İmzası Atatürk'e ait değil denilen belge
Ayosofya müzesi ilk hazırlıklar bitti bu sabahtan itibaren açılıyor 1 şubat 1935 ************************************ |
M. Kemal’i temize çıkarmak için takla atmak...
Dense ki: “Tarihimizde önemli roller üstlenmiş, tarihi akışımızın istikametini değiştirmiş M. Kemal, neticede bir insandır ve onun da doğruları, yanlışları olabilir. Doğrularına sahip çıkalım, yanlışlarını tabulaştırmayıp toplumsal duyarlılıklara, çağın icaplarına, hak ve adalete göre terkedelim; millete, devlete, hukuka, sosyal ve siyasal hayata, din ve inanca cebren âmir kılmaktan vazgeçelim.”
Böyle dense sorun çıkmayacak, kavga olmayacak, “çalıyı dolaşma”ya gerek kalmayacak. Hatalarıyla doğrularıyla, tarihimize mal olmuş bir şahsiyet gözüyle bakılıp, “hakettiği itibar”ı herkes teslim edecek.
Böyle yapılmıyor da, 90 yıldır “cebren/zorla”, “yasa ve yargı baskısı”yla, “hak ve hukuk mahrumiyetleri”yle, “sosyal ve siyasal itilmişlik”le; “tabulaştırılmış”, “kutsallaştırılmış”, hatta “ilahlaştırılmış” olarak “yüce lider” imajı, insanlar üzerinde diri tutulmaya çalışılıyor.
Ancak tarih hiçbir şeyi gizli bırakmıyor ve gün geliyor, insanlar bir şekilde “sunulan” ile “olan” arasındaki farkları farkediyor. Bir de bakıyorsunuz, “yüce ve kutsal lider”, öyle sanıldığı gibi değilmiş.
İşte, tarihi şahsiyetlerin tabulaştırılması, onlara muhalefet edilememesi ve bunun “yasa ve yargı zoru”yla yapılmasının vardığı nokta bu oluyor. Gizlenen gerçekler bir bir açığa çıkmaya, gösterilenin tam tersi hakikatler farkedilmeye başlandığında ise, tabular normalleştirileceğine, yeni bir taktik olarak birkaç “günah keçisi” bulunup, tabulaştırılan kişinin günahları onların üzerine yıkılıyor. Böylece, “tabular”a bir süre daha “yaşama imkânı” veriliyor.
Mesela; M. Kemal’in emriyle Ezan Türkçeleştirildi. Camiler ve mescitler satıldı, yıkıldı, ahır, depo, marangoz atölyesi, CHP parti merkezi, saz evi, kışla yatakhanesi, konut vb. işlere tahsis edildi. Hıyanet-i Vataniye Kanunu, Takrir-i Sükûn Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri kararlarıyla korkunç cinayetler işlendi. Kur’an’a, “İslami hayat”a karşı yapılan zulümlere girmiyoruz bile.
Bütün bunların “toplumsal vicdan”da kabul edilmediği, nefret uyandırdığı görülünce, hepsinin suçu İnönü’nün üzerine yıkıldı. “İnönü figürü”, M. Kemal’in “toplumsal vicdan”da kabul edilmeyen her icraatı için “günah keçisi” olarak sunulup M. Kemal temize çıkarılmaya çalışıldı. M. Kemal’in yaptığı, ancak milletin benimsemediği her “icraat” İnönü’nün üzerine atıldı.
Bunları niye hatırlattığıma gelince... Milletin asla tasvip etmediği, gönlünün bir köşesinde sürekli bir kanayan yara halinde tuttuğu ve bu yüzden M. Kemal’e içerlediği bir şey daha var: Ayasofya Camii’nin M. Kemal’in imzasıyla müzeye çevrilmesi.
M. Kemal’in bu icraatı millet tarafından benimsenmiyor, tepki gösteriliyor ya, şimdi M. Kemal’in temize çekilmesi, başka bir “günah keçisi” bulunması lazım! Nitekim “iddia/kılıf” hazır: Ayasofya’yı müzeye çeviren kararnamenin altındaki “Atatürk” imzası sahteymiş!
Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülmesi için TBMM’ye teklif veren MHP Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu’nun iddiasına göre, müzeye çeviren karara ilişkin “iki tarihi belge”deki Atatürk imzaları farklı. Halaçoğlu, “Ayasofya Atatürk’ün imzası sahte şekilde taklit edilerek hukuksuz şekilde müzeye dönüştürülmüştür” diyor.
Düşünebiliyor musunuz, birileri, “her dediği kanun” olan M. Kemal’in imzasını taklit edecek, onun adına sahte imza atıp kararname hazırlayacak ve bunu uygulayacak, öyle mi? Hem de Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi gibi stratejik bir hususta!...
Ayasofya’yı müzeye çeviren kararnamenin altındaki imzanın M. Kemal’e ait olmadığına dair iddia, M. Kemal’in “toplumsal vicdanda silinen itibar”ını temize çıkarmaya yönelik bir hamledir. Zira, Ayasofya’yı müze yapan 2/1589 sayılı kararname, 24.11.1934 tarihli. Bundan M. Kemal’in haberdar olmaması mümkün mü? Haberdar olduğunda imzasını taklit edene ne yapardı dersiniz? “Sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine” diye karar veren bir yargı sisteminin bulunduğu ülkede, kim böyle bir şeye kalkışmayı göze alabilirdi?
Halaçoğlu’na göre, Ayasofya’yı müze yapan kararnamenin altında “Atatürk” imzası var, ancak M. Kemal’e “Atatürk” soyadı veren kanun, Resmi Gazete’de 27.11.1934 tarihinde yayımlanıyor. Buradan, soyadını almadan 3 gün önce aynı soyadıyla imza attığına bakıp, imzanın sahte olduğuna hükmediyor.
Buna katılmıyorum. Zira, soyadı kararı meclisten çıktıktan üç gün sonra Resmi Gazete’de yayımlanmış olamaz mı? Yine, “Atatürk” soyadını Meclis, habersiz mi verdi? M. Kemal’in Meclis’te “özel bir grup”unun olduğunu, istediği her şeyi bu grup vasıtasıyla Meclis’e kabul ettirip yasalaştırdığını biliyoruz. Bu durumda M. Kemal, zaten kanunlaşacak olan ve kendisi karar verdiği soyadını, yasanın yayımlanmasından önce kullanmış olamaz mı?
Halaçoğlu, Ayasofya Kararnamesi üzerindeki Atatürk imzası ile diğer Atatürk imzalarının farklı olduğunu, bunun da imzanın sahte olduğu anlamına geldiğini söylüyor. İyi de, ilk “Atatürk” imzasını Ayasofya Kararnamesine attıktan sonra, imzasını biraz değiştirip son şeklini vermiş olamaz mı?
M. Kemal’i temize çıkarma adına Ayasofya Camii’ni müzeye çeviren kararnamedeki imzasını “sahte” ilan etseniz de, yemedik. İmzayı kim attıysa, sorumluluğu da o taşımalı. Yiyenlere şunu sormalarını öneriyorum:
Ya diğer devrimlerin ve icraatl
arın altındaki imzalar da sahte ise...
İmzası taklit edilerek icraat yapılan bir lider, ülkeyi yönetmekten de, olup bitenlere hakim olmaktan da aciz olmaz mı? Bu durumda, bütün devrim yasalarını tek tek masaya yatırıp, sahtesini-gerçeğini ayırmamız icabetmez mi? Bunun için de “milletin vicdanı”nı ve “toplumsal kimlik ve kişilik değerleri”ni hakem yapmak gerekmez mi?
************************************
Atatük'e Ayasofya'yı Müze Yapma Talimatını Kim Verdi
Tarihçi Yazar Mustafa Armağan, müzeye çevrilmesinden bu yana hakkında bir çok iddia ortaya atılan Ayasofya Camii'nin müzeye çevrilmesindeki bugüne kadar gizli kalmış gerçekleri belgeleriyle açıklarken, Ayasofya'nın müze yapılmasının arka planına eğiliyor.
MÜZEYE ÇEVİRME FİKRİ AMERİKA'DAN MI?
Fethin sembolü olan Ayasofya’yı müze yapma fikrinin bir Amerikalı’dan geldiği iddiası bir süredir ortada geziniyordu ama bu ‘büyük buluşma’ hakkında unutulmuş bir fotoğraf, iddianın doğruluğunu kanıtlamış oldu. O fotoğrafı Ankara’daki Milli Kütüphane’de buldum. Bu fotoğrafla birlikte Ayasofya’nın laikleştirilmesi serüveni yeni bir boyut kazanıyor.
Ayasofya bir Hıristiyan mabedi olarak başladığı ömrünün 1453-1934 arasındaki dönemini cami olarak geçirdi. 79 yıldır da laik bir yapı olarak hizmet vermekte. Bu yazıda “Ayasofya neden yeniden cami olmalı?” tezimi savunmak yerine müze yapılmasının arka planına eğileceğim.
1930’lu yılların ortalarına doğru gidilirken Türkiye’yi yönetenlerin hangi dış etkiler ve baskılar altında hareket ettiği nedense gündeme getirilmedi. Oysa bu yılların dış dünya ile ilişkilerin yeniden kurulduğu, özellikle Anglo-Sakson dünyasıyla krediden tutun da kültürel ilişkilere kadar bir restorasyon dönemi olduğu bilinmelidir.
CAMİLERİN KİLİSEYE DÖNÜŞTÜRÜLME SÜRECİ
İşte bu dönemde bir yandan yurtdışına Anadolu medeniyetlerini araştırmak üzere araştırmacılar gönderilirken, öbür yandan Bizans araştırmalarını yürütmek üzere uzmanlar davet edilir. Kimi Bodrum ve Fenari İsa camileri üzerinde çalışırken 1940’larda Kariye Camii ile İznik’teki Bizans kiliselerini cami olmaktan çıkarma çalışmaları dikkat çeker. Demek ki genel olarak vaktiyle cami yapılmış Bizans kiliselerinin eski kimliklerinin ortaya çıkarılması ve yeniden kilise yapılamadıkları için de müzeye dönüştürülmeleri süreci başlar.
ATATÜRK'Ü NASIL İKNA ETTİ?
Laik bir Ayasofya için ilk adımın Thomas Whittemore adlı garip bir ABD’liden gelmiş olması önemlidir. Ayasofya’nın özellikle mozaiklerini yeniden ortaya çıkarma fikriyle İstanbul’a gelen ve bir restorasyon için izin koparmaya çalışan Whittemore’un Atatürk ile bizzat görüşerek onu Ayasofya’yı cami olmaktan çıkarıp bir müze haline getirmeye nasıl ikna ettiğini araştırmacı Natalia Teteriatnikov şöyle ortaya koyuyor:
“Amerika Bizans Enstitüsü, 1930’da Thomas Whittemore tarafından Boston’da kuruldu. Harvard’dan Prof. Robert Blake otobiyografisinde şöyle yazıyordu: “Bizans sanatı, tarihi ve arkeolojisi incelemelerini teşvik etmek konusunda bir Amerikan, İngiliz ve Fransız girişimi olan Bizans Enstitüsü’nün kuruluşunda onunla (Whittemore) birlikte çalıştım. Bizans Enstitüsü’nün büyük başarılarından biri, 1931’de TC’nin Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk’ü, Ayasofya Bazilikası’nın içindeki mozaiklerin ortaya çıkarılması sorumluluğunu Bizans Enstitüsü’ne teslim etmeye ikna etmesiydi.” (Kariye, Pera Müzesi Yay., 2007, s. 34.)
Bu alıntıdan Bizans Enstitüsü’nü yalnız ABD’nin değil, İngiltere ile Fransa’nın da desteklediğini öğreniyoruz. Ancak makalenin devamında daha önemli bir pasaj var. Onu da beraber okuyalım: “Atatürk ile Whittemore arasında, ABD Dışişleri Bakanlığı ve Ankara’daki Amerikan Elçiliği’nin aktif destek verdiği müzakereler yürütüldü. Bu müzakerelerin sonucunda Ayasofya cami olarak kapatıldı ve müze olarak açıldı.”
Yeterince açık bir ifade, değil mi? Meğer Atatürk ile Ayasofya pazarlığının içine ABD Dışişleri Bakanlığı ile ABD Büyükelçiliği de girmiş ve sonuçta Ayasofya Camii’ni müze yapma girişimi başarıya ulaşmış.
Durum bu: ABD, İngiltere ve Fransa’nın desteklediği bir kurum tarafından uyarılmışız ve buna kiliseden çevrilmiş üç camiyi ‘anıt’ yaparak cevap vermişiz.
ELBETTE GENE ESKİ DURUMUNA GETİRİLECEKTİR
Bu durumda Lord Curzon’un 2 Ocak 1918’de söylediği şu sözle yan yana getirilince nasıl bir manzara çıkıyor, takdiri size bırakıyorum: “İstanbul, özellikle Doğu dünyasının kozmopolit ve enternasyonel bir şehridir. Ayasofya ki, 900 yıl önce bir Hıristiyan Kilisesiydi, elbette gene eski durumuna getirilecektir.”
Anlaşılan o ki, Ayasofya’nın yeniden kilise yapılması istenmiş ama olmayınca orta noktada buluşulmuştur. Neden olmadığını da başka bir yazıda değerlendiririz.
Ayasofya'nın müze olması için hazırlanan kararnamede Atatürk'e ait imzanın sahte olup olmadığı tartışmaları gündemden düşmüyor.
Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye çevrilen Ayasofya 1934 yılında müzeye dönüştürüldü. Ayasofya'nın müze olması için hazırlanan kararnamede Atatürk'e ait imzanın sahte olup olmadığı tartışmaları gündemden düşmüyor. MHP Grup Başkan Vekili Yusuf Halaçoğlu'nun "Atatürk'ün imzası sahtedir" sözlerinin ardından alevlenen Ayasofya tartışmaları Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın "Gönlüme gelen başka bir şey var. Biz şimdi Ayasofya Camii'nin hemen hemen yanındayız. Bence kulaklarınız duymasa bile gönlünüzden geçen bir şeyler olduğuna inanıyorum. Ayasofya, bize bir şeyler söylüyor. Acaba Ayasofya bize neler söylüyor?" sözü ile ayrı bir boyut kazandı. Peki Ayasofya yeniden ibadete açılır mı? İşte cevapları.....
KARARNAME GEÇERSİZDİR
Yusuf Halaçoğlu - MHP Grup Başkan Vekili
24 Kasım 1934 gününe ait olan bir kararname var. Ama 1947 yılında Hasan Ali Yücel'in broşüründe yer alıyor. Kararname resmi gazetede yayınlanmamış. Kararnamede şöyle bir durum da var. Ayın 22'sinde çıkan bir kararname sayısı 1609. 24'ünde çıkan kararnamenin sayısı ise 1589. 22'sinde çıkan kararnamede İ.Ö (İsmet İnönü), 24'ünde çıkan kararnamede İ., 26'sında çıkan kararnamede ise İ.Ö (İsmet inönü) yazıyor. Atatürk'ün imzası ıslak imza dışında bir imza yok. ABD'den gelen bir komisyon var o tarihlerde. Bu komisyon caminin müzeye dönüştürülmesini istiyor. Müze yapılma talebine Atatürk karşı çıkıyor. 1 Şubat 1935'te müze kısmı açılıyor. İbadet kısmı da ayrı tutuluyor. 1937 tarihine kadar bakım onarım devam ettiği için cami kısmı da kapatılıyor. Dünya savaşında Ayasofya depo olarak kullanılıyor. Benim düşüncem bu kararname müze için hazırlanmış doğru. Bunu bazı bakanlar imzalamış ama Atatürk imzalamamış. Atatürk isteseydi kendisi imza atardı. Atatürk yaşarken tadilat nedeniyle kapatıyor.
