Articles by "Mustafa Armağan"
Mustafa Armağan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Osmanlı Arşivi, Bulgaristan’a nasıl satıldı?

Atatürk’ün gizlenen bir vasiyeti var mı? Bana göre yok, birilerine göre var, hem de 400 sayfalık bir hacimde. Son zamanlarda alevlenen tartışma bakalım nereye bağlanacak?


Türk Tarih Kurumu 2005 yılında Latife Hanım’ın mektuplarını açıklayacaktı, ailenin müdahalesiyle açıklanamadı. İşin tuhafı, ne zaman açıklanacağı da belli değil. Bu açıklama Türkiye’deki arşivlerin güvenilirliğini tartışmalı hale getirmişti.

Tabii bütün arşivler için değil söylediklerimiz. Ancak Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı ATASE arşivindeki kısıtlamalar, Dışişleri Arşivi’ndeki tasnifin bir türlü bitmek bilmeyişi, İçişleri-Emniyet arşivlerinde gizlenen belgeler gibi örnekler insanları kuşkuya düşürüyor haklı olarak.

Bulgaristan'a okkası 3 kuruşa satılan arşiv yağmasıyla ilgili gazete haberi

Bu arada Türk Tarihi Kurumu’nun sabıkasının epeyce kabarık olduğunu belirtelim. “Türk Tarihi”ni ortaya çıkarmak üzere kurulan bir kurumun bizzat gerçekleştirdiği Mimar Sinan’ın mezarının açılması hakkında herhangi bir kayıt tutmamış olması çok tuhaf değil mi sizce de? İşte Atilla Oral’ın bir sahaftan bulduğu Atatürk’ün “sansürlenen” mektubunun aslı normalde TTK’da olmalıydı, zira oraya yazılmıştır. Ancak yoktur. Kurumun eski müdürlerinden Uluğ İğdemir’in şahsi arşivinden kopyası çıkan mektubun aslını bakalım ne zaman okuyabileceğiz?

Mektupta neler var peki? Mesela şu cümleler yeterince ilginç:

“Arabistan yarımadasının kumsal çöllerinden ‘İkrebismi rabbi’ safsatasını esas tutmuş olan Araplar medeni cihanlarda, bilhassa Türk zengin medeni muhitlerinde bu iptidai (ilkel) ve cahiliyet devrinin timsali olan düstura yaslanarak yapmadıkları tahrifat kalmamıştır.”

Başka ne var Atatürk’ün sansürlenen mektubunda? Hz. Ömer aleyhindeki şu cümleye dikkat buyurunuz: “…Ömer’in (…) gösterdiği çıplak ve çıfıt Araplık malumunuzdur.”

Ya halifeleri alaya aldığı şu sözü nasıl yorumlamak gerekir: “(Türkler) En nihayet Muhammed’in halifesi unvanını taşımak maskaralığında bulunanları emir ve iradelerine ram etmişlerdir.” (Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu, 2013, s. 67-68.)

Bunlar apaçık ortadayken Atatürk’ün etrafında kıyamet kopartılan gizlenen vasiyetinde 50 yıl sonraki yöneticiye halifeliği getirme emrini verdiğini söylemiyorlar mı? İnsaf. Bu direktifi verecek kişinin sağlığında hiç değilse Halifeliğin kurulmasına yönelik bir iması olmaz mı?


Tarih yağması

İşte Muallim Cevdet’in taşınırken yere düşen ve sokaktaki çocuklar tarafından toplanan belgelerden her birine 5 kuruş ödeyerek satın aldığı belgelerden bazıları:

1. Viyana seferine dair parçalanmış yol masrafı defteri.

2. Uygurca metinlerin çözülmesi için hayati değerde bir anahtar.

3. Orhaniye zırhlısının mühimmat defteri.

4. Sırbistan’da ilk fethettiğimiz Niş Kalesi’ne ait kayıtlar.

5. Gazi Mihal evladının Plevne’deki vakfına ait bir kayıt.

6. 1700’lü yılların başına ait Hatice Sultan’ın mührünü taşıyan bir mutfak defteri ki, o dönemdeki yemeklerin nasıl yapıldığını vs. öğrenmek için birinci el kaynak.

7. Maliye memurlarının mühürleriyle vergi nişanlarını içeren bir defter.

8. Divan edebiyatının yıldızlarından Şeyh Galib’in evlatlarına verilen bir ferman ve daha neler neler…

Muallim Cevdet’in ısrarı ve basının rezaletin üzerine gidişiyle mızrak çuvala sığmayacak, Bulgaristan’a belge sevkiyatı duracak ama giden de gitmiş olacaktır. Sonunda Başvekil İsmet Paşa satışın durdurulması ve arşivin korunması talimatını verir ama iş işten geçmiştir. Yine de Muallim Cevdet bu faciaya “cinayet” demeye devam edecek, gazeteler ise şu başlığı atacaklardır: “Türk tarihinden beş asır yağma edilmiştir.”

Mustafa armağan

******************************************************
İLGİLİ BÖLÜM
******************************************************




Selahaddin Adil Paşa İstanbul'da işgal devletleri temsilcileri ile vedalaşıyor.
Selahaddin Adil Paşa İstanbul'da işgal devletleri temsilcileri ile vedalaşıyor.

Resmi tarih, İstiklal Savaşı'ndan sonra İngilizler başta olmak üzere işgal kuvvetlerini İstanbul'dan nasıl başları önlerinde çıkarttığımızı yazar.

Ne de olsa fena halde yenik ve eziktirler karşımızda. Nitekim muzaffer Türk ordusu 6 Ekim 1923 günü İstanbul'a girmiş ve şehri 5 yıla yakın süren düşman işgalinden kurtarmıştır.

Artık değişmesi şart olan tarih kitaplarımızda böyle yazar yazmasına ama gerçekler aynı kanaatte değildir. Aslında İtilaf devletlerinin silahlı kuvvetleri, resmi geçit törenleri ve centilmenlere yakışır "garden party"lerle veda etmişler, halkın alkışları arasında bayrağımızı selamlayarak Dolmabahçe rıhtımında kendilerini bekleyen "Arabic" adlı vapura binmişler ve sevinç içinde el sallayarak İstanbul'dan ayrılmışlardı.

Hangi tarihte peki? Herkes gibi '6 Ekim'de' diyorsanız yanılıyorsunuz. Doğru cevap için ise biraz sabrınızı istirham edeceğim. Çünkü daha önce hatırlatmam gereken bazı önemli noktalar bulunuyor.


Öncelikle şunu belirtelim ki, işgal kuvvetlerinin İstanbul'u terk edişi ile Lozan Antlaşması'nın imzalanması olayları arasında sandığımızdan da yakın bir bağ mevcuttur. Yani Lozan imzalanana kadar işgal devam etmişti, hatta sonrasında da 2,5 aya yakın bir süre işgalciler başkentimizden gitmemişlerdi.

Hemen araya girip söyleyeyim: Ankara'nın 13 Ekim'de başkent oluşu İtilaf kuvvetlerinin gidişinden bir hafta kadar sonraya rastlar, yani Lozan imzalandığında İstanbul hâlâ payitahttır ve bir maddesinde de Hilafet merkezinin İstanbul olduğu açıkça yazılıdır.

O zaman şunu sormak hakkımızdır diye düşünüyorum: Ankara'yı başkent yapmakla Lozan'ı ilk delen biz mi olduk yoksa? Hani Lozan ilk imzalandığı haliyle dimdik ayaktaydı? Aslında Lozan defalarca delinmiştir. Hatta Montrö bir yana, belki de Lozan'ın lehimize asıl delinişi, "Kanalistanbul" projesiyle gerçekleşecektir. Böylece Boğaziçi, 1918'den bu yana ilk defa tam olarak egemenliğimiz altına girecektir.