KEMÂL KAPLAN
2 Eylül 2018
2 Eylül 2018
Yangınlar tarih boyu İstanbul'un kaderini değiştirmiştir. Bazı yangınlar ise birilerinin kaderini...
Aksaray Yeraltı Çarşısı Yangını da bunlardan biri.
Türkiye'nin ilk AVM'si olarak tarihe geçen Aksaray Yeraltı Çarşısı'nın yapımına 1969 yılında başlanmıştı. 31 Mart 1973 yılında tamamlanmasına rağmen, dönemin belediye başkanı Fahri Atabey tarafından 1 Kasım'da açılışı yapıldı. 60 milyon liraya mâl olan çarşı yeraltı otoparkı dahil 20 dönüm arazi üzerine kurularak, 140 dükkândan oluşmaktaydı.
1969 yılında inşaat halindeki çarşı. |
Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı'ndan sonra İstanbul'un üçüncü büyük çarşısı olan Aksaray Yeraltı Çarşısı, açılışından 2 yıl sonra 24 Aralık 1975 tarihinde çıkan yangınla adeta kül oldu. Ne garip bir rastlantıdır ki, olaydan iki gün sonra henüz çarşının külleri soğumamışken, yine İstanbul tarihinde önemli bir yeri olan Gürün Han yangını çıkacaktı.
Sait Halim Paşa Yalısı yangını, Gürün Han yangını gibi Aksaray Yeraltı Çarşısı yangını da tesadüf veya kaza değildi. Onun da yanmasının ardında bir şeyleri örtbas etme kastı vardı.
Terzi Nuri Kaymaz 2016 yılında yaptığı çalışma ile Gürün Han Yangını'nın ardında yatan sebeplerini ortaya çıkarttığı gibi, yangına sebep olan mafya babasını da açıklamıştı. (Onunla ilgili ortaya çıkarttığımız gerçeği daha önce yazmıştık: GÜRÜN HAN'I HAMALLARA HANGİ MAFYA BABASI YAKTIRDI ... )
Kaymaz bir süreden bu yana yakın tarihte meydana gelen İstanbul yangınlarını araştıyor. Ortaya çıkan gerçekler ürkütücü olduğu gibi düşündürücü de...
Lafı fazla uzatmadan Terzi Nuri'nin araştırmaları sonucu ortaya çıkardığı bulgulara geçelim.
İstanbul Belediye Başkanı Dr. Fahri Atabey Aksaray Yeraltı Çarşısının açılışını yaparken. |
Açılışın onuruna verilen yemekte İsmet İnönü, Bülent Ulusu, Cevdet Sunay ve protokol. |
"KAR MI YAĞMIŞ ŞU HARPUT'UN BAŞINA"
302 Mercedes otobüsün içi dumandan göz gözü görmüyordu. 20 yıllık Magirus otobüslerden sonra Elazığ-İstanbul arasına Mercedes'ler geleli çok olmamıştı. Sigara içmek bugünkü gibi yasak değildi şehirler arası otobüslerde. İki Gakkoş el sarımı sigaralarını tüttürürken, cam tarafından oturanın kucağındaki küçük valiz dikkati çekmiyor değildi. Çünkü koltuk üstü raflar bunun için yapılmıştı. Kucaktaki bagaj da neyin nesi..?
Hüseyin 40, Abdullah 35'inde idi. Hüso iri yarı gövdeli kumral iki çocuk sahibi rençberlik yapıyordu. Abdo daha kısa ve narin yapılı esmerdi, onun da iki çocuğu vardı ve kaportacıydı. Otobüs Sivas'a girip mola verdiğinde, karınları acıkmış otogarın hemen dışında bulunan bir esnaf lokanlatasında karınlarını doyururken, küçük valiz yine Hüso'nun kucağında idi.
İki yıllık uğraş ve çabaları o küçük valizin içinde duruyordu. İkisinin de kalbi orada atıyor, uzun yıllar dostluklarına rağmen, birbirlerine olan güvensizlikleri gözlerinden okunuyordu.