ATATÜRK'ÜN YERİNE BAŞKASININ İMZA ATMA İHTİMALİ YOK
Prof. Dr. Doğu Ergil - Yazar
Atatürk o tarihte hayattayken ve ülkedeki tek karar vericiyken birisi ortaya çıkarak imzasını taklit edebilir mi? Velev ki imzası taklit edildi, sahte evrak ile Atatürk'ün gözüne baka baka Ayasofya'yı müzeye çevirip ibadete kapatabilir mi? Buna ihtimal verebiliyor musunuz? Bence bunun ihtimali yok. Bu konu Atatürk'ten sonra birisi imzasını sahte olarak attı ve müzeye çevrildi denilse inanırım bir derece. Amaç Ayasofya'yı namaza açmaksa o zaman söyleyeceğim birşey yok. Bu toplumsal bir mesele. Bakın, bu soruyu bana yıllar önce bir gazeteci daha sormuştu ve ben “Sizin Ayasofya adında bir akrabanız var mı? Kökeninizde var mı? Ailenizde azizelik mertebesi var mı? Azizelik tarihinizde var mı? Varsa onun adına yapılan bir ibadethane var mı?” demiştim. İstanbul'u alınca bizim olmuştur Ayasofya. İbadete açıldıktan sonra müzeye dönüştü. Orası aslında bir hristiyan ibadethanesidir. Bize de tarihsel bir mirastır. Biz de bu mirasın sahibiyiz. Hiç kimse Atatürk'ün imzasını taklit edemez ve ondan habersiz camiyi kapatarak müzeye çeviremez...
MÜZE KARARINI DEVLET İSTEDİĞİ ANDA BOZAR
Fatih Bayhan - Tarihçi - Yazar
Bu konuda yayınlanan 7-11-1934 tarihli kararname var. İddia edilen resmi gazetede de yok. Bu iş biraz batılı ülkelere şirin görünmek için atılan bir durum. Bilakis Ayasofya camii olarak geçer tapu kayıtlarında. Vakıflarda Fatih Sultan Mehmet Han'ın vakfına ait. 19 Şubat 1936'da tapu senedi çıkıyor. 7.11.1934'te de müze oluyor. Ayasofya'nın tapu senedi 14 şubat 1936'da çıkıyor. Cami olarak kayıtlı. Atatürk'ün bilgisi dışında yapılmış bir iş değildir. Atatürk soyadı verildiği tarihten 2 gün önce imzalamış kararnameyi. Soyadı, özel kanun ile verildi Atatürk'e. 27.11.1934 tarihinde de resmi gazetede yayınlanıyor. Atatürk'ün imza ettiği kararname ise 24.11.1934 tarihli. Orada Atatürk yazıyor. 3 gün önce kullanılmış olsa bile resmi gazetede olmadığı için geçerli değildir. Resmi gazetede yayınlanmamıştır. Müze kararını devlet istediği anda bozar ve camiye çevirilebilir. İmzanın resmi hukuku yok.
AYASOFYA ELBETTE CAMİYE DÖNEBİLİR
Uluç Özülker - Emekli Büyükelçi
Ayasofya elbette camiye dönebilir. Alınan karar uluslararası hukuka tabi değil. Bu bir iç konudur. Ayasofya bir kilise ve ibadethane olarak düşünülmüş. Ben Libya'da büyükelçi iken Kaddafi'yi Türkiye'ye davet ettik. Kendisi bana “Ayasofya'da namaz kılacaksam Türkiyeye gelirim” dedi. Namaz kılamadığı içinde gelmedi. Ama bunun ötesinde müze kapatılarak Ayasofya camiye dönebilir. Bu hukuki değil, siyasi bir durum. Atatürk döneminde yapılan müzeye çevirme o dönemin şartlarıyla alınmış bir karardır. Camiye döndürdüğünüzde dışarıdan gelecek olan tepkileri de göğüslememiz gerekecektir.
Post A Comment:
0 comments: