Articles by "Dini Film-Belgesel"
Dini Film-Belgesel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


Tahir Büyükkörükçü (d. 1925, Konya) - (ö. 5 Mart 2011 Selçuklu, Konya), Konya eski müftüsü ve Kapu Camii vâizi, 20. yüzyılın önemli İslâm âlimlerindendir. 5 Mart 2011 günü 06:00 sularında tedavi gördüğü Meram Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde vefat etmiştir. (Rahmetullahi aleyh)
Ruhuna El-Fatiha











Kimsenin sesi çıkmayacak!
Gözleri bağlı olacak esirlerin
Kafalarını darmadağın ederken katillerinin yüzünü görmeyecek hiçbir esir…
Almanya’daki soykırıma karşı çıkacak
Bin beterini Filistin’de yapacaksın.
Öldürdün mü İsrail gibi öldüreceksin!
Kimsenin sesi çıkmayacak!
Duvarın köşesinde babasının kucağına sığınan çocuğun tam göğsüne nişan alacaksın
Babasının kucağında can çekişirken çocuk
Bütün dünyaya göstereceksin NE DEMEKMİŞ İNSANCA SAVAŞ!
Buldozerlerle girmelisin evlerin kapısından,
Mülteci kamplarına düzenlediğin operasyonlarda gelmeli ölüm…
Taş atan çocuklar için top atan tanklar bulundurmalısın,
Ördüğün on beş metrelik duvarın arkasında görünmez nasıl olsa zulmün…
İnsanlık seni anlayışla karşılayacak nasıl olsa…




KİMSENİN SESİ ÇIKMAYACAK....


Her gün, başka bir düğün evinde yaşanan mutluluğu paramparça edip, üzerine ölüm saçacaksın. Çocuklar kurtulacaklar uzun yaşayarak görecekleri dertlerden; hepsini topluca bir mezara dolduracaksın. Artık, ne geçim sıkıntısı kalacak evlenecek gençlerin, ne de olup biteni anlatacak görgü tanığı; geride kimseyi sağ bırakmayacaksın.

Kimsenin sesi çıkmayacak!

Tam teçhizatlı askerlerin olacak; uzun menzilli silahlarla vuracaksın. Hızla giden bir araba, sokakta koşan genç bir adam, slogan atarak yürüyen topluluk, pratik çözümler bulup hepsini havaya uçuracaksın. Çakal sürüsü gibi birlikte gezecek, gece yarısı kapıları kırarak gireceksin içeri. Ani baskın yapacak; masum insanların ellerini arkadan bağlayıp, kafasına çuval geçirecek ve aşağılık cümlelerle konuşacaksın.

Kimsenin sesi çıkmayacak!

Çikolata rengi gibi bombalar koyacaksın toprağın üstüne. Çocuklar, kendilerine yakışır bir ölümle ölecekler; oyun oynarken! Kapkara gözlerinde kocaman bir tebessüm. Uçaklar büyük bir gürültüyle üslerine dönecekler. Akşam, xxxx bir ifadeyle kameraların karşısına geçecek ve ölenler için kibarca özür dileyecek bay başkan...


Kimsenin sesi çıkmayacak!

İçerisinde köpekler dolaşan hapishanelerin olacak; fotoğrafta, gülümseyerek bakacak kadar eğitimli ve her emre itaat edecek kadar çok köpek. İçeriye alınanlardan bir daha haber çıkmayacak.

Kimsenin sesi çıkmayacak!

Kahkahalarla fırlattığın bir tek bombayla iki yüz elli bin kişiyi aynı anda öldüreceksin. On binlerce kadının ırzına geçip, yüz binlerce insanı sakat bırakacaksın. Dünyanın istediğin her yerinde ölüm mangaları kurup yüz binlerce kişiyi işkenceden geçirecek, bir o kadar kişiyi de gözünü kırpmadan öldüreceksin.

Kimsenin sesi çıkmayacak!

Yarım milyon çocuğu bir gün içinde katledip, bir o kadar çocuğu da yetim bırakacaksın!


Kimsenin sesi çıkmayacak!

Gözyaşı sel olmuş akarken, agıtlar yürekleri yakarken, hergün binlerce ocak sönerken G-8'in liderleri seni haklı bulacak!

Kimsenin sesi çıkmayacak!

Kişi başına en az beş bomba düşecek saldırdığın yerlerde. Herkesin ayağını denk alması için vahşeti bütün televizyonlardan seyrettireceksin dünyanın geri kalanına.

Kimsenin sesi çıkmayacak!

Yüz yıldan daha az olmayacak sürgünler; bir nesil yolda doğup, yolda ölecek. Geniş mezarlar kazacaksın toplu öldürülenler için ama bir kurşuna iki can sığacak kadar küçük olmalı bedenleri. Üzerindeki üniforma gibi yakışmalı öldürmelerin. Adın Moskof mezalimine çıksın senin.

Kimsenin sesi çıkmayacak!

Gözleri bağlı olacak esirlerin, kafalarını darmadağın ederken katillerinin yüzünü görmeyecek hiçbir esir. Almanya'daki soykırıma karşı çıkacak, bin beterini Filistin'de yapacaksın.

Kimsenin sesi çıkmayacak!

Duvarın köşesinde babasının kucağına sığınan on iki yaşındaki çocuğun tam göğsüne nişan alacaksın. Babasının kollarında can çekişirken çocuk, bütün dünyaya göstereceksin ne demekmiş insanca savaş! Buldozerlerle girmelisin evlerin kapılarından, mülteci kamplarına düzenlediğin operasyonla gelmeli ölüm. Taş atan çocuklar için top atan tanklar bulundurmalısın; ördüğün on beş metrelik duvarın arkasında görünmez nasıl olsa zulmün. İnsanlık, seni anlayışla karşılayacak!


Kimsenin sesi çıkmayacak!

Bir centilmen tarzı içerisinde ve bütün zamanların en kahpe şekliyle, daima arkadan vuracaksın. Sinsice! Kahpece!


Öldürdün mü işte böyle öldüreceksin!

İşlenecek bir karış toprağı, içecek bir yudum suyu olan her coğrafyanın senin olması için kongre kararları, meclis kararları çıkaracak, oturduğu toprağına içtiği suyuna göz koyduğun insanları zalimce, hunharca ama mutlaka YASAL olarak öldüreceksin

http://www.facebook.com/EVLADIOSMANLI



Tür: Biyografi ,  Dram ,  Tarih
Oyuncular: Bülent Polat ,  Ahmet Yenilmez ,  Taylan Güner ,  Mürşit Ağa Bağ ,  Orhan Aydın
Yönetmen: Mehmet Tanrısever
Senaryo: Ahmet çetin ,  Mehmet Uyar ,  Mehmet Tanrısever
Yapımcı: Mehmet Tanrısever
Görüntü Yönetmeni: Ali Özel
Filmin Websitesi: http://www.fezafilm.com
Gösterim Tarihi: 07 Ocak 2011 (Türkiye)



1. Parça


2. Parça
 

3. Parça
 


4. Parça
 


5. Parça



6. Parça
 


7. Parça



8. Parça
 

-Kaynak-

Bediüzzaman'ın, Sultan Abdulhamid'i beğenmediği ve eleştirdiği iddiaları doğru mudur?Bu iddia sahipleri, Bediüzzaman ve Mehmet Akif gibi İslâm âlimlerinin meşru dairedeki hürriyet ve meşrutiyeti istemeleri ile Abdülhamid düşmalığını birbirine karıştırmışlardır. Elbette ki o dönemin çok mühim simaları, özellikle Hafiyye Teşkilatı'nın son zamanlardaki baskı idaresini tenkid etmişler ve Abdülhamid'in kurduğu hükümetlerin, bazan istibdad denebilecek faaliyetlerini tenkid eylemişlerdir. Ancak Abdülhamid'in de devletin devamını sağlamak için yürüttüğü şahsî idare sistemini, her yönüyle meclis-i şûrâ esaslarına uygundur demek mümkün değildir.
Özellikle Bediüzzaman ile ilgili iddialara gelince, Bediüzzaman-Abdülhamid münasebetlerini kısaca özetlemekte yarar vardır:
1907'de İstanbul'a gelen Bediüzzaman, Meşrutiyetin ilanından evvel söylediği bir nutkunda, Sultan Abdülhamid'i, "Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan halife-i Peygamberî" diye vasıflandırmaktadır. 1909 Mart'ında kaleme aldığı bir makalede ise, ona şu tavsiyelerde bulunmaktadır:
"Ömrünün zekâtını Ömer bin Abdülaziz gibi sarf et. Ta ki, bi'atın manası gerçekleşsin. Meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi, Yıldız'ı da mahbûb-ı kulûb eyle. Zebaniler gibi hafiyeler yerine rahmet melekleri olan âlimlerle doludur; Yıldız'ı Dârül-Fünûn gibi yap."
Bediüzzaman'a göre, Abdülhamid zamanında yapılan bütün istibdâdlar onun şahsına verilmemelidir. Maalesef İttihâdcılar bunu yapmıştır. Zira o şefkatli bir sultandır. Başka bir eserinde de, Abdülhamid'in şahsî idaresini anlatırken, "Abdülhamid'in mecbur olduğu istibdâd" ifadesini kullanmaktadır. Namık Kemal'in Abdülhamid'i tenkit ettiği Hürriyet kasidesini değerlendiren Bediüzzaman, 1930'lu yılların idaresini kasdederek, meseleyi bütün yönleriyle göz önüne sermektedir: "Şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdâdı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya layık iken, o tokada müstehak olmayan, gayet mühim bir zatın yani Abdülhamid'in yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün;
"Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhây-ı hürriyet
Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten."

1952 yılında bazı kimseler, Bediüzzaman'ın sanki İttihâdcıları destekleyerek Sultan Abdülhamid'e muhâlif olduğu iddialarını yaymaya başlayınca, talebelerine kaleme aldırdığı Lâhika Mektubunda aynen şunları ifade etmektedir:
1) Bir adamın kusuru ile başkası mes'ul olamaz. Dolayısıyla Abdülhamid'in hükümetlerinin hataları ona verilemez.
2) Bediüzzaman, II. Meşrutiyetin başında, hürriyet-i şer'iyyeyi teşvik etmiş, bazı siyasi muhaliflerinin istibdâd adını verdikleri, Abdülhamid idaresi için de, "mecburî, cüz'î ve hafif istibdâd", İttihâdcıların zulmu için ise, "pek şiddetli külli istibdâd" tabirlerini kullanmıştır. Şu cümlesi meşhurdur: "Eğer meşrûtiyet, İttihâdcıların istibdâdından ibaret ise şeri'ata muhalif hareket demek ise, bütün dünya şahid olsun ki, ben mürteciyim."
3) Hürriyet, İslâmî terbiye ile terbiye olunmazsa, çok şiddetli bir istibdâda dönüşeceğini haykırmıştır ve maalesef öyle de olmuştur.
4) Abdülhamid'in yabancı düşmalara karşı gösterdiği dehası, İslâm âleminin tam bir halifesi olması, Şark Vilâyetlerini Hamidiye Alayları ve İslâm Kardeşliği ile Ermenilere karşı koruması; İslâm'ın bütün hükümlerini hayatında yaşaması ve Yıldız Sarayında manevi şeyhini eksik etmemesi sebepleriyle bir veli olduğunu açıkça ifade etmiştir.
5) Ancak insan hatasız olmayacağından, onun da bazı hataları olduğunu ve ancak bu hataların mecbûriyet altında işlenen hatalar bulunduğunu açıkça beyan eylemiştir."
O halde başta Bediüzzaman ve Mehmed Âkif olmak üzere, büyük İslâm âlimlerinin Abdülhamid'e muhâlif oldukları ve hatta aleyhindeki hal' fetvâsını hazırladıkları şeklindeki iddialar doğru değildir. Fetvâyı zamanın Fetvâ Emini Hacı Nuri Efendi imzalamamıştır; ancak maalesef İttihâdcıların kuklası haline gelen Şeyhülislâm Mehmed Ziyâaddin Efendi imzalamıştır. Bu fetvâdaki hal' gerekçeleri tamamen iftiradır. Zira Sultan Abdülhamid'in 31 Mart Vak'asına sebep olduğu zikredilmiştir ki, tamamen yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Dini kitapları yaktırdığı iddia edilmiştir ki, tam bir iftiradır; zira en çok dini kitap onun zamanında basılmıştır. Devlet hazinesini israf ettiği söylenmektedir ki, Abdülhamid gibi dindar bir Padişaha bunu isnad etmeye şeytan bile yaklaşmaz. Zâlim olduğu ileri sürülmüştür ki, iktidarı boyunca idam cezasını uygulamadığı herkesin malumudur.
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Bilinmeyen Osmanlı, 171. bahis






Ezanın kurtulduğu gün Türkiye sathında yaşanan acı dolu hatıralar. (Geniş bilgi için Timaş'tan çıkan "Türkçe Ezan ve Menderes" adlı kitaba bakılabilir.)

Trabzon'daki havayı Kutuz Hoca'nın hatıralarından okuyoruz:
"Yeni karardan haberim olmadığı için ezanı Türkçe okumaya başladım. Caminin önünde oturan cemaattan haberi duyanlar vardı; bana bağırmaya başladılar. İlk anda ne olduğunu anlayamadım, anlayınca da şaka zannettim. Ciddi olduğuna kanaat getirince Arapça okumaya başladım. Minaredeyim; bir de ne göreyim, kadın erkek herkes camiye doğru koşarak gelmeye başladı, uzak evlerde ise insanlar avluya çıktılar. Bir bayram havası, bir basü bade'l-mevt [yeniden diriliş] yaşandı o gün."

Ahmet Lütfi Kazancı ise Çorum'daki o günü şöyle hatırlıyor:
"Ulu Cami'nin batıya bakan kapısı önünde gördüğüm ak sakallı bir ihtiyar, müezzinin yolunu kesti, "Ezan Arapça'ya çevrilirse, Ulu Cami'de ilk Cuma Ezanını ben okuyayım diye nezrettim [adakta bulundum]. Kurbanların olayım, beni mahrum etme!" diye yalvarıyordu. İhtiyarın isteği kabul edildi. İç ezanını o okudu. Camiyi dolduran binlerce insanın sel gibi gözyaşı döktüğüne şahit oldum. Hayatım boyunca bu kadar kalabalık bir topluluğun birlikte gözyaşı döktüğünü bir daha hiç görmedim."

Bursa'da neler yaşandığını ise imam Bayram Sarıcan'dan öğreniyoruz:
"Öylesine bir atmosfer vardı ki, sanki İslamiyet eskiden varmış, bir ara yok olmuş, daha sonra da yeniden doğuyormuş gibi manevi bir hal... Herkes ağlıyor, sevinç gözyaşları döküyor ve birbirini tebrik ediyordu. Camiler cemaatla dolup taşmaya başlamıştı. (...)Türk Milleti Ezan'ın tekrar aslına uygun olarak okunmaya başladığı gün, yıllar sonra Bilal-i Habeşî'yi dinleyen ve heyecanlanan Medine halkının sevinç ve heyecanını duymuş ve o manevi havayı yaşamıştır. Ben de bu hali doya doya yaşayan ve teneffüs edenlerden biriyim."
İşte o tarihte 13 yaşında bir çocuk olan tanığın gözüyle Konya'da ilk Arapça ezan okunduğu günden bir kesit:
"Gittik, Kağnıcı Hafız'ı aldık, getirdik. Konya'da Kapu Camii var, minaresine çıkarmışlar, okumuş bir kere. Aşağıda cemaat hüngür hüngür ağlıyor. "Ulen bir daha oku" diyorlar Konya tabiriyle, "bir daha oku". Üç defa okuttular ezanı, ondan sonra millet gözyaşlarıyla camiye girdi."
Vehbi Vakkasoğlu, merhum babasından Kahramanmaraş'taki atmosferi şöyle nakletmiş:
"Aşağıdan tekbirler bir daha coştu. Ezan da dalga dalga yükseldi. Ben, bir daha öyle bir ezan dinlemedim. Ezanın tadını öyle alamadım bir daha... Kalabalığın derin sükûtunun üstüne Ezan nuru yağmaya başlayınca, artık gözyaşları sel oldu, hıçkırıklar birbirine karıştı. Bir kalabalığın, bütün fertleriyle böylesine sevinç gözyaşı döktüğüne de, o günden sonra bir daha hiç şahit olmadım."

Erzurum'u anlatmayı ise ehline, Mehmet Kırkıncı hocaya bırakalım:
"İkindi vaktinden itibaren ezanın aslıyla okunacağını haber alan Erzurum halkı, sokaklara döküldü. Caddelerde ve sokaklarda adeta bir bayram havası yaşanıyordu. Kadınlar ehram ve çarşaflarıyla toprak evlerin üstüne çıkmış, ezanın okunmasını bekliyorlardı. Kurban Bayramı'nda her köşede bir hayvan kesildiği gibi, o gün de insanların ekserisi Tebriz Kapı mevkiinden Lala Paşa Camii'ne kadar dizilmiş, kurban edeceği hayvanları dışarı çıkarmış, ezanın okunmasını bekliyorlardı. Kiminin elinde bir koyun, kiminin elinde bir koç, bazılarının yanında tosun ve bir kısım insanların yanlarında da deve olduğu halde büyük bir iştiyak ve hasretle ezanın okunmasını bekliyorlardı. Minarelerden Ezan-ı Muhammedî okunmaya başlayınca herkes sonsuz bir sürur içerisinde bıçağını kurbanının boğazına çalmıştı. İnsanlar tekbirlerle kurbanlarını kesiyor, kadınlar ve yaşlı insanlar da gözyaşı döküyorlardı. Bütün bunlar sevinç ve şükür gözyaşları idi. Zira tam 18 yıl devam eden bir zulüm bitmiş ve o büyük hasret sona ermişti."

Uzun yıllar Nuruosmaniye Camii'nde görev yapan Enver Baytan hoca zamanın din adamlarının Menderes'in bu büyük hizmetine nasıl baktıklarını şöyle aktarıyor:
"Ali Haydar Hoca Efendi vardı, Allah rahmet etsin. İsmailağa'da bulunan Mahmut Efendi'nin hocasıdır. 1950'li yıllarda hayattaydı, ilmî gayreti yüksekti, dinin olduğu gibi yaşanmasından taraftı. Ezan aslına çevrildiğinde Hoca Efendi; "On Ali Haydar, bir Menderes bile etmez" demiştir. Bu ve benzeri hayırlı hizmetlerinden dolayı onu idam ettiler."
O gün herkes sevinirken bazı hikmet sahipleri "Acaba bu nimetin şükrünü eda edemezsek Allah onu bir daha elimizden alır mı?" kaygısındaydılar. Haksız sayılırlar mı?
Zaman Gazetesi




İskilipli Mehmed Âtıf Hoca, (d. 1875 - ö. 4 Şubat 1926) Türk din alimi.
Yazar İskilipli Atıf Hoca şapka inkılabına muhalefetten Ankara'da idam edildi. Atıf Hoca "Frenk Mukallitliği ve Şapka" adlı risalenin yazarıydı.
(Ruhuna El Fatiha)


Kelebekler Sonsuza Uçar / İskilipli Atıf Hoca




 (Film Cd kapağı tarafımızca hazırlanmıştır.)
Açıklama : Hüccet'ül İslam Ebu Hamid Bin Muhammed El Gazali'nin önde gelen talebelerinden birisi, yıllarca onun hizmetine devam etmiş, ilimleri en ince noktasına varıncaya kadar öğrenmiş, ruhi ve ahlâki faziletlerini geliştirerek kendisini olgunlaştırmıştı. 



Günün birinde kendi kendine düşünürken aklına şöyle bir fikir geldi ve dedi ki: "Şimdiye kadar çeşitli ilimler okudum, gençliğim bunları öğrenmek ve toplamakla geçti. Şimdi bu bilgilerden hangilerinin yarın öldüğümde ahirette bana faydalı ve kabrimde yardımcı olacağını bilmem lâzım ki, lüzumsuz olanları terkedeyim. Nitekim Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle dua etmişti: Allah'ım! Faydasız ilimlerden sana sığınırım."

Bu düşünce, talebenin kafasını devamlı olarak meşgul etti. Sonunda bu düşüncesini üstadı İmam Gazali'ye yazıp, fikir danışmaya, bazı sualler sorup, tavsiye ve hayır dua istemeye yöneldi.

İşte bu filmde, İmam Gazali hazretlerinin talebesine yazmış olduğu, hacmi küçük, manevi değeri büyük "Eyyühel Veled" isimli eserini, harika görüntüler eşliğinde izleyeceksiniz. 


(Not: Videoları sırayla açarsanız daha hızlı izleme imkanı elde edersiniz)




“Selim Dağ ve Süleyman Dağ ağabeylerimize Teşekkür ederiz…..
Böylesine bilinçli ve güzel anlatım için Rabbim tüm emeği geçenlerden razı olsun..”Mutlaka İzlemeniz gereken harika bir belgesel. Beğen-Paylaş Butonlarına basarak Lütfen herkese ulaştıralım. Bu belgeselin diğer Çanakkale yapımlarına göre farklı olduğunu izleyince göreceksiniz..