Mora İsyanı Sırasında Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın İhaneti Ve Bağımsız Yunanistan'a Giden Yol
Eflak isyanından sonra, Alexander’in kardeşi Demetrios İpsilanti liderliğinde ikinci isyan hareketi Mora Yarımadası’nda başlatıldı (Mart 1821). Mora’da başlatılan isyan ise çok geniş bir destek kitlesine dayanmış olduğundan kısa zamanda yayıldı. Nisan 1821 sonunda bütün Orta ve Güney Yunanistan’ı sardı. Bu arada yüzyıllardan beri aynı topraklarda bir arada yaşayan Müslüman ahali vahşi bir katliama maruz kalarak kitleler hâlinde öldürüldü. Mal ve topraklarına el konuldu. İsyanda sağ kalabilen Mora muhacirlerinin sorunları ise 1830’da Yunanistan kurulduktan sonra senelerce devam etti.
Rumların isyan haberi İstanbul’da büyük infiale neden oldu. O zamana kadar itibar gören Fenerli Rum Beyleri, tüm itibar ve iktidarlarını kaybettiler. Rum İsyanı’nda parmağı olduğu ve Filiki Eterya’ya üye bulunduğu anlaşılan Patrik V. Gregor dâhil bazı metropolit, tüccar ve Fenerli beyler ihanet suçuyla idam edildiler. İsyanla ilgisi olan Divan-ı Hümayun ve donanmadaki tercümanlar görevden uzaklaştırıldı.
1821 Rum isyanı boyunca Osmanlı ordu ve donanmasının yetersizliği bir kez daha görüldü. Aslında Alemdar Mustafa Paşa hadisesinden itibaren askerî kurumların ıslahı için önemli bir girişimde bulunulamamıştı. Bu alanda Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın eyalette girişmiş olduğu başarılı ıslahat, II. Mahmut’u da etkilemişti. Özellikle Rum İsyanı esnasında Mora’ya gönderilen Cihadiyye adlı Mısır askerinin kısa zamanda kazandığı başarılara karşılık, Yeniçeri ve diğer askerî kuvvetlerin başıbozuk ve işe yaramaz halleri gözler önüne serilmişti.
Osmanlı Devleti bütün askeri hazırlıklara rağmen Rum İsyanını bastıramayınca isyancılara Avrupa desteği her geçen gün artmaya başladı. Başta İngiltere olmak üzere Avrupa’nın pek çok yerinde kurulan komiteler isyancılara maddi destek sağlıyordu. Amerika’da Rum isyanına ilgi bir hızla artış göstermişti. İsyan ile Amerikan Devrimi arasında irtibat kurulmaktaydı. New York gibi büyük şehirlerde para, mühimmat ve gönüllü toplanıp isyan bölgesine ulaştırılmaktaydı. Rum isyancılar başarı sağlayıp, arkalarında Rusya’nın olduğu anlaşılınca İngiltere hemen devreye girdi. İngiliz Hükümeti Rum bağımsızlığını açıkça desteklemeye başladı. Akdeniz’deki İngiliz-Rus rekabeti ve ilerleyen yıllarda buna Fransa’nın da eşlik etmesi, Osmanlı’yı isyanı bastırmakta daha da çaresiz duruma düşürdü. Bu olumsuz şartlar karşısında devreye Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa sokuldu. 1824 Ağustos’unda Mora’ya ayak basan eğitimli ve disiplinli Mısır Cihadiye askerleri, isyancıları kısa sürede etkisiz hâle getirdi. Durumdan endişe eden Avrupalılar Rumlara siyasî destek için harekete geçtiler. İngiltere, Fransa ve Rusya Rumların durumunu görüşmek için 1825’de Petersburg’da bir kongre topladılar. Kongre, Rumlar üzerindeki Rus-İngiliz rekabetini ortaya çıkardı. Petersburg Kongresi’nde Ruslar, ilk defa olarak uluslararası bir platformda Rumlara özerklik talebini ve Osmanlı ile isyancılar arasında bir ateşkesi dile getirdi.
Bu arada Rusya’da taht değişikliğinin olması isyanda yeni bir dönemin başlamasına neden oldu. Çar Aleksander’ın 1 Aralık 1825’te ölümü ile yerine geçen I. Nikola yalnız askerî çözümlere önem veren bir politika izlemeyi tercih etti. Yeni Çar, Rum isyancıların ezilmesini, Mora ve Girit vasıtasıyla Doğu Akdeniz’e Mehmet Ali Paşa’nın güçlü bir şekilde yerleşmesi ihtimalini ülkesinin çıkarlarına uygun görmüyordu. Bu nedenle Ruslar Rum sorununda daha baskıcı politikalar yürütmeye başladılar. Bu durum Akdeniz’deki dengeleri etkileyeceğinden İngiltere ve Fransa’yı harekete geçirdi. Osmanlı diplomasisi, saldırgan Rus dış politikasını 17 Mart 1826 tarihli Akkerman Sözleşmesi’nde verilen tavizlerle biraz olsun dizginlemeye çalıştı. Fakat baskılar sürdü ve İngiltere ile Rusya 4 Nisan 1826’da Saint Petersburg Protokolü olarak tarihe geçen kararları imzaladı. Buna göre din, adalet ve insaniyet adına Mora ile Akdeniz adalarındaki kavganın sona erdirilmesi için anlaştıklarını ilan ediyorlardı. Protokolün en önemli hususu ise Rumların Osmanlı Devleti’ne sadece vergi ile bağlı otonom bir Prenslik hâline getirilmesiydi. Prensliğin kara ve denizdeki sınırları sonra belirlenecekti. Yunanlılara verilecek arazide Türklerle Rumların aynı mahalde yaşamalarının önlenmesi için tedbirler düşünülmüştü. Prensliğin sınırları içinde kalan Türkler, mal ve mülklerini doğrudan bölge Rumlarına satacaklar ve vatanlarını terk edeceklerdi. Bir diğer önemli husus ise eğer protokol Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmezse zorlayıcı tedbirlere başvurulacağının kabul edilmesiydi
Mısır askeri Mora’ya vardıktan sonra isyan bastırılma aşamasına geldi. Fakat Rumlara destek veren Avrupalılar duruma müdahale ederek donanmalarını Akdeniz’e gönderdiler. İnglitere, Fransa ve Rusya donanmaları Navarin Limanı’ndaki Mısır-Osmanlı ortak donanmasına saldırı ateşe verdiler (20 Kasım 1827). Modern bir Haçlı seferi olan Navarin baskınının sebep olduğu facia Avrupa’da sevinçle karşılandı. Osmanlı Devleti ise ortada savaş hâli olmadığı hâlde yapılan bu saldırıyı ancak protesto edebildi. Üç devlet elçilerinin İstanbul’u terk etmeleriyle gerginleşen durum İngiltere’nin Mora’daki Mısır kuvvetlerini tahliye için harekete geçmesi; Fransa’nın Mora’ya asker çıkartması ve Rusya’nın hepsinden daha baskın çıkarak Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi ile sonuçlandı.
1828-29 Osmanlı-Rus savaşı devam ederken Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, İngiltere ve Fransa ile anlaşarak ve üstelik Padişahın onayı olmadan askerlerini Mora’dan çekti (6 Ağustos 1828). Mora, Fransız askerlerince işgal edildi.
Bu son durumda İngiliz-Fransız müdahalesi Yunan davasını zafere ulaştırmış oluyordu. Bu arada 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı, Rus Ordusu’nun Edirne’ye kadar gelmelerine ve Doğu Anadolu’nun işgaline kadar vardı. Bu durumda 14 Eylül 1829’da Rusya ile yapılan ve çok ağır hükümler içeren Edirne Antlaşması’yla Osmanlı Devleti özerk Yunanistan’ın kurulmasını tanımak zorunda kaldı İngilizler, Yunanistan’ın geleceği için tekrar güçlü bir şekilde inisiyatif aldılar. Bu seferki amaç, özerk Yunan Prensliğine tam bağımsızlık kazandırmaktı. Nitekim İngiltere’nin baskıları sonucu müttefikler, 1829 yılının sonlarına doğru Yunanistan’ın durumunu ele almak gündemi ile Londra’da tekrar bir araya geldiler. Londra müzakereleri sonunda Yunan tarihi için dönüm noktası sayılacak kararlara imza atıldı. Üç devlet Osmanlı’dan tam bağımsız bir Yunanistan Devleti’ne dair esasları belirlediler ve protokoller yaptılar. 3 Şubat 1830 tarihli protokole göre tam bağımsız Yunanistan Devleti ilan edildi.
Osmanlı içinde bulunduğu zor durum karşısında Avrupa diplomasisinin baskılarına daha fazla dayanamadı ve tam bağımsız Yunanistan Devleti’nin kuruluşunu öngören 3 Şubat kararlarını 24 Nisan 1830 tarihi itibariyle resmen onayladı. Bu arada Şeyhülislam’dan bir fetva alınarak Müslümanların bir an önce Yunan topraklarını terk etmeleri istedi. Yunan meselesinde sınır, kalelerin tahliyesi, Türk emlaki ve vakıflar gibi konularda tartışmalar uzun süre devam etti. İngiltere’nin baskılarıyla Osmanlı Mora ve Eğriboz Adası’na özel memurlar yollayarak kaleleri boşalttı.
Osmanlı antlaşmanın hükümleri bir bir yerine getirdi. Ancak kendileri sınır çizimi gibi hususlarda ağır davrandılar. Diplomatik manevralarla Osmanlı’yı oyaladılar. Bunun sebebi kısa sürede anlaşıldı. Avrupalılar Yunanistan’ın sınırlarını Rumeli yönünde genişletmek istiyorlardı. Bu maksatla İngiltere, sonraki yıllarda Osmanlı diplomatları üzerinde önemli etkisi olacak olan Lord Stratford de Redcliffe Canning’i özel elçi sıfatıyla İstanbul’a yolladı. Canning’in gelişiyle İstanbul’da diplomatik trafik hızlandı. İngiliz elçisi, Yunanistan’a toprak verilmesi hususunda Sultan Mahmut’u ikna etmenin zorluğunu biliyordu. Bu nedenle, Padişahı taviz vermeye zorlayacak bir durumun ortaya çıkmasını bekledi.
Bu bekleyiş fazla uzun sürmedi. Zira Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın isyan etmesi ve kısa sürede Mısır birliklerinin Kütahya’ya kadar dayanmaları, Osmanlı’yı çok zor durumda bıraktı.
Yeni durumda İngiliz politikasına mecburiyet ortya çıktı. Canning başkanlığındaki üç devlet heyeti ile Osmanlı memurları arasındaki uzun müzakereler sonucu Yunanistan’ın sınırı, tazminat, Türk emlaki ve diğer hususlara dair müzakerelerde belirli bir aşamaya gelindi. Babıali, 21 Haziran 1832 tarihi itibariyle sınıra dair düzenlemeleri kabul ettiğini resmen açıkladı. Nihayet 21 Temmuz 1832 gecesi son toplantı geç saatlere kadar sürdü ve sınır hususundaki pürüzler giderildi.
Yunanistan’a dair antlaşmanın bitimi ardından İstanbul’da diplomatik bir kriz yaşandı. Avrupalı elçiler, hazırlanan senetlerin resmi mübadelesinin sabaha bırakılmamasını, hemen tasdikini istediler. Osmanlı memurlarının bütün ricalarına rağmen geri adım atmadılar. Böyle bir talep ve bu tür bir uygulama Osmanlı memurları tarafından bu güne kadar görülmemiş çirkin bir şey olarak değerlendirildi. Ayrıca, halkın böyle bir uygulama yapıldığını duymasından ve çıkacak dedikodulardan endişe ediliyordu. Hazır böyle bir anlaşmaya varılmışken elçileri de reddetmek uygun görülmedi. Osmanlı diplomasisi hemen bir ara formül geliştirdi. Halka renk vermemek için Seretibba efendinin elçiler için sahilhânesinde bir ziyafet vermesi kararlaştırıldı. Bu ziyafet bahanesi ile resmi mübadele gerçekleşecekti. Bu teklif elçiler tarafından da uygun görüldü. Yemekte, Yunanistan’a dair senetler imza ve mühürlendi. Fakat bu esnada yeni bir sorun daha ortaya çıktı. Reisülküttap Süleyman Necip Bey, böyle bir anlaşmayı imzalamaktansa sağ elimi kesip atmaya hazırım deyerek tavır aldı. İkna için 16 saat uğraşıldı ve sonrasında Süleyman Necip Bey kendi ifadesiyle bu Allah’ın belası antlaşmayı imzaladı. Yunanistan’a dair bu son anlaşma senetleri taraflarca kabul edildikten en geç 4 ay içinde Londra’da tasdik olunup, resmî bir metin hâline getirilecekti. Senetlere İngiltere adına Canning, Rusya adına İstanbul Ortaelçisi A. Buteniev, Fransa adına ise İstanbul Maslahatgüzarı Jan Edvar Baron de Varennes imza koymuştu. Yunanistan sınırına dair İstanbul Konvansiyonu olarak adlandırılan bu antlaşma 27 Temmuz 1832’de imzalanarak resmiyet kazandı. Böylece Yunanistan’ı Rumeli yönünde büyüten sınır kesinleşmiş oldu.
Yine İngiltere’nin baskılarıyla Ege’de bir Osmanlı adası olan Sisam Eyalet-i Mümtaze yani özerklik statüsüne getirildi.
Bilhassa 1832 yılındaki Yunanistan sınır müzakereleri esnasında ve antlaşma maddelerinin oluşumunda İngiliz diplomatların dayatmacı ve zaman zaman alay edici tavırları zayıf Osmanlı’nın bundan böyle ne gibi baskılarla ve çifte standartlarla karşılaşacağının en güzel örneklerden biri oldu. Avrupalı diplomatların Sırp, Yunan ve Sisam müzakerelerinde Osmanlıyı parçalamada önce muhtariyet (özerklik) sonra bağımsızlık formülünü bir politika hâline getirmiş oldukları da görülmektedir
Yalnızca Mora’yı içine alan biçimde olsa da bağımsız bir Yunanistan’ınortaya çıkışı kısa zaman sonra Ege sorunu ve adaların hâkimiyeti meselelerini getirdi. Bu durum uğranılan mağlubiyetin sonuçlarını iyice ağırlaştırdı. Mora’da asırlardan beri yaşamakta olan Müslüman ahalinin toptan katliamı, yağmalanan geniş mal varlığı ve vakıf zenginlikleri, hesabı görülmemiş ve unutulmaya terk edilmiş bir hadise olarak ortada kaldı. Bağımsız bir Yunan Devleti’nin kuruluşu günümüze kadar etkisini sürdüren Ege Sorunu’nun da başlama aşaması oldu.
Prof. Dr. ALİ FUAT ÖRENÇ
Post A Comment:
0 comments: