Ocak 2016

24 Ocak 2016
KEMÂL KAPLAN

MUMCU: Faili meçhuller, suikastlarla dolu 1993'ün ilk karanlık olayı Uğur Mumcu'nun katledilmesiyle başladı. 24 OCAK PAZAR sabahı aracına konan bomba ile Mumcu katledildi. 1997 yılında TBMM'de kurulan komisyon suikastı aylarca araştırdı. Raporu yayınlanmadan okuyan birkaç kişiden biri olarak her sayfasında ayrı bir fail gördüm. Komisyona ifade verenler, suikastı maksatlı olarak çarpıtıp, hedef saptırmış. Sonrasında suikastı gerçekleştirdiği söylenen insanların ise tamamen masum olduğunu biliyorum. Öldürülme sebebi hakkında çok şey yazıldı. En önemlilerinden biri devlet-pkk ilişkisini ortaya çıkaran belgelere ulaşmasıydı.
OKKAN: "Devleti halkla buluşturan adam" olarak tarihe geçecek işler yaptı görevli olduğu DİYARBAKIR'da. Bugün devletin bir tabur askerle dolaştığı Sur sokaklarında korumasız geziyordu. Diyarbakır halkı hiçbir kamu görevlisine bu kadar inanmamış, bu kadar güvenmemişti. Gaffar Okkan "Bana Düzce ve Diyarbakır'da hiçbir şey olmaz" diyerek,güvenin karşılıklı olduğunu gösteriyordu. 
24 OCAK 2001 çarşamba günü, emniyetten ayrıldıktan sonra saldırıya uğrayarak katledildi. Katiller öylesine gözü dönmüştü ki, Okkan öldükten sonra bile yanına giderek, yüzünde bir şarjör boşalttılar. Bu neyin nefretiydi. Suikastı HİZBULLAH'ın düzenlediği söylense de, böylesine sofistike bir eylemi Hizbullah'ın gerçekleştiremeyeceği aşikardı. Suikastı ÖKK'ye bağlı C Timi'nin gerçekleştirdiği, aynı timin, aynı yılın mayıs ayında bindiği Casa uçağının da düşürüldüğü böylelikle iz sürülmesinin önünün kesildiği iddia edildi.
2012 yılında tanıştığım Erdoğan'ın 4 yıl koruma müdürlüğü yaptığı Zeki Bulut, Gaffar Okkan'ın o dönem özel kalem müdürlüğünü yapmıştı. Bulut suikast günü Okkan ile çıkmamış emniyette kalmıştı.
Denizli Emniyet Müdürü iken, Denizli'de bir süre görüşme fırsatı bulduğum Zeki Bulut suikast ile ilgili çarpıcı bilgiler verdi. Yayınlanması sıkıntı yaratacağından detaya girmiyorum.

İKİ DAVA ADAMI İNANDIKLARI UĞRANA KATLEDİLDİLER.
İKİ GİRİFT FAİLİ MEÇHUL. İKİ BÜYÜK KAYIP.

KEMAL KAPLAN - 23 Ocak 2016

19 ve 20. Yüzyıl'da petrol ve kömür stratejik yakıt kaynaklarıydı. 20. Yüzyılın son çeyreğinde kömür yerini doğalgaza bıraktı.

Topraklarında kömür çıkarılmaya başlandığından itibaren bu ülkede sanayi, kömür ile bugünlere geldi. 

Elektrik üretiminden, ısınmaya her alanda kullanılan kömür 1990'lı yıllarda yerini doğalgaza terk etmeye başladı. 2010'a kadar ülkenin her yeri doğalgaz borularıyla döşenmişti. Doğalgaz olmadan ne ısınabilir, ne üretebiliriz.
Karbondioksit salınımı kömürle kıyaslanması mümkün olmayan doğalgaz 'çevreci' etiketi ile toplu taşıma araçlarında bile kullanılır oldu. Temiz, daha sağlıklı, erişimi kolay; DOĞALGAZ...

Buraya kadar her şey yolunda ve çağına uygun görünüyor. Atladığımız en önemli nokta ÜLKEMİZDE DOĞALGAZ REZERVLERİNİN BULUNMADIĞI. (en azından şimdilik)

Böylesine hayati bir enerji kaynağının topraklarımızda bulunmaması ciddi tehlike.

Dışa bağımlı doğalgaza neden mahkum edildik?

Petrolde de dışa bağımlı olduğumuzu söyleyebilirsiniz. Haklı olmakla birlikte, petrolü tankere doldurup G. Amerika'dan da alabilirsiniz. Ya doğalgaz? Boru hattı olmadan mümkün değil.

O halde komşu ülkelere muhtacız. Bugüne kadar İran ve Rus doğalgazı oluk oluk akıyordu. Akıyordu lakin, İran ile ne zaman sürtüşmeye girsek, o kış musluklar kısılır, Acemler'in sabote etmesiyle yerimizden bir kez fırlardık.

Ruslar'la bugüne kadar rahat bir dış politika takip edildi. Özellikle ekonomiye yönelik politikalar Rusya ile stratejik ortaklığı kaçınılmaz kılıyordu.

