"Hemen her Amerikalı, Birleşik Devletler’in1800’lerin başlarında 'Berberi korsanları'yla savaşa girdiğini ve bu savaşın Deniz Kuvvetleri marşında yad edildiğini bilir."Robert J. Allison
***
"Memâlik-i Müctemi’a-i Amerika Devleti"Amerika Birleşik Devletleri’nin resmi ismi, Başbakanlık Arşivi’ndeki 1830 tarihli bir belgeye bu ilginç terkiple yansımış.
[1] Ve biliyoruz ki, 1830 yılı, Osmanlı-Amerika Birleşik Devletleri ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuş, ısrarlı ricaları üzerine ABD, Osmanlı Devleti tarafından “
en ziyade müsaadeye mazhar” devletler listesine dahil edilmişti. Bundan sonrasını biliyorsunuz büyük ölçüde.
Ancak bu yazıda sizi biraz daha eskilere götüreceğim;
ABD ile
Osmanlı Devleti’nin koruyucu şemsiyesi altındaki
Cezayir ve
Trablus beylikleri arasındaki ilk “
terör” savaşının ilginç hikâyesine. Bu savaşta saldıran taraf Amerika’ydı ama kolay lokma zannettiği “
Barbar korsanları”ndan bakın nasıl bir “
Osmanlı tokadı” yedi. Görelim.
Amerika’nın korsanlarla imtihanıMalum, Amerika bir İngiliz sömürgesiydi. Bağımsızlığa giden yol,
5 Mart 1770’de
İngiliz askerlerinin
Boston halkına karşı gerçekleştirdikleri kanlı katliamla yayılma istidadı gösterdi ve
1775 yılında bağımsızlık savaşı patlak verdi;
1783’de imzalanan barış antlaşması ise bağımsızlığın tescili oldu. Tabiatıyla
Osmanlı-ABD ilişkileri de ancak bu tarihten itibaren başlamış oluyordu.
O devirde “
korsanlar”, denizlerin görünmez hâkimleriydi. Özellikle de otoritenin zayıfladığı dönemler, denizleri korsanların cirit attığı kanunsuz arenalar haline getiriyordu. Onların çöplüklerinde izinleri olmadan gemi yüzdürmek, kelimenin gerçek anlamıyla “
kaşınmak” anlamına geliyordu.
Tarih büyük ölçüde Batı-merkezli yazıldığı için korsanlık denildiği zaman yalnız
Berberi korsanlarının adları anılır ve ne
İspanyol, ne
İtalyan, de
İngiliz korsanlarından söz edilir. Ancak korsanlık, savaşın tabii bir uzantısıydı o devirlerde; ve Amerikan bağımsızlık savaşında Amerikalı korsanların İngiliz gemilerine verdiği zayiat, öyle unutulur cinsten değildi. Demek ki, korsanlığı o dönemin bir
deniz realitesi olarak düşünmekte fayda var. Nitekim tarihçi
Fernand Braudel, aşağıdaki sözleriyle korsanlığın bizim bilmezden geldiğimiz bu “
yasal” boyutuna güçlü bir ışık tutmaktadır:
[2]"Korsanlık, ya biçimsel bir savaş ilânıyla veya mühürlü mektuplarla, pasaport, görev veya talimatlarla böyle kılınan meşru [bir] savaştır. Bu farkına varışlar bize ne kadar garip görünürse görünsün, korsanlığın “yasaları, kuralları, canlı adet ve gelenekleri” vardır."İşte bu “
yasal” korsanlığı işine geldiği zaman tecviz eden aynı
Amerika, tüccarları için yağlı limanlar bulabilmek niyetiyle ufak ufak Akdeniz’e doğru atmaktadır pençesini. Ancak güngörmüş
Berberi korsanları, avuçlarının içi gibi bildikleri bu iç denizde yeni misafirlerine görkemli bir ‘
hoş geldin’ partisi vermekte gecikmeyeceklerdir.
Nitekim Akdeniz’in acemisi olan Amerikan gemileri, çok geçmeden korsanlarımızın çelik pençelerine düşüverir. Mesela
Müslüman korsanlar, 1783’de, “
semiz ördek” diye dalga geçtikleri Amerikan gemilerinden yıllık
80 bin dolar haraç istemişler ve söke söke de almışlardı.
1787 yılında
100 kadar Amerikalı denizci, korsanların eline esir düşmüş ve
ABD, onları kurtarmak için
40 bin dolar fidye, 25 bin dolar da haraç ödemek zorunda kalmıştı.
1794’e gelince, durum daha da vahimleşmiş ve korsanlar tam
11 Amerikan gemisini ele geçirmişler,
119 kişilik mürettebatını da esir almışlardı.
Hatta bu çekirdekten yetişme korsanlar Akdeniz’le de yetinmiyor, Atlas Okyanusu’na seferler düzenliyor,
İrlanda’nın batı sahillerine kadar dehşet saçabiliyorlardı. Velhasıl, Akdeniz’in giriş ve çıkışı onlardan soruluyordu.
O sırada bağımsızlık savaşının barut ve kan kokuları henüz dimağlarından silinmemiş olan Amerikan başkanları, başlarının bu “
ırak” diyarda daha fazla derde girmesini istemiyor, korsanların neredeyse bütün isteklerine kuzu kuzu boyun eğiyorlardı. Nitekim
Amerikan Kongresi 1795’de, tarihinin en ağır haracını onaylamış, nakit olarak
yıllık 642.500 dolar,
gerekli mühimmat ve
36 topa sahip bir adet de fırkateyni korsanlara teslim etmeye razı olmuştu. İlaveten yine her yıl,
21.600 dolar değerinde deniz araç gereci de korsanların nasırlı ellerine teslim edilecekti. Buna karşılık Akdeniz, Amerikan gemilerinin huzur içinde seyr ü seferine açılacaktı.
Vaktiyle Amerika’yı haraca kesmiştik!Tam duyamadım, “
Pes birader! Bu neredeyse bir hazine!” mi dediniz? Acele etmeyin, zira dahası var.
Amerikan gemilerinde seyahat edenler şu veya bu nedenle esir düşerlerse onlara da bir fiyat biçilmişti bu anlaşmada. ABD Cezayir’e gidecek yolcular için
kişi başına 4.000 dolar, kabin görevlileri için de 1
.400 dolar para ödeyecekti Cezayir’e. Gerçi Amerikan makamları istenen ücretleri fahiş bularak pazarlık edip indirim yaptırmışlardı ama sonunda kaderlerine razı olmuşlardı. Anlaşma metni yalnız Türkçe yazılmış (
ki, ABD’nin bir yabancı ülke ile, yalnızca o ülkenin dilinde yaptığı biricik antlaşma olarak tarihe geçmiştir),
Cezayir’de imzalanmış ve
1796 Mart’ında
Amerikan Senatosu tarafından da onaylanmıştır. Bu arada belirtelim ki, kaynaklar, anlaşma sonucunda serbest bırakılan rehinelerin anlattığı acıklı esaret hikâyelerinden Amerikan halkının 11 Eylül’ü aratmayacak psikolojik travmalar yaşadığını da nakletmeden geçmiyor.
Ne var ki, 1800 yılında cereyan bir olay,
Amerika ile
Osmanlı himayesindeki
Berberiler arasındaki iplerin kopmasına yol açacaktır. Kaptan
William Bainbridge,
Cezayir’e Amerika’nın yıllık haracını ödemek için gelmiştir. Limana Amerikan bayrağı çekili gemisiyle giremeyeceği uygun bir lisanla ihtar edilir kendisine;
sonuçta ABD bayrağı indirtilir, yerine Osmanlı bayrağı çektirilir.Haracın, doğrudan doğruya Sultan’a ödenmesi gerekir. Bu yüzden Kaptan Bainbridge kendisine eşlik eden Cezayir gemileriyle birlikte İstanbul’a götürülüp devrin padişahı
III. Selim’in huzuruna çıkartılır.
Böylece ilk resmi Amerikan yetkilisi İstanbul’a böylece adımını atmış olur.Osmanlı düzeninin bu sıkı kurallarına istemeye istemeye boyun eğmiş olan Kaptan Bainbridge memleketine dönüşünde bir daha Cezayir’e adım atmamaya tövbe etmiştir. Bu olayın ardından bir tehdit değerlendirmesi yapan Amerika Birleşik Devletleri’nin o zamanki “
şer üçgeni” de belli olmuştur:
Cezayir, Trablus ve Derne (
son ikisi bugün Libya sınırları içindedir).[3]
Öte yandan Amerika’nın Cezayir’e verdiği tavizler,
Trablus Paşası Karamanlı Yusuf’un gözünden kaçmayacaktır. O da yükseltir haraç taleplerini. Çünkü kendisiyle anlaşma yapılamamıştır. O sırada Başkan
George Washington ölmüştür, yeni Başkan
Adams’a bir devlet başkanı öldüğünde yerine geçen başkanın ödemesi gereken özel haraç hatırlatılır. Ne kadar mı? Yusuf Paşa, Washington’un ölümüne kendince bir de değer biçmiştir:
10 bin dolar.
Zamanla istenen haraçlar altından kalkılacak haddi geçer. Bu “
Türkler” de çok olmaktadırlar. Düşünün ki,
1800 yılında yıllık haraç miktarı tam toplam 2 milyon dolara ulaşmıştır ve bu miktar, ABD’nin sadece
10 milyon dolar olan yıllık gelirinin beşte birine denktir.
Tam işler yolunda giderken “
şahin” cephesinden
Thomas Jefferson yeni başkan olarak Beyaz Saray’ın ev sahibi olur ve onun döneminde işler daha da çetrefilleşir: Şahinlerin baskısıyla Amerika, meseleyi kökünden halletmek üzere Osmanlı limanlarına çıkarma yapmaya kadar götürecektir işi. Bunu kolayca başarıp başaramadığı ise upuzun bir hikâyedir.
Bir
“metal fırtına”nın ayak sesleri duyulmakta, tarihin mermer tenine gömülmüş bir gölge daha doğrulmaktadır.
O zamanlar
Osmanlı’nın
Garp Ocakları’nı oluşturan
Cezayir, Tunus ve
Libya’ya mensup leventlerin
ABD filosuyla
5 yıl boyunca başlarımızı öne eğdirmeden nasıl dişe diş cenk ettiklerini görmek için gelecek haftayı beklemeniz gerekecek...
Kaynaklar:
[1] Başbakanlık Arşivi, Düvel-i Ecnebiye, Amerika Nişan Defteri 1/1, s. 7’den nakleden: Nurdan Şafak, Osmanlı-Amerika İlişkileri, İstanbul 2003, OSAV Yayınları, s. 41.
[2] Fernand Braudel, II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, cilt 2, Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay, 2. baskı, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 251.
[3] Bu çatışmaların büyük ölçüde Amerika açısından değerlendirildiği iki çalışma için bkz. Robert J. Allison, The Crescent Obscured: The United States and the Muslim World, 1776-1815, Oxford University Press: New York ve Oxford, 1995; David Smethurst, Tripoli: The United States’ First War on Terror, New York 2006, Ballantine Books.
.