TÜRKİYE’DE İKTİDAR MÜCADELESİNİN DIŞ MÜDAHALE BOYUTU
1-Osmanlı Zevalinin Kurumu: Reisülküttablık
Osmanlı Devleti, dış ilişkilerini kendisi ve gayrı arasında tek taraflı olarak düzenleyen bir yapıdan, karşılıkçılık esasına dayanan uluslararası diplomasiye 18.yy’dan itibaren geçmeye başladı. Osmanlıların tek taraflı dış politika alışkanlığı, bu konuyla ilgili kurumlaşmanın da gerçek anlamda oluşmasının gecikmesine yol açmıştır. Osmanlıların tek taraflı dış politika alışkanlığında islam anlayışının* olduğu kadar, kendine güvenin ve kendi tarihini kendi gücüyle yapma iradesinin de etkisi vardır.
*Fıkıh da müslümanlara ait olmayan ülkeler darü’l-harb, darü’l-cihad mütaala edilir. Bu yüzden bunlarla eşit ilişki kurulmaz.
19. yy.’a kadar, Osmanlı padişahları protokolde elçilerle -huzurlarına kabul edip görüşseler dahi- konuşmamışlardır. Osmanlıların bu tavırlarından dış ilişkileri önemsemedikleri anlamı çıkarılmamalıdır. Diğer ülkelerdeki gelişmeler Osmanlı merkezinde muntazaman takip edilirdi. Osmanlılar dışarıya sürekli elçi göndermeseler de, ülkelerinde sürekli görev yapan elçiler bulunurdu. Mesela, Venediklilerin fetihten beri İstanbul’da daimi elçileri vardı. Devlet-i Aliyye’de dış ilişkilerin muhatabı önceleri, dış yazışmaları yürüten Reis ül-küttabın da amiri olan ve resmi yazılara padişahın mührünü vuran nişancıdır. 17. asrın ortalarından itibaren, Osmanlı divanında temsil edilmeyen Reis ül-küttablık makamı harici işlerin asıl sahibi mevkiine yükselir. Katipler zümresinin başı olan Reis ül-küttab zamanla devletin hariciye nazırı konumunu kazanmıştır.
1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin sonrası için “hariciyenin” vazgeçilmez müessiriyetinin başlangıcı olmuştur. Bu antlaşmanın müzakerelerinde, Osmanlı Devleti’ni Reis ül-küttab Rami Mehmet Efendi temsil etmiş, bu hizmetinden ötürü çok geçmeden paşa ve sadrazam olmuştur. Öte yandan bu antlaşma, Osmanlılar açısından ağır şartlar taşımaktadır. Bu yüzden, halk arasında Rami Mehmet Efendi ile yardımcısı Divan-ı Hümayun Baş tercümanı Rum asıllı İskelet zade Alexandre Mavra Kordato’nun karşı taraftan rüşvet aldıkları iddiası yayılmıştır. Bu yönüyle bu başlangıç bize 18.yy Osmanlı dış ilişkileri açısından bir fikir vermektedir: Ya yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmayan ya da gerekli lisan bilgisi bulunmayan yetkililerin, diğer zaaflarından yararlanan azınlıklara mensup tercümanlarla yürütmek zorunda oldukları dış ilişkiler…
Dış ilişkilerin boyutunun Osmanlı yönetiminde Reis ül-küttablığı ön plana çıkarması, bu makamın yönetimde etkisini artırması ile kalmamıştır. Birçok Reis ül-küttab daha sonra sadrazam olmuştur. (Rami Mehmet Efendi, Koca Ragıp Paşa, Naili Abdullah Paşa, Mehmet Said Galip Paşa )
18.yy Osmanlıların sonu gelmez savaşlara rağmen büyük bir sebatla direnmeye çalıştığı, başını dik tuttuğu bir dönemdir. Değişimin tohumları 18.yy’ın sonunda atılmıştır. Osmanlıların, Avrupa’da ilk daimi temsilciliği 3.Selim zamanında Londra’da açıldı.
2-Osmanlı Çöküşünün Kurumları: Tercüme Odası ve Hariciye Nezareti
19.yy’da Osmanlı Devleti önceki yy’ın kısmi batılılaşma tavrının ötesinde (teknoloji, askerlik) bir değişim içine girdi. Devlet kendisiyle özdeşleşmiş kurumları ıslah edemediği gerekçesiyle kaldırdı. Bağımsızlık hareketlerinden dolayı, o zamana kadar Osmanlıların azılıklardan bilhassa Rumlardan tercüman istihdam ederek yürüttükleri bazı faaliyetlerin sürdürülmesi imkan haricine çıkmıştır.1833’de Bab-ı Ali dış ilişkileri müslüman görevlilerle yürütmek için Tercüme Odası’nı teşkil etti. İlk mensupları arasında mühtediler önemli bir nispetteydi. Bu büro, hem Avrupa’daki elçiliklerin hem de yeni Osmanlı bürokrasisinin kadrosunun yetişme vasatı olarak fonksiyon icra etti.2.Mahmud’un bir nevi laikleştirme sayılabilecek uygulamaları yüzünden, bürokraside ulemadan ve ayanlardan ziyade elçilik teşkilatları ve Tercüme Odası söz sahibi idi.
Tanzimat bürokrasisi, bu yüzden klasik Osmanlı kültürüne sahip olmayan, daha çok batı kültür ve kalıpları içinde hareket eden bir yönetici kadrodan oluşuyordu. Bu bürokratik zümre, batılı devletler tarafından zaman zaman Osmanlı Devleti’nin iç işlerini tanzim için kullandıkları elverişli bir alet olabiliyordu. 1833’de Reis ül-küttablık ilga edildi. 1836’da da Umur-ı Hariciye Nezaretikuruldu.
19.yy ve 20.yy’ın ilk çeyreğinde sadrazamlık makamında bulunanların çoğu ya tercüme odası mahreçli, ya Londra, Paris, Viyana, Petersburg büyükelçiliklerinde görev yapmış, ya da hariciye nazırlığında bulunmuş kişilerdi. Bunlar arasında M. Reşit Paşa, Ali Paşa, Kıbrıslı Mehmed Paşa, Tevfik Paşa sayılabilir.
Abdülmecid ve Abdülaziz dönemlerinde bütün ipleri ellerinde bulunduran hariciyeciler aynı müessiriyeti 2.Abdülhamid döneminde gösterememişlerdir. Tercüme Odası’nda veya Osmanlı diplomatik misyonlarında yetişmiş Tanzimat ricali, İstanbul’daki yabancı elçilerle yakın ilişki içindeydiler. Tanzimat ricaline göre, Osmanlı’nın devamı ve toprak bütünlüğü ancak Avrupa birliğine dahil olmakla mümkündü. Fransız devlet adamı F.Guizot, yeni Osmanlı bürokrasisinin temsilcisi Reşit Paşa’nın siyaseti için şöyle demiştir: “Türkiye’yi Avrupa’da tutmak için Avrupa’yı Türkiye’de tatmin etmek”
Bir noktadan sonra yeni Osmanly bürokratlary kendi varlyklaryny devletin varly?y ile özde?le?tirmi?ler ve ona ?ekil verme, kurtarma hak ve yetkisini yalnyz kendilerinde görmü?lerdir. Bu yüzden 2.Abdülhamid’in yslahat ve modernle?me hareketlerini dahi irticai faaliyetler olarak nitelemekten kaçynmamy?lardyr.
Tanzimat bürokratlary Avrupa’nyn garantisi için Osmanly ülkesinde iktisadi çykarlarynyn bulunmasyny da gerekli görürler. Onlara göre, Ali Pa?a’nyn deyimiyle, ortaklarymyz olduklaryna göre, çykarlary gere?i haklarymyzy, topra?ymyzy, malymyzy koruyacaklardyr.
3-Dy? Yli?kiler Boyutunun Do?ru Davrany?y ve Sonuçlary
19.yy’daki dy? ili?kiler, Avrupa devletlerinin Osmanly Devleti içindeki hyristiyan azynlyklary himaye etme yönündeki tutumlaryyla birlikte mütaala edilmelidir. Nitekim, Tanzimat ve Islahat Fermanlarynda bu hususlar esasy te?kil ediyordu. Batyly devletlerin Osmanlylary Avrupa camiasyna almama sebepleri, hyristiyan azynlyklara arzu edilen seviyede hak tanynmamasy ile açyklanmy?tyr. (Bugün bunun yerine demokrasi, insan haklary konusunda arzu edilen seviyeye ula?ylamamasy sözkonusu ediliyor.) Sultan 2.Abdülhamid hilafetin etkisini kullanarak dy? politikada Osmanly synyrlaryny a?an bir gücü ortaya koymasyny bilmi?tir. 2.Abdülhamid’in bu siyaseti (islamcylyk), müslüman sömürgeleri dolayysyyla en çok Yngiltere’yi rahatsyz etmi?tir. Bu yüzden Yngiliz politikasynyn belli ba?ly hedefi, hilafet kurumunun ortadan kaldyrylmasy olmu?tur.
3/1.Tampon devletten tabi devlete
19.yy’da Osmanly, Rusya’nyn emellerine kar?y bir tampon devlet konumundaydy. Fakat Yttihatçylaryn 1.Dünya Sava?y’da Ytilaf Devletlerinin kar?ysyna çykmalary, tampon devlet kavramyndan vazgeçilmesi ve Osmanly topraklarynyn tamamen payla?ylmasy yönünde batylylaryn Ruslarla gizlice anla?malaryna yolaçmy?tyr. Fakat bu anla?manyn metinlerini, Rusya’nyn 1917 Ekim Devrimi’nden sonra açyklayyp reddetmesiyle, Yngilizler ancak Osmanly Devleti’nin çekirde?ini te?kil eden Anadolu ve Do?u Trakya’da siyasi müessiriyetinden oldu?u kadar iktisadi hinterlandyndan da mahrum edilmi? tabi bir devletin olu?turulmasy yönündeki geli?melerle ilgilendikleri söylenebilir.
4-Anadolu’da Türk-Yunan Harbinden Türkiye Cumhuriyetine
4/1.Ady: Milli Mücadele
Milli mücadele, hem gayri milli güçlerle hem de gayri islam güçlerle mücadeleyi ça?ry?tyrmaktadyr. Öte yandan, bir süre sonra kesin olarak “baty emperyalizmi“ ile sava?yldy?y es geçilerek, Osmanly kar?yty bir mücadele tarzy benimsenmi?tir. Türk -Yunan mücadelesi sonunda iktidar de?i?ikli?i ile birlikte bir rejim, sistem ve yönetim de?i?ikli?i vuku bulmu?tur.
4/2.Yyl:1919
M.Kemal Pa?a, Nutuk’da “Millet ve memleketi Harb-i Umumi’ye sevkedenler, kendi hayatlary endi?esine dü?erek, memleketten firar etmi?ler. Saltanat ve hilafet mevkiini i?gal eden Vahdeddin, mütereddi (soysuzla?my?, yozla?my?), ?ahsyny ve yalnyz tahtyny temin edebilece?ini tahayyül etti?i deni (alçakca) tedbirler ara?tyrmaktadyr.” Bu me?hur metnin anlamy gayet açyktyr: M.Kemal Dünya Harbi sonrasynda, ba?y belaya girmi? vatany ve milleti kurtarmak için Samsun’a çykmy?tyr.
Öte yandan Kazym Karabekir Pa?a, hatyralarynda “19 Nisan 3.35’te Trabzon’a çyktym” diye yazar. Ayryca, M.Kemal’i Anadolu’ya geçmeye ikna edemedi?ini anlatyr. 11 Nisan günü vukubulan görü?mede M.Kemal Pa?a, Karabekir Pa?a’nyn “milleti kurtarma” planlaryna, ”bu da bir fikirdir…iyi olayym gelmeye çaly?yrym “ ?eklinde cevap verir
Yazara göre, Nutuk, aslynda M.Kemal Pa?a’nyn 1926’da, muhtemelen yola beraber çykty?y, kendisini desteklemi? bulunan ittihatçy kadroya kar?y yapty?y tasfiye hareketini hakly gösterme çabasydyr. Nutuk,1927’de Cumhuriyet Halk Fyrkasy Kongresi’nde okunmu?tur. Yabancy bir tarihçi olan E.Jan Zürcher, bu konuda “M.Kemal’in 1927’de okudu?u Nutuk’a 1919-1927 yyllarynyn tarihi olarak de?il, 1926 temizlik hareketini hakly çykarma giri?imi olarak görmelidir.” demektedir. Milli mücadelenin di?er bir anlatymyna göre M.Kemal tavzif edilerek Anadolu’ya gönderilmi?tir. Resmi tezin müdafaasy; M.Kemal’in Ystanbul’da yapaca?y faaaliyetlerden çekinen yetkililer onu uzakla?tyrmak için böyle bir yola ba?vurmu?lardyr. Halbuki M.Kemal’in özellikle padi?ahla iyi ili?kileri vardyr. M.Kemal, Vahdettin’le daha ?ehzadeli?i zamanynda Almanya seyahatinde samimiyet kurmu?tur. Hatta, Vahdettin döneminde Mondros Mütarekesi’ni imzalayan (Rauf Orbay) Ahmet Yzzet Pa?a kabinesinin kurulmasy, kendisinin de Harbiye Nazyry olmasy için padi?aha telgraf çekebilecek kadar samimiyeti vardyr.
Yine resmi görü?ün açyklamalaryna bakylyrsa, M.Kemal kuzey-do?u Anadolu’ya azynlyklara kar?y Türk çetelerinin asayi? ihlallerini incelemek üzere gönderilmek istenmi?, fakat, hem Pa?a’nyn gayretleriyle, hem de Harbiye nezaretindeki arkada?larynyn çabalaryyla daha geni? yetkiler ihtiva eden bir görev emri çykmy?tyr. Bu emre göre M.Kemal’in ordu üzerindeki yetkilerinden ba?ka, Trabzon, Erzurum, Sivas, Van vilayetleri ile Erzincan, Canik müstakil sancaklarynyn sivil idarecileri üzerinde de geni? yetkileri mevcuttu.Ayryca, M.Kemal’e bu vilayetlerin kom?usu olan vilayetler üzerinde de müfetti?lik yetkisi verilmi?ti. Görüldü?ü üzere, yetki alany hemen hemen bütün Anadolu’yu kapsamaktadyr.Bu kadar yetkiye, M.Kemal elbette kendi kendine sahip olmamy?tyr.Sadrazam Damat Ferit Pa?a yolculuk öncesi M.Kemal’i kabul etmi? ve kendisine “ bir iste?iniz olursa, do?rudan bana bildirin.Hiç gecikmeden yerine getirilece?inden emin olabilirsiniz” demi?tir. Bu sözleri bize Lord Kinros nakletmektedir. Öte yandan M.Kemal’in yolculuktan önce Padi?ah’la görü?mesi daha manidardyr. Padi?ah, M.Kemal’i kendi selahiyetlerini ona veren ve bir nevi padi?ah vekili gibi hareket etmesini temin eden bir ferman-y hümayun ile de teçhiz eder.Tahsisat-y mesture’den ve hazine-I hassadan külliyetli miktarda para verilir.Syrf M.Kemal ve maiyetine bu özel görev için bir gemi tahsis edilir. Yngilizler 6 Haziran’da M.Kemal’in geri ça?rylmasyny isterler. Yngilizlerin maksady, Ystanbul hükümeti ile M.Kemal’in ili?kilerini koparmaktyr.Bir taraftan Ystanbul hükümetini belirli kararlara zorlayan Yngilizler, öte taraftan kendileri, türklerin içi?lerine kary?mama, M.Kemal’e kar?y bulunmama karary alyrlar(10 Temmuz 1919).
4/3.Yki “Kuva-yy Milliye”
Milli mücadelinin tarihi, resmi olarak ba?langyç kabul edilen 19 mayys 1919’da Samsun’a çyky?tan kesin olarak önce ba?lar. Mondros Mütarekesi’nin mürekkebi kurumadan, ilk a?amada “Müdafa-y hukuk-y milliye “ cemiyetleri te?kil edildi. Bu mukavamet ve te?kilatlanmada kendili?indenlik, halkyn tabii tepkisi yanynda Osmanly hükümetinin rolü de dikkat çekmektedir.Nitekim, Harbiye Nazyry ?evket Turgut Pa?a, baty Anadolu’da Yunanlylara kar?y mukavemeti te?kilatlandyrmak için miralay/albay Bekir Sami Bey’i 17. Kolordu kumandan vekilli?ine tayin etti.Sadrazam Damat Ferit Pa?a, durumun aciliyeti yüzünden kabineyi toplamadan Balykesir mutasarryfyna ve Ayvalyk kaymakamyna her türlü kuvvetle mukavemet etmelerini bildirdi. Görüldü?ü gibi i?gal kar?ysynda Ystanbul Hükümeti bo? durmamaktadyr.Bu yüzden, Yngiliz deniz albayy, istihbaratçy Heathcote Smith 24 Temmuz 1919 tarihli raporunda “Müdafaa-i Milliye te?kilaty Türkiye demektir.Bu cereyan bir dereceye kadar Osmanly hükümetinin eseridir.” demektedir.Baty mukavemet hareketi tamamen bir halk mücadelesi idi.Balykesir Kongresi’ne katylan 48 ki?inin 41’I e?raftan, 5’I ulemadan, 1’I memur ve 2 tanesi kuva-yy milliye kumandany idi.Bunlar fyrkacyly?a ve siyasetle u?ra?maya kar?yydylar.Öte yandan asker-sivil bürokratlaryn temsil etti?i “nizami” mücadele, seçkinci; tepeden inmeci uygulamalara açykty. Pozitivist bir milliyetçilik görü?üne sahip nizameciyelerin; Anadolu ve Trakya’da “Milli” bir devlet kurulmasy, dolayysyyla Osmanly saltanat ve hilafetinden vazgeçilmesi gerekti?i, baty hayat tarzynyn taklit edilmesi icab etti?i gibi görü?leri Yngilizler tarafyndan bilinmiyor de?ildi. Bu durumda, Yngilizler için “nizami” milli mücadele hareketi, tasvip edilen fakat açykca sempati izhary uygun görülmeyen bir olu?um durumundaydy.
4/4.Yngiliz Politikasy ve “Ba?ymsyz Türkiye”
Yngilizler Tanzimatla birlikte Osmanly Devleti’ni bürokratik pa?alarla istedi?i yöne sevketmi?lerdir. Fakat, 2. Abdülhamid’in, Yngiliz gücüne kar?y olu?turdu?u dengeler, Osmanly devleti’ni tekrar uluslararasy müessir bir kuvvet haline getirmi?tir. Artyk bundan sonra, Yngilizlerin tek hedefi di?er müslüman ülkeleri de ky?kyrtan Osmanly’ya gereken cezayy vermektir.Bu cezalandyrma, Osmanly Devleti’nin ve Türklerin itibaryny sömürge halklary üzerinden kaldyracak bir sonuç do?urmalyydy.Bize, Yngiliz siyasetinin asyl rengini, siyasilerin, askeri yetkililerin söz ve davrany?laryndan ziyade istihbarat te?kilatynyn yapyp ettikleri vermektedir.Bununla birlikte, Yngiliz politikacylary zaman zaman çok sarih biçimde ‘Türkiye Devleti’nden, hatta zymmen‘Türkiye Cumhuri-yeti’nden söz etmi?lerdir. Hem de, 1918’lerde, 1919’larda, 1920’lerde… Hatta Lord Curzon devletin ba?kentinin Ankara veya Bursa olaca?yndan bile bahsetmi?tir.
Yngiliz politikasynyn bütün Anadolu Türk-Yunan sava?y boyunca, Ystanbul hükümetinin yanynda, Ankara hükümetnin kar?ysynda görünmesini Ystanbul hükümetinin kamuoyu nezdinde itibarynyn yok edilmesine yönelik oldu?u tahmin edilebilr. Zaten sarayyn do?ululu?u yanynda, batyly Anadolu hareketinin lideri M.Kemal ile Yngiltere arasynda ba?tan itibaren farkedilmemi? bir yakynlyk nedeni ortaya çykmaktadyr. Bunu bu ?ekilde anlamamyza neden olan olaylar da vardyr.
M.Kemal’in Mütareke’den sonra Ystanbul’a gelmesinden, Samsun’a görevli olarak gitmesine kadar geçen 6 aylyk süre içindeki temaslary üzerinde fazlaca durulmamy?tyr.Ali Yhsan Pa?a gibi bazy Pa?alar Yngilizler tarafyndan tutuklanyp sürgüne gönderilirken, M.Kemal, ?i?li’de Ytalyan i?gal kumandanly?ynyn kar?ysynda tuttu?u bir evde temaslarda bulunmak-tadyr. Lord Kinros’a göre, M.Kemal Yngilizler burada iken elde edilecek bir yetkinin, çekilip gitmelerinden sonra memlekette daha yararly ba?ka i?lerde kullanylabilece?ini dü?ünmektedir. Bu maksatla, Yngilizlerin a?zyny dolayly yoldan aratmaya karar vermi?tir. Aracy olarak da, Pera Palas oteli’nin müdürü vasytasyyla tanynmy? gazeteci, Daily Mail muhabiri G.Ward Price’y kahve içmeye ça?yrmy?tyr. M.Kemal, gazeteciye “E?er Yngilizler Ana-dolu’da sorumlulu?u üzerlerine almak niyetinde iseler tecrübeli valilere ihtiyaçlary olacaktyr.Bu syfatla yardymcy olabilece?im bir makamla temasa geçmek isterdim “demi?tir. Ward Price, gizli servisteki albaya bu konu?mayy anlatmy?, albay bunun üzerinde durmayarak, ‘yakynda i? isteyen daha bir sürü Türk generali çykacak’ demi?tir.
4/4.1.Yngiltere’nin Durumu ve Türkiye’ye Fiili Müdahale Meselesi
L.Kinros bu konuda “Türkler, itilaf devletlerinin ülkenin tümünü i?gal altyna almalaryndan çekiniyorlardy. Oysa onlaryn bunu yapmaya ne istekleri, ne de imkanlary vardy” demektedir. Çünkü, artyk Yngiliz ordusu sava?lardan bykmy?tyr. Öte yandan yapylan masraflarda ekonomiyi sykyntyya sokmaktadyr.
4/4.2. “Bol?evik Tehlikesi” ve Etkileri
Yngilizler Ankara’da iktidaryn o zaman bol?eviklere yakyn görünen Enver Pa?a’ya veya sempatizanlaryna geçmesini istemiyorlardy. M.Kemal’in bol?evikli?e de?il, batyya meyyal oldu?unu tespit etmi?lerdi. Bu yüzden Sakarya Sava?y’ndan M.Kemal’in ba?aryyla çykmasyndan ho?nut oldular.ÇünküM.Kemal’in güçlenmesi bol?evik tehlikesini bertaraf etmi?ti.
4/4.3. Ytilaf Devletleri Arasydaki Yhtilaflar
Ytalya ile Yunanistan arasynda daha önce Ytalya’ya vaad edilen Yzmir bölgesine Yunanlylaryn asker çykarmasyndan dolayy ihtilaf bulunuyordu. Bu ihtilaftan daha fazlasy Yngilizler ile Fransyzlar arasynda vukubuldu. Bu anla?mazlyk Mondros Mütarekesini itilaf devletleri adyna Yngiliz Amiralininin imzalamasyyla ba?lamy?tyr. Zamanla bu ihtilaf o noktaya geldi ki, Ankara ile ilk resmi anla?mayy Fransyzlar yaptylar. Çünkü Fransyzlar, Yngilizlerin Ankara’ya kar?y tutumlaryndan ?üpheleniyorlardy.
4/4.4. Anadolu’da Türk-Yunan Sava?y
Ytilaf devletlerinin Baty Anadolu’ya Yunan kuvvetlerinin çykmasyny tasvip etmelerinin en önemli sebebi, Yunan ba?bakan Venizelos’un çabalarydyr. Fakat, Yunanlylaryn en güçlü oldu?u dönemlerde dahi Ystanbul’daki Yngiliz kuvvetleri komutany General Sir Charles Harrington ve Yngiliz Genel Kurmayy, Yunan kuvvetlerinin geçici ba?arylar elde edebilece?i, ama sonuçta sava?y kazanamayaca?y görü?ündeydi. Bununla birlikte, Yngilizlerin ya da itilaf devletlerinin Yzmir ve civaryna Yunan kuvvetlerinin çykarylmasyna izin vermeleri, kendi askerlerini kullanmadan bir”tedip” harekaty gerçekle?tirmek dü?üncesine dayandyrylabilir. Yunan kuvvetleri ba?arsaydy, Yunanistan kazançly çykacak ve Osmanlylar adamakylly cezalandyrylacakty..Yunanistan’yn yenilmesi halinde ise yenilen itilaf devletleri de?il, Anadolu’da toprak elde etmek isteyen Yunanlylar olacakty.Her iki halde de emparyalistlerin bir kayby olmayacakty.
4/5.Dünya Hakimiyetinin Gölgesinde Milli Hakimiyet
M.Kemal’in ‘Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir emrinden sonra, ikinci hedefin, Ystanbul ve Trakya olmasy gerekiyordu. Fakat böyle harekete giri?ilmemi?tir.Çünkü, Ystanbul’a girmi? bir M.Kemal’in ya i?galciilerle çaty?masyya da i?galcilerin tarafsyz kalmasy halinde ise Ystanbul yönetimiyle meselesini halletmesi gerekiyordu.Padi?ahla kar?y kar?yya gelecek bir M.Kemal’in ya ona ba?lylyk arzetmesi, ya da ihannetini ileri sürerek onu tahtyndan indirmesi ya da ortadan kaldyrylmasy gerekirdi. Fakat, Padi?ahyn hain oldu?una geni? kitlelerin inandyrylmasy mümkün de?ildi. Bu açydan dü?ünülürse en elveri?li yol son padi?ahyn Yngilizler eliyle Ystanbul’dan uzakla?tyrylmasyydy.
Ankara Hükümeti’nin Ystanbul’daki temsilcisi Refet Pa?a’nyn söyledikleri hayli ilginçtir: “Padi?ahy Yngilizler kaçyryrsa, Türk milleti hiç bir gün onun bu hareketini affetmeyecektir. Biz tutar ve yakalarsak, bu sefer, millet bizi affetmeyecektir.”
Saltanatyn kaldyrylmasy, Lozan görü?melerinden kysa bir süre önce gerçekle?tirildi(1 Kasym 1922). Saltanatyn kaldyrylmasynyn görünür anlamy dy?ynda, sembolik bir anlamy daha vardy:Ankara hükümeti böylece Osmanly mirasynyn davacysy olmayaca?yny net ?ekilde açyklamy? olmaktadyr.
Öte yandan Milli mücadelenin islam dünyasyndaki yankylary büyük olmu?tur. Müslümanlaryn baskysy bütün Milli mücadele boyunca Yngiliz yönetimini etkileyen en önemli unsurlar arasynda yer almy?tyr. Ayryca, gerek Afrika gerekse Hind müslümanlary ba?larynda yine Osmanly halifesini görmek istiyorlardy. Özellikle Hindistan’da, Türkiye’ye gönderilmek üzere para toplanyyor, Yngiliz makamlaryna müracaatta bulunuluyor, geni? katylymly toplantylar yapylyyordu. Hatta Hindular bile Ystanbul’un i?gali kar?ysynda Yngilizlere tepki gösterdiler. Haliyle bütün bu tepkiler Yngiltere’yi endi?eye sevkediyordu. Yngilizler tehlikeyi zamanynda sezerek dy? politikalaryny daha ylymly bir biçime sokmu?lardyr.Nihai Yngiliz politikasynyn ipuçlaryny 25 Aralyk 1919’da Yngiliz hükümetine sunulan ?u rapor vermektedir: “Milliyetçi ol çünkü Yslam-y kurtaran yegane yol odur.Yslama sadyk ol çünkü senin milli varly?yny kurtaracak yegane yol odur…Bu fikirlerin (bol?eviklik ve islam) her ikisi de Yslam dünyasyndaki Yngiliz hakimiyetini mahvedebilir.Biz gerçek ideali din imi? gibi davranacak menfaatci bir grubu idareci olarak takdime çaly?aca?yz.Pan-islamizmi ezemeyiz. Bu typky batydaki miliyeçilik gibidir.Bizim ?imdiki gayemiz, arkada? gibi davranyp kazanmak ve sonra hükmetmek olmalydyr.”
4/5.1. Yngiliz Politikasyna Katky
Ö.Kürkçüo?lu, 1919-1926 arasyndaki Türk-Yngiliz ili?kilerini konu edinen tezinde, M.Kemal’in gerek mücadele esnasynda, gerekse, sonrasynda Yngiliz menfaatleriyle çaty?mady?yny hatta Misak-y Milli’yi Yngilizlerin tutumlaryny dikkate alarak tanzim etti?ini, Lozan’da Bo?azlar konusunda Yngiltere’nin tezine yakyn bir görü? benimsedi?ini, Musul konusunda da 1926’da Yngiltere’den yana bir çözüm kabul etti?ini kaydetmektedir.
2.BÖLÜM
BÜROKRASİNİN SON İKTİDARI
Yktidar ve Bürokrasi
Osmanly bürokrasisinin yeni bir hale dönü?mesi 2.Mahmud döneminde gerçekle?mi?tir. 2.Mahmud’un bürokrasisine çizdi?i yol ‘katiplik’ yoluydu. Otoriteye hürmetkar, yumu?ak ba?ly, munis ‘katip’ tipi geçen asyr Osmanly bürokrasisinin hala unutulmayan vasfydyr. 2.Mahmud’a kadar devlet görevlilerinin bütün mallary devletin, dolayysyyla padi?ahyn sayylyrdy.Bir memur azledildi?inde veya vefat etti?inde mal varly?y tekrar devlete dönerdi.2.Mahmud bu usulü kaldyryp, mülkiyet esasyny kabul etti. Böylece memurlar maddi güçle teçhiz edilmi? oldular. Bugünkü manasyyla, geni? manada aydyn veya dar manada bürokrat tipinin ortaya çyky?y 2. Mahmud sonrasynda özellikle de Tanzimat’tan sonradyr.Memleket içinde ‘yeni tarz’ e?itilenler ve memleket dy?ynda ‘batyly’ yeti?tirilenler kysa zamanda Osmanly bürokrasisinde hatyry sayylyr bir güç haline geldiler. Nitekim “Büyük” Mustafa Re?it Pa?a Tanzimat fermanyny ilan için gerekli deste?i, kendisinin de içinde bulundu?u yeni bürokrasiden almy?tyr.Tanzimat bürokrasisi, her ?eyin nazymy padi?ah yerine, her ?eyin çaresi Avrupa kanaatini geçirmi?tir. Bürokrasinin ba?lylyk mihverini padi?ahtan batyya, batynyn kavramlaryna kaydyrmasynda kendine iktidar arama arzusunu bulmak da güç de?ildir. Sultan Abdülaziz’in hal’I bu yolda ilk merhaledir. 1876’da Abdülaziz tahtyndan indirilir. Padi?ah olmayan bir padi?ahy tahta oturtarak iktidarlaryny ortaya koymak isterler.Bunun için bir deliyi, 5.Murad’y padi?ah yaparlar.
Fakat, daha sonra bir deliden ziyade söz dinleyen bir padişahla işlerin daha iyi yürüyeceğini anlarlar. Üst seviyede yenilikçi idareciler(Mithat Paşa) Abdülhamid’de bu vasfı görürler. 2.Abdülhamid, Kanun-ı Esasi’yi ve Meşrutiyet’in ilanını bürokrasinin kabul eder. Fakat bunların uzun bir süre devamını sağlamaz. Böylece Tanzimat bürokrasisinin sultanla beraber iktidar arayışlarının üçüncüsü de muvaffakiyetle neticelenmedi(daha öncekiler Abdülaziz ve 5.Murad’la). 2.Abdülhamid bir kaç yıl içinde iktidarına ortak olmak isteyen bürokrasi güçlerini çevresinden uzaklaştırdı. Bundan sonradır ki, bürokrasi, aydınlar kendilerine padişahsız iktidar düşünmeye başladılar.
1908 Meşrutiyeti bürokrasinin silahla ve teşkilat(İttihat ve Terakki Cemiyeti) aracılığıyla iktidardaki yerini almasıdır. 31 Mart Vak’asıyla 2.Abdülhamid’i tahttan indirip, yerine yumuşak başlı Mehmed Reşad’i padişahlığa getirdiler. Fakat, bununla da tatmin olmadılar .O zamana kadar iktidarı kontrolle yetinir hissi bırakan İttihatçılar kabineye kanlı bir baskın vererek dizginleri tamamen ellerine aldılar(Babıali Baskını).Ülkeyi felaketten felakete sürüklediler.
1.Dünya Savaşı’nın sonunda batırdıkları vatanı ve milleti kurtarmak iddiasındaki Milli Mücadele ekibi bu yüzden İttihatçılarla özdeşleşmiş olan bürokrat niteliklerini gizlemeye çalıştıkları kadar, padişah otoritesine bağlılıklarını ifadeden de geri kalmamışlardır. Milli mücadeleden sonra görünen şudur: 2.Mahmud’un uysal, söz dinler katipleri daha yüz yıl geçmeden toplumda güç dengesini tamamen kendi lehlerine çevirmişlerdir.
İktidar piramidinden Padişah-halifeyi çıkarmaya yönelmişlerdir. Bu meyanda, önce padişahlık, sonra hilafet kaldırılmıştır. Sıra, eskiden toplumda büyük bir güç olarak göründüğü halde, 2.Mahmud devrinden beri gücü azalan ilmiye sınıfının son kalıntılarının temizlenmesine gelmişti. Şeyhülislamlık, Şer’iye vekaleti, Evkaf vekaleti vb. kurumların lağvı dışında, medreseler, sonra da dini öğretim veren diğer kuruluşlar kapatılmış, adeta yok edilmişlerdir. İttihatçıların kendi güdümlerinde bir nevi ’ilmiye’ kurma çabaları Cumhuriyetin tamamen iğdiş edilmiş”Diyanet İşleri Riyaseti” ile noktalanmıştır. Böylece din adamları da bürokrasinin bir parçası, hem de en fazla horlanan, en fazla ezilen bir parçası haline getirilmişlerdir. Zihniyet şudur: Bu vatanı, CHP kurtarmıştır. Geri olan toplumu gerilik çukurundan çıkarıp medenileştirmiştir. Öyleyse, her türlü tasarrufa hakkı ve yetkisi vardır. Gerçekte, 1946’dan sonra çok partili siyasi hayata geçiş kararını veren makamlar bu yetkilerini kullanmanın şuurunda idiler. Biliyorlardı ki, bürokrasiden daha güçlü bir sosyal baskı grubu Türkiye’de kalmamıştır. DP bazı davranışlarıyla bürokratik eğilimlerin dışına çıkabildiği için, halk nazarında CHP’ ne karşı her zaman desteklenecek bir itibar kazanmıştı.1950’den sonraki iki seçimde resmi bürokrat partisi iktidara gelemedi. İktidarı seçimle ele geçirme umudu geriledikçe, CHP’nin hırçınlığı arttı, muhalefeti sertleşti. Bu vatanı, bu milleti nasıl daha önce iç ve dış düşmanlardan kurtarmışsa, yine kurtarabilirdi ve kurtarmalıydı da!27 Mayıs 1960 darbesi asker-sivil bürokrasinin bir “kurtarışından”başka bir şey değildir. Her şeyi kanun çerçevesinde yapmaya büyük gayret sarf eden bürokrasi, işe kanun, anayasa ve müesseseler açısından yaklaştı. Anayasalcılık, bürokrasinin belli başlı alet meselelerinden olagelmiştir. Meşrutiyeti konusunda kesin inanca sahip olmayan bürokrasi ne yapıp edip bunu sağlamak ihtiyacındadır. Ancak bu arada kendi organizasyonunu hukuki çerçevelere yerleştirerek “özerk”, “bağımsız”, “tarafsız” nitelemeleriyle meşrulaştırmak da istemektedir. İşte 1960 anayasası “seçime rağmen” bürokratik idarenin tamamen sekteye uğramasını önleyecek, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Üniversite, TRT vb. özerk-bağımsız kurumların çerçevelerinin çizildiği bir anayasadır. Her kurumun işleyişi uzman bürokratlara ve profesörlere bırakılıyordu. Netice olarak bu Anayasa siyasilere, el kaldırmaktan başka, yapılacak pek bir şey bırakmıyordu. Böylece bürokrasi asıl hedefini belirtmiş gibidir: Anayasa yoluyla, daha önce verilen seçim hakkını dolanmak(bir manada iptal etmek). Bürokrasi bir taraftan seçimi dolaşarak iktidarını kurmak çabasındayken, diğer taraftan da, iktidarı her halükarda en üst seviyede elde etmek için dayanabileceği tepkileri araştırıyordu. Her türlü ideolojik malzemeyi dışarıdan aktarmaya alışan aydınlarımız, Batıda yaygın sol tavırları Türkiye’ye aktarmaya yöneldiler. Bürokrat partisi, birden, işçi meselelerini üzerine aldığını ilan etti. Marksizmin her ülkede başarıyla kullandığı ezilen-ezen, altyapı-üstyapı, kötü kapitalist düzen…sloganlarını adapte etmekte gecikmedi. 1946’da ilk kurulan partiler arasında yer alan Sosyal Demokrat Parti, CHP hükümeti tarafından, milletlerarası kuruluşlarla ve daha çok Bulgar sosyal demokratlarıyla ilişki kurmaları sebebiyle yirmi gün içinde kapatılmıştı. Aynı CHP, 1970’lerde, çeşitli dış mihraklarla ilişki kurmanın “gereğini” ileri sürmekten çekinmedi. Devletlerarası değil, çeşitli ülkelerde partiler arası ilişkileri savundu ve Sosyalist Entarnasyonal’e girdi.
Bürokrasinin Son İktidarına Doğru
Bürokrasinin yeni iktidar arayışı içinde, bütün çelişkiler, bütün farklılaşmalar bürokratik propagandanın konusu oldu. Etnik meseleler, mezhep ayrılıkları her fırsatta istismar edilerek dinamik öfke, anti-bürokratik iktidara yöneltildi. Bu şartlarda 1977’ye gelindiğinde, 1946’da ilk yapılışında açık hile yüzünden kazandığı seçimden sonra 1950’de verdiği iktidarı her ne pahasına olursa olsun almak niyetinde olan bürokrasi, umudunu seçimlere bağlamıştı. Gerek seçimden önce, gerekse seçimden sonra sahte ve mükerrer seçmen kartları dedikodu konusu oldu. Sonunda, sandık neticeleri tam alınmadan, bürokrasi kendini iktidar ilan etti. Başbakan, çağdaş katip Bülent Ecevit’di.
1977 Seçimleri Ve Sonrası
Son seçimin neticeleri bürokrasiyi memnun etti ama, iktidar için yeterli gücü sağlayamadı. 213 sandalye, gerçi CHP’ni Meclisin en büyük partisi yapmaya yetiyordu, ancak hükümet etmesi için kafi değildi. Bürokrasinin seçimlerden hemen sonra kurduğu azınlık hükümeti güvenoyu alamadı. Sıra meşru görünüşlü yollardan sonra meşru olmayan yolların denenmesine gelmişti. Bu yol, başka partilerden çeşitli menfaatler, mevkiler karşılığı transferde bulunmaktı. Derken on bir Adalet Partili milletvekili AP’den istifa ettiler ve bağımsız olarak görevlerine devam edeceklerini bildirdiler. Böylece bürokrasi bir defa daha iktidara geldi. Yeni iktidarın en önemli vaatlerinden biri anarşinin önlenmesiydi. Bürokratik iktidarın, 1.1.1978’den 15.12.1978’e kadar olan bir yıllık dönemine baktığımızda, anarşik olaylardan resmi rakamlara göre 625 kişinin öldürüldüğünü görmekteyiz.1977’de ise aynı sebepten 157 kişi öldürülmüştür. Bununla birlikte iktidar sık sık:Anarşi bitti! Sonu alındı! Anarşinin son çırpınışları! Anarşi can çekişiyor! gibi anonslar yaptı.
Öte yandan ekonominin durumu da berbattı. Bir yıl içinde enflasyon %70 nisbetine ulaşmıştı. 1977’de Türkiye OECD’nin kalkınma hızı en yüksek ülkesi idi. Ertesi yıl, kalkınma hızı sıfıra düştü. İçeride itibar yokluğu o seviyeye geldi ki, Yeşilköy hava meydanında çalışan şoförler, müşterilerinden TL. değil döviz talep etmeğe başladılar. Ülkenin bir çok yerinde dövizle satış yapıldığına dair levhalar görüldü.
Hükümetin dış iktisadi ilişkileri de kötü durumdaydı. Hükümet programında: “Bağımsızlığımıza ve özgürlüğümüze gölge düşürmeyecek koşullarla “ yardım alınacağı ifade ediliyordu. Ancak IMF daha iktidarın ilk günlerinde Türkiye’nin para politikasına müdahale etmeğe başladı. Hükümet IMF ve diğer beynelminel kuruluşlardan ve devletlerden yardım toplayabilmek için devamlı gayret sarfetti. Bu gayretin tehdide kadar vardığı oldu. Bir defasında B.Ecevit, batıyı, yardımda gecikilirse, blok değiştirmekle tehdit etti. Batılılar Türkiye’nin durumunu “Türkiye bir devlet değilde bir firma olsaydı iflas masasına yatırılması gerekirdi” şeklinde ifade ettiler. Tam bu günlerde gazeteler, tarım ürünlerimizin bir Amerikan bankasına borç karşılığı rehin edildiğini yazdılar.
Bir parantez açıp, Türkiye’de dış borçlanmaların, yeni bürokrasinin tarihi ile paralelliklerini hatırlatalım. Reşit Paşa için ilk dış borcu Sultan Abdülmecid’e kabul ettirmek mesele olmuştu. Neticede padişahın kabulü sağlanmadan yüksek seviyede bürokratlarımız İngiltere’den ilk yardımı aldılar. Bu borçlanmalar sonraki yıllarda artarak sürdü. Neticede, borçların ödenememesi yüzünden, bazı gelir kaynakları rehin edilmeye başlandı. Bir buçuk asırlık batılılaşma tarihimizin bazı değişmeyen gerçekleri olduğu böylece ortaya çıkmaktadır:
Bir asırdır Türkiye’de değişmeyen tek şey, bürokrasinin devlet idaresindeki rolüdür. Bir asır içinde, idari, hukuki, siyasi çok şey değişmiştir. Devletin şekli, kanunları, adı, dini, yazısı vb. bürokrasinin istediği yönde değiştirildi. Değişmeyen yalnız ve yalnız bürokrasi ve onun zihniyetidir. Baştan beri kendine ve milletine güvenemeyen bürokrasi yabancı tesirlerin esiridir. Yardımsız, dış desteksiz ve müdahalesiz yapamaz! Bütün bağımsızlık lafları boştadır ve züğürt tesellisi mesabesindedir.
Gazeteler rehin anlaşmasını şöyle sunuyorlardı: “Cumhuriyet döneminde ilk kez, gelecek üç yılın tarım gelirleri karşılığı kredi alıyoruz. Wells Fargo Bankası vereceği 125 milyon dolara karşılık tarım ürünlerimizi istediği gibi kullanacak…” Bu haber basına sızdıktan sonra, bürokrasi sözlüklerde kalan utancı utandıracak şekilde “Türkiye’nin güvenilirliğini kanıtlayan, saygınlığını artıran”bir durum olarak kabul ettiğini ilan ediyordu.
Şimdi Ne Olacak?
Tanzimat bürokrasisi, kaderini çizme mevkiinde görünen makamı (padişahlık) yıpratmaya başladı. Cumhuriyette tamamen yok etti. Böylece bürokrasinin başka rakibi kalmadı. Bu yüzden Cumhuriyetin tek parti devri, bürokrasinin her bakımdan en üst seviyede tatmin olduğu devredir.
Bürokrasi bu mutlu günlerinin demokratik hayatta da devam edeceğini umuyordu. Netice hayal kırıklığı oldu. Şimdi bürokrasinin önünde nazist ve faşist örnekler yoktur(Bir dönemde, modalaşan nazizmi ve faşizmi benimseyen bürokratlarımız Hitler’i bıyıklarına taklit ettiler). Bu rejimler 2.Dünya Savaşıyla çökmüştür. Ama Dünyanın belki de gelmiş geçmiş en bürokratik idaresi olan Rus komünist idaresi ayaktadır. Gerek siyasi gerekse iktisadi karar mekanizması, tamamen bürokratik bir işleyiş gösterir. Devlet bürokratlara üstün vatandaş muamelesi yapar. Bu ülkededir ki, en üst ücret en alt ücretin elli katından fazladır.
Bürokrasi şimdi, kendi iktidarını pekiştirecek modeli Çin’den Arnavutluk’a, Yugoslavya’dan Küba’ya, çağımızın komünist bürokratik idarelerinden aramaktadır. Neticenin bürokrasinin, lehine olup olmayacağını tahmin etmek güçtür ama, Türkiye’nin aleyhine olacağını söylemek, şimdiden mümkündür.
3.BÖLÜM
DÜYUN-I UMUMİYE’NİN 2. YÜZYILI
Önce Tarih, Sonra Tekerrür
Osmanlı Devleti’nin gerileme devrinde artan mali sıkıntılar için çare olarak, para değerinin-içindeki altın ve gümüş miktarı azaltılarak-düşürülmesi (tağşiş-I sikke) yoluna başvurulurdu. Daha sonraları, Galata’da bulunan Rum, Ermeni veya Yahudi bankerlerden borçlanma yoluna gidildi. Osmanlı Devleti’nin dış borçlanma devri 24 Ağustos 1854’te başladı. Batıcı devlet erkanı, yeni Osmanlı bürokrasisi batılılaşma yolunda teminat mesabesinde de gördükleri borçlanmayı padişaha ve geleneklik tarzı devam ettiren devlet erkanına kabul ettirmekte güçlük çektiler. Sultan Abdülmecid ve geleneği sürdüren devlet erkanı, kafire borçlanmayı bir haysiyet meselesi olarak görüyorlardı. Bu yüzden ilk borç anlaşması padişahın tasvibi alınmadan, batı eğilimli yeni bürokrasi tara-fından yapıldı. Savaşın zoru altında sonradan padişaha da kabul ettirildi.
İlk alınan borçların bir kısmı harp masrafları, bir kısmı da iktisadi yatırımlar için kullanıldı. Ancak, bu ilk borçlanmadan başlayarak çoğunlukla, cari masraflara ve tüketime dönük harcamalara ağırlık verildiği görüldü. Bir müddet sonra o hale gelindi ki, alınan paralar, cari masraflar ve eski borçların ödenmesi için kullanılır oldu. Batı mali kaynakları da 1854’ten sonra üretim tarzına tesir edici yatırımlara girmekten kaçındı. İşi tüketim seviyesinde tutmağa itina gösterdi.
Yeni Osmanlı bürokrasisi yeri geldiğinde israfa karşı olduğunu sık sık tekrarlamasına rağmen, kendi hayat tarzını da batı tüketim kalıplarına göre düzenliyordu.
Osmanlı devleti çok ağır şartlarda borçlanıyordu. Yüz lira borçlanıl-dığında devletin eline çoğu zaman otuzüç lira civarında para geçiyordu. Bu yüzden, 1854’ten 1874’e kadar yirmi sene içinde yapılan onbeş borçlanmada devlet 238.773.000 altın lira borçlandığı halde, eline ancak 127.120.000 lira geçmişti.1876’da ödemeler tamamen durdu. Osmanlı Devleti’nin ödeme gücünün tükenmesi neticesinde Düyun-ı Umumiye idaresi doğdu. (8 Aralık 1881) O zamana kadar ödenmeyen borç toplamının 219.938.559 lira olduğu tespit edildi. Hem devletin gücü, hem de, borçlanmaların ağır şartlarla yapılmış olması dikkate alınarak borçlar 12.305.045 altın liraya indirildi. Ödemelerle ilgili işleri yürütecek tahvil hamillerinin vekillerinden oluşan bir “Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye Meclisi İdaresi” kuruldu.
Düyun-ı Umumiye İdaresi, daha başlangıçta, hem yabancı devletlerin, hem de Avrupa sermayesinin mümessili olarak kendini hissettirmeye başladı. Meclis azaları, aynı zamanda çeşitli yabancı şirketlerin men-faatlerin korumak için de faaliyetten geri kalmıyorlardı. Böylece Düyun-ı Umumiye, mali ve siyasi mekanizmayı yabancı ülkelerin tercihleri yönünde sevk etmek için iyi bir vasıta haline geldi.
Osmanlı Devleti’nin Tasfiyesi Düyun-ı Umumiye’nin Devamı
Milli mücadele sonrasında Lozan’a kadar Düyun-ı Umumiye konusunda kayda değer bir gelişme olmadı. Bu konu Lozan’da gündeme geldi. Türkiye’yi “kurtarmış” olan kadro, Osmanlı Devleti’nin her şeyini, bütün maddi ve manevi mirasını reddettiği halde, borçları konusunda aynı tavrı takınamadı. Çünkü, ödenmemesi halinde, artık itibarı kaybolacak olan Osmanlı Devleti, onun padişahı ve diğer müesseseleri değil, bizzat bürokrasi, yani aydınlardı. Batı karşısında itibar kaybeden bir bürokrasinin iç dayanağa da sahip olmadığından, dış dayanaksız kalması neticesinde çökmesi ya da fonksiyonunu kaybetmesi mümkündü.
Lozan’da Düyun-ı Umumiye konusunda şu neticelere varıldı:
Borç ödenmesi nisbeten bir düzene sokulduktan sonra, 1940’ta fonksiyonu kalmayan Düyun-ı Umumiye Meclisi’nin vazifesine son verildi. Bu minval üzere devam eden borç ödemelerinin son taksidi 25 Mayıs 1954’te yatırıldı (ilk borçlanmaların 100 tam yılının dolmasına üç ay kala). Böylece yeni bürokrasinin borçlanma tarihinde yüz yıllık devre sona eriyordu.
Cumhuriyet İdaresi ve “Hasta Adam”ın Borçları
Cumhuriyet idaresinde, bütün bozuklukların kaynağını Osmanlı döneminde, müesseselerinde aramak bir ideoloji haline gelmiştir. Bu cümleden olmak üzere, Osmanlı borçlanmaları da, bürokrasinin bu konudaki dahili yok sayılarak izah edilmiştir. Cumhuriyet ideolojisine göre, zalim, sefih, sefil Osmanlı padişahları yabancılara borçlanarak zevk ü sefalarını devam ettirmişler, böylece keyifleri uğruna memleketi yabancıların müdahalesine açmışlardır. Bu netice şunu çağrıştırır: Cumhuriyet idaresi, bütün kötülüklerden masun olduğu gibi, borçlanmadan, bünyevi hastalıklardan da müstağnidir.
Tarihin Tekerrürü
“Osmanlı borçları”nın son taksidinin 1954’te ödenmesi, borçlanma tarihinin tamamen sona erdiği manasına gelmez. Olsa olsa borçlanma tarihinin 1. asrının sonunu belirten bir hadise olabilir. Hatta denilebilir ki, borçlanma, yabancılaşmış bürokrasinin idarede müessiriyeti sürdükçe devam edecek bünyevi bir hastalıktır. Tek parti devrinin son yıllarında, borçların son taksidinin 1954’te ödenmeden 8 yıl önce, Türkiye Amerika’dan 500 milyon dolar borç istemiştir(13.4.1946). Böylece, Cumhuriyet devrinin tek parti döneminde başlayan yeni bir borçlanma tarihi söz konusudur.
Zamanla çağdaş “Hasta adamın” borcu, Osmanlı dönemini çoktan geride bırakmıştır. O raddeye gelmiştir ki, Merkez Bankası, borçların tespitini kendisi yapamadığından yabancı bir banka ile anlaşma yapmıştır. Bu bankaya, ifa edeceği vazife için 200.000 dolar ücret ödenecektir.
Hasta. Üstelik de borçlu.
İki yüz yıllık batılılaşma tarihimizin değişmeyen kaderi bu. İki yüz yıllık batılılaşma tarihimizin değişmeyen “kahraman”ı ise bürokrasi, “yeni” aydınlar…Bu “kahraman”geçen yüzyılda hangi ihanet çemberi içindeyse, bu yüzyılda da aynı çembere mahpus. Değişen kabuk. Değişen, efsanelerin adı: Liberalizm, hürriyet, adalet, müsavat, şimdi: Sosyalizm, özgürlük, barış vs.
Değişen isimler: Mustafa Reşit, Ali, Mahmud Nedim, Mithat…ve şimdi başkaları.
4. BÖLÜM
TÜRKİYE’DE DARBELER MÜDAHALELER ve SİYASİ SİSTEM
Türkiye’de askeri müdahalelerin görünür gerekçeleri yanında, siyasi sistemi dönüşüme uğratmaya yönelik düşüncelere de dayandığı söylenebilir. Gerek 1960 müdahalesi, gerekse 1980 müdahalesi sonrasında ortaya konulmak istenen siyasi yapı bu fikri destekleyen uygulamalar olarak dikkati çekmektedir. 1960 öncesinde iki partili bir sistemden söz etmek yanlış sayılmaz. Bu durumda iktidar partisine(Demokrat Parti) karşı bir tutumun tabii olarak muhalefet partisini (Cumhuriyet Halk Partisi)güçlendirmeye yönelik sonuçlar vermesi beklenmelidir.1960 darbesini yapan askerlerin kahir ekseriyeti DP’ye karşı çıkarken, kendi eğilimlerinin tabii temsilcisi CHP’nin güçleneceğini biliyorlardı.
1960 sonrasında kanunen DP adını taşıyan bir parti kurmak mümkün değildi ama, bu partinin oylarının en azından önemli bir kısmının CHP’ne akmayacağı da tahmin edilebiliyordu. İhtilalciler bu maksatla Yeni Türkiye Partisi (YTP)’ni kurdular. Ardından, emekli bir orgeneral (Ragıp Gümüşpala) başkanlığında Adalet Partisi(AP) kuruldu. Halk seçimlerde yönetimin sağ partisi yerine AP’ye daha fazla meyletti. AP, DP’nin devamcısı olarak iktidar oldu. Ancak AP, DP’yi tasfiye edenlerin kurduğu sistemi hiçbir zaman tasfiye sürecine sokamadı. 1960’larda basın ve bürokrasi mekanizması, aşırı sol eğilimleri gürbüzleştiren bir atmosfer oluşturmuştu. Ordunun 1970 sonrasında 12 Mart Muhtırası’yla bir taraftan bu mekanizmayı boşa çıkartan, öte yandan siyasi iktidarı saf dışı bırakan tutumu üzerinde dikkatle durmak gerekir. 1960’da siyasi iktidara karşı açıkça tavır koyan ordu, 1970 sonrasında başka şeylere de (aşırı sol eğilimlere) karşı tavır koymak durumunda kaldıysa, bunun dünya dengeleriyle alakalı olduğu düşünmek daha isabetli olacaktır. (ABD-SSCB dengeleri)
1980’in 12 Eylül’üne yaklaşıldığında sosyal demokrat CHP ile liberal AP tek başlarına iktidar olma güçlerini yitirmişlerdi. Öte yandan sokak savaşlarının boyutları her türlü kitlesel ümidi eritecek ölçülere varmıştı. Daha köktenci olana ve otorite tesis edebilene doğru bir eğilim kaçınılmaz olabilirdi. 12 Eylül, böyle bir eğilimin sona erdirilmesi için de gerekli görülmüş olabilir. Nihayet 12 Eylül anarşiyle birlikte siyaseti de durdurarak hükmünü icra etmeye başladı.
1-Osmanlı Zevalinin Kurumu: Reisülküttablık
Osmanlı Devleti, dış ilişkilerini kendisi ve gayrı arasında tek taraflı olarak düzenleyen bir yapıdan, karşılıkçılık esasına dayanan uluslararası diplomasiye 18.yy’dan itibaren geçmeye başladı. Osmanlıların tek taraflı dış politika alışkanlığı, bu konuyla ilgili kurumlaşmanın da gerçek anlamda oluşmasının gecikmesine yol açmıştır. Osmanlıların tek taraflı dış politika alışkanlığında islam anlayışının* olduğu kadar, kendine güvenin ve kendi tarihini kendi gücüyle yapma iradesinin de etkisi vardır.
*Fıkıh da müslümanlara ait olmayan ülkeler darü’l-harb, darü’l-cihad mütaala edilir. Bu yüzden bunlarla eşit ilişki kurulmaz.
19. yy.’a kadar, Osmanlı padişahları protokolde elçilerle -huzurlarına kabul edip görüşseler dahi- konuşmamışlardır. Osmanlıların bu tavırlarından dış ilişkileri önemsemedikleri anlamı çıkarılmamalıdır. Diğer ülkelerdeki gelişmeler Osmanlı merkezinde muntazaman takip edilirdi. Osmanlılar dışarıya sürekli elçi göndermeseler de, ülkelerinde sürekli görev yapan elçiler bulunurdu. Mesela, Venediklilerin fetihten beri İstanbul’da daimi elçileri vardı. Devlet-i Aliyye’de dış ilişkilerin muhatabı önceleri, dış yazışmaları yürüten Reis ül-küttabın da amiri olan ve resmi yazılara padişahın mührünü vuran nişancıdır. 17. asrın ortalarından itibaren, Osmanlı divanında temsil edilmeyen Reis ül-küttablık makamı harici işlerin asıl sahibi mevkiine yükselir. Katipler zümresinin başı olan Reis ül-küttab zamanla devletin hariciye nazırı konumunu kazanmıştır.
1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin sonrası için “hariciyenin” vazgeçilmez müessiriyetinin başlangıcı olmuştur. Bu antlaşmanın müzakerelerinde, Osmanlı Devleti’ni Reis ül-küttab Rami Mehmet Efendi temsil etmiş, bu hizmetinden ötürü çok geçmeden paşa ve sadrazam olmuştur. Öte yandan bu antlaşma, Osmanlılar açısından ağır şartlar taşımaktadır. Bu yüzden, halk arasında Rami Mehmet Efendi ile yardımcısı Divan-ı Hümayun Baş tercümanı Rum asıllı İskelet zade Alexandre Mavra Kordato’nun karşı taraftan rüşvet aldıkları iddiası yayılmıştır. Bu yönüyle bu başlangıç bize 18.yy Osmanlı dış ilişkileri açısından bir fikir vermektedir: Ya yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmayan ya da gerekli lisan bilgisi bulunmayan yetkililerin, diğer zaaflarından yararlanan azınlıklara mensup tercümanlarla yürütmek zorunda oldukları dış ilişkiler…
Dış ilişkilerin boyutunun Osmanlı yönetiminde Reis ül-küttablığı ön plana çıkarması, bu makamın yönetimde etkisini artırması ile kalmamıştır. Birçok Reis ül-küttab daha sonra sadrazam olmuştur. (Rami Mehmet Efendi, Koca Ragıp Paşa, Naili Abdullah Paşa, Mehmet Said Galip Paşa )
18.yy Osmanlıların sonu gelmez savaşlara rağmen büyük bir sebatla direnmeye çalıştığı, başını dik tuttuğu bir dönemdir. Değişimin tohumları 18.yy’ın sonunda atılmıştır. Osmanlıların, Avrupa’da ilk daimi temsilciliği 3.Selim zamanında Londra’da açıldı.
2-Osmanlı Çöküşünün Kurumları: Tercüme Odası ve Hariciye Nezareti
19.yy’da Osmanlı Devleti önceki yy’ın kısmi batılılaşma tavrının ötesinde (teknoloji, askerlik) bir değişim içine girdi. Devlet kendisiyle özdeşleşmiş kurumları ıslah edemediği gerekçesiyle kaldırdı. Bağımsızlık hareketlerinden dolayı, o zamana kadar Osmanlıların azılıklardan bilhassa Rumlardan tercüman istihdam ederek yürüttükleri bazı faaliyetlerin sürdürülmesi imkan haricine çıkmıştır.1833’de Bab-ı Ali dış ilişkileri müslüman görevlilerle yürütmek için Tercüme Odası’nı teşkil etti. İlk mensupları arasında mühtediler önemli bir nispetteydi. Bu büro, hem Avrupa’daki elçiliklerin hem de yeni Osmanlı bürokrasisinin kadrosunun yetişme vasatı olarak fonksiyon icra etti.2.Mahmud’un bir nevi laikleştirme sayılabilecek uygulamaları yüzünden, bürokraside ulemadan ve ayanlardan ziyade elçilik teşkilatları ve Tercüme Odası söz sahibi idi.
Tanzimat bürokrasisi, bu yüzden klasik Osmanlı kültürüne sahip olmayan, daha çok batı kültür ve kalıpları içinde hareket eden bir yönetici kadrodan oluşuyordu. Bu bürokratik zümre, batılı devletler tarafından zaman zaman Osmanlı Devleti’nin iç işlerini tanzim için kullandıkları elverişli bir alet olabiliyordu. 1833’de Reis ül-küttablık ilga edildi. 1836’da da Umur-ı Hariciye Nezaretikuruldu.
19.yy ve 20.yy’ın ilk çeyreğinde sadrazamlık makamında bulunanların çoğu ya tercüme odası mahreçli, ya Londra, Paris, Viyana, Petersburg büyükelçiliklerinde görev yapmış, ya da hariciye nazırlığında bulunmuş kişilerdi. Bunlar arasında M. Reşit Paşa, Ali Paşa, Kıbrıslı Mehmed Paşa, Tevfik Paşa sayılabilir.
Abdülmecid ve Abdülaziz dönemlerinde bütün ipleri ellerinde bulunduran hariciyeciler aynı müessiriyeti 2.Abdülhamid döneminde gösterememişlerdir. Tercüme Odası’nda veya Osmanlı diplomatik misyonlarında yetişmiş Tanzimat ricali, İstanbul’daki yabancı elçilerle yakın ilişki içindeydiler. Tanzimat ricaline göre, Osmanlı’nın devamı ve toprak bütünlüğü ancak Avrupa birliğine dahil olmakla mümkündü. Fransız devlet adamı F.Guizot, yeni Osmanlı bürokrasisinin temsilcisi Reşit Paşa’nın siyaseti için şöyle demiştir: “Türkiye’yi Avrupa’da tutmak için Avrupa’yı Türkiye’de tatmin etmek”
Bir noktadan sonra yeni Osmanly bürokratlary kendi varlyklaryny devletin varly?y ile özde?le?tirmi?ler ve ona ?ekil verme, kurtarma hak ve yetkisini yalnyz kendilerinde görmü?lerdir. Bu yüzden 2.Abdülhamid’in yslahat ve modernle?me hareketlerini dahi irticai faaliyetler olarak nitelemekten kaçynmamy?lardyr.
Tanzimat bürokratlary Avrupa’nyn garantisi için Osmanly ülkesinde iktisadi çykarlarynyn bulunmasyny da gerekli görürler. Onlara göre, Ali Pa?a’nyn deyimiyle, ortaklarymyz olduklaryna göre, çykarlary gere?i haklarymyzy, topra?ymyzy, malymyzy koruyacaklardyr.
3-Dy? Yli?kiler Boyutunun Do?ru Davrany?y ve Sonuçlary
19.yy’daki dy? ili?kiler, Avrupa devletlerinin Osmanly Devleti içindeki hyristiyan azynlyklary himaye etme yönündeki tutumlaryyla birlikte mütaala edilmelidir. Nitekim, Tanzimat ve Islahat Fermanlarynda bu hususlar esasy te?kil ediyordu. Batyly devletlerin Osmanlylary Avrupa camiasyna almama sebepleri, hyristiyan azynlyklara arzu edilen seviyede hak tanynmamasy ile açyklanmy?tyr. (Bugün bunun yerine demokrasi, insan haklary konusunda arzu edilen seviyeye ula?ylamamasy sözkonusu ediliyor.) Sultan 2.Abdülhamid hilafetin etkisini kullanarak dy? politikada Osmanly synyrlaryny a?an bir gücü ortaya koymasyny bilmi?tir. 2.Abdülhamid’in bu siyaseti (islamcylyk), müslüman sömürgeleri dolayysyyla en çok Yngiltere’yi rahatsyz etmi?tir. Bu yüzden Yngiliz politikasynyn belli ba?ly hedefi, hilafet kurumunun ortadan kaldyrylmasy olmu?tur.
3/1.Tampon devletten tabi devlete
19.yy’da Osmanly, Rusya’nyn emellerine kar?y bir tampon devlet konumundaydy. Fakat Yttihatçylaryn 1.Dünya Sava?y’da Ytilaf Devletlerinin kar?ysyna çykmalary, tampon devlet kavramyndan vazgeçilmesi ve Osmanly topraklarynyn tamamen payla?ylmasy yönünde batylylaryn Ruslarla gizlice anla?malaryna yolaçmy?tyr. Fakat bu anla?manyn metinlerini, Rusya’nyn 1917 Ekim Devrimi’nden sonra açyklayyp reddetmesiyle, Yngilizler ancak Osmanly Devleti’nin çekirde?ini te?kil eden Anadolu ve Do?u Trakya’da siyasi müessiriyetinden oldu?u kadar iktisadi hinterlandyndan da mahrum edilmi? tabi bir devletin olu?turulmasy yönündeki geli?melerle ilgilendikleri söylenebilir.
4-Anadolu’da Türk-Yunan Harbinden Türkiye Cumhuriyetine
4/1.Ady: Milli Mücadele
Milli mücadele, hem gayri milli güçlerle hem de gayri islam güçlerle mücadeleyi ça?ry?tyrmaktadyr. Öte yandan, bir süre sonra kesin olarak “baty emperyalizmi“ ile sava?yldy?y es geçilerek, Osmanly kar?yty bir mücadele tarzy benimsenmi?tir. Türk -Yunan mücadelesi sonunda iktidar de?i?ikli?i ile birlikte bir rejim, sistem ve yönetim de?i?ikli?i vuku bulmu?tur.
4/2.Yyl:1919
M.Kemal Pa?a, Nutuk’da “Millet ve memleketi Harb-i Umumi’ye sevkedenler, kendi hayatlary endi?esine dü?erek, memleketten firar etmi?ler. Saltanat ve hilafet mevkiini i?gal eden Vahdeddin, mütereddi (soysuzla?my?, yozla?my?), ?ahsyny ve yalnyz tahtyny temin edebilece?ini tahayyül etti?i deni (alçakca) tedbirler ara?tyrmaktadyr.” Bu me?hur metnin anlamy gayet açyktyr: M.Kemal Dünya Harbi sonrasynda, ba?y belaya girmi? vatany ve milleti kurtarmak için Samsun’a çykmy?tyr.
Öte yandan Kazym Karabekir Pa?a, hatyralarynda “19 Nisan 3.35’te Trabzon’a çyktym” diye yazar. Ayryca, M.Kemal’i Anadolu’ya geçmeye ikna edemedi?ini anlatyr. 11 Nisan günü vukubulan görü?mede M.Kemal Pa?a, Karabekir Pa?a’nyn “milleti kurtarma” planlaryna, ”bu da bir fikirdir…iyi olayym gelmeye çaly?yrym “ ?eklinde cevap verir
Yazara göre, Nutuk, aslynda M.Kemal Pa?a’nyn 1926’da, muhtemelen yola beraber çykty?y, kendisini desteklemi? bulunan ittihatçy kadroya kar?y yapty?y tasfiye hareketini hakly gösterme çabasydyr. Nutuk,1927’de Cumhuriyet Halk Fyrkasy Kongresi’nde okunmu?tur. Yabancy bir tarihçi olan E.Jan Zürcher, bu konuda “M.Kemal’in 1927’de okudu?u Nutuk’a 1919-1927 yyllarynyn tarihi olarak de?il, 1926 temizlik hareketini hakly çykarma giri?imi olarak görmelidir.” demektedir. Milli mücadelenin di?er bir anlatymyna göre M.Kemal tavzif edilerek Anadolu’ya gönderilmi?tir. Resmi tezin müdafaasy; M.Kemal’in Ystanbul’da yapaca?y faaaliyetlerden çekinen yetkililer onu uzakla?tyrmak için böyle bir yola ba?vurmu?lardyr. Halbuki M.Kemal’in özellikle padi?ahla iyi ili?kileri vardyr. M.Kemal, Vahdettin’le daha ?ehzadeli?i zamanynda Almanya seyahatinde samimiyet kurmu?tur. Hatta, Vahdettin döneminde Mondros Mütarekesi’ni imzalayan (Rauf Orbay) Ahmet Yzzet Pa?a kabinesinin kurulmasy, kendisinin de Harbiye Nazyry olmasy için padi?aha telgraf çekebilecek kadar samimiyeti vardyr.
Yine resmi görü?ün açyklamalaryna bakylyrsa, M.Kemal kuzey-do?u Anadolu’ya azynlyklara kar?y Türk çetelerinin asayi? ihlallerini incelemek üzere gönderilmek istenmi?, fakat, hem Pa?a’nyn gayretleriyle, hem de Harbiye nezaretindeki arkada?larynyn çabalaryyla daha geni? yetkiler ihtiva eden bir görev emri çykmy?tyr. Bu emre göre M.Kemal’in ordu üzerindeki yetkilerinden ba?ka, Trabzon, Erzurum, Sivas, Van vilayetleri ile Erzincan, Canik müstakil sancaklarynyn sivil idarecileri üzerinde de geni? yetkileri mevcuttu.Ayryca, M.Kemal’e bu vilayetlerin kom?usu olan vilayetler üzerinde de müfetti?lik yetkisi verilmi?ti. Görüldü?ü üzere, yetki alany hemen hemen bütün Anadolu’yu kapsamaktadyr.Bu kadar yetkiye, M.Kemal elbette kendi kendine sahip olmamy?tyr.Sadrazam Damat Ferit Pa?a yolculuk öncesi M.Kemal’i kabul etmi? ve kendisine “ bir iste?iniz olursa, do?rudan bana bildirin.Hiç gecikmeden yerine getirilece?inden emin olabilirsiniz” demi?tir. Bu sözleri bize Lord Kinros nakletmektedir. Öte yandan M.Kemal’in yolculuktan önce Padi?ah’la görü?mesi daha manidardyr. Padi?ah, M.Kemal’i kendi selahiyetlerini ona veren ve bir nevi padi?ah vekili gibi hareket etmesini temin eden bir ferman-y hümayun ile de teçhiz eder.Tahsisat-y mesture’den ve hazine-I hassadan külliyetli miktarda para verilir.Syrf M.Kemal ve maiyetine bu özel görev için bir gemi tahsis edilir. Yngilizler 6 Haziran’da M.Kemal’in geri ça?rylmasyny isterler. Yngilizlerin maksady, Ystanbul hükümeti ile M.Kemal’in ili?kilerini koparmaktyr.Bir taraftan Ystanbul hükümetini belirli kararlara zorlayan Yngilizler, öte taraftan kendileri, türklerin içi?lerine kary?mama, M.Kemal’e kar?y bulunmama karary alyrlar(10 Temmuz 1919).
4/3.Yki “Kuva-yy Milliye”
Milli mücadelinin tarihi, resmi olarak ba?langyç kabul edilen 19 mayys 1919’da Samsun’a çyky?tan kesin olarak önce ba?lar. Mondros Mütarekesi’nin mürekkebi kurumadan, ilk a?amada “Müdafa-y hukuk-y milliye “ cemiyetleri te?kil edildi. Bu mukavamet ve te?kilatlanmada kendili?indenlik, halkyn tabii tepkisi yanynda Osmanly hükümetinin rolü de dikkat çekmektedir.Nitekim, Harbiye Nazyry ?evket Turgut Pa?a, baty Anadolu’da Yunanlylara kar?y mukavemeti te?kilatlandyrmak için miralay/albay Bekir Sami Bey’i 17. Kolordu kumandan vekilli?ine tayin etti.Sadrazam Damat Ferit Pa?a, durumun aciliyeti yüzünden kabineyi toplamadan Balykesir mutasarryfyna ve Ayvalyk kaymakamyna her türlü kuvvetle mukavemet etmelerini bildirdi. Görüldü?ü gibi i?gal kar?ysynda Ystanbul Hükümeti bo? durmamaktadyr.Bu yüzden, Yngiliz deniz albayy, istihbaratçy Heathcote Smith 24 Temmuz 1919 tarihli raporunda “Müdafaa-i Milliye te?kilaty Türkiye demektir.Bu cereyan bir dereceye kadar Osmanly hükümetinin eseridir.” demektedir.Baty mukavemet hareketi tamamen bir halk mücadelesi idi.Balykesir Kongresi’ne katylan 48 ki?inin 41’I e?raftan, 5’I ulemadan, 1’I memur ve 2 tanesi kuva-yy milliye kumandany idi.Bunlar fyrkacyly?a ve siyasetle u?ra?maya kar?yydylar.Öte yandan asker-sivil bürokratlaryn temsil etti?i “nizami” mücadele, seçkinci; tepeden inmeci uygulamalara açykty. Pozitivist bir milliyetçilik görü?üne sahip nizameciyelerin; Anadolu ve Trakya’da “Milli” bir devlet kurulmasy, dolayysyyla Osmanly saltanat ve hilafetinden vazgeçilmesi gerekti?i, baty hayat tarzynyn taklit edilmesi icab etti?i gibi görü?leri Yngilizler tarafyndan bilinmiyor de?ildi. Bu durumda, Yngilizler için “nizami” milli mücadele hareketi, tasvip edilen fakat açykca sempati izhary uygun görülmeyen bir olu?um durumundaydy.
4/4.Yngiliz Politikasy ve “Ba?ymsyz Türkiye”
Yngilizler Tanzimatla birlikte Osmanly Devleti’ni bürokratik pa?alarla istedi?i yöne sevketmi?lerdir. Fakat, 2. Abdülhamid’in, Yngiliz gücüne kar?y olu?turdu?u dengeler, Osmanly devleti’ni tekrar uluslararasy müessir bir kuvvet haline getirmi?tir. Artyk bundan sonra, Yngilizlerin tek hedefi di?er müslüman ülkeleri de ky?kyrtan Osmanly’ya gereken cezayy vermektir.Bu cezalandyrma, Osmanly Devleti’nin ve Türklerin itibaryny sömürge halklary üzerinden kaldyracak bir sonuç do?urmalyydy.Bize, Yngiliz siyasetinin asyl rengini, siyasilerin, askeri yetkililerin söz ve davrany?laryndan ziyade istihbarat te?kilatynyn yapyp ettikleri vermektedir.Bununla birlikte, Yngiliz politikacylary zaman zaman çok sarih biçimde ‘Türkiye Devleti’nden, hatta zymmen‘Türkiye Cumhuri-yeti’nden söz etmi?lerdir. Hem de, 1918’lerde, 1919’larda, 1920’lerde… Hatta Lord Curzon devletin ba?kentinin Ankara veya Bursa olaca?yndan bile bahsetmi?tir.
Yngiliz politikasynyn bütün Anadolu Türk-Yunan sava?y boyunca, Ystanbul hükümetinin yanynda, Ankara hükümetnin kar?ysynda görünmesini Ystanbul hükümetinin kamuoyu nezdinde itibarynyn yok edilmesine yönelik oldu?u tahmin edilebilr. Zaten sarayyn do?ululu?u yanynda, batyly Anadolu hareketinin lideri M.Kemal ile Yngiltere arasynda ba?tan itibaren farkedilmemi? bir yakynlyk nedeni ortaya çykmaktadyr. Bunu bu ?ekilde anlamamyza neden olan olaylar da vardyr.
M.Kemal’in Mütareke’den sonra Ystanbul’a gelmesinden, Samsun’a görevli olarak gitmesine kadar geçen 6 aylyk süre içindeki temaslary üzerinde fazlaca durulmamy?tyr.Ali Yhsan Pa?a gibi bazy Pa?alar Yngilizler tarafyndan tutuklanyp sürgüne gönderilirken, M.Kemal, ?i?li’de Ytalyan i?gal kumandanly?ynyn kar?ysynda tuttu?u bir evde temaslarda bulunmak-tadyr. Lord Kinros’a göre, M.Kemal Yngilizler burada iken elde edilecek bir yetkinin, çekilip gitmelerinden sonra memlekette daha yararly ba?ka i?lerde kullanylabilece?ini dü?ünmektedir. Bu maksatla, Yngilizlerin a?zyny dolayly yoldan aratmaya karar vermi?tir. Aracy olarak da, Pera Palas oteli’nin müdürü vasytasyyla tanynmy? gazeteci, Daily Mail muhabiri G.Ward Price’y kahve içmeye ça?yrmy?tyr. M.Kemal, gazeteciye “E?er Yngilizler Ana-dolu’da sorumlulu?u üzerlerine almak niyetinde iseler tecrübeli valilere ihtiyaçlary olacaktyr.Bu syfatla yardymcy olabilece?im bir makamla temasa geçmek isterdim “demi?tir. Ward Price, gizli servisteki albaya bu konu?mayy anlatmy?, albay bunun üzerinde durmayarak, ‘yakynda i? isteyen daha bir sürü Türk generali çykacak’ demi?tir.
4/4.1.Yngiltere’nin Durumu ve Türkiye’ye Fiili Müdahale Meselesi
L.Kinros bu konuda “Türkler, itilaf devletlerinin ülkenin tümünü i?gal altyna almalaryndan çekiniyorlardy. Oysa onlaryn bunu yapmaya ne istekleri, ne de imkanlary vardy” demektedir. Çünkü, artyk Yngiliz ordusu sava?lardan bykmy?tyr. Öte yandan yapylan masraflarda ekonomiyi sykyntyya sokmaktadyr.
4/4.2. “Bol?evik Tehlikesi” ve Etkileri
Yngilizler Ankara’da iktidaryn o zaman bol?eviklere yakyn görünen Enver Pa?a’ya veya sempatizanlaryna geçmesini istemiyorlardy. M.Kemal’in bol?evikli?e de?il, batyya meyyal oldu?unu tespit etmi?lerdi. Bu yüzden Sakarya Sava?y’ndan M.Kemal’in ba?aryyla çykmasyndan ho?nut oldular.ÇünküM.Kemal’in güçlenmesi bol?evik tehlikesini bertaraf etmi?ti.
4/4.3. Ytilaf Devletleri Arasydaki Yhtilaflar
Ytalya ile Yunanistan arasynda daha önce Ytalya’ya vaad edilen Yzmir bölgesine Yunanlylaryn asker çykarmasyndan dolayy ihtilaf bulunuyordu. Bu ihtilaftan daha fazlasy Yngilizler ile Fransyzlar arasynda vukubuldu. Bu anla?mazlyk Mondros Mütarekesini itilaf devletleri adyna Yngiliz Amiralininin imzalamasyyla ba?lamy?tyr. Zamanla bu ihtilaf o noktaya geldi ki, Ankara ile ilk resmi anla?mayy Fransyzlar yaptylar. Çünkü Fransyzlar, Yngilizlerin Ankara’ya kar?y tutumlaryndan ?üpheleniyorlardy.
4/4.4. Anadolu’da Türk-Yunan Sava?y
Ytilaf devletlerinin Baty Anadolu’ya Yunan kuvvetlerinin çykmasyny tasvip etmelerinin en önemli sebebi, Yunan ba?bakan Venizelos’un çabalarydyr. Fakat, Yunanlylaryn en güçlü oldu?u dönemlerde dahi Ystanbul’daki Yngiliz kuvvetleri komutany General Sir Charles Harrington ve Yngiliz Genel Kurmayy, Yunan kuvvetlerinin geçici ba?arylar elde edebilece?i, ama sonuçta sava?y kazanamayaca?y görü?ündeydi. Bununla birlikte, Yngilizlerin ya da itilaf devletlerinin Yzmir ve civaryna Yunan kuvvetlerinin çykarylmasyna izin vermeleri, kendi askerlerini kullanmadan bir”tedip” harekaty gerçekle?tirmek dü?üncesine dayandyrylabilir. Yunan kuvvetleri ba?arsaydy, Yunanistan kazançly çykacak ve Osmanlylar adamakylly cezalandyrylacakty..Yunanistan’yn yenilmesi halinde ise yenilen itilaf devletleri de?il, Anadolu’da toprak elde etmek isteyen Yunanlylar olacakty.Her iki halde de emparyalistlerin bir kayby olmayacakty.
4/5.Dünya Hakimiyetinin Gölgesinde Milli Hakimiyet
M.Kemal’in ‘Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir emrinden sonra, ikinci hedefin, Ystanbul ve Trakya olmasy gerekiyordu. Fakat böyle harekete giri?ilmemi?tir.Çünkü, Ystanbul’a girmi? bir M.Kemal’in ya i?galciilerle çaty?masyya da i?galcilerin tarafsyz kalmasy halinde ise Ystanbul yönetimiyle meselesini halletmesi gerekiyordu.Padi?ahla kar?y kar?yya gelecek bir M.Kemal’in ya ona ba?lylyk arzetmesi, ya da ihannetini ileri sürerek onu tahtyndan indirmesi ya da ortadan kaldyrylmasy gerekirdi. Fakat, Padi?ahyn hain oldu?una geni? kitlelerin inandyrylmasy mümkün de?ildi. Bu açydan dü?ünülürse en elveri?li yol son padi?ahyn Yngilizler eliyle Ystanbul’dan uzakla?tyrylmasyydy.
Ankara Hükümeti’nin Ystanbul’daki temsilcisi Refet Pa?a’nyn söyledikleri hayli ilginçtir: “Padi?ahy Yngilizler kaçyryrsa, Türk milleti hiç bir gün onun bu hareketini affetmeyecektir. Biz tutar ve yakalarsak, bu sefer, millet bizi affetmeyecektir.”
Saltanatyn kaldyrylmasy, Lozan görü?melerinden kysa bir süre önce gerçekle?tirildi(1 Kasym 1922). Saltanatyn kaldyrylmasynyn görünür anlamy dy?ynda, sembolik bir anlamy daha vardy:Ankara hükümeti böylece Osmanly mirasynyn davacysy olmayaca?yny net ?ekilde açyklamy? olmaktadyr.
Öte yandan Milli mücadelenin islam dünyasyndaki yankylary büyük olmu?tur. Müslümanlaryn baskysy bütün Milli mücadele boyunca Yngiliz yönetimini etkileyen en önemli unsurlar arasynda yer almy?tyr. Ayryca, gerek Afrika gerekse Hind müslümanlary ba?larynda yine Osmanly halifesini görmek istiyorlardy. Özellikle Hindistan’da, Türkiye’ye gönderilmek üzere para toplanyyor, Yngiliz makamlaryna müracaatta bulunuluyor, geni? katylymly toplantylar yapylyyordu. Hatta Hindular bile Ystanbul’un i?gali kar?ysynda Yngilizlere tepki gösterdiler. Haliyle bütün bu tepkiler Yngiltere’yi endi?eye sevkediyordu. Yngilizler tehlikeyi zamanynda sezerek dy? politikalaryny daha ylymly bir biçime sokmu?lardyr.Nihai Yngiliz politikasynyn ipuçlaryny 25 Aralyk 1919’da Yngiliz hükümetine sunulan ?u rapor vermektedir: “Milliyetçi ol çünkü Yslam-y kurtaran yegane yol odur.Yslama sadyk ol çünkü senin milli varly?yny kurtaracak yegane yol odur…Bu fikirlerin (bol?eviklik ve islam) her ikisi de Yslam dünyasyndaki Yngiliz hakimiyetini mahvedebilir.Biz gerçek ideali din imi? gibi davranacak menfaatci bir grubu idareci olarak takdime çaly?aca?yz.Pan-islamizmi ezemeyiz. Bu typky batydaki miliyeçilik gibidir.Bizim ?imdiki gayemiz, arkada? gibi davranyp kazanmak ve sonra hükmetmek olmalydyr.”
4/5.1. Yngiliz Politikasyna Katky
Ö.Kürkçüo?lu, 1919-1926 arasyndaki Türk-Yngiliz ili?kilerini konu edinen tezinde, M.Kemal’in gerek mücadele esnasynda, gerekse, sonrasynda Yngiliz menfaatleriyle çaty?mady?yny hatta Misak-y Milli’yi Yngilizlerin tutumlaryny dikkate alarak tanzim etti?ini, Lozan’da Bo?azlar konusunda Yngiltere’nin tezine yakyn bir görü? benimsedi?ini, Musul konusunda da 1926’da Yngiltere’den yana bir çözüm kabul etti?ini kaydetmektedir.
2.BÖLÜM
BÜROKRASİNİN SON İKTİDARI
Yktidar ve Bürokrasi
Osmanly bürokrasisinin yeni bir hale dönü?mesi 2.Mahmud döneminde gerçekle?mi?tir. 2.Mahmud’un bürokrasisine çizdi?i yol ‘katiplik’ yoluydu. Otoriteye hürmetkar, yumu?ak ba?ly, munis ‘katip’ tipi geçen asyr Osmanly bürokrasisinin hala unutulmayan vasfydyr. 2.Mahmud’a kadar devlet görevlilerinin bütün mallary devletin, dolayysyyla padi?ahyn sayylyrdy.Bir memur azledildi?inde veya vefat etti?inde mal varly?y tekrar devlete dönerdi.2.Mahmud bu usulü kaldyryp, mülkiyet esasyny kabul etti. Böylece memurlar maddi güçle teçhiz edilmi? oldular. Bugünkü manasyyla, geni? manada aydyn veya dar manada bürokrat tipinin ortaya çyky?y 2. Mahmud sonrasynda özellikle de Tanzimat’tan sonradyr.Memleket içinde ‘yeni tarz’ e?itilenler ve memleket dy?ynda ‘batyly’ yeti?tirilenler kysa zamanda Osmanly bürokrasisinde hatyry sayylyr bir güç haline geldiler. Nitekim “Büyük” Mustafa Re?it Pa?a Tanzimat fermanyny ilan için gerekli deste?i, kendisinin de içinde bulundu?u yeni bürokrasiden almy?tyr.Tanzimat bürokrasisi, her ?eyin nazymy padi?ah yerine, her ?eyin çaresi Avrupa kanaatini geçirmi?tir. Bürokrasinin ba?lylyk mihverini padi?ahtan batyya, batynyn kavramlaryna kaydyrmasynda kendine iktidar arama arzusunu bulmak da güç de?ildir. Sultan Abdülaziz’in hal’I bu yolda ilk merhaledir. 1876’da Abdülaziz tahtyndan indirilir. Padi?ah olmayan bir padi?ahy tahta oturtarak iktidarlaryny ortaya koymak isterler.Bunun için bir deliyi, 5.Murad’y padi?ah yaparlar.
Fakat, daha sonra bir deliden ziyade söz dinleyen bir padişahla işlerin daha iyi yürüyeceğini anlarlar. Üst seviyede yenilikçi idareciler(Mithat Paşa) Abdülhamid’de bu vasfı görürler. 2.Abdülhamid, Kanun-ı Esasi’yi ve Meşrutiyet’in ilanını bürokrasinin kabul eder. Fakat bunların uzun bir süre devamını sağlamaz. Böylece Tanzimat bürokrasisinin sultanla beraber iktidar arayışlarının üçüncüsü de muvaffakiyetle neticelenmedi(daha öncekiler Abdülaziz ve 5.Murad’la). 2.Abdülhamid bir kaç yıl içinde iktidarına ortak olmak isteyen bürokrasi güçlerini çevresinden uzaklaştırdı. Bundan sonradır ki, bürokrasi, aydınlar kendilerine padişahsız iktidar düşünmeye başladılar.
1908 Meşrutiyeti bürokrasinin silahla ve teşkilat(İttihat ve Terakki Cemiyeti) aracılığıyla iktidardaki yerini almasıdır. 31 Mart Vak’asıyla 2.Abdülhamid’i tahttan indirip, yerine yumuşak başlı Mehmed Reşad’i padişahlığa getirdiler. Fakat, bununla da tatmin olmadılar .O zamana kadar iktidarı kontrolle yetinir hissi bırakan İttihatçılar kabineye kanlı bir baskın vererek dizginleri tamamen ellerine aldılar(Babıali Baskını).Ülkeyi felaketten felakete sürüklediler.
1.Dünya Savaşı’nın sonunda batırdıkları vatanı ve milleti kurtarmak iddiasındaki Milli Mücadele ekibi bu yüzden İttihatçılarla özdeşleşmiş olan bürokrat niteliklerini gizlemeye çalıştıkları kadar, padişah otoritesine bağlılıklarını ifadeden de geri kalmamışlardır. Milli mücadeleden sonra görünen şudur: 2.Mahmud’un uysal, söz dinler katipleri daha yüz yıl geçmeden toplumda güç dengesini tamamen kendi lehlerine çevirmişlerdir.
İktidar piramidinden Padişah-halifeyi çıkarmaya yönelmişlerdir. Bu meyanda, önce padişahlık, sonra hilafet kaldırılmıştır. Sıra, eskiden toplumda büyük bir güç olarak göründüğü halde, 2.Mahmud devrinden beri gücü azalan ilmiye sınıfının son kalıntılarının temizlenmesine gelmişti. Şeyhülislamlık, Şer’iye vekaleti, Evkaf vekaleti vb. kurumların lağvı dışında, medreseler, sonra da dini öğretim veren diğer kuruluşlar kapatılmış, adeta yok edilmişlerdir. İttihatçıların kendi güdümlerinde bir nevi ’ilmiye’ kurma çabaları Cumhuriyetin tamamen iğdiş edilmiş”Diyanet İşleri Riyaseti” ile noktalanmıştır. Böylece din adamları da bürokrasinin bir parçası, hem de en fazla horlanan, en fazla ezilen bir parçası haline getirilmişlerdir. Zihniyet şudur: Bu vatanı, CHP kurtarmıştır. Geri olan toplumu gerilik çukurundan çıkarıp medenileştirmiştir. Öyleyse, her türlü tasarrufa hakkı ve yetkisi vardır. Gerçekte, 1946’dan sonra çok partili siyasi hayata geçiş kararını veren makamlar bu yetkilerini kullanmanın şuurunda idiler. Biliyorlardı ki, bürokrasiden daha güçlü bir sosyal baskı grubu Türkiye’de kalmamıştır. DP bazı davranışlarıyla bürokratik eğilimlerin dışına çıkabildiği için, halk nazarında CHP’ ne karşı her zaman desteklenecek bir itibar kazanmıştı.1950’den sonraki iki seçimde resmi bürokrat partisi iktidara gelemedi. İktidarı seçimle ele geçirme umudu geriledikçe, CHP’nin hırçınlığı arttı, muhalefeti sertleşti. Bu vatanı, bu milleti nasıl daha önce iç ve dış düşmanlardan kurtarmışsa, yine kurtarabilirdi ve kurtarmalıydı da!27 Mayıs 1960 darbesi asker-sivil bürokrasinin bir “kurtarışından”başka bir şey değildir. Her şeyi kanun çerçevesinde yapmaya büyük gayret sarf eden bürokrasi, işe kanun, anayasa ve müesseseler açısından yaklaştı. Anayasalcılık, bürokrasinin belli başlı alet meselelerinden olagelmiştir. Meşrutiyeti konusunda kesin inanca sahip olmayan bürokrasi ne yapıp edip bunu sağlamak ihtiyacındadır. Ancak bu arada kendi organizasyonunu hukuki çerçevelere yerleştirerek “özerk”, “bağımsız”, “tarafsız” nitelemeleriyle meşrulaştırmak da istemektedir. İşte 1960 anayasası “seçime rağmen” bürokratik idarenin tamamen sekteye uğramasını önleyecek, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Üniversite, TRT vb. özerk-bağımsız kurumların çerçevelerinin çizildiği bir anayasadır. Her kurumun işleyişi uzman bürokratlara ve profesörlere bırakılıyordu. Netice olarak bu Anayasa siyasilere, el kaldırmaktan başka, yapılacak pek bir şey bırakmıyordu. Böylece bürokrasi asıl hedefini belirtmiş gibidir: Anayasa yoluyla, daha önce verilen seçim hakkını dolanmak(bir manada iptal etmek). Bürokrasi bir taraftan seçimi dolaşarak iktidarını kurmak çabasındayken, diğer taraftan da, iktidarı her halükarda en üst seviyede elde etmek için dayanabileceği tepkileri araştırıyordu. Her türlü ideolojik malzemeyi dışarıdan aktarmaya alışan aydınlarımız, Batıda yaygın sol tavırları Türkiye’ye aktarmaya yöneldiler. Bürokrat partisi, birden, işçi meselelerini üzerine aldığını ilan etti. Marksizmin her ülkede başarıyla kullandığı ezilen-ezen, altyapı-üstyapı, kötü kapitalist düzen…sloganlarını adapte etmekte gecikmedi. 1946’da ilk kurulan partiler arasında yer alan Sosyal Demokrat Parti, CHP hükümeti tarafından, milletlerarası kuruluşlarla ve daha çok Bulgar sosyal demokratlarıyla ilişki kurmaları sebebiyle yirmi gün içinde kapatılmıştı. Aynı CHP, 1970’lerde, çeşitli dış mihraklarla ilişki kurmanın “gereğini” ileri sürmekten çekinmedi. Devletlerarası değil, çeşitli ülkelerde partiler arası ilişkileri savundu ve Sosyalist Entarnasyonal’e girdi.
Bürokrasinin Son İktidarına Doğru
Bürokrasinin yeni iktidar arayışı içinde, bütün çelişkiler, bütün farklılaşmalar bürokratik propagandanın konusu oldu. Etnik meseleler, mezhep ayrılıkları her fırsatta istismar edilerek dinamik öfke, anti-bürokratik iktidara yöneltildi. Bu şartlarda 1977’ye gelindiğinde, 1946’da ilk yapılışında açık hile yüzünden kazandığı seçimden sonra 1950’de verdiği iktidarı her ne pahasına olursa olsun almak niyetinde olan bürokrasi, umudunu seçimlere bağlamıştı. Gerek seçimden önce, gerekse seçimden sonra sahte ve mükerrer seçmen kartları dedikodu konusu oldu. Sonunda, sandık neticeleri tam alınmadan, bürokrasi kendini iktidar ilan etti. Başbakan, çağdaş katip Bülent Ecevit’di.
1977 Seçimleri Ve Sonrası
Son seçimin neticeleri bürokrasiyi memnun etti ama, iktidar için yeterli gücü sağlayamadı. 213 sandalye, gerçi CHP’ni Meclisin en büyük partisi yapmaya yetiyordu, ancak hükümet etmesi için kafi değildi. Bürokrasinin seçimlerden hemen sonra kurduğu azınlık hükümeti güvenoyu alamadı. Sıra meşru görünüşlü yollardan sonra meşru olmayan yolların denenmesine gelmişti. Bu yol, başka partilerden çeşitli menfaatler, mevkiler karşılığı transferde bulunmaktı. Derken on bir Adalet Partili milletvekili AP’den istifa ettiler ve bağımsız olarak görevlerine devam edeceklerini bildirdiler. Böylece bürokrasi bir defa daha iktidara geldi. Yeni iktidarın en önemli vaatlerinden biri anarşinin önlenmesiydi. Bürokratik iktidarın, 1.1.1978’den 15.12.1978’e kadar olan bir yıllık dönemine baktığımızda, anarşik olaylardan resmi rakamlara göre 625 kişinin öldürüldüğünü görmekteyiz.1977’de ise aynı sebepten 157 kişi öldürülmüştür. Bununla birlikte iktidar sık sık:Anarşi bitti! Sonu alındı! Anarşinin son çırpınışları! Anarşi can çekişiyor! gibi anonslar yaptı.
Öte yandan ekonominin durumu da berbattı. Bir yıl içinde enflasyon %70 nisbetine ulaşmıştı. 1977’de Türkiye OECD’nin kalkınma hızı en yüksek ülkesi idi. Ertesi yıl, kalkınma hızı sıfıra düştü. İçeride itibar yokluğu o seviyeye geldi ki, Yeşilköy hava meydanında çalışan şoförler, müşterilerinden TL. değil döviz talep etmeğe başladılar. Ülkenin bir çok yerinde dövizle satış yapıldığına dair levhalar görüldü.
Hükümetin dış iktisadi ilişkileri de kötü durumdaydı. Hükümet programında: “Bağımsızlığımıza ve özgürlüğümüze gölge düşürmeyecek koşullarla “ yardım alınacağı ifade ediliyordu. Ancak IMF daha iktidarın ilk günlerinde Türkiye’nin para politikasına müdahale etmeğe başladı. Hükümet IMF ve diğer beynelminel kuruluşlardan ve devletlerden yardım toplayabilmek için devamlı gayret sarfetti. Bu gayretin tehdide kadar vardığı oldu. Bir defasında B.Ecevit, batıyı, yardımda gecikilirse, blok değiştirmekle tehdit etti. Batılılar Türkiye’nin durumunu “Türkiye bir devlet değilde bir firma olsaydı iflas masasına yatırılması gerekirdi” şeklinde ifade ettiler. Tam bu günlerde gazeteler, tarım ürünlerimizin bir Amerikan bankasına borç karşılığı rehin edildiğini yazdılar.
Bir parantez açıp, Türkiye’de dış borçlanmaların, yeni bürokrasinin tarihi ile paralelliklerini hatırlatalım. Reşit Paşa için ilk dış borcu Sultan Abdülmecid’e kabul ettirmek mesele olmuştu. Neticede padişahın kabulü sağlanmadan yüksek seviyede bürokratlarımız İngiltere’den ilk yardımı aldılar. Bu borçlanmalar sonraki yıllarda artarak sürdü. Neticede, borçların ödenememesi yüzünden, bazı gelir kaynakları rehin edilmeye başlandı. Bir buçuk asırlık batılılaşma tarihimizin bazı değişmeyen gerçekleri olduğu böylece ortaya çıkmaktadır:
Bir asırdır Türkiye’de değişmeyen tek şey, bürokrasinin devlet idaresindeki rolüdür. Bir asır içinde, idari, hukuki, siyasi çok şey değişmiştir. Devletin şekli, kanunları, adı, dini, yazısı vb. bürokrasinin istediği yönde değiştirildi. Değişmeyen yalnız ve yalnız bürokrasi ve onun zihniyetidir. Baştan beri kendine ve milletine güvenemeyen bürokrasi yabancı tesirlerin esiridir. Yardımsız, dış desteksiz ve müdahalesiz yapamaz! Bütün bağımsızlık lafları boştadır ve züğürt tesellisi mesabesindedir.
Gazeteler rehin anlaşmasını şöyle sunuyorlardı: “Cumhuriyet döneminde ilk kez, gelecek üç yılın tarım gelirleri karşılığı kredi alıyoruz. Wells Fargo Bankası vereceği 125 milyon dolara karşılık tarım ürünlerimizi istediği gibi kullanacak…” Bu haber basına sızdıktan sonra, bürokrasi sözlüklerde kalan utancı utandıracak şekilde “Türkiye’nin güvenilirliğini kanıtlayan, saygınlığını artıran”bir durum olarak kabul ettiğini ilan ediyordu.
Şimdi Ne Olacak?
Tanzimat bürokrasisi, kaderini çizme mevkiinde görünen makamı (padişahlık) yıpratmaya başladı. Cumhuriyette tamamen yok etti. Böylece bürokrasinin başka rakibi kalmadı. Bu yüzden Cumhuriyetin tek parti devri, bürokrasinin her bakımdan en üst seviyede tatmin olduğu devredir.
Bürokrasi bu mutlu günlerinin demokratik hayatta da devam edeceğini umuyordu. Netice hayal kırıklığı oldu. Şimdi bürokrasinin önünde nazist ve faşist örnekler yoktur(Bir dönemde, modalaşan nazizmi ve faşizmi benimseyen bürokratlarımız Hitler’i bıyıklarına taklit ettiler). Bu rejimler 2.Dünya Savaşıyla çökmüştür. Ama Dünyanın belki de gelmiş geçmiş en bürokratik idaresi olan Rus komünist idaresi ayaktadır. Gerek siyasi gerekse iktisadi karar mekanizması, tamamen bürokratik bir işleyiş gösterir. Devlet bürokratlara üstün vatandaş muamelesi yapar. Bu ülkededir ki, en üst ücret en alt ücretin elli katından fazladır.
Bürokrasi şimdi, kendi iktidarını pekiştirecek modeli Çin’den Arnavutluk’a, Yugoslavya’dan Küba’ya, çağımızın komünist bürokratik idarelerinden aramaktadır. Neticenin bürokrasinin, lehine olup olmayacağını tahmin etmek güçtür ama, Türkiye’nin aleyhine olacağını söylemek, şimdiden mümkündür.
3.BÖLÜM
DÜYUN-I UMUMİYE’NİN 2. YÜZYILI
Önce Tarih, Sonra Tekerrür
Osmanlı Devleti’nin gerileme devrinde artan mali sıkıntılar için çare olarak, para değerinin-içindeki altın ve gümüş miktarı azaltılarak-düşürülmesi (tağşiş-I sikke) yoluna başvurulurdu. Daha sonraları, Galata’da bulunan Rum, Ermeni veya Yahudi bankerlerden borçlanma yoluna gidildi. Osmanlı Devleti’nin dış borçlanma devri 24 Ağustos 1854’te başladı. Batıcı devlet erkanı, yeni Osmanlı bürokrasisi batılılaşma yolunda teminat mesabesinde de gördükleri borçlanmayı padişaha ve geleneklik tarzı devam ettiren devlet erkanına kabul ettirmekte güçlük çektiler. Sultan Abdülmecid ve geleneği sürdüren devlet erkanı, kafire borçlanmayı bir haysiyet meselesi olarak görüyorlardı. Bu yüzden ilk borç anlaşması padişahın tasvibi alınmadan, batı eğilimli yeni bürokrasi tara-fından yapıldı. Savaşın zoru altında sonradan padişaha da kabul ettirildi.
İlk alınan borçların bir kısmı harp masrafları, bir kısmı da iktisadi yatırımlar için kullanıldı. Ancak, bu ilk borçlanmadan başlayarak çoğunlukla, cari masraflara ve tüketime dönük harcamalara ağırlık verildiği görüldü. Bir müddet sonra o hale gelindi ki, alınan paralar, cari masraflar ve eski borçların ödenmesi için kullanılır oldu. Batı mali kaynakları da 1854’ten sonra üretim tarzına tesir edici yatırımlara girmekten kaçındı. İşi tüketim seviyesinde tutmağa itina gösterdi.
Yeni Osmanlı bürokrasisi yeri geldiğinde israfa karşı olduğunu sık sık tekrarlamasına rağmen, kendi hayat tarzını da batı tüketim kalıplarına göre düzenliyordu.
Osmanlı devleti çok ağır şartlarda borçlanıyordu. Yüz lira borçlanıl-dığında devletin eline çoğu zaman otuzüç lira civarında para geçiyordu. Bu yüzden, 1854’ten 1874’e kadar yirmi sene içinde yapılan onbeş borçlanmada devlet 238.773.000 altın lira borçlandığı halde, eline ancak 127.120.000 lira geçmişti.1876’da ödemeler tamamen durdu. Osmanlı Devleti’nin ödeme gücünün tükenmesi neticesinde Düyun-ı Umumiye idaresi doğdu. (8 Aralık 1881) O zamana kadar ödenmeyen borç toplamının 219.938.559 lira olduğu tespit edildi. Hem devletin gücü, hem de, borçlanmaların ağır şartlarla yapılmış olması dikkate alınarak borçlar 12.305.045 altın liraya indirildi. Ödemelerle ilgili işleri yürütecek tahvil hamillerinin vekillerinden oluşan bir “Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye Meclisi İdaresi” kuruldu.
Düyun-ı Umumiye İdaresi, daha başlangıçta, hem yabancı devletlerin, hem de Avrupa sermayesinin mümessili olarak kendini hissettirmeye başladı. Meclis azaları, aynı zamanda çeşitli yabancı şirketlerin men-faatlerin korumak için de faaliyetten geri kalmıyorlardı. Böylece Düyun-ı Umumiye, mali ve siyasi mekanizmayı yabancı ülkelerin tercihleri yönünde sevk etmek için iyi bir vasıta haline geldi.
Osmanlı Devleti’nin Tasfiyesi Düyun-ı Umumiye’nin Devamı
Milli mücadele sonrasında Lozan’a kadar Düyun-ı Umumiye konusunda kayda değer bir gelişme olmadı. Bu konu Lozan’da gündeme geldi. Türkiye’yi “kurtarmış” olan kadro, Osmanlı Devleti’nin her şeyini, bütün maddi ve manevi mirasını reddettiği halde, borçları konusunda aynı tavrı takınamadı. Çünkü, ödenmemesi halinde, artık itibarı kaybolacak olan Osmanlı Devleti, onun padişahı ve diğer müesseseleri değil, bizzat bürokrasi, yani aydınlardı. Batı karşısında itibar kaybeden bir bürokrasinin iç dayanağa da sahip olmadığından, dış dayanaksız kalması neticesinde çökmesi ya da fonksiyonunu kaybetmesi mümkündü.
Lozan’da Düyun-ı Umumiye konusunda şu neticelere varıldı:
- Düyun-ı Umumiye elindeki devlet gelirlerinin kontrolü yeni hükümetin eline geçti.
- Düyun-ı Umumiye Meclisi, Türkiye dışına çıkarıldı (içeride olması “kurtarıcıların çelişkilerini görünür hale getirebilirdi.)
- Osmanlı borçları, imparatorluktan ayrılan ülkelere paylaştırıldı (bu da Osmanlı Devleti’nin parçalanmasının tasdiki mahiyetindeki fiili kabullerden biri olarak anlaşılmalıdır).
- Taksitlerin ödeme şekli tespit edildi. Bu konudaki müzakereler 1928’de tamamlandı. 1928 anlaşmasına göre, borç karşılığı olarak İstanbul, Galata ve Haydarpaşa gümrüklerinden elde edilen gümrük resimleri ve bazı vergi faizleri gösterildi (demek ki rehin ve karşılık gösterme usulü cumhuriyetten sonra da devam etti).
Borç ödenmesi nisbeten bir düzene sokulduktan sonra, 1940’ta fonksiyonu kalmayan Düyun-ı Umumiye Meclisi’nin vazifesine son verildi. Bu minval üzere devam eden borç ödemelerinin son taksidi 25 Mayıs 1954’te yatırıldı (ilk borçlanmaların 100 tam yılının dolmasına üç ay kala). Böylece yeni bürokrasinin borçlanma tarihinde yüz yıllık devre sona eriyordu.
Cumhuriyet İdaresi ve “Hasta Adam”ın Borçları
Cumhuriyet idaresinde, bütün bozuklukların kaynağını Osmanlı döneminde, müesseselerinde aramak bir ideoloji haline gelmiştir. Bu cümleden olmak üzere, Osmanlı borçlanmaları da, bürokrasinin bu konudaki dahili yok sayılarak izah edilmiştir. Cumhuriyet ideolojisine göre, zalim, sefih, sefil Osmanlı padişahları yabancılara borçlanarak zevk ü sefalarını devam ettirmişler, böylece keyifleri uğruna memleketi yabancıların müdahalesine açmışlardır. Bu netice şunu çağrıştırır: Cumhuriyet idaresi, bütün kötülüklerden masun olduğu gibi, borçlanmadan, bünyevi hastalıklardan da müstağnidir.
Tarihin Tekerrürü
“Osmanlı borçları”nın son taksidinin 1954’te ödenmesi, borçlanma tarihinin tamamen sona erdiği manasına gelmez. Olsa olsa borçlanma tarihinin 1. asrının sonunu belirten bir hadise olabilir. Hatta denilebilir ki, borçlanma, yabancılaşmış bürokrasinin idarede müessiriyeti sürdükçe devam edecek bünyevi bir hastalıktır. Tek parti devrinin son yıllarında, borçların son taksidinin 1954’te ödenmeden 8 yıl önce, Türkiye Amerika’dan 500 milyon dolar borç istemiştir(13.4.1946). Böylece, Cumhuriyet devrinin tek parti döneminde başlayan yeni bir borçlanma tarihi söz konusudur.
Zamanla çağdaş “Hasta adamın” borcu, Osmanlı dönemini çoktan geride bırakmıştır. O raddeye gelmiştir ki, Merkez Bankası, borçların tespitini kendisi yapamadığından yabancı bir banka ile anlaşma yapmıştır. Bu bankaya, ifa edeceği vazife için 200.000 dolar ücret ödenecektir.
Hasta. Üstelik de borçlu.
İki yüz yıllık batılılaşma tarihimizin değişmeyen kaderi bu. İki yüz yıllık batılılaşma tarihimizin değişmeyen “kahraman”ı ise bürokrasi, “yeni” aydınlar…Bu “kahraman”geçen yüzyılda hangi ihanet çemberi içindeyse, bu yüzyılda da aynı çembere mahpus. Değişen kabuk. Değişen, efsanelerin adı: Liberalizm, hürriyet, adalet, müsavat, şimdi: Sosyalizm, özgürlük, barış vs.
Değişen isimler: Mustafa Reşit, Ali, Mahmud Nedim, Mithat…ve şimdi başkaları.
4. BÖLÜM
TÜRKİYE’DE DARBELER MÜDAHALELER ve SİYASİ SİSTEM
Türkiye’de askeri müdahalelerin görünür gerekçeleri yanında, siyasi sistemi dönüşüme uğratmaya yönelik düşüncelere de dayandığı söylenebilir. Gerek 1960 müdahalesi, gerekse 1980 müdahalesi sonrasında ortaya konulmak istenen siyasi yapı bu fikri destekleyen uygulamalar olarak dikkati çekmektedir. 1960 öncesinde iki partili bir sistemden söz etmek yanlış sayılmaz. Bu durumda iktidar partisine(Demokrat Parti) karşı bir tutumun tabii olarak muhalefet partisini (Cumhuriyet Halk Partisi)güçlendirmeye yönelik sonuçlar vermesi beklenmelidir.1960 darbesini yapan askerlerin kahir ekseriyeti DP’ye karşı çıkarken, kendi eğilimlerinin tabii temsilcisi CHP’nin güçleneceğini biliyorlardı.
1960 sonrasında kanunen DP adını taşıyan bir parti kurmak mümkün değildi ama, bu partinin oylarının en azından önemli bir kısmının CHP’ne akmayacağı da tahmin edilebiliyordu. İhtilalciler bu maksatla Yeni Türkiye Partisi (YTP)’ni kurdular. Ardından, emekli bir orgeneral (Ragıp Gümüşpala) başkanlığında Adalet Partisi(AP) kuruldu. Halk seçimlerde yönetimin sağ partisi yerine AP’ye daha fazla meyletti. AP, DP’nin devamcısı olarak iktidar oldu. Ancak AP, DP’yi tasfiye edenlerin kurduğu sistemi hiçbir zaman tasfiye sürecine sokamadı. 1960’larda basın ve bürokrasi mekanizması, aşırı sol eğilimleri gürbüzleştiren bir atmosfer oluşturmuştu. Ordunun 1970 sonrasında 12 Mart Muhtırası’yla bir taraftan bu mekanizmayı boşa çıkartan, öte yandan siyasi iktidarı saf dışı bırakan tutumu üzerinde dikkatle durmak gerekir. 1960’da siyasi iktidara karşı açıkça tavır koyan ordu, 1970 sonrasında başka şeylere de (aşırı sol eğilimlere) karşı tavır koymak durumunda kaldıysa, bunun dünya dengeleriyle alakalı olduğu düşünmek daha isabetli olacaktır. (ABD-SSCB dengeleri)
1980’in 12 Eylül’üne yaklaşıldığında sosyal demokrat CHP ile liberal AP tek başlarına iktidar olma güçlerini yitirmişlerdi. Öte yandan sokak savaşlarının boyutları her türlü kitlesel ümidi eritecek ölçülere varmıştı. Daha köktenci olana ve otorite tesis edebilene doğru bir eğilim kaçınılmaz olabilirdi. 12 Eylül, böyle bir eğilimin sona erdirilmesi için de gerekli görülmüş olabilir. Nihayet 12 Eylül anarşiyle birlikte siyaseti de durdurarak hükmünü icra etmeye başladı.