Türkiye ile Rusya'nın Suriye politikaları taban tabana zıt olunca, krizin ucu görünmüştü aslında. Uçağın düşürülmesi, perdenin aniden kalkıp, Suriye sahnesinde iki ülkeyi karşı karşıya getirdi.

İlk DOĞALGAZ paniği başladı, doğal olarak. Turizm ve yaş gıda ihracatı arkasından geldi.

Arap ülkelerinden sıvılaştırılmış doğalgaz almak için seyahatlere gidildi. Sonuç alındı mı bilemem.  Rusya türlü çeşit tehditlere rağmen doğalgazı kesmedi.

İran ve Rusya Ortadoğu'da eşdeğer politikalara sahip, iki yegane doğalgaz kaynaklarımız. Suriye'de saplandığımız bataktan ise kolay çıkacağa benzemiyoruz.

MİLLİLEŞME ÇABALARI

AKP hükümetini yerden yere vurmamıza (daha çok Tayyip Erdoğan politikalarını) rağmen, uyguladığı bazı siyasi ve politik tavırlarını sonuna kadar destekliyorum.

Somutlaştırır isek: TUSAŞ, TAİ, ASELSAN, HAVELSAN, MKEK gibi kurumların savunma sanayi konusundaki başarıları, F-16'ların millileştirilmesi, gibi stratejik kurumların hükümet tarafından desteklenmesi.

Altın madenlerinin millileştirilmesi. (Bu konu cemaat-AKP kavgasında sekteye uğramış olabilir.)

Nükleer santral kurulması ise bir başka stratejik atılım.

DİKKAT!!!

Türkiye'de hangi konu üzerinde şişirme  propagandalar yapılıyor ise, dikkatli izlemek gerekiyor. Türkiye'nin Ege ve Doğu Karadeniz Bölgesi'nde önemli altın yatakları mevcut. Hatırlayacağınız gibi, "Siyanürle altın çıkarılması" meselesi aylarca ülke gündemini meşgul etmişti. Zavallı Bergamalı köylü, Boğaz Köprüsünde dahi pijamayla eylem yapmıştı. Masum köylü dünyanın her yerinde altının siyanürle ayrıştırıldığını nereden bilecek. Kütahya'nın Gümüş Köyü'nde Etibank 50 yıldır siyanürlü liç yöntemiyle gümüş çıkarıyor. Masum Bergama köylüsü bunu da bilmez. Siz de...

Nükleer santral ve HES meselesi de enerjide dışa bağımlılıktan kurtarma çabalarıdır. Hükümetin halkı doğru bilgilendirmemesi sonucu, kolayca dış güçler tarafından provake ediliyor. HES protestoları bitmek bilmiyor. Nükleer santral de cabası.

Batı yüzlerce nükleer santral kullanırken, Türkiye'de nükleer karşıtlığı kışkırtılıyor. (Söylediklerim yenilenebilir enerjiyi küçümsediğim anlamı taşımaz.)

(Dünyada 438 nükleer santralden bugüne kadar sadece ikisi sızıntı yaptı. Halen devam eden 42 nükleer santral inşaatı var. Dünyada kimse nükleer enerjiden vazgeçmiş değil.)

Rusya bugün muslukları kapatsa, nükleer karşıtları battaniye altından çıkamayacaklarının farkında mı?



DÜNYANIN EN BÜYÜK TÜKENMEYEN
ENERJİ KAYNAKLARINA SAHİBİZ

Tükenmeyen enerji olarak tanımlanan nükleer enerji, uranyum madeninin zenginleştirilmesi sonucu oluyor. Nükleer silaha sahip olmanın yolu da buradan geçiyor. Troyum da nükleer madenlerden biri.

1977 yılında Eskişehir  Beylikahır (ilçenin adı 1985 yılında Beylikova olmuştur.) ilçesinde TORYUM rezervleri bulundu. İki yıl süren çalışmalar ve tetkikler sonucu madende 380 bin ton toryum bulunduğu tespit edilmişti.

1979 yılına gelindiğinde bir başka çalışma netice vermişti. Karadeniz ve Van Gölü'nde, dünya denizlerindeki uranyum rezervlerinin iki katı uranyum olduğu tespit edildi. Hacettepeli üç bilim adamının başlattığı çalışmaları MTA devam ettirmiş çalışma kamuoyuna açıklanmıştı.


MTA yetkilileri, dünyada yaşanan enerji dar boğazının gelişmiş ülkeleri nükleer santrallere yönelttiğini, Türkiye'nin toryum ve uranyum rezervleriyle hiçbir zaman enerji sıkıntısına girmeyeceğini bundan 37 yıl önce söylemelerine rağmen, Türkiye her zaman enerji sorunuyla burun buruna yaşadı. Pahalı enerjiyi, tasarruf ederek kullanmak zorunda kalan ülkemizde, 40 yıldır uranyum veya toryumdan hiçbir haber yok.

2007 yılında Isparta'da düşen bir yolcu uçağı dikkatleri yeniden toryuma yöneltti. Uçakta bulunan ve hayatını kaybeden altı Türk bilimadamı toryum ve uranyum konusundaki bir projede çalışıyordu. ''Türk Hızlandırıcı Merkezi Projesi"nde görevli bilimadamları bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Kazayla ilgili dişe dokunur bir açıklama yapılmadı. Aadan geçen 8 yıla rağmen kaza, dosyalar arasında kayboldu.

Türkiye'nin uranyum ve toryum konusunda gerçekleştireceği çalışmalar, enerji ve savunma sanayini yakından ilgilendiriyor. Bu çalışmaların sekteye uğraması batılı ülkelerin her zaman işine gelecektir.

Altın zenginliktir, uranyum ve toryum güç. Bunların yeraltında kalması dışa bağımlılığımızın sürekliliğini sağlar.





DİKKAT: TÜM HAKLARI SAKLIDIR. Yazının izinsiz olarak BİR KISMI VEYA TAMAMININ her türlü ortamda kullanılması, 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri kanunu gereğince yasaktır. Sanal ortamda sadece link verilerek paylaşılabilir.



KEMAL KAPLAN - 17 OCAK 2016

İskoç Riti'ne ait 33. derece masonların Washington'da bulunan tapınağının fotoğrafları.

TAPINAĞIN DIŞTAN GÖRÜNÜŞÜ.


TAPINAĞA GİRİŞ. TAPINAĞIN KURULUŞ TARİHİ 1733.

AYİN ALANI.

AYİN ALANI.

KAPI SÜSLEMESİ

DUVAR SÜSLEMESİ




TAPINAĞIN BÜYÜK ÜSTADLARI








TAPINAĞIN  FUAYESİ

FUAYE 

HER BİRİ 33. DERECE MASON OLAN ÜYELERİN AYİN SIRASINDA OTURDUKLARI SANDALYELER

DUVAR SÜSLEMELERİ

DUVAR SÜSLEMELERİ

TÖREN SAHASINA GİDEN MERDİVENLER


 BİNLERCE KİTAP BULUNAN KÜTÜPHANELERİ MEVCUT.







DİKKAT: TÜM HAKLARI SAKLIDIR. Yazının izinsiz olarak BİR KISMI VEYA TAMAMININ her türlü ortamda kullanılması, 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri kanunu gereğince yasaktır. Sanal ortamda sadece link verilerek paylaşılabilir.

KEMÂL KAPLAN 
15 OCAK 2016

Dünyanın en büyük terör olayı kabul edilen 11 Eylül saldırıları hakkında, bir çok teori ortaya atılırken, bunların içinde en dikkat çekici ve dehşet verici olanı saldırıların arkasında ABD'nin olması. Akabinde ABD'nin Ortadoğu ve Afganistan işgaline başlaması ve "artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" yönünde yapılan açıklamalar iddiaları doğrular nitelikteki emareler olarak değerlendiriliyor.

11 Eylül'ün arkasında bazı ABD unsurlarının bulunduğuna yönelik çeşitli belgeseller ve kitaplar yazıldı. Bunların en önemlisi sayılan 'Big Bamboozle'ın yazarının mesleği ve başına gelenler kitabın daha dikkatli ele alınmasını gerektiriyor.

DOĞAN İLE TEMAS

Ilık bir sonbahar sabahı 2012 yılı eylül ayının ortaları. İstanbul'un en güzel manzaralarından birine sahip Hilton Bosphorus'un lobisindeki Teras Restaurant'ta  50'li yaşlarda iki ABD'li çift bir yandan kahvaltı sonrası Türk kahvesini höpürdetirken, diğer yandan boğazın ılık esintisi ve muhteşem manzarasıyla mest oluyorlardı.

O eşsiz manzara Philip Marshall'ın yüzündeki endişeyi yok etmeye yeterli olamıyordu. Polis kayıtlarında 2009 yılında boşanmış görünse de, Philip Marshall ve eşi Sean birlikte İstanbul'a gelmişti.

Aynı günlerde Hilton bir çifti daha ağırlıyordu. Almanya'da yaşayan genç çiftin ikisinin de ebeveynlerinden biri Türk diğeri, Avrupalı idi. Yazımızın kahramanları olan bu iki Hilton misafiri çiftten biri Marshall çifti, diğerinin ise güvenlik gereği isimlerini vermemekle birlikte eşlerden erkeği 'A', kadını ise 'B' olarak kodlayalım.

A&B aynı otelde Marshall çifti ile tanışırlar. Bizimkiler henüz Türkiye'ye yerleşmeyi düşünmediklerinden İstanbul'a geldiklerinde Hilton'da kalıyorlar. İstanbul'u iyi bilen melez çiftimiz, Marshallara şehri gezdiriyor. Gelişen dostluk Philip'in sıkıntılarını A ile paylaşmasını sağlayacak kıvama geliyor. A Almanya'da menajerlik yapıyor. İnsan ilişkileri son derece iyi, sıcakkanlı. Philip hanımların bulunmadığı bir ortamda birkaç duble viskiden sonra A'ya kim olduğunu anlatıyor.

Philip Marshall bir Boeing pilotu. 30 yıllık havacılık geçmişi var. 9 Şubat 2012 tarihinde ABD'de bir kitabı yayınlamış. Kitabın adı: 'Big Bamboozle'

Marshall kitabı Türkiye'de de yayınlatmak istediğini söylüyor. Bizim A, kaldıkları otelin sahibinin aynı zamanda Türkiye'nin en büyük yayınevinin sahibi olduğunu söylüyor.

A olayı bana anlatırken şöyle aktarıyor: "Avrupa'da doğup büyüdüğümüz için özgüvenimiz yüksek ve Türkiye'deki ilişkilerin nasıl işlediğine dair hiçbir fikrimiz yok. Mesleğim gereği girişken bir yapıya sahibim, Marshall'a yardım edebileceğimi söyledim. Gidip Hilton'un genel müdürüyle tanıştım. Sonra onu Marshal ile tanıştırdım. Birkaç gün sonra otelde Aydın Doğan'ın kızlarından biri, bir toplantı için gelmişti. Otelin genel müdürü bizi onunla tanıştırdı. Marshall bana menajerim olmamı teklif etti ise de, Türkiye'de yaşamadığım için kabul etmedim. Doğan ile Marshal'ı bir arada bırakarak ayrıldım. "

Yine güvenlik gereği Philip Marshal'ın Aydın Doğan'ın hangi kızı ile ne görüştüğü bilgisini burada vermiyorum. Abarttığımı düşünebilirsiniz, lakin  yazımız sonlandığında bunun gerekçesini anlayacaksınız.

A&B çifti, Marshall çiftini İstanbul'da bırakarak Almanya'ya dönerler. Yaklaşık bir yıl sonra İstanbul'a yerleşmeye karar verirler. 
B Marshall'ın eşi Sean'i telefonla aramak ister, iki kez arar telefonla ulaşamaz. Üçüncü kez aradığında telefona çıkan ses büyük trajediyi B'ye anlatır. B şaşkınlık ve üzüntü içinde durumu eşi A'ya aktarırken, ikisi de şoke olurlar.

CIA PİLOTU

1959 doğumlu Philip Marshal ilk uçuş eğitimini 15 yaşında babasından aldı. 1983 yılında CIA'ya katılarak özel operasyon pilotu oldu. CIA'nın Orta Amerika'daki operasyonlarına ve Amerikan Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi'nin (DEA) sınır ötesi harekatlarında jet ve helikopter pilotu olarak görev yapar.

CIA'nın Nikaragua kontralarını silahlandırması, CIA-Kolombiya uyuşturucu karteli lideri Pablo Eskobar ilişkileri, İrangate Skandalı  ve CIA'nın Orta ve Güney Amerika operasyonlarında Marshall hep görevdedir.

Marshall 90'lı yıllarda CIA'den resmen ayrılır. Sivil havacılık sektöründe Boeing pilotu olarak göreve başlar. 

Dünyanın hangi ülkesinde yaşarsa yaşasın, bir istihbaratçı asla gerçek manada emekli olamaz. Yaptığı iş, onunla mezara kadar devam eder. Hiçbir istihbarat örgütü, bir elemanını sokağa başıboş bırakmaz.

Marshall'ın görevi boeing pilotluğu yaparken de CIA direktifleri doğrultusunda devam eder.

BIG BAMBOOZLE

11 Eylül 2001'de gerçekleşen saldırılarda Boeing uçaklarının kullanılması Marshall'ın ilgisini bu yöne çeker. Eski bir pilot olan babası da ona bazı şüphelerinden bahseder. Tecrübeli pilot yıllarca Boeing'in her modelini kullanmış olmasının getirdiği birikimle olayı araştırmaya başlar.

CIA içindeki bir gruba ulaşarak buradan bazı bilgiler edinir. Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon'a çarpan uçakların pilot marifetinin dışında bunların kuleden de yönlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşır. Yani uçakta bulunan teröristler dışarıdan yardım almıştır.

Marshall araştırmalarına devam ederken, uçaktaki El-Kaide militanlarının Suudi Arabistan istihbaratı tarafından eğitildiği, Usame Bin Ladin'in itiraf etmesinin engellenmesi için öldürüldüğü, saldırıları ABD hükümeti içinde bulunan bir kanadın desteklediği, hâttâ planladığına dair ipuçlarına ulaşır.

Buna göre; 2000 yılının ocak ayında 11 Eylül'ü gerçekleştiren hava korsanları Los Angeles'te bir araya gelirler. Bazı CIA görevlileri, bu korsanlara Arizona çölünde Boeing 757 ve Boeing 767 uçaklarında uçuş eğitimi verir. 11 Eylül'ü araştıran CIA ve FBI ekibi özel isimlerden seçilir.

Marshall, Big Bambozle adlı kitabında 11 Eylül saldırılarının sorumlusu olarak Condoleezza Rice, Donald Rumsfeld, Suudi Arabistanlı Prens Bandar, Dick Cheney ve George W. Bush suçluyor.

ESKİ ABD BAŞKANI BUSH İLE BANDAR, ASPEN'DE BANDAR'A AİT
 ÇİFTLİKTE SIK SIK BİR ARAYA GELİYOR.

BUSH AİLESİNİN SUUDİ ÜYESİ(!)

Suudi Prens Bandar'ın oldukça ilginç bir geçmişi var. Bandar 1983'den 2005 yılına kadar Suudi Arabistan'ın Washington büyükelçiliği görevinde bulunduktan sonra, aynı yıl güvenlik konseyi başkanlığına getirildi. Bandar aynı zamanda Suudi istihbaratını da yönetiyordu. Geçen yıl sağlık sebeplerinden dolayı görevinden ayrıldı.

Bandar'ın  Colorado Aspen'de 16 milyon dolar değerinde bir çiftlik evi bulunuyor. Eski ABD başkanı Bush ile o kadar yakın ki, Bush ona 'Bandar Bush' lakabıyla seslenip aileden biri olarak görüyor. Çiftlikte sık sık bir araya geliyorlar.

Prens Bandar BOP'un en büyük savunucularından, Irak'ın işgali, Saddam'ın devrilmesi ve Esad rejimi karşıtı bir görüşe sahip. Eski başkan yardımcısı Dick Chenney ile de çok iyi dostlar, torunları aynı okulda eğitim almış.

ŞANSLI PENNY'NİN YERİ

Philip Marshall Kaliforniya Eyaleti'nde Calaveras adlı 45 bin nüfuslu küçük bir şehirde kızı oğlu ve köpekleri  ile birlikte yaşıyordu. Kitap yayınlandıktan sonra medya tarafından ilgi odağı olmuştu. Özellikle çocuklarının bu süreçten minimum etkilenmesi için küçük bir şehirde yaşamayı tercih etmişti.

Marshall'ın elinde çok daha önemli belgeler bulunuyordu. Yeni kitabında bunları yayınlamayı kafasına koymuştu. Bir akşam üstü aldığı telefonla, Murphys'de bulunan Şanslı Penyy'nin yerinde 10 yıldır görüşmediği arkadaşı L.R. ile buluşacaktı.

Takvimler 2012 ocak ayını gösteriyordu. Marshall restorandan içeri girince etrafa şöyle bir baktı. Mesleki refleksleriyle süzdüğü insanlar yerel halktan başkası değildi. Buluşacağı kişi mekanın loş köşesinde pub burgerini iştahla yiyordu. Birasını yudumlamak için kafasını kaldıran LR, Marshall ile göz göze geldi. Marshall usulca yanına otururken, LR'nin uzattığı eli sıktı. LR birasını içtikten sonra, "Uzun zaman oldu dostum. Neler yapıyorsun bakalım."

Marshall masaya doğru uzanarak, "L burada ne arıyorsun."

L burgerinden bir parçayı daha dişleriyle kestikten sonra, kısa bir çiğnemeyle yemek borusundan aşağıya gönderdi. Gülümsedi: "Senin için geldim Marshall. Yaramazlık yapıyorsun  dostum. Sen çok iyi maaş alan boeing pilotusun. Bir çok insan senin durumuna gelebilmek için çok şey feda ediyor. Çocukların rahat bir yaşam sürüyor. Onların geleceğini düşün."

Marshall yanlarına gelen garsona bir bira ısmarladıktan sonra, "Kısa kes L, ağzındaki baklayı çıkar. Buraya benim mesleki kariyerimi konuşmak için gelmedin sanırım."

L birasından bir yudum daha alır. Baş parmağıyla ağzının iki yanını siler ve sırıtarak, "Yaramazlık yapıyorsun dedim ya. Bak dostum birlikte çok önemli görevlerde bulunduk. Uzun zaman oldu görüşmüyoruz. Seninle kişisel hiçbir sorun yaşamadım. Ben sadece verilen emri yerine getirmek için buradayım."

L hamburgerin son lokmasını da ağzına atar. O sırada Marshall kendi için gelen biradan büyük bir yudum alır. L devam eder:"Senin yazdığın şu kitap. Big neydi? Big Bamboozle. Kitabın  büyük rahatsızlık uyandırdı. Burası Amerika özgür bir ülkedeyiz. Fakat senin gibi geçmişi olan birinin sorumlulukları olmalı. Senin başka belgeler elde ettiğini birileri öğrenmiş. Bunları kullanmaman konusunda uyarılman gerektiğini düşünüyorlar. Artık yeter bir başka kitap olursa, geri dönüşü olmayan bir yola girmiş olursun."

"Beni tehdit mi ediyorsun. Eski dostum."

L birasından bir yudum alır. Sonra ayağa kalkar. Marshall'a elini uzatır. "Ben gidiyorum. Olayları çıkmaza sokma. Aileni düşün."

KÖPEK DAHİL HEPSİ ÖLDÜ

2 Şubat 2013 günü Marshall'ın Meadov Ormanı'nda bulunan evinin önü polis araçları ve ambulanslardan geçilmiyordu. Duyanlar inanmakta zorluk çekiyordu. Komşuları içeri girdiklerinde 3 insan ve bir köpek cesedi ile karşılaştılar ve polise haber verdiler.

54 yaşındaki Philip Marshall, 17 yaşındaki oğlu Alex, 14 yaşındaki kızı Macaila ve evin köpeği ölmüştü. Polis bunalıma giren babanın çocuklarını, köpeğini ve en son kendini öldürdüğü noktasında kanaat getirdi.

6 sayfalık polis raporunda ölümler 9 mm. çapında Marshall'a ait olduğu söylenen Glock marka tabanca ile gerçekleşmişti.

Çocuklar salonda bir kanepede üzerleri battaniye ile örtülmüş uyur şekilde, köpek yatak odasında, Philip Marshall ise ön kapıya yakın sırtüstü yatmış kanlar içinde bulundu. Köpek dahil hepsi kafasından tek kurşunla öldürülmüştü. Komşulardan hiçbiri silah sesi duymamıştı.

Raporda bulunan toksikoloji testleri sonucunda Macaila ve Alex'in kanında düşük seviyede alkol bulundu. İlave olarak Macaila'da antihistaminik  (alerji ilaçlarında bulunan bu madde uyku getirici özelliğe sahip) rastlandı. Philip Marshall'ın kanında ise; kuvvetli ağrı kesici madde hidrokon, morfin ve antidepresan madde tespit edildi.

Polis raporunda Marshall'ın tıbbi dosyalarının incelendiği ve bipolar bozukluğu olduğu ifade ediliyor.

Dikkat çekici iki husus: 
1- Marshall'da bipolar bozukluk teşhisi olduğu ve kanında antidepresan maddelere rastlandığı yönünde olmasına karşın, bipolar bozuklukta antidepresan tedavisinin yanında mutlaka ama mutlaka Lityum kullanılır. Kanında lityum da çıkması gerekirdi.
2- Marshall sol şakağından vurulmuş olmasına rağmen, silah sağ elindeydi.

Çocukların okulundaki etkinliklere katılan, komşularıyla iyi ilişkileri bulunan bir babanın, evlatlarıyla birlikte kendini katletmesine kimse inanmadı.

Marshall'ın yatak odasında bulunan kasa, kapağı açık halde ve üzerinde (karısı adına) bir not vardı: "Merhaba Sean"

Polis dosyayı çifte cinayet ve intihar olarak derleyip kapattı.




DİKKAT: TÜM HAKLARI SAKLIDIR. Yazının izinsiz olarak BİR KISMI VEYA TAMAMININ her türlü ortamda kullanılması, 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri kanunu gereğince yasaktır. Sanal ortamda sadece link verilerek paylaşılabilir.




KEMAL KAPLAN - 11 Ocak 2016

ABD'nin 35. başkanı John F. Kennedy'e yapılan suikastı düzenleyen ekibin içinde CIA ajanları Felix Rodriguez, Porter Goss, ve Barry Seal (Fotorafta sol kenarda ilk üç kişi), olduğu iddia ediliyor.

Yukarıdaki fotoğrafta bulunan 10 kişilik ekip OPERASYON 40 adı verilen CIA ekibidir. Operasyon 40; başta KÜBA krizi, Domuzlar Körfezi, Che Guevera'nın infazı ve Orta Amerika operasyonlarında yer almışlardı.

Yukarıdaki fotoğraf 22 Ocak 1963 yılında Mexico City'de bir gece kulübünde çekilmiş.
Paltosuyla yüzünü kapamaya çalışan ise; CIA ajanıTosh Plumlee.

OPERASYON 40 Küba Devrimi'nden sonra 1960 yılında ABD başkanı Eisenhower döneminde kuruldu. Ekibe başkan yardımcısı Richard Nixon başkanlık yapmıştır. (Nixon 1969 yılında başkan oldu.) Küba'da karşı devrim örgütlenmesi için kurulan örgüt başlangıçta 40 CIA ajanından oluştuğu için örgüte OPERASYYON 40 adı verildi. Sonrasında 30 kişi daha katılarak, örgüt 70 kişilik ajanı bünyesinde bulundurdu.

George Bush (baba)'un Teksaslı iş adamlarını ikna ederek Operasyon 40'a mali destek sağladığı ve bu örgütü kendi çıkarları için kullandığını iddia eden gazeteciler bulunuyor.

Operasyon 40 ekibinin içinde bulunan CIA ajanları çeşitli suçlardan sorumlu tutulmuşlar:

Ajanlardan Frank Sturgis: Watergate hırsızı olarak anıldı.
Felix Rodriguez: Che Guevara'nın infazında yer aldı.
Luis Posada Carriles: Yasadışı göç suçlamasıyla sorgulandı. 1976 yılında Venezuela'dan gerçekleşen bir bombalamadan sorumlu tutulduğu için Venezuela devleti tarafından ABD'den istendi.
Orlando Bosch: Şili eski bakanı Orlando Letelier'in 1976'da öldürülmesinden sorumlu tutuldu. Şili yönetimine karşı devrimci örgütleri kurmakla suçlandı.

DİKKAT: TÜM HAKLARI SAKLIDIR. Yazının izinsiz olarak BİR KISMI VEYA TAMAMININ her türlü ortamda kullanılması, 5846 sayılı fikir ve sanat eserleri kanunu gereğince yasaktır. Sanal ortamda sadece link verilerek paylaşılabilir.

KEMAL KAPLAN - 5 Ocak 2016

VAKİT/AKİT'in Yazı İşleri Müdürü Hasan Karakaya laik çevrelerden bazı ölenlerin arkasından zehir zembelek yazılar, kaleme almış ardından da eleştirilere şöyle cevap vermişti: "Ölenin ardından kötü söylenmez diye bir dini kural yok." Bu tutumu ölümünden sonra, hakkında söyleneceklere de mazeret yaratır mı bilemiyorum. 
Muhalif basın ve sosyal medya Karakaya'nın ölüm nedeninden tutun da, oğlunun keçi sakalını, kızının çektirdiği dekolte fotoğraflardan, devletin zirvesinin tabutunu taşımasına kadar, her şeyi iğdiş ederek, ayyuka çıkarıyor. Etme, bulma dünyası... 

Ağza alınmayacak sözleri 21 yıldır köşesinde döktürüp duran Hasan Karakaya'yı tanıyanlar tanır. Köşesinde ahkam kesen ve azgınlaşan adam, yazılarının dışında munis ve utangaçtır.

Aynı kurumda çalışmış, müdürüm olmasına rağmen, bir kez haber merkezinin kapısını açtığını görmedim. Sosyal hayattan kopuk, on metrekarelik odasında dünyayı gazetelerden okuyan, yazılarını bu gazetelerden edindiği sınırlı bilgilerle yazan, her yazısında mutlaka küfredecek birilerini bulan, farklı düşünceye saygısı olmayan, yalan ve iftira dolu haberlerle insanları yaftalayan ve hedef gösteren bir adamdı rahmetlik(!)

2012 yılında henüz AKP-Cemaat can-ciğer kuzu sarması iken Zaman Gazetesi, Hasan Karakaya ile röportaj yapmış, o zaman 55 yaşında olan ve gazetecilik yüksekokulu mezunu olduğunu söyleyen Karakaya meslek hayatında 40. yılı olduğunu ifade etmişti.

"SENİ ANAN DOĞURMAMIŞ SIÇMIŞ"

2003 yılında Fatih Altaylı başörtülü öğrenciler için: "200 milyonu bastır soyunsunlar, 300 milyonu ver başka şey yapsınlar." deyince kızı başörtüsüz Hasan Karakaya bir yazı döşendi ki, dünya tarihinde böyle kanalizasyon edebiyatı örneği olduğunu sanmıyorum.

Yazıdan birkaç spot vereyim:

" ... O, bir orospu çocuğu!.. O, mümkün değil ki, anasının rahminde büyümüş bir "Cenin" olamaz!.. Olsa olsa; '9 ay 10 gün çektiği kabızlıktan sonra makatından defettiği bir "bok"tur!.."

"... Yazdığı kalem bile "küçük" gelir ona!.. O ki; oturduğu "Cola Şişesi"nden bile zevk alan bir "homoseksüel"dir!.. Dolayısıyla; "kalem"ler, "şişe"ler değil, "budaklı odun" lazım, bu alçak homoseksüele!.."

"Daha fazla maaş" için, o da "patron"larına "gönderiyor"mu karısını?.. Öyle ya; "Kimin kaça soyunacağı" konusunda bu kadar "uzman" olduğuna göre!.."

BAŞÖRTÜLÜ BACILAR GARSONİYERDE

Vakit'te göreve başladığı yıllarda eşinin başı örtülü olmadığı söyleniyordu. Günümüzde sosyal medyada kızını dekolte kıyafetlerle gördüğümüz Hasan Karakaya, 28 Şubat'tan sonra başörtülü oldukları için üniversiteden ayrılan kızların başına gelenleri yazmamıştı.

Okullarından ayrılan öğrencilerin bir kısmı İBB, İGDAŞ, İSKİ gibi kurumlarda istihdam edildi. Daire başkanlarının, müdürlerin sekreteri olarak iş yaşamına başlayan bu kızlar, kapanın elinde kaldı. Kaçına garsoniyer tutuldu? Kaçı kürtaj yaptırdı? Karakaya bunlardan habersiz miydi?

Abdurrahman Dilipak'ın 31 Aralık 2015 tarihinde Akit gazetesinde yazdığı 'günah evlerinden' habersiz miydi Karakaya? AKP'lilerin fuhuş ve alkol batağından Dilipak'ın haberi oluyorsa Karakaya'nın olmaması düşünülebilir mi?

Ali Kalkancı-Fadime Şahin-Müslüm Gündüz kumpasında Vakit/Akit Gazetesi, olayın patlamasından yaklaşık bir yıl önce haberdar olmuştu. Hasan Karakaya bunu da yazmadı.

Yıllar önce Vakit'te yazması istenen muteber bir ilahiyatçıya gidildiğinde, "Irz düşmanlarının olduğu gazetede ben yazmam"demişti, Hüseyin Üzmez'i göstererek. Acaba Hasan Karakaya'nın Üzmez'in uçkur düşkünlüğünden haberi yok muydu?

RÜZGÂR YÖN DEĞİŞTİRİNCE

2003 yılında Karakaya yazdığı yazıdan mahkum edildi Fatih Altaylı'ya tazminat ödedi. Karakaya'nın söylemesine göre, Altaylı'ya dava açan baş örtülü kızlar da onu mahkum ettirmişlerdi.

Yıllar yılları kovaladı. AKP iktidar olunca, rüzgarlar değişti. Yelkenler o tarafa yöneldi. Fatih Altaylı da, hükümete yakın HABERTÜRK gazetesinin başına geçti. Zamanında İslamcılar'a ve RP tabanına sövüp-sayan Altaylı, artık programlarına Tayyip Erdoğan'ı konuk eder oldu.

Barış Manço ne diyordu: "Dünya dönüyor dostlar ben dönmüşüm çok mu?"



YAR YANAKLARIN ELMA MIDIR?

Menfaatler ortak olunca Altaylı, hayatında duymadığı/duyamayacağı hakareti işittiği Karakaya'yı affetti. Anasına, karısına, neredeyse yedi ceddine söven bir adamla bu defa basın seyahatlerine birlikte çıkmaya başladılar.

Yer: WOW Otel lobisi.
Tarih: 14 Ağustos 2012  

Başbakan basın mensuplarına verdiği yemekte Fatih Altaylı, yaramaz bir çocuğun yanaklarını sıkar gibi, başladı Hasan Karakaya'nın yanaklarını sıkmaya.

Sonra basıyorlar kahkahayı...

Sohbet koyulaşıyor. Gazeteci Hadi Özışık da eşlik ediyor sohbete. 

Karakaya'nın İstanbul Boğazı'na hiç gitmediği ortaya çıkıyor koyu sohbette. Sonra Altaylı ve Özışık, Karakaya'yı boğazda gezdirme sözü veriyorlar.

Üçlü boğaz gezisine çıkıyor mu? Bilgim dışında.

BABAMI BİLE İNANDIRAMADIM

Rahmetlik babam, doğru bildiğinden şaşmayan İslamı doğru anlamaya çalışan kendi halinde bir adamdı. Kırmızı çizgilerinden biri de, abone olduğu gazeteye laf söylenmesiydi.

O gazetede daha önce çalışmış olmama rağmen bana inanmaz gazeteye inanırdı. Haberlerin nasıl yapıldığını, kelli-felli bazı köşe yazarlarının yediği naneleri anlattığım zaman küplere binerdi.

Müslüman-Laik kavgasını körükleyen her iki tarafın, iki gazetesi, halkı birilerinin istediği yöne kanalize ettirmekten başka işe yaramıyor. Gerçekte hiç de öyle "din düşmanı" veya "laik düşmanı"olmayan insanların, yazdıklarıyla çelişmesi çalıştıkları gazetenin yayın politikasından başkası değil.

Nefret söylemiyle kitleler arası boşlukların uçuruma döndüğü günümüzde; İslamcı ÜLKER'in, laik KOÇ ile birlikte ihaleye girdiğini görmedik mi?

Rahmi Koç'un kurduğu TURMEPA'da Murat Ülker yönetim kurulu üyesi olmadı mı?

TURMEPA her yıl SABRİ ÜLKER ödülü vermeye başlamadı mı?

Murat Ülker, sabah-akşam İslamcılara söven Bedri Baykam'ın boş çerçevesine 100 bin dolar vermedi mi?

Biz laik-müslüman, alevi-sünni, Türk-Kürt diye birbirimizi gırtlaklarken, gazete patronları ve onların köşe yazarı lordları, iktidar çevreleri ve bu kavgadan rantlanan bilumum zevat Üsküdar'ı çoktan geçti.

Gözünü aç Türkiye!!!

**********


"SPERMLERİNİ AKITTIĞI PEÇEYİ HALA SAKLIYOR"

Aslında anlatmak istediklerim yukarıda bitmişti lakin Karakaya, Ülker ve Baykam deyince aklıma bir yazı geldi.

27 Ekim 2015 tarihinde Hasan Karakaya, Ülker ve Baykam hakkında şunları yazmış. Yazma sebebi ise, Ülker'in sahip olduğu Şehir Üniversitesi'nin başına, İslamcılar'a söven Ali Atıf Bir'i rektör olarak ataması.

... "Öyle ya; “Spermlerini akıttığı kâğıt peçeteyi bir sanat eseri(!) olarak hâlâ saklayan Bedri Baykam”ın “Boş Çerçeve”sine, bugünün parasıyla “360 bin lira” ödeyen Murat Ülker; o günlerde çok eleştirilse de, hiç kimse saygı sınırını aşmamıştı!.. Ama, “Başörtüsü düşmanlığı” yapması ve “Paralel Yapı’ya destek” vermesi ile bilinen Prof. Ali Atıf Bir’i, o günlerde Şehir Üniversitesi Rektörlüğü’ne ataması; affedilir bir hata değildi!..

Karakaya devam ediyor ve bir tehdit savurarak yazısına son veriyor:

"... Ve "Biz yokuz” diyoruz. "Murat Ülker’in, bu "samimi ve dostane uyarı"yı dikkate almasında yarar var!.. Yoksa, sonu hiç iyi olmaz!.. Her şeyini kaybedebilir!.. Korkarım, elinde sadece “Boş Çerçeve” kalır!.. "


**********


YILLARCA İNSANLARIN KARISINA KIZINA İFTİRA ATAN, BAŞÖRTÜSÜZ KADINLARA FAHİŞE DİYEN HASAN KARAKAYA'NIN KIZININ SOSYAL MEDYADA YAYINLANAN FOTOĞRAFLARI