eşyaları gelir. Annesi çantanın bir gözünde Zekeriya’nın eliyle yazdığı bir şiiri bulur. O zaman gözyaşlarını tutamaz.
Iran’daki PKK kampına operasyonu Demirel önledi

 1993-1995 sürecinin belki de en kritik olayı PKK’nın İran’daki Jerma Betkar kampına yapılacak harekattır. Pamukoğlu operasyon planını Ankara’ya bildirir. Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı operasyon detaylarını Başbakan Tansu Çiller’le paylaşır ve onay alır. Ancak Cumhurbaşkanı Demirel İran’la ilişkiler açısından harekatı sakıncalı bulur

Pamukoğlu Paşa’nın görevde olduğu 1993-1995 sürecinin belki de en kritik olayı İran’a yapılacak bir harekattır. Osman Pamukoğlu o güne kadar sadece Irak topraklarındaki kamplara operasyon düzenlemiş ve sorumluluk şahsında ciddi bir rahatlama sağlamıştır. PKK’nın İran sınırındaki Jerma Betkar kampında büyük bir grup olduğu istihbaratını alır.

Gerekli tüm planlamayı yapar ve Ankara’ya bildirir. Pamukoğlu planı şöyle anlatıyor: “Timlerimiz Şehidan Dağı’na tırmanacak ve o çukurun ağzını kapatacak. Sabah saat 05:00’ten itibaren 600 tane havan mermisi atılacak. 300 tanesi yere vurunca patlayacak. Kalan 300 tanesi de havada patlayacak. Topçu atışı biter bitmez, ki bu ateş esnasında PKK’lıların hepsi yanlara fırlayacak...Yamaçlarda bekleyen 400 komando doğudan 400 komando batıdan bunları ateş altına alacak.. Bu harekat saat en geç saat 09.00’da bitecek.”

ÇİLLER ONAY VERİR

Pamukoğlu planı Ankara’ya gönderir. Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı operasyon detaylarını Başbakan Tansu Çiller’le paylaşır ve onay alır.

Osman Pamukoğlu tabur komutanlarına detaylarıyla anlatır ve taarruz emri verir. Binlerce asker Şehidan Dağı’nı tırmanmaya başlar. Ancak hükümet ortağı Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin operasyonun İran topraklarına yapılacağını öğrenir ve karşı çıkar. Çiller’in kararlılığını görünce bu hassas konuyu Köşk’e taşır. MGK derhal Çankaya Köşkü’nde Demirel başkanlığında toplanır. Jandarma Genel Komutanı, bu karmaşa üzerine derhal Osman Pamukoğlu’nu arar ve ,”Osman Paşam birlikler oldukları yerde beklesin MGK olağanüstü toplandı. Biz sana haber vereceğiz” der. Pamukoğlu sabırsız ve gergindir.

“Bize ikindi civarında bu konuyla ilgili MGK’nın topladığı karar çıkarsa bir harekat yapılacağı söylendi, öyle bir talimat aldık. fakat bunu benim taburlara söylemem olmaz. Muharebe psikolojik bir şey. En küçük bir şey moralleri bozabilir. O nedenle harekatın Milli Güvenlik Kurulu’ndan çıkacak karara bağlı olduğunu subay ve askerlere söylemedim. Fakat bir yandan zaman geçiyor ve hava kararmaya başlıyor. Diyelim haber geldi -yapın- diye... Kaçta geldi? 9’da, 10’da, 11’de... O hareket yapılmaz ki... Taburun biri takribi 30 kilometre yol gidecek. Cetvelle öyle değil. Ama biz inecez çıkacaz 30 kilometre gidecez. Öbürü de 26 kilometre kadar gidicek. Ne zaman gidecez gündüz olacak gidene kadar. Biz daha Şehidan Dağı’nda kampa yaklaşmadan gündüz olacak. -Asker orada beklesin ertesi gece yapalım? -dense...ertesi gece asla mümkün değil. Biz bir açılıp çözülüp o köylerden mezralardan geçtikten sonra ve orda ertesi günü bekleyerek o gün orda kaldıktan sonra o kampta insan kalır mı?

Dolayısıyla zaman hayatiydi bizim için. Ben birliklere -Şehidan Dağı’na çıkın ve siyasi hududu geçin-emri verdim. Bunun başka bi şekli yok. Çünkü bulunduğumuz yerden 8 -10 kilometre yaklaşmamız lazım.

ZAMAN KILIÇ GİBİ

Bu arada saat 19 civarında müthiş bir yağmur başladı. Şemdinli’nin üzerini kara bulutlar kaplamış. Göz gözü görmüyor. Bir ara jandarma Genel Komutanımız Aydın İlter Paşa aradı, “Osman Paşa sakın MGK kararı çıkmadan bir şey yapma ve bekle dedi.” “Komutanım zaman hayati bizim için ve bir kılıç gibi kesiyor”dedim

HAREKAT DURDURULDU

Osman Pamukoğlu tüm bu detayları hesaplar ve düşünürken Cumhurbaşkan’ı Demirel Ankara’da uzun tartışmalardan sonra noktayı koyar. Sonradan medyaya konu olan MGK toplantısında Demirel İran gibi bir komşu ülke topraklarında, izinsiz operasyon yapmanın iki ülke arasındaki ilişkilerde yıllarca kapanmayacak bir yaraya yol açabileceğini söyler ve operasyonun yapılmamasını söyler. Karar Osman Pamukoğlu’na bildirilir. Pamukoğlu çaresiz askerlerini geri çağırmak zorunda kalır.


HEYECAN VARDI AMA...

Tabur Komutanı Vahap Özkan iptal kararının alındığı sırada Şehidan Dağı’nı tırmanmaktadır. “Bir jandarma karakolundan çağrı aldım, telsiz çağrısı. Doğru kodlarla geri dönmemiz isteniyordu; güvenemedim.İran’ın 5-6 km içerisindeydim, arkasından başka bir jandarma karakolunun telsizi anons etti, gene inanamadım çünkü çok gizli ve önemliydi, telsiz yanıltması olabilir diye düşündüm. Tırmanıyorum ve önemli bir kısmını da tırmanmış durumdayım, yani bana bir yarım saat daha müsade edilseydi Şehidan Dağı’nın tepesinde olacaktım; yani sırtlara ulaşmış olacaktım. Tabii, yerler kar. Hava koşulları çok uygun değil ama. İlginç bir olay daha, ben taburumda da o güne kadar görmediğim heyecan vardı, askerlerin gözleri ışıl ışıl. Çağrı yapan son istasyona -ses tonunu tanıdığım birinin bana anons etmesi gerektiğini yani komutanlık makamından bir sesin bana hitap etmesi durumunda geri dönebileceğimi-ifade ettim.”

HELİKOPTERDEN ANONS

Osman Pamukuoğlu helikoptere biner ve dağın yamaçlarına yaklaşıp telsizden bizzat anons yaparak operasyonun iptal edildiğini ve birliklere geri dönmeleri emrini verir. İki gün sonra Jandarma Genel Komutanı Aydın İlter Paşa bölgeye gelir. Osman Paşa kızgındır. “Bana-sen şimdi dolusundur-dedi. -Daha sonra yaparız dedi. ‘Komutanım bitti daha sonrası yok’ dedim... Çünkü, ertesi gün İran geldi, Türklerle başımızı belaya sokacaksınız defolun gidin buradan’ dedi. Oradaki 350 terörist pılını pırtısını topladı 3 saatte orayı terketti. Onlardan 250 kişi Zagros’a geçtiler. 100 -150 kişi de buradalar-dedim...”

Birkaç gün sonra Osman Paşa’nın tahmin ettiği o 150 kişilik PKK grubu Durak Karakolu’nu basar.

Muharebe tam 3 gün sürer. Tam 15 şehit verilir. Osman Paşa bizzat çatışmaya girer,

“Ben zaten indiğimde çarpışma devam ediyordu. Benim bile azami 60-70 metre mesafemde ateş açtılar. Daha oradalar yani karakolun dibinde adamlar. O kadar iç içe girmişler.”

İPTAL SONRASI KARAKOL BASKINI

Operasyon iptal olduktan birkaç gün sonra İran’dan sızan 150 kişilik PKK grubu Durak Karakolu’nu basar ve 15 asker şehit olur. Osman Paşa haklı çıkmıştır...

DEMİRELE'E YANIT YOK

Jerma-Betkar operasyonuna iptal emri veren Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel daha sonra Durak Karakolu’na gelir. Kendisini Osman Pamukoğlu karşılar. Demirel sıkıntılıdır. Pamukoğlu’na döner ve bir şey ister,”Generalim bana bunların İran’dan geldiğini kanıtlamanız lazım ki bende bir şey yapayım.”

Osman Paşa bu sözler üzerine İran sınırı üzerindeki karakolun delik deşik duvarlarına, yerlerdeki kanlara bir de birkaç gün önce zirvesinden döndükleri Şehidan Dağı’na bakar. Demirel’e yanıt vermez.

Susar. Bir süre sonra tayini çıkar ve Hakkari’den ayrılır. Arkasında şehitler için yaptırdığı dev bir anıt bırakır.

“İsimleriyle güneşi yükseltenler.”



AKP-CHP, AKP-BDP çekişmesi, kürt meselesi, futbolda şike, Ergenekon, Uludere, kürtaj, Balyoz vs. gibi gündemdeki konularda herkesin bir yorumu, tarafgirliği mevcut.

Her şeyi bir tarafa bırakın.

Bu memleket üzerinde yaşadığınızı düşünün. Başka gidecek bir yer olmadığını bu vatanı kaybedersek veya köleleşirsek bir başka şansımızın olmadığını düşünün. Kimin hangi partiyi desteklediğini, hangi gazeteyi okuduğunu, alevi mi-sünni mi olduğunu bir kenara bırakın. Sağcıyı-solcuyu, kapitalisti-komünisti bırakın bir kenara...

Kim oruç tutar-kim şarap içer boş verin. Kim şort giymiş-kim türban takmış elinizin tersiyle itin bir kenara.

DÜŞÜNÜN! 
BİZ BİRBİRİMİZİ BOĞAZLARKEN, HERKES BİRBİRİNE DÜŞMAN OLMUŞKEN, GÖRÜŞLER ARASI UÇURUMLAR OLUŞMUŞKEN bu durumdan kim-kimler nasıl faydalanıyor. Bir düşünün...

DÜŞÜNÜN DE KARDEŞ KAVGASINI BIRAKIP KALDIRIN KAFANIZI, etrafınızda ne gibi oyunlar dönüyor bir bakın... Uyanın artık bu KAN UYKUSUNDAN.
UYANIN DA BİRLİK OLUN. TEK YÜREK, TEK BİLEK, TEK CEPHE OLUN. SİZİ SÖMÜRMEYE KÖLELEŞTİRMEYE ÇALIŞAN GÜÇLERE KARŞI KIRIN ARTIK ZİNCİRLERİNİZİ...

**************

"...Geçmişte çıkarılması engellenen, yeraltı zenginliklerimizin günümüzde artık değerini arttırmış olarak çıkarılması gerekiyor. Emperyalist devletlerin siyonist kartelleri de, Türkiye üzerinde oynadıkları siyasi oyunlarla bu zenginliklere sahip olmaya çalışıyor. Unutmamamız gereken çok önemli bir konu var: Ülkemizde bulunan madenleri kendimiz çıkarıp, işlemediğimiz sürece, zenginliklerden faydalanmamız söz konusu bile olmayacaktır. Dünyanın en büyük elmas ve altın yatakları bulunan Afrika’da insanlar fakirlik ve açlık içinde yaşamaktadır. Doğal zenginlikler nedeniyle siyasi hâkimiyetleri beyazların elinde olan birçok Afrikalı, kendi ülkelerinde adeta köle gibi yaşamaya mahkûm kalmıştır.
Türkiye, tüm dünyanın da iyi bildiği başta PETROL, BOR, TRONA, ALTIN olmak üzere birçok değerli madenin üzerinde oturmaktadır. Bu zenginlikleri ele geçirmek isteyen emperyalist-siyonist güçler her türlü fırsatı değerlendirmektedir. Türk halkının (Sağ-Sol, Müslüman-Laik, Kürt-Türk, Alevi-Sünni) top yekûn birleşerek, sömürgeci güçlerin oyunlarını bozmaları gerekmektedir. Türkiye’ye gelerek masum sloganlar altında, perde arkasında ise zenginliklerimizi ele geçirmeye çalışanlarla savaşmalıyız. Tabi bu savaş nasıl olacak diyeceksiniz. Bu savaş çok yönlü bir savaştır. İşin siyasi boyutu olduğu gibi ekonomik boyutu da çok önemlidir. Şimdi kendinize soracaksınız; “Ben nasıl savaşırım” diye. Çok basit. Onların silahlarıyla... EKONOMİK SAVAŞ sömürge kartellerinin ülkemizdeki oyunlarını bozmada, halk bazındaki en önemli unsurudur." (Tektaşın Kanı s:84-85)

SÖMÜRÜLMEYE GÖNÜLLÜ OLUNCA...

Toplumsal değerlerin, milli-dini duyguların hiçe sayıldığı-saydırıldığı ülkemizde, nereye sürüklendiğini bilemeyen, cenaze törenlerinde “Hepimiz Ermeniyiz” diyecek kadar söylediği sözün ne anlama geldiğini artık düşünemeyen, kim nereye çekerse oraya giden, nasıl yönlendirilirse öyle düşünen, etkili kim ise onun dümen suyuna giren Türk halkının; kendine gelmesi, yüzüne gerçeğin acı tokadının atılması gerekiyor.

Memlekette; Milletini, vatanını seven ırkçı oluyor. Korkarım bir süre sonra bu vatana “Türkiye” diyenler bile faşistlikle suçlanacak.

Ulus, millet, vatan, din, iman, kavramlarının işportaya düştüğü bir zamanda:

Dokunulmazlık zırhına bürünerek terör örgütü çığırtkanlığı yapanlar, liberal ekonomi naraları atarak son kamu kurumunu satana kadar rahat uyuyamayacağını söyleyenler, devlet bütçesinden en büyük payı alıp generallerini yetiştiremeyen, askerlerini eğitemeyen, terörü bitirmeyen-bitiremeyenler, stratejik yeraltı kaynaklarını dış güçlere peşkeş çekenler, memleket parsel parsel satılırken verdiğimiz oyların rehavetiyle mecliste GÖZÜ AÇIK uyuyanlar, "benim genel başkanım seninkini döver" diyerek siyaset yaptığını sananlar, dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen bir anlayışla; siyasi kariyerini muhalefet lideri olmaya endeksleyenler, sonra da bir video kasetiyle eşekten düşmüşe dönenler, bizi yönetiyor...

PEKİ BU DURUM NEREYE GİDECEK? Herkesin birbirine düşman olduğu memleketin hali ne olacak?...  

UYANIK OL! ÜLKENE SAHİP ÇIK!!!

Türkiye toprakları insanlık tarihi boyunca, medeniyetlerin başlangıç noktası olmuş, bu medeniyetler bugünkü dünya uygarlığını meydana getirmiştir. Uygarlığın çıkış kaynağı Anadolu ve Ön Asya’dır. Köklerini araştıran Avrupalı bilim adamları dönüp dolaşıp kendilerini burada bulmuşlardır. Tarihin başlangıç noktası olarak kabul edilen bu topraklara da tarih boyu ilgi sürmüştür. Hem uygarlığın hem de, üç semavi dinin de başlangıç noktası olan bu topraklar, tarih boyu çeşitli toplumlara kucak açmıştır.
Ünlü Türk tarihi araştırmacısı Kazım Mirşan, Türkler’in Anadolu’ya 1071 yılında değil, MÖ 7000’li yıllarda geldiğini yaptığı çalışmalarla ortaya koymuştur. Öyleyse burası bizim için çok önemlidir.

Önemlidir çünkü vatanımızdır.

Üzerinde binlerce yıldır yaşadığımız topraklara bugün de sahip çıkmak ve bu topraklar üzerinde oynanan oyunları öğrenmek, onları durdurmak da bize düşen görevdir.

TOPRAKLARI SÖMÜRÜLMEYEN TEK ÜLKE TÜRKİYE AMA!...

Dünya üzerinde yeraltı kaynakları kullanılmayan tek ülke Türkiye’dir.

Tarihin her döneminde bağımsız bir devlet çatısı altında yaşamış olmamıza rağmen, ne zaman ekonomik ve siyasi zayıflığa düştüysek o zaman etrafımızda oyunlar oynanmaya başlamıştır. Yıllarca Sağ-Sol, Müslüman-Laik, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, gibi fitnelerle, yüzlerce yıllık birlik ve beraberliği bozmaya çalıştılar-çalışıyorlar.
Oyunları bozmak için öncelikle, bu oyunları öğrenmemiz gerekiyor. Yıllardır ülkemiz üzerinde dönen emperyalist ve siyonist oyunlardan habersiz yaşadı halkımız.

Yolsuzluk, rüşvet, banka boşaltmalar ve gizli anlaşmalar imzalanırken, faili meçhul cinayetler işlenirken; Futbol, televole, yerli diziler, pop starlarla, uyutulduk. Dikkatler dağıtıldı…
Dünya coğrafyasına baktığımızda, toprakları sömürülmeyen tek ülkenin Türkiye olduğunu görürüz. Yeraltı kaynakları kullanılmayan tek ülke de Türkiye’dir. Türkiye, yeraltı zenginliklerinin çıkarılması konusunda yüzyıllardır bakirliğini korumuştur. Emperyalist ülkeler ve içerideki işbirlikçileri, Türkiye’nin yeraltı kaynaklarını çıkarmasına ve işlemesine engel olmuştur-olmaktadır. Ancak dünya kaynaklarının tükenmeye yüz tutması, tüm emperyalist güçlerin gözlerini Türkiye’nin üzerine de dikmektedir. Artık Anadolu zenginliklerinin emperyalistlere sunulması zamanı gelmiştir. (Tektaşın Kanı Sayfa: 81-82)
 Bu bağlamda BOP tüm hızıyla işletilmektedir.

ÇOK GEÇ OLMADAN  KAN UYKUSUNDAN UYANIN.