Definecilik insanın ruhuna kadar işleyen, onunla yatıp onunla kalktığınız madde bağımlılığından da beter bir illetti. 10 yıldan uzun süredir iki arkadaş bu illetin müptelası olmuştu. Harput ve çevresinde gizli gizli kazmadıkları yer kalmamış, define haritası diye aldıkları haritalara az para kaptırmamış, az varta atlatmamışlardı. Lakin bu defa iş tamamdı. Öyle bir eser çıkarmışlardı ki, ikisinin de yedi ceddine yeterdi.
Definecilikte gömü çıkarma, hazine bulma tutku ötesi bir durum olmakla birlikte, ona sahip olmakla iş bitmiyordu. Bir de bunun elden çıkarılması, satılması gerekiyordu. Defineyi bulmaktan belki çok daha riskli bir olaydı bu.
İki arkadaş bu riskin farkında idiler. İstanbul defineciliğin her iki aşaması için de cennet bir merkezdi. Gömünün burada satılması dışında başka alternatifleri yoktu. Otobüs Topkapı otogarına girdiğinde ikisininde yorgunluk yüzlerinden okunmasına rağmen, ellerindeki küçük valiz onları ayakta tutan yegâne sebebi barındırıyordu. Hüso ve Abdo daha önce defalarca İstanbul'a gelmişti. Elbette define için. Balat'taki Defineciler Kahvesi bu işin Oxford'u gibiydi. Topkapı Kaleiçi'ndeki her defasında kaldıkları otele gittiler.
Saat 9'u geçmişti. Emektar resepsiyon görevlisi iki yataklı bir oda vermişti onlara. Küçük valiz dışında hiçbir eşyaları yoktu. Üzerlerindeki kıyafetle yatağa uzandılar. İkisi de fazla konuşmayan tiplerdi. İçe kapanık olmaları definecilik için iyi bir özellik sayılabilirdi. Çok konuşan açık vermeye mahkumdu.
Valiz iki yatak arasındaki boşluğa bırakıldı. Yorgunluğa daha fazla dayanamayan iki arkadaş, zengin olduktan sonra yaşayacakları hayatın hayali ile uykuya daldılar.
Kahverengi valizin üzerine perdeden sızan aralık ayının soluk sabah güneşi vuruyordu. Köhne otel odasının iki yatağı iki gakkoşun ağır bedeni altında ezilirken, ter kokusu her yanı kaplamıştı. Hüso gözlerini açtı. Valize elini uzattı, onu adeta okşadıktan sonra, yere düşen sekiz köşeli kasketini alarak, ayağa kalktı. Abdo horultu içinde uykunun sarhoşluğuna teslim olmuştu. Hüso sarsarak uyanmasını sağladı. Abdo bir an panikledi ne olduğunu anlayamadı.
Valizi görünce kendini toparladı. İçini kemiren güvensizlik duygusu bu defa minnete dönüşerek, kısık gözleriyle Hüso'yu selamladı.
Otelin hemen yan tarafındaki lokantada çorba içip, sigara tellendirdiler. Saat epey geç olmuştu. Yeraltı Çarşısı çoktan açılmış, dükkanların sabah temizliği yapılmış, ilk müşteriler bekleniyordu siftah için.
Hüso ve Abdo otelin karşısındaki durağa giderek Taksim-Topkapı yazan otobüse arka kapıdan bindiler. Kapının hemen yanında kendine ayrılan bölümde oturan biletçiden iki tam abonman kestirdiler. Ön kapıya yakın bir yere oturarak, otobüsün hareket etmesini beklediler. Valiz bu defa Abdo'nun kucağındaydı. Beş dakika sonra kalkan otobüs Millet Caddesi'ne girerek, Şehremini, Çapa, Fındıkzade, üzerinden Yusufpaşa durağına gelince, iki arkadaş burada indi.
İSKİ tarafındaki kapıdan Yeraltı Çarşısı'na girerek, 17 numaradaki Behram'ın sadece erkek gömleği sattığı dükkanına girdiler. Elazığ'dan hemşehri Behram aynı zamanda Abdo'nun uzaktan akrabasıydı. Mert bir adamdı İstabul'da ondan başka kimseye güvenemezlerdi.
Tezgahtar Behram'ın henüz gelmediğini söyleyerek, arkada yeni demlediği çaydan onlara ikram etti. Tezgahtar ile verdiği, Samsun'u tüttürmeye başladıkları esnada 45'ini geçmiş saçları tepeden epey açılmış Behram selam vererek içeri girdi. İki kafadarı görünce biraz tedirgin oldu. Zira onların ne tür maceralar peşinde koştuğunu çok iyi bilirdi. Yine de severdi onları, bir zararları yoktu, hayalperestlikleri dışında.
oşbeş faslından sonra Behram tezgahtarı Yeşildirek'e gömlek siparişi için gönderdi. Abdo'nun kucağındaki valiz onu işkillendirse de, bir şey sormadı. Nasıl olsa neden geldiklerini anlatacaklardı.
VALİZİN İÇİNDEKİ TANRIÇA
Abdo, Behram'ın meraklı bakışları altında yıllardır hayal peşinde koştuktan sonra bu defa turnayı gözünden vurduklarını anlatırken, valizin kilitlerini açmaya başladı. İçinden çıkardığı bir tutam amerikan bezini evire-çevire açmaya başlamadan önce, Behram'a dükkanın kapısını kapatmasını söyledi. Amerikan bezin içinden yirmi santim uzunluğunda altın bir heykel çıktı. Abdo heykeli Behram'a uzattı. Heykeli sağ eliyle kavrarken titrediğini hisseden Behram başına geleceklerden habersiz, iki hemşehrisinin hazinesine zaten iri olan yeşil gözlerini daha da belerterek bakmaya başladı.
İlk şaşkınlıktan sonra Behram, bu heykeli ellerinden nasıl çıkartacaklarını sordu. İkisinin de İstanbul'da güvenebileceği kimse yoktu. Behram'dan onlara bunu satacak birilerini bulmalarını ve karşılığında yüzde yirmi vereceklerini söylediler.
Doğru kişileri bulunca milyonlarca lira edebilecek bu küçük tanrıça, başlarını belaya da sokabilir, polise yakalanabilirler veya birileri haber alırsa her türlü musibeti yaşayabilirlerdi. Behram müdereddit bakışlarını iki kafadarın üzerinde gezdirdi. Sonra elindeki heykele bakmaya başladı. Korktuğu gibi, para kazanma düşüncesiyle rahatlıyordu. Duygusal hezeyanları atlattıktan sonra, Kapalıçarşı'da birini tanıdığını söyledi.
KAPALIÇARŞI'DA KAPALI(!) İŞLER
Döviz serbestisi yoktu. Dolar veya mark almak için merkez bankasında birtakım prosedürleri yerine getirmen gerekiyordu, yurtdışına gideceklere mahsustu. Tekel tüketilen milyonlarca paket sigaranın piyasadaki tek hakimiydi. Marlboro, Kent kaçak gelirdi. Merkezi Tahtakale olan piyasadan Türkiye'ye sigara sevkedilirdi.
Malatyalı Mehmet hem Kapalıçarşı hem Tahtakale'de döviz ve sigara işi yapıyordu. Ve imkana göre her türlü illegalite...
Behram Kapalıçarşıda bir yere telefon ederek Mehmet'i sordu. Yarım saat sonra çalan telefonun diğer tarafındaki kişi Malatyalıydı. Behram çarşı kapanmadan Mehmet'in Aksaray'a gelmesini istedi. Mehmet kaçın kurasıydı. Hiç sorgulamadı. Saat 5 gibi dükkana geldi. Behram bir saat kadar önce dönen tezgahtarını erken paydos ettirdi. Genç tezgahtar bütün gün müşteri ile uğraşmaktan bezdiği için erken çıkmak onun için nimetti.
TANRIÇA'NIN LANETİ
Mehmet'e durumu anlattılar, heykelciği gösterdiler. Mehmet'in ağzının suyu aktı. Lakin bir hafta önce Mali Şube tarafından sorguya alınmıştı. Ve takip edildiğini biliyordu. Bu iş için uygun zaman değildi. Mehmet izin isteyerek ayrıldı. Bizimkiler hüsrana uğradılar.
Behram nerede kalacaklarını sordu. Heykelciği ellerinde taşımalarının sakıncalı olduğunu, terör olayları yüzünden polisin yollarda sık sık kimlik sorup, üst araması yaptığını, kıyafetlerinin ve ellerindeki valizin de dikkat çektiğini, heykeli dükkanın arka taraftaki küçük depoda gömleklerin arasında saklanmasının daha güvenli olduğunu söyledi. Hüso ve Abdo yapacakları bir şey olmadığının bilinciyle kabul ettiler. Heykel itina ile gömleklerin arasına kamufle edildikten sonra, dükkanı kapatıp Behram'ın misafiri olarak Kumkapı'nın yolunu tutular. Rakılar içildi, mezeler yendi, sohbetler edildi, kafalar ziyadesiyle dumanlandıktan sonra, bir taksi iki kafadarı otele, Behram'ı Merter'deki evine bıraktı.
Ertesi gün ağrılı başlar, bulanan midelere rağmen bizimkiler çarşı açılmadan giriş kapısında bekliyordu. Akşamdan kaldıkları aşikar iki kişiyi çarşının kapılarını açmaya gelen bekçi hemen fark etti. Biraz da şüphelendi. Kıyafetlerinden İstanbullu olmadıkları belliydi. Merdivenleri hızla inip 17 numaranın önünde beklemeye başladılar. Bekçi de arkalarından seyirterek uzaktan durumu kesiyordu. Az sonra Behram kafasını oğuşturarak, çarşının koridorunda göründü. Dükkanı açtıktan sonra bizimkiler de içeri daldı. Bekçi şimdi dükkana daha da yaklaşmış, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir güvenlik sorunu olabilirdi. Sonra üçünün de oturup sohbete başladığını görünce, hemşehri ziyareti diye düşünüp uzaklaştı.
Üç Elazığlı heykeli yerinden çıkarıp, elden ele gezdirip tekrar zulaya koydular. Çaylar içildikten sonra, Behram'ın aklına Yusufpaşa'daki Nihat geldi. Nihat çarşıda tanınan bir tipti. Kürd İdris'in çek-senet işlerini yapardı. Sıkışan esnafın senetlerini bozdurur yolunu bulurdu. Nihat'a telefon ettiler. Bir saat sonra Nihat dükkana geldi. Tezgahtar yeniden Yeşildirek'e gönderildi. Zuladan heykel çıkarılıp, Nihat'a gösterildi. Heykel yeniden yerine kondu. Nihat bir görüp bir kaybolan heykelin etkisine girerek, bir alıcı bulabileceğini söyledi. Sonra gitti.
Çarşıda çok dikkat çeken bir olay yaşanmıştı. Uğur Mumcu iki gün arka arkaya Aksaray Yeraltı Çarşısı'nda dolaşırken ve alış-veriş yaparken görüldü. Ankaralı bir gazetecinin burada alış-veriş yapması pek rastlanır bir şey değildi. Yoksa bir haber üzerinde miydi?
Tarihler 23 Aralık 1975'i gösteriyordu. Hüso ve Abdo dükkan kapandıktan sonra Behram'dan ayrıldılar. Kaleiçindeki bir meyhane'de kafaları demlendirdikten sonra, gidip yattılar.
Gece yarısından sonra İstanbul'un gökyüzünü bir duman kapladı. Bu duman Yeraltı Çarşısı'ndan çıkıyordu. Yerin altı cayır cayır yanıyor. İtfaiye dumandan içeri giremiyordu. Yaklaşık yüz dükkan kül oldu tabii 17 numara da...
Beş gün boyunca kimse içeri sokulmadı. Dükkanlarının akıbetini merak eden esnaf izin verildikten sonra gördükleri manzara karşısında şoke oldular. Yangında 3 kişi hayatını kaybetti. elektrik kontağı olarak raporlar düzenlendi.
Heykel mi?
Elbette ortadan kayboldu.
Nihat da...
Bir süre sonra Nihat'ın Kıbrıs'a yerleştiği kumarhane işlettiği ve gayrimenkuller aldığı söylentileri yayıldı.
Behram bir daha ortaya çıkmadı.
Hüseyin 2015 yılında Harput'ta hakkın rahmetine kavuştu. Abdullah Harput'ta halen yaşıyor.
Post A Comment:
0 comments: